19 Mart 2014 Çarşamba

Elizabeth Taylor, Dallas Buyers Club, AIDS...

Gezegenimizin AIDS ile çarpıcı bir biçimde tanışması 1981 yılında New York ve California' da gerçekleşti. Bağışıklık sistemini yakıp kül eden virüsün HIV ile olan bağlantısı 1983'ün sonlarında keşfedildi. Teşhisi kolaylaştıran kan testi ise 1985'in sonlarında kesinleştirildi. Erken vakaların çoğunluğunu eşcinsel erkekler ve damar yoluyla uyuşturucu kullanan bağımlılar oluşturuyordu. Bu durum hastalığın geniş kitlelerce son derece yanlış anlaşılmasına neden oldu ve hastalıkla ilgili ön yargılar gelişmesini sağladı. 80'ler boyunca AIDS yeni, baş edilmez, sapkın, tehlikeli ve kesinlikle ölümcül olarak tanımlandı. Birçok hasta toplumdan izole edildi ve yalnız biçimde hayata veda etti. 




1985 yazında ünlü aktör Rock Hudson'ın AIDS tanısıyla hastaneye yatması dünya kamuoyu için skandal ama şaşırtıcı olmayan bir sondu. Hudson'ın eşcinselliği 1950'lerde birkaç yıl evli kaldığı karısı tarafından ifşa edilmişti. Bu durum AIDS'in "eşcinsel hastalığı" gibi algılanmasını ne yazık ki daha da güçlendirdi. 
Yine de Rock Hudson'la beraber hastalık dünya ölçeğinde ilk defa tartışılır hale gelmişti. Hastanede yattığı süre zarfında dostları kendisini mümkün olduğunca yalnız bırakmamaya gayret ediyordu. Bunlardan bir tanesi gelecekte AIDS'le mücadelenin sembol isimlerinden biri haline gelecekti. O Hollywood'un altın çağının son temsilcisi ve attığı her adım olay olan Elizabeth Taylor'dı.
Rock Hudson uzun yıllardır arkadaşıydı. Birlikte birçok filmde rol almışlardı. Hastaneye ilk gidenlerden biriydi. Hastalığın tükettiği Hudson tanınmaz haldeydi. Elizabeth hemen yanına ilişti. Onu kucakladı ve yanaklarına öpücükler kondurdu. Etraftaki herkesin yüzünden bir kaygı dalgası geçti. Doktorlar Elizabeth'i "ölçülü" davranması konusunda uyardılar. Ne de olsa hastalığın henüz ne şekilde bulaştığı bile net değildi. Elizabeth bu uyarıları savuşturdu. Arkadaşını düzenli olarak ziyaret etti ve öpücüklere de devam etti. Defalarca ölümden düşmüş ve envai çeşit hastalığı bulunan biri olarak muhtemelen içinden geldiği gibi davranıyordu. 
Tam bu sırada Elizabeht'in gelini Aileen Getty'e de AIDS teşhisi kondu. Aileen, oğlu Christopher Wilding ile boşanmasına karşın Elizabeth'le yaşıyordu. Elizabeth depresyona giren gelinine moral vermek için çoğu akşamı ona ayırıyordu. AIDS, Elizabeth'in hayatının bir parçası haline gelmişti. Hudson'ın ölümünden bir ay önce AIDS'lilere daha fazla destek bulmak amacıyla bir sosyal sorumluluk projesi başlattı. Bu organizasyon kısa zamanda büyüdü ve sonunda AIDS araştırmalarına ekonomik destek sağlayan ve hastaların bakımını üstlenen Amerikan AIDS Araştırmaları Vakfı'na (amFAR) dönüştü. 



