29 Ağustos 2014 Cuma

Bir efsane, bir liman, bir film: Side

Yaz bütün sıcaklığıyla devam ediyor. Güneş tenimize her dokunuşunda endorfin tatlı tatlı ele geçiriyor bizi. Önce gökkuşağının hakimiyetiyle başlayan ama mavi - yeşilin sarsılmaz cazibesiyle galip geldiği tatil rüyaları görüyoruz. Tatilin bir ucundan tutmak için yola düşüyoruz.
Böyle "yazları sıcak kurak, kışları ılık ve yağışlı" bir coğrafyadayız. Karşımızda bir deniz, kendi gibi mavilerden mavi beğenmiş bir gökyüzü ile sarmaş dolaş. Sütunlarla çevrili bir agorada ilerliyoruz. Sıcak güneşin altında az ötedeki tiyatronun taş basamakları yükseliyor. Etrafta Almanca kahkahalara Rusça kelimeler karışıyor. Hepimiz şiddetle sarışınız. Muhtemelen bu sebepten Almanca bilmiyor olmamız şaşkınlığa sebep oluyor. Genel iletişim dili Almanca olsa da umursamıyoruz. En azından halen Side'de olduğumuza eminiz:)

Güzel kızkardeş Pınarbo ve ben:)

Side adını Anadolu'nun kadim dillerinden olan Luvi'ye borçlu. Luvi dilinde Side'nin sözcük anlamı "nar". Tam da adı gibi bir yer Side. Antik Çağ'ın değerli bir liman kenti olarak Lidya'dan Selçuklu'ya nice uygarlıklar saklamış koynunda. Venedikli korsanlar da yağmalamak için yanaşmış bu limana aç gözlü Haçlılar da. Her gelen kültür derin bir çentik atmış topraklara. Bugün her adımda rastladığımız tarihi miras zamanın tanığı olarak zihnimize kazınıyor. 
Side'de dolaşmak başlı başına bir keyif. Denize nazır bir açık hava müzesinde hayallere dalmak serbest. Yarımada üzerine kurulu kente daha girerken tarihin dili çözülüveriyor. Şehir surunun yanındaki anıtsal çeşmeyle başlıyor şaşkınlık. Vakti zamanında Anadolu'nun ve bütün Pamfilya'nın en göz alıcı çeşmesi bu ne de olsa. Etrafındaki havuzlar, çörtenler, firizlerindeki medusa başları, sütunlar yeniden sularla buluşsa...Termometre 41 dereceyi gösterirken bizler de çeşmenin oturma sıralarında birazcık soluklansak mesela:)

Halen restorasyonu devam eden anıtsal çeşme. MS. ikinci yüzyılın ortalarına tarihleniyor. Çeşme mimari özellikleriyle İmparator Septimus Severus'un emriyle yapılan İtalya'daki çeşmenin ön örneği kabul ediliyor. 

İşte Antik Çağ insanları gibi ışıldayarak taşan kocaman bir çeşmemiz olmadığından, serinlemeyi bir plaj kenarına havale ederek agoralardan agora beğenerek yolumuza devam ediyoruz. Yürüyüşümüze yazıtlar, sütunlar, kemerler eşlik ediyor. Fotoğraf çekmekten ilerleyemiyoruz desem yeri. 
Bu arada karşımıza Side Müzesi çıkıyor. Müze bir Roma hamamının restore edilmesiyle kurulmuş. Böyle bir Antik Kent'e uyumlu, sade ve görülmeye değer bir müze olmasıyla mutlu oluyoruz. 

   Side Müzesi'nden detaylar. Sağ altta ben :)
Side Müzesi'ndeki eserlerin tamamı Side Antik Kenti buluntularından oluşmaktadır. 

5. yüzyılda inşa edilen hamam 1962 yılından bu yana müze olarak ziyaretçilerini ağırlıyor. Müzede Helenistik, Roma ve Bizans çağlarının heykelleri, lahitleri, değişik malzemelerden yapılmış küçük buluntular, sikkeler ve daha birçok obje üzerinden Side'nin geçmişini mercek altına alıyorsunuz. Müze bahçesi hem sergileme mekanı hem de minik molalar için uygun. Bahçe nefis bir Akdeniz manzarasına ve şirin bir plaja bakıyor.

