Bir kitapçıda dolaşırken bir kitap geçti elime. “Giovanni
Scognamillo Kitabı” diyor kapağı. “Bir Levanten şövalye” diye de ekliyor.
Kafamda ziller çalıyor; bir adamın hem levanten hem şövalye olması beni
ilgilendiren bir durum ama ben bu adamı tanıyorum.
Aklıma birkaç yıl önce yine
bir kitapçıda rastladığım “Erotik Türk Sineması” isimli kitap geliveriyor: Mor kapaklı kitabın kapağında Seyyal Taner
baygın bakışlarla arz-ı endam ediyor. Kitabın iki yazarından biri bahsi geçen
‘levanten şövalye’. Benim kitapla büyük ölçüde ilgilenmem Seyyal Taner’in
erotik sinema içindeki yerinden habersiz olmamdan kaynaklanıyor.
Neyse elimdeki kitaba dönüyorum: Sayfaları karıştırıyorum
1926’ta Beyoğlu’nda başlayan bir hayat. Dönemin sosyal ortamı, sinema,
canavarlar, vampirler, azınlıklar,.. Kitapta yok yok fazla düşünmeden alıyorum.
II. Dünya Savaşı yıllarında karneyle ekmek kuyruğuna giren
bir çocuğun kitabı bu. Çaya şeker yerine kuru üzüm atılarak tatlandırılan
yokluk İstanbul’unu ilk ağızdan dinliyorsunuz.
Sinema, aile,
çocukluk,..
Dürüst bir anlatımla karşı karşıyasınız. Sakınmadan anlatıyor.
Dayı İzmir’de denize dökülmüş, baba eşi ile kendisinin alyanslarını Mussolini
hükümetine hibe edecek kadar İtalyan milliyetçisi. Anne dansçı olmak istiyor
ama baba ile evlenince hayatı başka bir yönde gelişiyor.
Giovanni Scognamillo annesi ve babasıyla İstiklal Caddesi'nde. |
Başta baba olmak üzere ailenin işi sinema. İspanyol Musevi’si
enişte çeşitli film şirketlerinde çalıştıktan sonra Atlas Sineması’nı yönetmiş.
Baba da Elhamra Sineması’nda değişik pozisyonlarda görev aldıktan sonra zaman
içinde yönetici olmuş. Anne, sessiz sinema döneminde görüntüler arasında
bulunan açıklama yazılarının Fransızca metinlerini hazırlıyormuş.
Hani Martin
Scorsese’nin Hugo’sunda Georges Méliès’nin çektiği
bazı siyah- beyaz filmlerin kare kare elle boyanmak suretiyle renklendirilmesi
anlatılmıştı ya işte vaktiyle Türkiye’de bu işi yapanlardan biri anne
Elisabetta’ymış.
Giovanni’ye gülümseyen
Atatürk…
Anne oğlun Atatürk’le anıları da var. Asmalımescit’te
oturdukları dönemde yani Giovanni 4-5 yaşlarındayken gerçekleşiyor olay. Anne
oğul Asmalımescit’te kalabalığın içinde ilerlemeye çalışıyor. Kalabalıkta
subaylar da var. Bir subay onları durduruyor. Redingotlu yakışıklı adamı
görünce genç anne ‘Ekselans’
diyebiliyor şaşkınlıkla. ‘ Buyurun Madam’
diye karşılık veriyor Atatürk eğilip yol verdiği Elisabetta ve Giovanni’ye.
Üstelik bu anne oğlun Atatürk’le tek karşılaşması değil. Diğer karşılaşma
denizin ortasında ve Florya sahilinde geçiyor ama bunda detaylar kitapta:)
Giovanni Scognamillo,
10 Kasım 1938 için ‘ Çocukluğumun en acı günlerinden biriydi’ diyor.
Dolmabahçe’de başta kendisi ve ailesi olmak üzere gözyaşları içerisinde binlerce
kişi ve korteje el sallamasını anımsıyor.
