24 Nisan 2014 Perşembe

Attalos'un çiçek ve deniz kokan diyarı: Antalya

Başlığa bakıp aldanmayın, acemi gezginin mesleki meraklarından kaynaklanan ayrıntıcı tavrı böyle bir başlığa sebeptir. Yabancı görünümlü yerli bir turistin genel Antalya izlenimleri...Bütün bütün mis kokan bir şehir.  Aranılan adreslere ulaşılamayan şehir. Attalos'tan adını alıp Attalos'u bağrına basamayan şehir. Nice uygarlığa ev sahipliği yapmış dünya güzeli şehir. Kleopatra'nın bile gözünün kaldığı şehir. Kesin olarak "çiğdem çitleyenlerin" İstanbul'dan sonra en çok kıskanması gereken şehir :) 




Yıllar yıllar önce, hatta o kadar önce ki Meryem henüz Nasıralı İsa'yı doğurmamış dolayısıyla Milat bile olmamış...Öyle önce yani...İşte taa o vakitlerde Anadolu'nun Batı kıyılarında hüküm süren mamur ve mağrur bir Pergamon Krallığı varmış. Bu krallığın topraklarına toprak kattığı, zenginlik ve refahta zirveye ulaşması ise II. Attalos'un tahtta olduğu zamanlarda olmuş. Yazının yegane kahramanı da bu II. Attalos. II. Attalos'un ülkesi döneminin muasır medeniyetlerinden. Tıp, ilaç yapımı, mimari ve heykel sanatında oldukça ileri düzeyde; Pergamon Kütüphanesi yüz binlerle ifade edilen ciltlerle dolup taşmakta. 
Anlatıya göre II. Attalos bir gün "Toprağıma toprak katayım, öyle bir yer olsun ki stratejik, verimli, sulak ve yeşil ama en önemlisi yeryüzündeki cennet olsun!" buyurmuş. Krallığın en bilge ve en cesur adamları yola düşmüş.Az gitmiş uz gitmiş ve sonunda "Krallara layık" güzellikte bir yer bulabilmiş. Daha önce Lidyalılar ve Persler de geçse de bu güzel coğrafyadan "Attalos'un yurdu" anlamına gelen "Attalia" adıyla anılmaya başlanmış. Araplar "Antaliye" olarak bahsetmiş oradan, Türkler "Adalya"...20. yüzyılla birlikte isim de güncellenerek Antalya oluvermiş.
Antalya'ya hiç yolu düşmeyenlere, tarihle alakası olmayanlara da yabancı değil bu Attalos! Geçtiğimiz yıllarda manşetlere düşmüşlüğü, protestolara konu olmuşluğu var. Ölümünden binlerce yıl geçtikten sonra Antalya'yı yönetenler, şehrin kurucusunu onurlandırmak ve şehre yeni bir sanat yapıtı kazandırmak üzere II. Attalos'un heykelini yaptırıp meydana koyuvermiş. Ancak Attalos'un adı bile yetmiş kıyametin kopmasına. Vakti zamanında Attalos'un eşcinsel olduğu öne sürülerek karşı çıkılmış heykele. Üstelik Türk bile değilmiş ne demeye şehrin en güzel meydanını işgal edecekmiş ki! Finalde dedikodular bertaraf edilmiş Attalos'un "mert bir delikanlı" olduğu savunması işe yaramış ve heykel saat kulesinin karşısına kondurulmuş. 

II. Attalos / Kalekapısı -Antalya / Meret Ovezov
Heykel, Roma Ulusal Müzesi'nde II. Attalos olduğu iddia edilen Roma dönemi eserinden ilham alınarak yapılmış. Ancak Roma'daki orijinali çıplak olarak betimlenmiş. Koskoca kral çıplak olur mu? Antalya'daki Attalos'a bir kumaş sarıvermişler. 
 Roma'ya yolumuz düşerse sansürsüz Attalos'u da görebiliriz belki:)

Yolum bu bahar yeniden II. Attalos'un şehrine düştü. Gittim kendisini de gördüm. Cinsel tercihi bir tarafa iyi ki orada duruyor Attalos! İnadına geçen zamanı işaret eden yaşlı saat kulesinin gölgesinde Akdeniz'i izliyor "mağrur ve akıncı". 

