10 Aralık 2014 Çarşamba

Mutluluk kenti: Sinop

Efsaneler dünyada hüküm sürerken romantik bir öyküyle başlar her şey!
Tanrılar tanrısı Zeus aşık olur ırmak tanrının kızı Sinope'ye. Gökyüzünün hakimi Zeus, sevsin diye Sinope de kendisini her dileğini yerine getirmeyi vadeder. Ne var ki genç kız sonsuza dek el değmemiş kalmayı diler. Zeus sözünü tutar ve kızı Karadeniz kıyılarında serbest bırakır. İşte günümüz Sinop'u da adını bastığı yere bereket getiren bu efsanevi kişilikten alır.  Binlerce yıllık geçmişi, bozulmamış doğası, mavinin en güzel tonlarına hakim kumsalları ve mutluluğu tescilli sımsıcak insanlarıyla Sinop hala bu efsanenin bir parçasını yaşatır. Karadeniz ve Anadolu'nun bütün enerjisiyle biçimlendirdiği bu yarımadada kimse yabancılık çekmez. Doğanın sesine ve insanların şen kahkahalarına kapılmak an meselesidir. 


İnceburun Feneri

Türkiye'de Karadeniz, Karadeniz'de Sinop bir başkadır.  Birkaç yıl önce Sanat Tarihçisi sıfatıyla katıldığım bir arkeolojik kazı çalışmasıyla tanıdığım bu şehre tekrar yolum düşüyor. Bu sefer konu başlı başına Sinop'un kendisi. Borajet Magazine'nin Eylül sayısı için Sinop'u keşfedecek gezginlere minik bir rehber hazırlama görevini üstlenmiş durumdayım:) 
Sıcak bir Ağustos gününde Karadeniz'in bu harikulade limanına ulaşıyorum. Güneş ufukta parıldıyor,deniz masmavi, yelkenliler rüzgara şarkı söylüyor...Sinop tam beklediğim gibi ve tam bana göre:)


Borajet Magazine'nin Eylül sayısı.
Bu güzel kapak fotoğrafı da bendenize ait.

Anadolu'nun her köşesi gibi Sinop da tarih boyunca uygarlıkların resmi geçit yaptığı bir bölge. Karadeniz'in olanca hoyratlığına karşı Sinop'un korunaklı iç limanı bu toprakları hep cazip kılmış. Liman sayesinde Antik Dönem'den itibaren capcanlı bir kültür ve ticaret hayatı gelişimini sürdürmüş. Zamanın durmak bilmeyen çarklarında Bizans İmparatorluğu, Büyük Selçuklu İmparatorluğu, Candaroğululları ve Osmanlı İmparatorluğu hükmetmiş bu topraklara. Her gelen kendi benliğinden kocaman bir parçayı eklemiş kaçınılmaz olarak. Binlerce yıllık geçmişi bir solukta yakalamak zor ama azimliyim:) İlk durağım halen arkeolojik çalışmaları devam eden Balatlar Kilisesi. 

Balatlar Kilisesi/ 2010 / şapel
Sinop'a önceki gelişimde Balatlar Kilisesi Kazısı'nda görevliydim. 
Çalış çalış nereye kadar:) Bu da benden "mistik şapel" pozu:)
Yakın zamanda giderseniz yapının bu haliyle karşılaşmayacaksınız. 
Kazı oldukça ilerlemiş durumda ve mekan her geçen gün farklı bir görünüm kazanıyor.

Balatlar Kilisesi /2014 

Balatlar Kilisesi /2014
Arkeolojik çalışma devam ediyor.

Sinop'un çok kültürlü yapısının küçük bir özeti olan Balatlar Kilisesi esasen bir yapılar kompleksi. Roma dönemi hamamı ve Bizans dönemi kilisesiyle bu alan 2. yüzyıldan 20. yüzyıla dek etkin biçimde kullanılmış. Günümüzde kazı çalışmaları son sürat devam ediyor. Karadeniz Bölgesi için önemli kültür duraklarından biri olan ören yeri halen inançlı Hıristiyanlar için oldukça kutsal bir mekan. Ayrıca yabancı turistlerin ziyaret listesinde hep üst sırada yer alıyor. 