Side Müzesi'nden Kharitler (Üç güzeller)
Kharitler tanrılar tanrısı Zeus'un kızlarıdır. İsimleri Aglaie (Parlak), Thalia (Çiçeklenme), Euphrosyne(Sevinç) olan bu tanrıçalar Olympos'ta yaşarlar. Sanatı esinleyen bu tanrıçalar sıklıkla Apollon'un alayına katılır. Yaygın bir Apollon kültü bulunan Side'de Kharitler'e rastlamak olağandır:)

Müze yerli yabancı birçok ziyaretçinin ilgi odağı. Hatta dünya çapında bir turizm sitesinde gezginlerin yaptığı bir oylamayla "Mükemmellik Sertifikası" almışlığı bile var. Şansımıza bizim müzeyle ilk tanışmamız böylesi bir yoğunluğa denk gelmiyor. 
Roma mimarisinin nefis atmosferini müzenin ritmi içinde yakalıyoruz. Yıllara meydan okuyan Roma hamamı bize mütevazı bir konukseverlik gösteriyor. 


Side Müzesi'nden Pamfilya tipi lahit.
Bu bölgede mermer olmadığından çoğunlukla Marmara Adası'ndan ithal edilirdi.
Mermer işleme ustaları da Pamfilya dışındaki bölgelerden gelirdi.

Aslında Side Müzesi bir şekilde hepimizin aşina olduğu bir mekan. 1969 yılında Sefa Önal alır yanına Zeki Müren'i buralara kadar gelir. "Kalbimin Sahibi" adlı Yeşilçam filmi Side'de hayat bulur. Tarihi eser kaçakçılığı konusunu kaçınılmaz olarak aşk temasıyla bütünleyen filmde Zeki Müren Zeki Müren'i canlandırır. Hikayeye göre Side Müzesi alçak hırsızlar tarafından hain bir planla soyulur. Sanat Güneş'i de James Bond'a taş çıkartacak bir hünerle kayıp heykelin peşine düşer. Ve olaylar gelişir. Bir gezi yazısında koca filmi anlatmış olabilirim. Ama 1969'un Side'sini daha nerede göreceksiniz bir düşünün:)


Agora ve tiyatro. Kare olan agora tam bir karedir ve dört taraftan portiko ile çepeçevre kuşatılır. Bu alanda bir de şans tanrıçası Tykhe'ye adanmış bir tapınak yer alır. Tapınak rotonda (dairesel) plan tipindedir ve günümüzde büyük ölçüde ayağa kaldırılmıştır. 

Müzenin ardından Antik Kenti keşfetmeye kaldığımız yerden devam ediyoruz. Side Müzesi'nin hemen bitişiğinden başlayan ve yüksek bir kemerli geçişle Vespasianus Çeşmesine bağlanan anıtsal kapı olanca zarafetiyle ayakta. Yol boyunca devam eden asfalt kapının içinden geçiyor. Tabi trafik de buradan akıyor. Coğrafi yetersizlik, teknik imkansızlık ya da alışkanlığın yarattığı kaçınılmazlık;kısacası sebep ne olursa olsun bu görüntüyü kabul etmek çok üzücü.


 Vespasianus Çeşmesi ve 15 m yükseklikteki kemer. 
Burası yarımadanın en dar noktası. 
Esasen bir zafer takı olan bu yapı muhtemelen 4. yüzyılda şehir surlarıyla bütünleştirilmiştir. MS. 74 yılında İmparator Vespasian ve oğlu Titus'un onuruna yapılan bir anıtın çeşitli paçalarının yeniden elden geçirilmesiyle tasarlanan Vespasian Çeşmesi de 4. yüzyıl üretimidir.  

  Karmakarışık duygular ve her dakika tavan yapan bir heyecanla devasa tiyatroya doğru ilerliyoruz. Side tiyatrosu mimari özellikleriyle Anadolu'da karşımıza çıkan özgün bir biçimi sunuyor. MS. 2. yüzyılın ortalarında inşa edilen tiyatronun oturma sıraları (cavea) tonoz kemer sistemi üzerinde yükseliyor. Diğer tiyatrolardan farkı da bu kendi başına ayakta duran cavea. Yaygın olarak tiyatroların cavea bölümü bir yamaca oturtulur. Ancak Side coğrafi olarak buna uygun olmadığından farklı bir yol izlenmiştir. 


Yaklaşık 17 bin kişiyi ağırlayabilen Side Tiyatrosu.