Kaleiçi ve liman

Konuyu tarihin dehlizlerinde karman çorman hale getirdikten sonra günümüz Antalya'sıyla ilgili genel izlenimler ve telaşlara geldi sıra. Yerli yabancı birçok gezginin hayranı olduğu bir şehir Antalya. Biz bu gidişimizde farklı yönlerini keşfetmeye çalıştık. Şehir merkezine yakın bir konumda bir otele yerleştik, toplu taşıma araçlarını kullandık, yeri geldi yürüdük. Antik kentleri, müzeleri, plajları, şelaleleri keşfetmeye çalıştık. İlgi alanımız doğrultusunda keyif alabileceğimiz mekanların peşine düştük. Bizim gibi kendi başına gidip keyfe keder dolaşacaklara bir fikir vermek bu yazının asıl amacı.  
Antalya şehir merkezinde birçok yer birbirine oldukça yakın. Ama bunu kendi kendimize keşfettik. Adres sorduğunuz herkes iyi kötü bir yer tarif ediyor ancak çoğu zaman tarifler sizi başka yerlere ulaştırıyor. Bir kere yeni açılan müzeleri zaten bilen yok! Bunları gösteren kahverengi tabelaya da doğrusu ben rastlamadım! Her şey bir tarafa Antalya Arkeoloji Müzesi'nin önünden geçip müzeyi bilmeyen belediye otobüsü şoförleri olduğuna şahit oldum. Behlül Dal Sinema Müzesi'ni ise hiç bulamadım. Zira adını bile duyan olmamış. Bu açıdan ulaşımda çalışanların (ki buna taksiciler de dahil) bilgilerinin sıklıkla güncellenmesi kesinlikle bir gereklilik.
Esasen karmaşık olmayan bir ulaşım ağı bulunuyor. 
Havaalanına indiğiniz andan itibaren otogar ve şehir merkezine giden belediye otobüsü bulabilirsiniz. İstanbul gibi sıkış tıkış da değil üstelik. Tabi havaalanı çalışanlarına sorarsanız "taksiye binin" cevabını alıyorsunuz. Daha bu mevsimde bu kadar bıkkın bir tavır göstermelerini garipsiyorum doğrusu. Yaza ne olur bu elemanların hali nice medeniyetin dil bilmez insanları geldikçe diye de düşünmeden edemiyorum. 


Hadrian Kapısı / M.S. 130
Hadrian Kapısı Kaleiçi'nde bulunuyor. Adres tarif ederken banka,fast food restoranları yerine tercih edilmeli :) Ne de olsa binlerce yıldır yerinde duruyor ve bir eşi daha yok:)

Şehirde mutlaka bilinmesi elzem olan yer Migros AVM. Her tarifin vazgeçilmez unsuru. Bir anlamda Taksim Meydanı. Diğer bir bilinmesi gereken yer 100.Yıl Bulvarı! Burası da bir çok adres tarifinin olmazsa olmazı. Aynı zamanda bu iki nokta toplu taşıma hatlarının kesişme rotalarını oluşturuyor.  