Sinop'tan zamana uymayan sokaklar...

Şehrin soluğunda kaybolmak için Sinop sokakları oldukça davetkar. Bazı sokaklar siyah-beyaz film tadında. Hangi sebepten bilinmez kapılarına kilit vurulan eski Sinop evlerinin arasında hayat durmuş gibi. Kaç mevsim gördü geçirdi bu cumbalar, kaç güzel kadın çocuklarına seslendi şuradaki balkondan, kaç yaramaz çocuk istemeden kırdı komşu amcanın camını diye düşünmeden edemiyorum. 

Tarihi Sinop evleri...

Ilık bir esinti sıcak yaz gününde saçlarımda uçuşurken ben de o sokak senin bu sokak benim dolaşıyorum. Karşıma Ahmet Muhip Dıranas'ın evi çıkıyor. Daha önceden bilmesem geçip gideceğim belki. Gidemiyorum, bakakalmak benimki. Aklıma birkaç dize geliyor çok eskiden ezberimde olan:

"Ben büyük şarkıları severim; büyük olsun. 
Deniz gibi,  gök yüzü gibi her şey ve mahzun. 
Seviyorsam seni aşk ölümsüzdür gönlümce, 
Aşıksam kadınım değil tanrıçasın, ece. 
Denizler yolculuğa çağırır durur da beni 
Gitmem düşünerek geri döneceğim günü. 
Ben büyük rüzgarları severim; büyük olsun 
Aşkı da, özlemim de hepsi, her şey ve mahzun. 
İnsan bir yanınca Kerem misali yanmalı. 
Uykudan bile mahşer gününde uyanmalı."


"Fahriye Abla" ya da "Olvido" gelmiyor aklıma. Rutubetten çillenmiş bir kitabın sayfalarında çocukken zihnimde yer etmiş şairin "Büyük Olsun" u. 
İşte ben bunları geçiyorsam da kafamdan, kendi kendime konuşuyor olmam da o an için gayet muhtemel:) Eve giremiyorum. Ev henüz bir müze değil. Bir gün olur ve ben o gün, o sokaktan geçiyor olurum belki. Gelecekten ümit kesilmez...

Pervane Medresesi taç kapısı...

Pervane Medresesi şehrin Trabzon Komnenosları'ndan alınışının anısına Selçuklu Veziri Muinüddin Süleyman Pervane'nin emriyle 1262'de inşa edilmiş. Dikdörtgen planlı ve iki eyvanlı olan yapı açık avlulu medrese tipinin güzel bir uygulaması. 

Pervane Medresesi

Böylesi bir şehir ne çok şey sunar insana. Kısa bir orta şekerli mola peşinde Pervane Medresesi'ne süzülüyorum. Anıtsal mermer taç kapısı, önüne park edilmiş araçların arasından "ben buradayım"diyor. Günümüzde medrese kafe, restoran ve geleneksel dokumaların satıldığı dükkanlara ev sahipliği yapıyor. 
 Medresenin tarihi duvarları güneşe karşı siper olurken mis gibi kahve kokusu da avluyu dolduruyor. Daha önce de ne kahveler içtim ben bu avluda. İsmiyle hitap etsem donup kalacak diye kendimi tanıtmaktan vazgeçtiğim yüzler bile var etrafta. Neyse ki mimarinin belleği kuvvetlidir. Yine gitsem yine beni hatırlar:) Yabancılık çektirmez:)

Alaaddin Cami avlu girişi
Yapı muhtemelen 1214 civarında yani Selçuklular Sinop'ta hüküm sürmeye başladıktan hemen sonra inşa edilmiştir.

Pervane Medresesi'nde hem tarihe, hem anılara gömüldükten sonra tam karşısında yer alan Alaaddin Cami'ne uğruyorum. Efkaf kayıtlarına göre cami Selçuklu Sultanı Alaaddin Keykubad'a ait. 800 yılın yaşanmışlığıyla bir ulu caminin bütün güzelliklerini yansıtan bir yer burası. Her ne kadar orijinal minberi gibi bazı özgün parçalarını yitirdiyse de mimari özellikleri ve uhrevi atmosferiyle belleklerde yer edecek bir yapı.