Çocuk yaşlarından itibaren yakasından düşmeyen şöhreti sonunda bir işe yaramıştı. Ancak bu sefer de basın bu "aşırı AIDS ilgisini" diline dolamıştı.Basın konuyu parlak günleri geride kalmış bir aktristin verdiği kilolar ve yaptırdığı estetiklerle ulaştığı yeni görünümü sunma biçiminin toplumsal içerikli versiyonu olarak lanse ediyordu. Zaten gösterişli kostümleri, aşırı bronz teni ve takıp takıştırdığı mücevherleriyle AIDS hastalarını ziyaret etmesi de bunun bir göstergesi değil miydi? Oldum olası abartılı bir tarzı olan Elizabeth, bütün bu karalamalardan hiç yara almadı. Hem gerçekten tarzı buydu hem de insanların Elizabeth'e müthiş bir sevgisi vardı. Üstelik bu haberler sayesinde AIDS basının başlıca konularından biri haline gelmişti.   
O dönem için bu ölçekte popüler birinin AIDS'le ilgileniyor olması, yardım toplaması, toplantılara katılması, moral vermek için hastaneleri ziyaret etmesi olağanüstü bir etki yaratıyordu. San Francisco hastanesinden bir görevli Elizabeth'in ziyaretlerinden izlenimlerini şöyle aktarıyor: "Sanki en doğal şeymiş gibi aralarında yürüyerek onlara dokunuyor, ellerini tutuyordu. Böyle yapan başka biri var mı diye düşünmeden edemedim."*
9 Mayıs 1986 tarihinde Elizabeth meclis alt komisyonunda tarihi bir konuşma yaptı. AIDS hastalarının maruz kaldığı insanlık dışı muameleye dikkat çekti ve en kısa zamanda AIDS için daha fazla kaynak ayrılması gerektiğini ifade etti. 1987 yılında Elizabeth amFAR'ın ulusal başkanı oldu. Kısa sürede amFAR'la özdeşleşmiş ve mükemmel biçimde kaynak bulan biri haline gelmişti. Bu durum özellikle HIV virüsünü ilk araştıranlardan ve amFAR'ın kurucularından olan Dr. Mathilde Krim'ın hoşuna gitmiyordu. Gerçek bir bilim insanı olarak Mathilde de çok çalışıyor ama bütün övgüleri Elizabeth topluyordu. Yine de ona çok kızamıyordu. Elizabeth olmadan para bulunamayacağının farkındaydı. Neticede bir bağışçı, Palm sahilinde bir akşam yemeğine 12 milyon dolar ödüyorsa bu karşısında Elizabeth oturacağı içindi.   
Elizabeth'e 1987 yılında Paris'teki AIDS çalışmaları nedeniyle Fransa tarafından kendisine Légion d'honneur nişanı verildi. 
1990 Mart'ında modacı arkadaşı Hulston da AIDS nedeniyle hayatını kaybetti. Bu sıralarda ağır bir hastalığa yakalanan Elizabeth de haftalarca hastanede yattı. Bir anda dedikodular aldı yürüdü. Elizabeth de pekala HIV pozitif olabilirdi! Dedikoduları yalanladı ama önünü alamadı. Çünkü aynı yılın sonunda sekreteri ve sırdaşı Roger Wall, AIDS teşhisinden sonra dayanamayıp intihar etti. 
1991'e gelindiğinde Elizabeth amFAR'ın faaliyetlerini yeterli bulmadığı için Elizabeth Taylor AIDS Vakfı'nı (ETAF) kurdu.



Elizabeth hayatının büyük bir bölümünü birçok hastalıkla baş ederek geçirdi. Zatürre, cilt kanseri, omurga kırığı, beyin ameliyatı, kemik erimesi bunlardan bir kısmını oluşturuyor. Yine de en önemli sorunu alkol ve ilaç bağımlılığıydı. Bağımlılıklarına en az gereksinim duyduğu zamanlar AIDS'le mücadelenin içinde aktif rol aldığı zamanlar. En önemli beklentisi insanların hastalığa karşı bilinçlenmesi, uygun koşullarda tedavi edilmesi, ne olursa olsun hastaların  sevgi ve şefkatten mahrum bırakılmamasıydı.    
Ölümünden sonra mirasını ETAF ve çocukları arasında pay ettiği anlaşıldı. Yıllar boyu biriktirdiği ve hayattaki en büyük tutkusu aynı zamanda uzmanlığı olan mücevherler ölümünün ardından açık arttırmayla satıldı. Krupp elması ve La Peregrina incisi gibi özgün parçaların da bulunduğu koleksiyondan elde edilen gelir de ETAF'a aktarıldı. Kısacası eleştirildiği gösterişi bile AIDS yararına kullanıldı. 