                                                Konyaaltı Plajı


İlk günümüzü Demre'de geçiriyoruz ki onu başka bir sefere detaylandıracağım. Sonraki günlerimizde Konyaaltı sahilinde bir otele yerleşiyoruz. Konyaaltı konum olarak şehir merkezine yakın. Üstelik başlı başına güzel bir yer. Plajda şimdiden denizin ve güneşin tadını çıkaranlar mevcut. Biz bu seferlik Nisan'da kulaç atanlara katılamasak da gelecekte bir gün katılacağımız notunu zihnimize alıyoruz. 
Ufak tefek yağmur geçişleri olsa da hava durumu bizi çok üzmüyor. Güneşten gözümüzü açamadığımız bir anda şimşekler çakıyor mesela. Biraz İstanbul gibi ama daha karmaşık şekilde gerçekleşiyor atmosfer olayları.
Özellikle ören yerlerini keşfetmeye niyetlenenler için bahar çok uygun. Bunu yazın da Antalya tecrübesi olan biri olarak hatırlatmak isterim. Yalnız baharın cilvesiyle Aspendos'da tiyatro restorasyonda. Haziran ayına yetişecekmiş. Şu sıralar gideceklere listeye başka antik kentler eklemelerini öneriyorum. Artık Aspendos'u da başka bahara görürüz...
Antalya'da yeme içme konusunda fazla maceraya atılmadık. Gitmeden nerelerde neler yenir konusunu şöyle bir incelemiştim. Çıkan sonuçtan kendimize bir karma yaptık. Bunlardan en beğendiklerimiz, "bir daha ki sefere yine gideriz" dediklerimizi de aynen aktarıyorum. Mekanlardan biri Antalya'nın ünlü ve eski restoranlarından 7 Mehmet. Yorucu bir günün ardından ferah bir Akdeniz manzarası eşliğinde güzel yemekler yiyebilirsiniz. Çalışanların önerilerine uymanızı tavsiye ederim. İç pilavlı ince et kesinlikle denenmeli. Mevsime uygun taze yeşilliklerle yapılmış avakadolu salatanın da performansı çok başarılıydı. En zayıf halka olarak mezeleri gösterebilirim. Böylesi güzel ana yemeklerin gölgesinde kalıyor sanki mezeler birazcık. Son olarak burayla ilgili olarak rezervasyon yaptırmanızı öneriyorum. Kalabalık ve popüler bir mekan. Bu nedenle her zaman yer bulunamayabilir. 
Tabi Akdeniz'e kadar gelmişiz balıksız olmaz. Antalya'nın çok ünlü balıkçıları bulunuyor. Biz bunlardan otelimize yürüme mesafesinde olan Konyaaltı Lara Balık Evi'ni tercih ettik. Gerek balıkları, gerek mezeleri, gerek çalışanları ile gerçekten çok kaliteli güzel bir restoran. Burada da sonsuz bir Akdeniz manzarası size eşlik ediyor. Yemekten sonra bize farklı bir kahve ikram ettiler. Hindistan cevizi aromalı bu kahvenin adını anımsayamasam da gidince isteyiniz:) Yine Lara Balık Evi için de rezervasyon yaptırmak akşamınızı riskten kurtarmak olacaktır.  
Kaleiçi'nde de birbirinden güzel kafeler, restoranlar gezinirken karşınıza çıkacaktır. Biz burada yine daha önce öve öve bitirilemeyen Leman Kültür'de yemek yedik. Şehir şehir birçok Leman Kültür görmüşler olarak en çok da bu şubeyi beğendik:) Fiyatlar makul, ortam eğlenceli ve rengarenk; üstüne yemekler de güzel olunca insan daha ne ister:)



Hiçbir tesir altında kalmadan, tamamen tesadüfen rastladığımız Fındık İçi de keyifli ve sevilesi bir yer. Kaleiçi'nde limana hakim konumda bulunan Fındık İçi tam bir mola mekanı. Fındık kadar bir dükkan. Ama minnacıklığı sizi yanıltmasın. Her türlü içecek ve çeşitli atıştırmalık yiyecekler bu ufacık mekanda hazırlanıyor. Açık havada üşümeyin diye şal (hatta kendi çapında battaniye demek de mümkün) servisi de mevcut. Burayı Trabzonlu bir beyefendi işletiyor. Sohbeti de çayı da çok keyifli. Minik balkondan tadını çıkara çıkara Akdeniz'e dalabilirsiniz. Fındık İçi, Kaleiçi'nde Oyuncak Müzesi'ne çok yakın bir konumda bulunuyor. Muhtemelen Kaleiçi müdavimlerinin bildiği bir mekan olsa da burayı biz keşfetmişiz gibi hissetmekteyim:)    
Yemek faslını Finike portakalı ile kapatıyorum. Finike'ye kadar sırf bu portakal için bile gidilir. Biz de gittik ve yedik! Hatta suyunu da içtik. Buralarda yediğimiz Finike portakalı ise bu işte kesinlikle bir yanlışlık var. Yani portakal deyip geçmeyin:)

Yivli Minareli Kaleiçi manzarası 


Kokulara takıntılı biri olarak Antalya kadar güzel kokan bir şehre rastlamadığımı belirtmek boynumun borcudur. Çiçek ve deniz kokusu müthiş biçimde sizi sarmalıyor. Kaç akşam yürürken "ne güzel bir koku" diye yüksek sesle dile getirdik bilemiyorum. Öylesine güçlü hissediliyor yani. Artık mevsimden mi? Bize denk geldiğinden mi? Yoksa bu gerçeğin ta kendisi mi? Orasını bilemiyorum. Sanki burada her şey dozajında. Şehirleşme zıvanadan çıkmamış, yeşilin tonları etrafa yayılmış, dağlar ve deniz tam yerinde buluşmuş gibi...