Okul, aşk, sinema ve
sansür…
Bütün bunlar olurken Giovanni için sinema bir oyun ve çalışma
alanı oluyor. İlkokulda bilet kesiyor, makine dairesinde bobin sarıyor. Hem
hayatını hem zihnini film şeritleri ele geçiriyor da diyebiliriz. Bu arada İtalyan Lisesi’nde okumaya başlıyor.
Ortaokulda üç yıl ders olarak okutulan “İlahi Komedya” yı okuyup, ezberlemek
mecburiyetinde kalıyor. Aslında bundan kendisi pek yakınmıyor da bana ne
oluyorsa kendimi o sınıfın öğrencisi olarak düşünüp fenalaşıyorum.:) Aşksız yeni yetmelik olur mu? Bunca film, kitaba rağmen aşkta her şey tozpembe
gitmiyor maalesef. Hatta bir gönül yarası sınıf tekrarına giden bir sürece
neden oluyor.
Sinema ve sansür özellikle bizim ülkemiz için ayrılmaz
ikilidir. Yönetmeninden senaristine herkesin bir sansür anısı vardır. İşte
Giovanni, babasının Elhamra Sineması’ndaki işi sayesinde Sansür Kurulu ile film
izleyen bir çocuk olmuş. Dönemin Sansür Kurulu insanlarını şöyle tarif ediyor: “Devlet memurları, sorumluluktan pek
hoşlanmayan ve radikal davranan, cinsellik konusunda tutucu aile
babaları.”
Bankacılık, yazarlık,…
Kahramanımız uzun yıllar bankacı olarak çalışıyor ama asla
sinemadan kopmadan. Çoğu zaman ücret almadan sinema yazıları yazıyor. Bu
yazılar bizim ülkemizde ve dünyanın başka ülkelerinde yayınlanıyor. Halit
Refiğ’e göre Giovanni Scognamillo “Türk Sineması” deyimini kullanan ilk kişi.
Yani daha önce bir “yerli sinema” nitelemesi söz konusuyken Scognamillo’nun
kalemiyle “Türk Sineması” kullanılıyor ve kanıksanıyor.
Elimdeki 2008 baskılı kitapta belirtildiğine göre 16’sı
çeviri olmak üzere toplam 54 kitabı varmış. Söyleşi boyunca anladığım kadarıyla
kafasından kitap projeleri hiç eksik olmayan ve sahiden anlatacak bir dolu şeyi
olan birinin takvimler Haziran 2012’yi gösterdiğinde bu sayıyı aşmış olması
muhtemel. Piyasaya çıkan her kitabı olay yaratmamış ama o bunu dert etmiyor ki
haklı. Bir kitabın çok satması çok iyi olduğunu göstermeyeceği gibi az satması
da başarısızlık göstergesi değildir aslında.
Kediden korkan vampir :)
Şu anda Cihangir’de ikamet eden yazarımız Cihangir
kanunlarına aykırı olarak kedilerle arası olmayan biriymiş. Daha doğrusu sinema
tarihindeki bütün canavarları, yaratıkları, vampirleri, katilleri bağrına basmasına
rağmen kedilerden ürküyormuş! Herkes kedilere bayılacak diye bir kural yok tabi :)
Esasen Giovanni Scognamillo en çok “vampir uzmanı” unvanı ile
anılıyor. Özellikle gerilim sinemasını seven ve araştıran biri olarak vampirler
kendisinin en büyük ilgi alanını teşkil ediyor. Ayrıca kendisi pek az su içen,
gündüzleri pek ortalarda dolaşmayan, yaşlanmayan biri olarak bazılarınca kendisine
“vampir” yakıştırması yapılıyormuş.:) Kendisi bu durumdan şikayetçi değil.