Diogenes Heykeli / 2014
 M.Ö. 412 - M.Ö. 320 arasında yaşayan Sinoplu Diogenes
   
Sinop'a kadar gelmişken en ünlü Sinoplu'ya da uğramadan olmaz elbette. Kinik felsefenin kurucusu, Büyük İskender'e bile kafa tutmuş, gündüz vakti elinde fener ile Atina sokaklarında "adam" arayan Diogenes Sinop'ta doğmuş bir filozof. Günümüzde kendisi adına dikilen heykel Sinop'un en önemli simgelerinden biri. Şehre yolu düşen herkesin Diogenes'li bir fotoğrafı olması adeta bir gelenek. Ben de bu gelenekten nasibimi almayı ihmal etmiyorum:)

Bu da 2010 yılından ben ve Diogenes.
Bu gidişimde birlikte fotoğraf çektiremedik:)

Gezip tozarken aklıma incecik hamuru ve üstünde bol ceviziyle Sinop mantısı düşüyor. Sinop mantısı bildik mantılardan oldukça farklı. Hamur işi en nihayetinde demeyin. Yolunuz düşerse mutlaka deneyin:) Şehir içinde birçok mantı salonu bulunuyor. Aşıklar Caddesi üzerinde bulunan Teyzenin Yeri kalabalığından da anlaşılacağı üzere Sinop mantısının tadına varılabilecek bir lezzet durağı.   

Teyzenin Yeri'nden cevizli mantı:)

Öztürk Restoran'dan yoğurtlu-cevizli Sinop Mantısı. 
Genel olarak bu şekilde sunumu tercih ediliyor.
 İlk defa deneyeceklere yoğurtlu-cevizli versiyonu tavsiye etmeyi görev bilirim.

Sinop Arkeoloji Müzesi 

Yeniden tarihin kuytularına göz atmak niyetiyle Sinop Arkeoloji Müzesi'ne kendimi atıveriyorum. Sinop Arkeoloji Müzesi küçük ama bakımlı bir müze. Üstelik ziyaretçi trafiğini de birçok müzeye oranla oldukça yüksek buldum. Tarihi geçmişi dolu dolu bir şehrin çağdaş bir sunumla ziyaretçilerini ağırlayan bir arkeoloji müzesi olması içimi ferahlattı. Müzenin koleksiyonunda kutsal sahneler içeren ikonalar, mitolojik konularla bezenmiş mozaik panolar, değişik çağlarda basılmış sikkeler, amforalar, heykeller, mil taşları, lahitler, mezar stelleri, madeni aletler, liturjik objeler, cam ve pişmiş toprak nesneler gibi Sinop'un kültür tarihine tanıklık eden envai çeşit eser bulunuyor. Her eser kendi döneminden bir soluk, bir yaşam parçası taşıyor ve izleyiciye aktarıyor. Müzeden ayrılırken vakti zamanında amfora üreten ustaları, inançla ikonlara uzanan elleri, bin bir özenle nişlere koyulan kandilleri düşünüyorum...

 Sinop Arkeoloji Müzesi / Küçük Buluntular Salonu


Sinop Arkeoloji Müzesi / Amfora Salonu 
Yapılan arkeolojik çalışmalar Sinop'ta çok sayıda amfora üretim atölyesi ve fırını bulunduğunu gösteriyor. Sinop, Roma'dan Bizans'a uzanan süreçte amfora, tuğla ve kiremit üretimiyle geçimini sağlamış bir kent. 
Fotoğrafta farklı amfora tipleri ve antik amfora fırını görülüyor.

Sinop Arkeoloji Müzesi / İkona Salonu detay
Sol ikonada Hz. İsa'nın Vaftizci Yahya tarafından vaftiz edilişi görülüyor. Sağ tarafta ise Hz. İsa'nın göğe yükselişi betimlenmiş. 