Verilere göre Antalya, geçtiğimiz yıl 12 milyon yabancı ziyaretçiyle Londra ve Paris'in ardından üçüncü sırada yer aldı. Antalya'nın bu ilgiyi fazlasıyla hak ettiğini düşünüyorum. Şehre gelen herkese en azından bilgilendirici bir harita ya da kitapçık verilebilir. Bunu hazırlamak ve sunmak öyle kocaman maliyetlere de sebep olmaz. Adım başı antik kentler, anıt yapılar ve doğa harikalarıyla süslenmiş bir kenti görmeye gelenler için önemli bir armağan olur. Kim bilir belki tatilinin her dakikasını şezlongun ucunda geçirecek birini otelinden çıkartır böyle bir broşür. Ya da kendi kendine Antalya'yı keşfedeceklere yol gösterir. En kötü ihtimalle Antalya'dan bir anı olarak saklanır. Böyle bir uygulama mevcutsa ve lakin bizi bulmamışsa birçok kişiyi de bulmuyor demektir.
Son olarak Antalya'ya takılan en ciddi kulptan da bahsedeyim de tam olsun:) Antalya sıcak. Evet! Hele yazın çok sıcak:) Sevdiğim her şey gibi sevdiğim şehirleri de ufak tefek kusurlarıyla birlikte seviyorum:)
 Daha anlatacaklarım var...Bitmedi:)

        

1 Nisan 2014 Salı

Sait Faik'le Burgazada

"Nasıl bir dünya mı? Haksızlıkların olmadığı bir dünya… İnsanların hepsinin mesut olduğu, hiç olmazsa iş bulduğu, doyduğu bir dünya…Hırsızların başkalarının haklarına tecavüz etmelerinin bol bol bulunmadığı… Pardon efendim! Bol bol bulunmadığı ne demek? Hiç bulunmadığı bir dünya..." *
ya…

Buz gibi bir kış gününde adalardan Burgaz olanına gitmeye karar veriyoruz. Martılar etrafımızda döne döne, griden maviye çalan denizde şairane bir ada vapurunun içindeyiz. Adanın kış hali ile ilk defa müşerref oluyoruz. 
Daha baştan bir melankoli müzesi içinde kaybolmuş gibiyiz. Derin bir sessizlik hakim. Başıboş ada köpekleri ve çığlıkları vapurun ufukta yitip gitmesiyle sessizleşen martılar. Ortalıkta tıkır tıkır tıkırdayan faytonlar bile yok. Kısa süre sonra bu Nuri Bilge Ceylan atmosferinden çıkıyoruz. Yüksek perdeden konuşmalarımız ve kıkırdamalarımıza kulak kabartan adanın yerlileri sokak kuytularından ya da pencere aralığından merakla gülümseyerek "hoş geldiniz" diyor. Karanlık basınca taa uzak İstanbul'un renkli havai fişekleri ışıldayan kavisler çizerek dikkatimizi çekiyor. Burgaz'daki balkonda bu parlak manzaraya bakarken tahminler yürütüyoruz. Acemi adalıyız, kıdemli adalılar ne böyle bir durumda ne yapar bilemiyoruz...




Ertesi günün başlangıcını rotamızı Sait Faik Müzesi'ne çevirerek yapıyoruz. Yıllar yılı gelirim, istisnasız hep kapıdan dönerim. Yine kapı duvar. Günün gerisini Orhan Veli'nin dediği gibi :

"Şu ada senin bu ada benim,
       Yelkovan kuşlarının peşi sıra. " ** 

geçirdikten sonra Burgaz'ın Barba Yani'sinde sofradaki balıkları bir kenara bırakıp Sait Faik konusunda yan masaları ve çalışanları soruşturuyorum. Müzenin açık olduğu konusunda herkes hemfikir. Geçici bir süre için de olsa ben de Burgaz'lıyım. Burgaz'da olduğum her gün Sait Faik'in kapısına dayanmayı görev addediyorum. Sabah yeniden küçük ve güzel grubumla Sait Faik'in evinin önündeyiz. Ve o da ne müze yani Sait Faik Abasıyanık'ın evi kapılarını açmış bizi bekliyor. Çocuklar gibi seviniyorum.  

Müze evin hikayesi...