Aslında kapitalist dünya düzeninin ve bu düzenin içinde yer alan hepimizin
“vampir” olduğunu ifade ediyor. Herkesin kendini kanatsız melek sandığı canım
dünyada ben oyumu vampir Scognamillo’dan yana kullanıyorum.
Beyoğlu, Beyaz Ruslar,
6-7 Eylül …
Beyoğlu’nda hayat bulmuş biri olarak, Beyoğlu’nu kısaca
kozmopolit, sinema, çok kültürlü, tolerans, uyum ve küçük Avrupa olarak
tanımlıyor. Scognamillo’nun Beyoğlu ile ilgili birçok anısı, yaşanmışlığı ve
birikimi var. Elbette Beyoğlu konulu kitaplara da imza atmış. Beyoğlu’nun her
yüzüne değiniyor anlatırken; Beyoğlu koca bir deniz ama ben kendisinden Beyaz
Rus konusunu aktaracağım. Hani hep söylenir Rus Devrimi sonrası Beyaz Ruslar
gelmiş zorunlu olarak İstanbul’a. Hatta
İstiklal Caddesi’ndeki Çiçek Pasajı’nda çiçek satanların çoğunluğunu 1920’lerde
işte bu güzel Rus kızlardan oluştuğu efsane gibi aktarılır. İşte bu Rus
sığınmacıların başlarından neler geçmiştir?...
1921 yılında Hadımköy ve
Gelibolu kamplarında 63 bin Beyaz Rus sığınmacı var. Bu rakamların 100 binleri
bulması muhtemel çünkü kesin rakam bilinmiyor. Devletin bunlara bakacak gücü
yok, birçok yardım kuruluşu kampanyalar falan düzenleniyor ama buna rağmen
büyük çoğunluğu hazin sondan kurtulamıyor.
Sığınmacıların çoğunluğu erkek, az sayıda kadın da sığınmacıların bir
bölümünü oluşturuyor. Aralarında çokça soylu da var. Giovanni Scognamillo’nun Beyoğlu’nda
pansiyon işleten anneannesi gerçek bir Beyaz Rus Kontes’e oda kiralamış bu
süreçte örneğin. Bu güzel kadınlar
Beyoğlu’nun gece hayatında da o dönemde etkin olmuşlar.
Güzelliği ile nam salan
bu kadınlara yakışır biçimde “haroşo” deniyormuş. Günümüzdeki Nataşa benzeri
bir tabir gibi algılanabilir ama “haroşo” “güzel” demekmiş. Haroşolar az sayıda
olmaları, güzellikleri ve görgüleri ile kendileriyle beraber olan erkeklere bir
takım görgü kurallarını empoze etmişler. Asansörde bir hanımla beraberken şapka
çıkarmak, sigara külünü yere dökmemek, kadının önünden gitmek yerine yan yana
yahut arkasından yürümek haroşoların 1920’li yılların erkeğine kattıkları bazı
özellikler olarak sıralanıyor…1923 yılında Beyaz Ruslar’ın neredeyse tamamı
İstanbul’u terk etmiş…
6-7 Eylül olaylarında da bir Beyoğlu sakini olarak Scognamillo
birçok olayı gözlemlemiş, yaşamış. Çok acı bir tablo canlanıyor
anlattıklarından bir de ertesi sabah Celal Bayar ve Adnan Menderes ile
karşılaşması var ki bu kadar olur dedirtiyor.
Aşk hayatına da değiniyor elbette ama bu konuda çok detaya
girmeyerek kitaptan kısa bir alıntı yapmayı tercih ediyorum:)
(- Esmerleri
seviyorsunuz anladığım kadarıyla…
O yıllarda esmerlerden yanaydım,
sonra sarışınlar dönemi başladı ta ki renk ayrımı yapmamayı öğreninceye
kadar!... )
Hemen
belirteyim Scognamillo kadın konusunda oldukça eşitlikçi bir tutum içinde.
Neredeyse feminist bile denilebilir. Tuhaf gazetelerdeki magazinciler gibi
yapıp, koca bir röportajın bir cümlesini koyup yanlış anlaşılsın istemiyorum!
Yok olan
sinema salonları ve filmler…
Sinemaya geri dönersek, Türkiye’de bir zamanlar 3500 sinema
salonu olduğunu bilmek insanın içini sızlatıyor. Hele her geçen gün birer birer
kapananlar akla düşünce. Ülkemizde arşiv geleneği bir türlü gerçek anlamda
yerleşemediğinden sinemamızın ilk filmleri bugün yok! Muhsin Ertuğrul’un
çektiği sessiz filmler, sessiz sedasız bir yangında kül olmuş. 1970’lerin
sonunda (yani çok da uzak olmayan bir zaman diliminde) televizyon ve siyasi
gerginlikler nedeniyle ortaya çıkan krizde bazı filmler Sarayburnu’ndan denize
atılmış, bir kısmı da negatiflerin içerdiği gümüş nitratını almak üzere eritilmiş…Hugo’yu izlerken Georges Méliès’nin eritilip ayakkabı topuğu yapılan filmlerine
ne kadar kederlenmiştim; benzer bir şeyin Yeşilçam’da hem de bu kadar yakın
zamanda olmasına üzülmemek mümkün değil.
Sarışın kötü kadın,
kitapsız filmler, seks furyası…
Kitapta Yeşilçam filmlerindeki ‘iyi kız’, ‘kötü kız’ imgesine
de değiniliyor elbette. Bir kere kötü kız kesinlikle sarışın
olur bunu hepimiz biliyoruz diğer ayrıntıları da uzmanından aktarıyorum: Siyah
kombinezon kötü kızın giysisi. Bir kötü kız aynı zamanda şehvetli de olmalı
işte o şehvet o siyah kombinezon:) Buna karşılık iyi kız beyaz
kombinezon giyiyor. Lekesiz ve şehvetsiz kız yani:) Bikini, bikini tahmin edebileceğiniz
gibi kötü kızın plaj kıyafeti; iyi kız da tek parça mayo ile masumluğuna
masumluk katıyor. Kötü kızların en önemli özelliklerinden biri de içki. Zevk için
içip, şen kahkahalar atıyorlar:) İyi kız ise ancak tuzağa düşürülüp
içki içiyor ki o zaman sonunu biliyorsunuz dipsiz trajedi ve ona eşlik eden gözyaşı
dolu anlar. Tabii iyi kızlar soyunmuyor. Cinsellik falan ne münasebet:) Bunların hepsi kötü kızın tekelinde!
Bu arada kitap okumaktan pek tat almayan bir ülke olarak
bunun filmlerimize yansıdığı da Scognamillo’nun gözünden kaçmamış. Türk
filmlerinde gazete en çok okunan basılı yayın, sonra dergiler ama kitap ve
kütüphane bu sıralamada yok. Yeşilçam filmlerinin ciddi izleyicisi olarak
aksini iddia edemeyeceğim için üzgünüm.
Bir de Yeşilçam’ın seks filmleri döneminden bahsediliyor tabi
ki. Çoğunluk için hep hasır altı edilen ve hiç olmamış gibi davranılan.
Mükemmel ahlak anlayışımızla seks filmlerinde oynayan kadın oyuncularımız tu
kaka ediliyor ve sinemayı bırakıyor. Bazı kadın oyuncular 12 Eylül döneminde
soruşturmaya bile maruz kalıyor. Filmlerin erkek oyuncuları, yapımcıları,
yönetmenleri ise olduğu gibi hayatlarına devam ediyor. Dünya tarihindeki bütün
saçma sapan olaylarda en büyük günahkar kadın olduğundan, Yeşilçam’da da bu
geleneğin bozulmadığını görüyoruz maalesef! Scognamillo bu filmlerin tuhaf
isimleri için günlerce uğraşıldığını, fikir teatisi yapıldığını aktarıyor.