  Bugünlerde tam da AIDS'le, AIDS'in ilk duyulmaya başladığı dönemi konu alan bir film var gündemde. Daha önce festival kapsamında gösterilen ancak iki Oscar almasıyla açıkçası daha fazla insana ulaşır umudunu taşıdığım bir film. Gerçek bir hikayeden yola çıkılan filmde AIDS teşhisi konmuş bir adamın hayatta kalmak için verdiği savaş yer alıyor. Büyük ilaç firmalarının tekelleşmek uğruna hastaları ve hatta doktorları manipüle etmesi ve buna karşı bir AIDS hastasının hem maddi hem de hukuki olarak karşı durması dramatize edilmeden olanca açıklığıyla perdeye yansıtılmış. Filmde diğer önemli unsurları homofobi, transeksüellik, ön yargılar, dışlanmışlık gibi birçok konuya da dikkat çekiliyor. Hatta bir sahnede Rock Hudson'ın bile adı geçiyor. 

Aslında yazının başından beri anlattığım her şeyden yeterince bulunuyor filmde. Ve zor yerden soruyor. Gerçekten bir AIDS hastasına sıradan bir arkadaşınıza yaklaştığınız gibi yaklaşabilir misiniz? Çocuğunuz AIDS taşıyıcısı bir çocukla aynı sırada otursun ister misiniz? Bir AIDS hastasıyla aynı havayı soluyup, içiniz rahat eve dönebilir misiniz?...  
    Günümüzde AIDS hala birçok sırrını muhafaza ediyor. Tedavisi çok çetin ve çok pahalı. AIDS tedavisinin amacı virüsü uzun süre baskı altında tutup, bağışıklık sistemini düzenlemek, yaşam süresini ve kalitesini arttırmak. Virüsün vücuttan tamamen atılması şu an için mümkün görünmüyor. Yine de Amerika'da doğar doğmaz tedavisine başlanan iki bebeğin virüsten tamamen kurtulması haberi hastalar için umut kaynağı.    
 Zamanımızda AIDS taşıyıcılarını izole eden anlayış devam ediyor . Bilinçsizlik dünya genelinde ciddi boyutta. Dünya Sağlık Örgütü (WHO) istatistikleri hastalığın her 10 dakikada 1 kişiye bulaştığını söylüyor. Dünya üzerinde 40 milyondan fazla HIV taşıyıcısı bulunuyor. 25 milyon insan bu hastalık nedeniyle hayatını kaybetmiş durumda. 
Türkiye için durum karışık. 2013 verilerine göre kayıtlı hasta sayısı 7000'e yakın. Ancak uzmanlar tarafından görülen tablo bundan çok daha vahim. İnsanları bilinçlendirmek için yapılan girişimler yetersiz.  Bu da "bana bir şey olmaz" tavrını sürekli kılmaya devam ediyor...Bu açıdan filmler, kamu spotları, afişler, popüler insanlar gerçekten önemli. Görmeyerek, duymayarak, konuşmayarak, hasır altı ettiğimiz birçok konu gibi AIDS'i de göz ardı edemeyeceğimiz zamanlar gelebilir. Geç olmadan farkında olmak dileğiyle... 

Notlar, tavsiyeler, kaynaklar:
- C. David Heymann / Elizabeth Taylor Hollywood'un Menekşe Gözlü Divası / Çev. Feride Nilgün Aras / Turkuvaz Kitap / İstanbul 2012
- http://www.aa.com.tr/tr/saglik/257366--turkiyede-aidsli-toplam-hasta-sayisi-7-bine-ulasti
-http://www.amfar.org/
-https://elizabethtayloraidsfoundation.org/
-http://www.who.int/en/
-Dallas Buyers Club / Yönetmen : Jean-Mark Vallée/ Yapım Yılı :2013
-Philadelphia / Yönetmen : Jonathan Demme / YapımYılı: 1993
-Elizabeth Taylor hayatı boyunca kendisine Liz ve Lizzie diye hitap edilmesinden nefret etmiş. En sevdiği hitap şekli yalnızca Elizabeth'miş. Yazı boyunca Elizabeth diye uzatmamın nedeni yalnızca budur.  

*C. David Heymann / Eizabeth Taylor Hollywood'un Menekşe Gözlü Divası / s.419 


3 yorum:

  1. Elizabeth Taylor iyi mucadele verdi bu konuyla ilgili hem de en zor donemlerinde. Dallas Buyers Club izledigim en durust filmdi Philadelphia'dan sonra. Tom Hanks en yogun oldugu donemlerde ortaligi inletmisti o filmle. Guzel paylasiminiz icin tesekkurler.

    YanıtlaSil
  2. Benimde en sevdiğim filmlerden biridir. İbretlik dedikleri bu olsa gerek:(

    YanıtlaSil