Sait Faik Abasıyanık 18 Kasım 1906'da Adapazarı'nda doğdu.  Bir müddet İstanbul Üniversitesi'nde (Darülfinun) Türkoloji eğitimine devam etti. Ardından babasının isteğine uyarak Lozan'a iktisat okumaya gitti. Lozan'dan Fransa'ya geçti ve burada birkaç yıl kaldı. Yurda döndüğünde Halıcıoğlu Ermeni Yetim Mektebi'nde Türkçe öğretmeni olarak görev yaptı. Daha sonra babasının yönlendirmesiyle ticaret hayatına atıldıysa da bu macera oldukça kısa sürdü. 



1939 yılında babasının vefat etmesiyle annesiyle birlikte Burgazada'da yaşamaya başladı. Her ne kadar hafta içi günleri Beyoğlu'nda geçirse de hafta sonları muhakkak adasına geri dönüyordu. 1953 yılında "Modern edebiyata yaptığı hizmetlerden dolayı" Amerika'daki Mark Twain Derneği'ne onur üyesi seçildi. Takvimler 11 Mayıs 1954'ü gösterdiğinde ise Sait Faik uzun yıllardır çektiği siroz hastalığı nedeniyle yaşama veda etti. Ölümünden bir yıl kadar önce Fatih'teki Darüşşafaka Lisesi'nin düzenlediği bir edebiyat etkinliğine katılmıştı. Bu etkinlik esnasında okulu gezmiş ve öğrencilerle sohbet etme imkanı bulmuştu.  Evine döndüğünde annesi Makbule Hanım'a tüm mal varlığını ve kitaplardan gelecek telif haklarını Darüşşafaka Cemiyeti'ne bağışlama fikrinden söz etmişti. Anne Makbule Abasıyanık oğlunun vefatının ardından bu fikri hayata geçirmiş; mal varlığının büyük bir kısmını ve Sait Faik'in eserlerinin telif haklarını Darüşşafaka Cemiyeti'ne bağışlamıştır. 



Yazarın öykülerinin çoğunun hayat bulduğu Burgazada'daki bu ev Darüşşafaka tarafından 1964 yılında "Sait Faik Müzesi" haline getirildi. 1955 yılında anne Makbule Abasıyanık tarafından başlatılan ve şu an Türk edebiyatının en prestijli ödüllerinden biri olan "Sait Faik Hikaye Armağanı" da halen Darüşşafaka'nın çalışmalarıyla sahibini bulmakta. 



Mavi gözlü bir balık...



Sait Faik'in balkonundan...

Sait Faik'in eserleri hep kendisinden, yaşantısından , adasından, martılardan, Beyoğlu'ndan izler taşır. Adaya indiğiniz anda gelen tanıdık atmosferin sebebi de Sait Faik'tir. Bu sade köşkün içinde dolaşırken bu duygu daha fazla dokularımıza nüfuz ediyor. Yabancısı olmadığımız bir evde dolaşıyor gibiyiz. Balkona doğru hipnotize olmuş gibi yürürken zihnimi Sait Faik'in "Papaz Efendi"'sinden bir bölüm işgal ediyor kaçınılmaz biçimde :


"Evimiz kilisenin karşısındaydı.Bu, akşamüstleri lacivert kesilen gökyüzüne, neftileşen çamlara kırmızı tuğladan vücudu ile yaslanan, çan kulesi olmadığı için tepesine her zaman bir karga yahut da şair bir karga konan haçıyla Bizans'tan beri yüzlerce Rum kalfanın Ortodoks ve cahil kafasından restore edilmiş, kiliseden çok bir Bizans derebeyinin evine benzeyen bir binadır. Bir tek kubbesi vardır. Bina çirkin değildir. Ama güzel de değildir." *** 

 


 Sait Faik'in martılarla, denizle, kitaplarla, sayfalarla ve annesiyle olan dünyasının bizi yutmuş durumda. Şubat ayazında sıcacık bir ev.
Çağdaşları arasında pek yokluk çekmemiş az sayıdaki edebiyat ve sanat insanından biri Sait Faik. Bunu da annesi Makbule Hanım'ın maddi desteği ile sağlamış. Makbule Abasıyanık oğlunu bir yandan edebiyat alanında desteklemiş diğer yandan da kontrolü elinde bulundurmuş. Sait Faik annesine hep çok saygı duymuş ama aynı ölçüde de çekinmiş. Aralarında sevgi ve otoriteyle çetrefilleşen marazi fakat aynı ölçüde güçlü bir bağ gelişmiş. Anne Makbule Hanım'ın bulunduğu fotoğraflarda bile bu hissediliyor sanki. 




Sait Faik Abasıyanık'a ait  yazı takımı, kalemlik ve kurutmalık.

