10 Kasım 2013 Pazar

"Bu bayramlar ve yarınlar sizindir, güle güle..."

'Bütün arzusu Ankara’ya gitmek, Cumhuriyet’in on beşinci yıldönümü töreninde bulunmak, ordusu ve milleti ile son defa karşılaşmaktı. Hatta stadyum merdivenlerini çıkmaktan kurtulması için acele olarak bir asansör de yaptırılmıştı.
O durumda iken bile dil çalışmalarını yakından takip ediyor, yılbaşı nutkunun hazırlanması işine yardım ediyordu: “Büyük kamutaya, şimdiye kadar olduğu gibi, bütün işlerinde başarılar dilerim” cümlesi Meclis’e devlet reisi sıfatı ile son sözü olmuştur.

Resim: http://www.koc.com.tr/tr-tr/koc-gundem/haberler/Sayfalar/fikirler-olmez.aspx
Ankara’ya gitmekten ümidi kesince, dudaklarını bükerek:
̶ Bu zayıf halimle Ankara’ya gitmekte bir fayda görmüyorum. Gidersem hiç kimsenin yardımı olmadan hiç olmazsa otomobile kadar yürüyebilmeli, arkadaşlarımla selamlaşabilmeliyim, bunları yapamayacağımı anlıyorum, demişti.
Cumhuriyet Bayramı gecesi, Boğaziçi vapurlarından birini tutan gençler, Dolmabahçe Sarayı’nın rıhtımına yaklaşmışlar, haykırışıyorlardı. Atatürk kesik kesik konuşarak pencereye gitmek istediğini anlattı. Kollarına girdiler. Pencere kenarındaki koltuğa oturdu. Vapurda bir kıyamettir koptu. Gençler hep bir ağızdan “Dağ başını duman almış – Gümüş dere durmaz akar” ,türküsünü söylüyorlardı. Atatürk mırıldandı:
̶  Bu bayramlar ve yarınlar sizindir, güle güle…dedi ve gözyaşları ile ölüm yatağına döndü.
Atatürk bu defa üç gün süren bir komaya girdi. Kendine geldiği vakit, uyumuş olduğunu söylediler. Pek inanmamış, fakat ne olduğunu da anlamamıştı. Atatürk’ün bu komadan kurtuluşu bir mucize idi. Pek yakın hekimlerinden biri demişti ki:
̶  Size edebî bir şey söylemiyorum, yirminci asır tıbbın kudretini bilen bir insan olarak söylüyorum, ölüm ondan korktu.
Fakat ikinci ve son komadan uyanamadı. Kıvranmalar, çırpınmalara içinde yanıyordu. Kendini kaybetmeden son sözü:
̶  Saat kaç? Olmuştu.
Belki de bir önceki komadan sonra uyumuş olduğunu söyleyenleri kontrol etmek istiyordu. 10 Kasım sabahı yüzü gittikçe renk değiştiriyor, hançere hırıltısı artıyordu. Saat dokuzu beş geçe sert bir asker bakışı ile başucundaki hekime doğru döndü, gözlerini açtı, son nefesi idi.
Yakınları son hasretlerinden birinin, iyi olursa bir yaylaya çıkmak, orada artık yalnız serin kaynak suları ve süt içmek olduğunu söylemişlerdi. Rumeli yaylalarındaki koyun sürülerinin çan sesleri kulağında, bu vatan ve millet kurtarıcısı, gurbet ve sıla acısı içinde idi.
O günler yandık. Günlerce, haftalarca, üstümüze memleket yıkılmış gibi, bir can bunaltısı içinde kıvrandık.' *

Bu yazı satırı satırına Atatürk’ün dostluğuna erişmiş gazeteci Falih Rıfkı Atay’ın “Çankaya” isimli kitabından daha fazla okuyucuya ulaşması umuduyla alınmıştır.

* Falih Rıfkı Atay/ Çankaya/ Pozitif  Yayınları / s. 568-569 / (yayın yılı belirtilmemiş) 

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder