3 Ekim 2014 Cuma

Başın öne eğilmesin: Sinop Cezaevi

Eski zamanlara ait hüzünlü duvarlar. Kesif bir rutubet kokusuna karışan Shakespeare alıntıları. Bir damla güneşten yoksun hücreler. Misafir martıların özgür kanatları. Dalga seslerinin şiire dönüştüğü rengi solmuş bir fotoğraf. Acılarla örülmüş binlerce yıllık bir tarih. Hayatın akmadığı ama ömürleri tüketen bir dünya. Yüzlere, seslere, fikirlere, aşklara ve elbette suçlara geçit vermeyen burçlar. Buruk anıların sonsuz resmigeçidi. Sürgün, esaret, darağacı...Sinop Tarihi Cezaevi. Benim için her Sinop yolculuğunun duygulu ve vazgeçilmez rotası. Biraz tarih, biraz Sabahattin Ali, biraz da firari bir yazıya başlıyorum...


Binlerce yıl önce yerel halk Gaskalılar bu güzel şehri korumak amacıyla Sinop Kalesi'ni inşa eder. Çağlar süren yolculuğunda şehrin yeni sahipleri olur. Her gelen kendi çağının beğenisiyle yeni bir bölüm ekler ya da ciddi restorasyonlar gerçekleştirir. 16. yüzyıldan itibaren de yavaş yavaş suçluların kapatıldığı bir zindana dönüşür. Zaman içinde Sinop Anadolu'da Bodrum'un ardından en önemli sürgün yeri (kalebent) haline gelir.





"Allah'ın yardımı ile Galip Sultan, İzzeddünya veddin (Din ve dünyanın izzeti) Keyhüsrev oğlu Keykavus'un saltanat günlerinde; Yüce Allah'ın rahmetine muhtaç olan zayıf kul, Aksaray şehrinin sahibi Zahireddin Seyfeddin İldeniz bu sur bedenini H.612 Rebiyulahir (M.1215 senesi Ağustos) ayında imar ettirdi." 



19. yüzyılın ikinci yarısından itibaren Sinop ağırlıklı olarak siyasi nedenlerle sürgün edilenlerin zorunlu ikametgahı bir şehir görüntüsündedir. Hapishane de özellikle kaçmak mümkün olmadığı için azılı mahkumlarla dolar. Elbette bir de siyasi suçlularla. Bir dönem birçok şair, yazar ve düşün insanının da özgürlüğüne set çeker bu duvarlar. Sabahattin Ali, Kerim Korcan, Refik Halit Karay, Mustafa Suphi, Ruhi Su, Burhan Felek,Ahmet Bedevi Kuran, Zekeriya Sertel bu dört duvara hapsolmuş isimlerdendir. Diğer yandan şair Nazım Hikmet'in de bir dönem burada yattığı rivayet olunur. Rivayet diyorum zira 1960 öncesine ait cezaevi arşivi günümüze ulaşmamış. Kim bilir belki böyle bir arşiv hiç olmamış...Bu nedenle de buraya kalebent ya da mahkum olarak gelen yazarların eserleri cezaevinin geçmişine ışık tutması açısından da önem taşıyor.  


"Aldırma gönül aldırma"


Sabahattin Ali günümüzde Sinop Cezaevi dendiğinde ilk akla gelen isim. Yazdığı bir şiirde cumhurbaşkanına hakaret ettiği gerekçesiyle 1932'de tutuklanan Sabahattin Ali ilk olarak Konya Cezaevin'de hapsedilir. Cezası kesinleşince de Sinop Cezaevi'ne sürgün edilir. Burada 8 ay kalan şair cumhuriyetin ilanının 10.yılı nedeniyle siyasi suçlulara çıkan afla özgürlüğüne kavuşur. 

Sabahattin Ali hapishanede yattığı dönemde yazdığı şiirleri Hapishane Şarkısı başlığıyla sunar. Şiirlere isim vermek yerine numara vermeyi tercih etmiştir. Geniş kitlelerce "Aldırma Gönül" olarak bilinen şiir "Hapishane Şarkısı 5" numaralı eserdir. 

Cezaevine adım atar atmaz kulaklarınızı Sabahattin Ali'nin "Başın öne eğilmesin..." dizeleriyle başlayan hazin şiiri dolduruyor. Ses bir süre sonra kafanızın içinden çıkarak dört bir tarafınızı kuşatıyor. Sabahattin Ali'nin koğuşuna ulaştığınızda şiirdeki her kelime yüreğinize saplanıyor. Duygularını bu denli ifade eden bir gönül adamının karşısında yeniden hüzünlere gark oluyoruz. 


Sabahattin Ali koğuşu /2014
Birkaç yıl önce içi bomboş ve içine girilebilen bir koğuştu.
Şimdi aynalı bir konsol, saz, sehpa, yatak, döşek, bir fotoğraf ve "Aldırma Gönül" sözleri ile yeni bir düzenleme yapılmış. Ziyaretçilerin içeri girişi de parmaklıkla engellenmiş durumda. 

 2010 yılı Ağustos'u Sabahattin Ali koğuşunun kapısı...

Sabahattin Ali koğuşu / 2010
Koğuşta yalnızca fotoğrafta görülen "Aldırma Gönül" şiiriyle sergileme söz konusuydu.
İçeriye girmek de serbestti.
Her iki uygulamanın da yeterli olmadığını belirteyim. 
Çağdaş sergilemeden uzak, üzücü bir görüntü. 


Sinop zindanından firar etmeyi başaranlar...

Vakti zamanında denizle çevrili aşılamaz duvarları, korkunç gardiyanları, kapkaranlık hücreleriyle Sinop Cezaevi bir hükümlünün asla kaçamayacağı hatta kaçmaya teşebbüs bile edemeyeceği bir yer olarak görülmüş. Öyle ki buraya "Anadolu'nun Alcatraz'ı" yakıştırması bile yapılmış. Gerçekten de cezaevi tarihinde üç firar bulunuyor Bunlardan ilki 1927'de Rizeli Sandıkçı Şükrü Küçük, ikincisi "Niğde Canavarı" namıyla maruf Mehmet Coşkun, sonuncusu da 1969'da idam mahkumu Kastamonulu Emin Aladağ.

Hapishanenin zamanında geniş bir kitaplığı da varmış.
Bir müze olarak da kütüphanesi olabilir pekala...Ama şimdilik yok!


Doksanların sonlarından beri Sinop Tarihi Cezaevi kullanım amacı açısından cezaevi değil. Ancak fiziki açıdan Araf'ta kalmış durumda. Görevliler yetersiz, ziyaretçi fazla. Duvarlarda çile dolduran mahkumların izleri yerine vandallık yapan ziyaretçilerin hoyrat çizgilerini görüyorsunuz. Hiç bir şey yapılamıyorsa bile insan eliyle gerçekleşen tahribatın önüne geçmek gerekir.




"Eşkıya dünyaya hükümdar olmaz"

Rizeli Sandıkçı Şükrü Küçük hepimizin dolaylı olarak da olsa tanıdığı biri. Sabahattin Ali'nin şiirinden dillere düşen "Eşkıya dünyaya hükümdar olmaz" türküsünün eşkıyası Sandıkçı Şükrü'den başkası değil. Hikayesi de aynı türküye yansıdığı gibidir aslında. Herhangi biridir Sandıkçı Şükrü. Rize'nin Portakallık köyünde bir düğünde değişir hayatı. Köyün ağasının en sadık adamının düğün sırasında kardeşini bıçakladığını öğrenir. Belki bir anlık öfke belki yılların birikimi bilinmez ağayı (ya da ağanın adamını) çekip vurur. Sinop'un geçit vermez kalesine hapsedilir. Fakat bir yolunu bulur hapisten kaçar. Bir kaçak olarak köyüne de dönemez dağa çıkar. Bu sıralar karısına göz koyduğu gerekçesiyle birini daha öldürür. Bundan öteye namı yürür. Ağalarla, beylerle mücadele eder. Yoksula el uzatır. Böylece aleni biçimde halkın kahramanı olur. Gel zaman git zaman yakalanamaz. Dönemin Trabzon Valisi Kadir Paşa bu isyankar eşkıyanın peşine bir dolu süvari gönderir. Süvarilerin yanına Sandıkçı Şükrü'yü tanıyan kolcu kayıklarının başı Varilcioğlu Sadık'ı da katar. Artık iş birinin eşkıyayı ele vermesine bakar. Haber Of'un İkizdere Köyü'nden gelir. Sandıkçı Şükrü'nün etrafı kuşatılır. Varilcioğlu Sadık eski tanışıklığın oluşturduğu güvenle Sandıkçı Şükrü'yü teslim olmaya ikna eder. Ne var ki devletin otoritesini iki paralık eden eşkıyanın ölüsü de dirisi de birdir artık. Süvariler önlerinde yürüyen teslim olmuş eşkıyayı sırtından vurur. İbreti alem için de cesedi meydanlarda teşhir edilir. Bir diğer anlatıya göre eşkıya öldürüleceğini bildiğinden son ana kadar teslim olmamıştır. 

"Sene 1341 mevsime uydum
Sebep oldu şeytan bir cana kıydım
Katil defterine adımı koydum
Eşkıya dünyaya hükümdar olmaz

Sen üzülme anam dertlerim çoktur
Çektiğim çilenin hesabı yoktur
Yiğitlik yolunda üstüme yoktur
Eşkıya dünyaya hükümdar olmaz

Çok zamanlar çektim kahrı zindanı
Bize de mesken oldu Sinop’un hanı 
Firar etmeyilen buldum amanı
Eşkıya dünyaya hükümdar olmaz

Sinop kalesinden uçtum denize
Tam üç gün üç gece göründü Rize 
Karşıki dağlardan gel oldu bize
Eşkıya dünyaya hükümdar olmaz

Bir yanımı sardı müfreze kolu 
Bir yanımı sardı Varilcioğlu
Beşyüz atlıyılan kestiler yolu
Eşkıya dünyaya hükümdar olmaz" 
(Sabahattin Ali)



Film gibi bir kaçış hikayesi...

Adı Emin Aladağ dönemin gazeteleri "azılı bir katil" diyor kendisi için. Kastamonu Tosya nüfusuna kayıtlı bir idam mahkumu. Zamanın karanlık işler çeviren karanlık insanlarıyla derin mevzuları bulunmakta. Yani en azından gazete arşivleri böyle diyor.* Daha önce Sultanahmet Cezaevi'nden kaçmışlığı var. Gözü kara ve son derece zeki bir adam yani. Sinop zindanına sürgün geliyor. Geldiği andan itibaren sakin ve efendi tavırlarıyla hiç dikkat çekmiyor. İlk zamanlar vaktinin çoğunu gazete okuyarak geçiriyor. Mapus damında oyalanacak şey az olduğundan boncuk işiyle uğraşmaya başlıyor.Tığ, boncuk, bobin ne isterse veriliyor. Bobini çürük çıktığından tamir için balmumuna ihtiyacı olduğunda da kimse karşı çıkmıyor. Mahkumsa oyalanmasın mı? Bir meşgalesi olmasın mı? 
Bu arada hücre penceresinin önünde tayınından artanı kediciklerle paylaşıyor. Gazeteydi, bobindi, kediydi derken bir yıl geçip gidiyor. Bir sabah gardiyanlar Emin Aladağ'ın yerinde yeller estiğini fark ediyor. 
Ardından yapılan araştırmada Aladağ'ın taa en baştan Sinop yollarına düştüğünde ayakkabısının içine kıl testere sakladığı anlaşılıyor. Bir yıl boyunca kıl testereyle büyük bir azimle hücre demirlerini kesiyor. Kesik kısımlar anlaşılmasın diye ekmek içi ve gazete kağıdıyla her gün demirleri bir güzel kaplıyor. Testerenin yaratacağı gıcırtıyı da balmumu sayesinde engelliyor. Ve pencere dibinde beslediği, her ayak sesinden irkilen kediler sayesinde de bir kere bile iş üstünde  yakalanmıyor. Pencereden inerken yatak, yorgan, çarşaf artık Allah ne verdiyse beline bağlayıp 15 metrelik bir "ip" oluşturmayı başarıyor. Koca kale duvarını sağlam bir çift şimşir kaşıkla aşıyor. Duvardaki oyuklara kaşıkları yerleştirerek en üste kadar çıkıyor. Sonrası deniz...
Filmlere taş çıkaracak bu kaçış hikayesi yine ancak  filmlerde görülecek bir şekilde nihayetleniyor. Kaçışının 4. gününde Erfelek'e ulaşan Aladağ, gayet insani bir biçimde acıkıyor. Erfelek'te köprü inşaatında çalışan işçilerden ekmek istiyor. İşte artık orada nasıl oluyorsa ister kaderin cilvesi mi dersiniz, Türk adaletinden kaçılmaz mı dersiniz...Adana'dan izine gelmiş bir polis memuru Aladağ'ı görüp teşhis ediyor. Aladağ'ın önceki kaçışında da bir berber yamağı tarafından tanınıp polise haber verilmesiyle yakalandığını da belirteyim. 
Bu mükemmel kaçış planıyla Emin Aladağ "efsane mahkum" oluyor. İlerleyen yıllarda çıkan bir afla da özgürlüğüne kavuşuyor. 