Yazar olduğunun anlaşılmasından çekinen bir yazar Sait Faik.  Gündelik hayatında herkesle aynı yazgıyı paylaştığına inanmış hep. Bir simitçiden, vapura yetişmeye çalışan herhangi bir memurdan daha farklı bulmamış kendini. Yazarlık konusunda ahkam kesmekten de kaçınmış olabildiğince. Arkadaşları arasında alaycı bir balık olmuş. Patlak mavi gözleri onun balık olduğunun pekala kanıtıymış işte. Bir de derin çizgilerle bezenmiş o gözlerin kenarları ama onlar gülmekten değil; parlak güneşli günlerde gözlerini kısmasındanmış. 
En büyük aşkı Alexandra'yla sonları hüzünlü bitmiş. Hep yalnız bir adam olmuş Sait Faik ve yalnızlığının hep çok farkında olmuş. Sanıyorum arkadaşı şair Celal Sılay, Sait Faik'i en güzel anlatanlardan biri:

 "Gece yarıları portakal soyardık. Yarısına kadar ısırırdık. Sonra o bir şarkı tuttururdu. Makamına uyardım. Ben bir şarkı tuttururdum, makamına uyardı: 

Dındır dındırı dındır dın

Dındır dındır dın.

O bekardı, ben bekardım. Akşamları severdi, akşamları severdim. Beyoğlu'nda gezerdi, Beyoğlu'nda gezerdim. Yanında boş bir adam arardı. Yanımda boş bir adam arardım. Konuşmak istemezdi, konuşmak istemezdim. Büyük laflardan hoşlanmazdı, büyük laflardan hoşlanmazdım. Küfredilecek bir herif arardı, küfredilecek heriftim." **** 


Sait Faik'e mektup yazmalı...

Müzeden ayrılmaya ramak kala üst katta Sait Faik'in yazışmalarının ve resmi bazı belgelerin bulunduğu bir odaya giriyoruz. Burada Sait Faik'e gönderilmiş mektuplar dikkat çekiyor. Tanıdık ellerin imzaladığı özel metinler. Bu oda Sait Faik'i ziyarete gelenlere çok güzel bir fırsat sunuyor. Dilerseniz masaya oturup Sait Faik'e mektup yazabiliyorsunuz! Ben de oturup Sait Faik'e samimi bir mektup yazıyorum. Özenle katlayıp kutuya atıveriyorum. Nedense mektup, Sait Faik'le aramızda kalacak bir sırmış gibi bir hissiyat içindeyim. O anda mektupların müzenin internet sitesinde yayınlanacağını bilmediğimi de belirtmek isterim:)  


Sait Faik'siz geçen 60 yılı tamamlamışız. Sait Faik'siz demek gerçekten Sait Faik'siz olmak demek değil esasında. Kimin hayatına değmemiştir ki Sait Faik bir kitabıyla, bir cümlesiyle, belki de bir dizesiyle...Bu yıl 42. İstanbul Müzik Festival'i kapsamında Fazıl Say'ın Sait Faik için bestelediği eserin dünya prömiyeri Burgazada sahilinde yapılacak. Fazıl Say ve arkadaşları 25 Haziran akşamı yıldızların altında ve meraklı martılar eşliğinde Sait Faik'i selamlayacak...Ölümünün 60. yılında Sait Faik yıldızların arasından bize göz kırpacak...



Kaynaklar, Tavsiyeler, Notlar: 

-Sait Faik Abasıyanık, Lüzumsuz Adam, İş Bankası Kültür Yayınları
-Sait Faik Abasıyanık, Havada Bulut, YKY
--Salah Birsel, Ah Beyoğlu Vah Beyoğlu, Sel Yayıncılık
-Orhan Veli, Seçme Şiirler, Adam Yayınları
-http://saitfaikmuzesi.org/
- Darüşşafaka Cemiyeti

*Sait Faik/Havada Bulut/ İstanbul/ YKY/ 2006/ s.24
**Orhan Veli / Seçme Şiirler / "Gün Olur"/İstanbul/ Adam Yayınları/ 1997 / s.24
***Sait Faik/ Lüzumsuz Adam / "Papaz Efendi" / İş Bankası Kültür Yayınları, 2013, s.75
****Salah Birsel/ Ah Beyoğlu Vah Beyoğlu/ İstanbul/ Sel Yayıncılık/ 2009/ s.125-126