Bunca uğraş, gözüne uyku girmesin bula bula “Öttür Kuşu Ömer”, "İsmet Bu Ne Kısmet ", "Kokla Beni Melahat" diye isim bul.:) Yine
bu filmlerin 80’ler boyunca değişen Türk Sineması için bir geçiş süreci
olmasına da yazarımız vurgu yapıyor. En azından filmlerde cinselliğin daha
doğal ele alınmasının yolunu açması bakımından.
“Giovanni Scognamillo
Kitabı” Bir Levanten Şövalye…
Giovanni Scognamillo’yu tanımlarken en baştan beri
“yazar” deyip duruyorum da tek meziyeti
yazarlık değil, yapımcı, oyuncu, eğitmen, senarist, sinema tarihçisi, çevirmen,
eleştirmen.,, Kitap ve Giovanni Scognamillo için ne anlatsam başka bir yönü
eksik kalır. Bu yazıda aktardığım ve öğrendiklerim için Giovanni
Scognamillo ve bu kitap için güzel
söyleşiyi yapan Emel Armutçu’ya müteşekkirim. :) Dolayısıyla
kitabı tavsiye ediyorum.
Bana gelince ben de “Bir Levanten’in Beyoğlu Anıları” nı edinip okumaya ve geç tanıdığım bu hayata yakınlaşmaya çalışacağım. Bir de bu kadar iyi
kitap seçebildiğim için kendimle birazcık övüneceğim :)
Okunmalı...
YanıtlaSilSen okursun zaten Sezercimm:)
SilBir çok levanten insan tanıtım, bu ülkenin en renkli insanlarıdır bence. Keşke diyorum bolşevik Ruslar da kalsaydı İstanbul'da benim son 4 posttan biri de rus göçü ile ilgiyiydi :)
YanıtlaSilGerçekten keşke kalsalarmış; daha etkili olabilirlermiş kültürel dokuda. Yazınızı yeni okudum, çok güzel anlatmışsınız. İyi denk gelmiş:)
SilMerhaba. Okudukça okudum tüm yazınızı :)
YanıtlaSilTeşekkür ederim :) Beğenmenize sevindim:)
SilBloglar Listesi üyesi olduğunuz için, Blog Rehber tanıtım sayfanızı hazırladık.
YanıtlaSilLütfen bir göz atarak; a) değişiklik isteklerinizi b) bulunduğu kategorisi yanlış ise c) olması gereken başka kategoriler var ise c) mevcut kategoriler uymuyor ise önerdiğiniz kategori adını bildirmeniz halinde talepleriniz yerine getirilecektir.
Ayrıca:
Bloglar Listesinde yer alan isimlerin bazıları, Blog Star Seçmelerinde önerilen blogların isimleri olduğundan ve listeye otomatik alındıklarından dolayı, şu soruyu da sormak gereği duyuyoruz:
Listeden ve/ya tanıtım sayfalarından kaldırılma talebiniz var ise onu da bildirin lütfen.
Tanıtım sayfanıza girmek için:
link: http://blogmuhtar.tk/ veya http://mahallemizinsakinleri.blogspot.com/
burada KİŞİSEL BLOGLAR bloglar sekmesinie girdiğinizde GENEL KÜLTÜR BLOGLARI sekmesine geçerseniz listede blog adınız bulacaksınız.
Onaylarınızdan sonra, bu tanıtım sayfaları, ulaşım kolaylığı için, Bloglar listesine bağlanacaktır.
Bu noktadan sonra kategorileri tekrar değiştirmek zor olacağından özellikle kategorileriniz konusunda bize bilgi vermenizi rica ederiz. Tekrarlıyorum: Eğer mevcut kategorilerden başka bir kategori olması gerekiryorsa bunu da bildirin yeni bir kategori açalım.
Sayfa içeriğini, arzu ettiğiniz her zaman güncelleyebilir ve değiştirebilirsiniz..
Şimdiden teşekkürler