Ben 2010:) Ve devşirme duvar:)
 Hala güncel bir fotoğraf:) 
Sinop Cezaevi'nin duvarları Roma ve Bizans dönemi yapılarının sökülüp burada kullanılmasıyla oluşturulmuş.
 Fotoğrafta sütunlar, sütun kaidesi ve bir arşitrav parçası görülüyor:) 


Aslibo/ Ağustos 2014 
Bu bir nevi "selfie":) 
Hem gezerim hem kendimi bile çekerim:)





Sabahattin Ali Sokak / Sinop


Sabahattin Ali Sokak...

Cezaevi'nden ayrılırken kafamda hiç susmayan Edip Akbayram sesiyle yandaki Sabahattin Ali sokağa sapıveriyorum.Tabelayı görünce şaşırıyorum. Cezaevi'nin bitişik duvarından başlayan sokağa Sabahattin Ali'nin adının verilmesi iyi bir fikir mi pek bilemiyorum.
Bir süre sonra tamamen Sinop sokaklarına teslim oluyorum ve teselli buluyorum:) Yine de Edip Akbayram'ın sesi bir yerlerden bana yetişiyor:)


Not: Sinop'lu yazılara devam edeceğim:) Böyle bitemez:)


*13.08.1969 /14.08.1969 /17.08.1969 Milliyet Gazetesi ve Cumhuriyet Gazetesi Emin Aladağ ile ilgili haberler. 






 



12 yorum:

  1. İnsanın tüylerini diken diken eder:) ben karakum ve aklimanla hatırlamak istiyorum Sinop'u hep :)

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Karakum'dan Akliman'a da uzanacağım ilk fırsatta:) Sinop'un renkli noktalarından da söz etmeli:)

      Sil
  2. Beni bir kez daha Akliman, Hamsilos koyu ve Sinop ceza evine götürdüğünüz için teşekkürler!

    Bu arada Pala' yı görmediniz mi? :) Umarım yaşıyordur.

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Daha yazacağım Akliman'ı Hamsilos'u umarım severek okursunuz:) Ben teşekkür ederim:) Pala'yı bu gidişimde görmedim doğrusu!

      Sil
    2. Tamam, bekliyoruz. :)

      Sil
  3. Blogundan haberim yoktu, nasıl olmamış , instagramda fotoğraflarını beğenip bu harika gezi yazılarını nasıl görmemişim .... Ayy neyse geç oldu ama takibimdesin artık :))

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Teşekkür ederim sevgili Serra:) Yollarımız kesişti buluruz artık birbirimizi:)

      Sil
  4. Bloğunuzla yeni tanıştım. Benim gibi bir Sinopseveri etkilediniz doğrusu Zamansızlıktan önceki yazılarınıza bakamadım. Ama izlemeye almaya değer bir blog olduğunu tek yazıyla anladım. Gezilerinizi zevkle takip edeceğim. Resimleriniz de çok güzel. Sevgi ve saygılarımla.

    YanıtlaSil
  5. İlginç hikayeleri de katmışsın. "Eşkiya dünyaya hükümdar olmaz." şarkısının kahramanı için üzüldüm. Köroğlu ya da Dadaloğlu nedense aklıma geldi.

    YanıtlaSil
  6. çok güzel anlatılmış emeğinize sağlık..

    YanıtlaSil
  7. Sabahattin Ali ve hayatı, yeni nesil, tüm nesil okumalı, bu naif, ince duyarlı ve hüzün dolu adamın hikayesini.

    YanıtlaSil