Restorasyon çalışmaları devam etmekte olan tiyatro zamanın getirdiği kayıplarına rağmen hala görkemli. Klasik bir Roma tiyatrosu gibi görünse de hükümrana ve değişen kültür yapısına göre tiyatro da değişti. Bir anlamda mecburen zamana uydu.  Naif tragedyalara da ev sahipliği yaptı, insanın hayvanla ölümüne yarıştığı kanlı savaşlarını da gördü. Tek tanrının çağı başladıktan sonra açık hava kilisesi bile oldu. Şimdi biz sırf onun güzelliği için buradayız. İnsanlık tarihini kesintisiz takip edebileceğimiz tek şeyin mimarlık olduğunun bilinciyle cavea'sına kurulduk. Uzaklardaki agorayı seyrediyoruz. 


Pinarbo'nun modelliği eşliğinde Side Tiyatrosu'ndan Antik Side...

Tiyatroyu istemeye istemeye geride bırakıyoruz. Side'nin simgesi Apollon Tapınağı yoluna düşüyoruz. Çevrede tek tük de olsa nar ağaçları dikkatimizi çekiyor. Sonra bir sokak tabelasıyla zamanın çok ötesinde bir öyküyü dillendirmek şart oluyor. Nar Sokak. Ve işte narın öyküsü.




Hikayeye göre genç ve güzel Side günlerden bir gün  küçük kızı ve Nymphalar (Orman perileri) ile beraber Melas kıyısına (Manavgat) iner. Çiçekler toplayıp, şarkı söyleyen bu cıvıl cıvıl grubun keyfi yerindedir. Side bu arada ipek gibi yaprakları olan narin bir ağaçtan bir dal koparıverir. Bir anda ortalık kana boyanır. Side hayati bir hata yaptığını fark eder. Kanayan ağaç aslında bir tanrıçadır. Kötülüklerden korunmak için ağaca dönüşmüş bir tanrıça. Side bu duruma kahrederken bir anda yerinden kıpırdayamaz olur. Ayakları toprakla bütünleşir, parmak uçlarından yapraklar fışkırır. Nymphalar dövünüp yakarmaya başlar. Hızla ağaca dönüşmekte olan Side sakince "Bundan böyle kan rengi meyvemle bir ağacım ben. Bolluk ve bereket benimle özdeştir artık. Kızımı serin gölgeme getirirseniz görürüm. Ama ona söyleyin asla bir ağacı incitmesin. Kimbilir belki her ağaç bir tanrıçadır." der. Farklı mitlerden esintiler taşıyan yerel bir efsane olmasına karşın mitolojiler diyarında adı Side olan birkaç güzel kadın kahramana rastlandığını belirteyim:)



Apollon, müziğin, güzel sanatların, ışığın ve güneşin tanrısı. Öfkesi korkunç olan, biliciliği ve kehaneti bahşeden Apollon'a layık, şiirsel bir tapınak yapmış Sideliler. 
  
Kısa bir yürüyüşün ardından başka bir efsanevi kişiliğin mabedine ulaşıyoruz. Çağlar çağları kovalamadan çok önce ve elbette Nasıralı İsa'nın anası Meryem bile doğmamışken Side kentinin iki büyük koruyucusu vardı: Athena ve Apollon.
Bu tanrıları yüceltmek adına Side limanına bakan, iki büyük tapınak inşa edildi. Yan yana konumlandırlan bu tapınaklar biraz zamana biraz da İsa'nın öğretisine yenildi. Pamfilya 5. yüzyılda piskoposluk merkezi olduğunda her iki tapınağın parçaları çoktan sökülmüş az ötedeki bazilikaya eklenmişti bile. Günümüzde Apollon tapınağının küçük bir kısmı restore edilerek ayağa kaldırılmıştır. Çağının abidevi görüntüsünden uzak olsa da Apollon yine de bu enfes limana bakarak ışığın dansına kapılıyor olabilir. 

Manavgat Büyük Şelale
Side'den 10 dakikalık bir yolculukla ulaşabilirsiniz.  
Sıcak yaz günlerinde kurtarılmış "serin" bölge.
Side'ye kadar gitmişken uğramadan dönmeyin.

Doğa, tarih,deniz, kum, güneş...Çağlar boyu süren bir masal Side. Defalarca yollarına düşülse hep yeni keşifler vadeden rotalardan. Biz Apollon'un bu ışık saçan kentinde biraz güneşe yenildiğimizden soluğu plajda almaya karar veriyoruz.  Aklımızda Roma, Pamfilya ve sonsuz Akdeniz:) 


Not: Antalya'dan diğer anlatılarım için Işık Ülkesi'nin kutsal kenti:Demre  ve  Attalos'un çiçek ve deniz kokan diyarı:Antalya başlıklarına dokunmanız yeterli.