Sinop Arkeoloji Müzesi bahçesi

Arkeoloji Müzesi'nden Etnografya Müzesi'ne geçiş yapıyorum. Etnografya Müzesi bir 18. yüzyıl konağı içinde ziyaretçilerini ağırlıyor. Müze hem 18. yüzyıldan bir Osmanlı evinin havasını hem de şehrin geçmiş yaşantısından izleri yaşatıyor. Müzede aydınlatma ve iklimlendirme gibi problemler biraz göze batıyor. E o kadar kusur kadı kızına bile nasip olmuş diyorum:)

Sinop Etnografya Müzesi
3 katlı olan yapı moloz taş ve ahşap karkas üzerinde yükseliyor.
Konağın bir cephesi caddeye, diğer cephesi bu güzel bahçeye bakıyor. 
Yapıldığı çağda muhteşem bir deniz manzarasına hakim olsa da günümüzde binaların arasında kalmış.

Sinop Etnografya Müzesi
Müzede Sinop'un geçmişinden canlandırmalar döneme uygun dokumalar ve eşyalar eşliğinde sunuluyor. 

Sinop Etnografya Müzesi
Fotoğrafta yöresel dokuma tezgahı, çeyiz sandığı ve dokumalar görülüyor.


Şahin Tepesi'nden gündüzün Sinop'u...

Bütün bu sokaklara, caddelere, yarımadanın zarif kıvrımına dalıp gitmek için sebeplerim biriktiğinden rotamı Şahin Tepesi'ne çeviriyorum. Mavi daha mavi bir aydınlık içinde Sinop önüme seriliyor. Karanlığın içinde parıldayan Sinop'u görmek için bu noktaya yeniden geleceğim. Yıldızlı bir yaz gecesi şehrin ışıltıları beni kim bilir nerelere götürecek. Ne de olsa gece çok hayalcidir... 
 
Şahin Tepesi'nden gecenin Sinop'u...

Sabaha limana bakan küçük odamda uyanıyorum. Manzara sıcak yaz sabahında her zamankinden daha mavi, daha aydınlık görünüyor sanki. Şehir merkezinde küçük ama sevimli bir otel olan Reis Otel'de kalıyorum. Yeri gelmişken küçük bir uyarı  yaz mevsimi ve resmi tatiller Sinop nüfusunun oldukça arttığı dönemler. Bu nedenle Sinop'lu tatil planlarınıza otel rezervasyonlarınızı erkenden yapmayı ihmal etmeyin. Sonra gerçekten üzülürsünüz:)" Aslı demişti" dememek için:) 

Limanda bir gemi, ışıl ışıl Karadeniz:) 
Penceremden Sinop:)

Sabahın ilk sürprizi limandaki kruvaziyer gemi oluyor. Bu da bugün Sinop'u daha cıvıl cıvıl bir günün beklediğinin göstergesi. Şehir bu gemilere oldukça alışkın. Son dönemde Sinop Limanı kruvaziyer turizmin sevilen ve tercih edilen bir durağı. 



Limandaki hareketlilik beni Sinop Kalesi'ne yönlendiriyor. Kaleye tırmanıyorum:) Şehrin ruhuna, kalbine ve kalesine sahip olmak istiyorum. Güzel şeyler insanı aç gözlü yapıyor galiba:) 


Sinop Kalesi'ne çıkış için başlangıç noktası.


Sinop Kalesi

Sinop Kalesi'nden gezi tekneleri...

Sinop Kalesi'nden Burç Kafe
Onca merdivenden sonra bir mola herkesin hakkı:)

Sabah mahmurluğumu Sinop Kalesi'nin burçlarında bıraktıktan sonra, doğanın sihirli değneğiyle yarattığı heyecan verici bir serüvenin peşine düşüyorum. Pusulamın gösterdiği nokta Erfelek Takım Şelaleri. Yemyeşil yollar, Karadeniz, aşina olduğum bir güzelliğin içinde ilerliyorum. Yol üzerinde Erfelek Baraj Gölü'nün mavi-yeşil renkleri arasında kısa bir fotoğraf molası veriyorum. Karasu Çayı üzerine kurulmuş olan Erfelek Barajı yaz kuraklığından birazcık nasibini almış olsa da ortam oldukça fotojenik:) 

Erfelek Baraj Gölü

Erfelek Takım Şelaleri

Türlü türlü ağaçların süslediği Erfelek ilçesini birazcık geçip şelalelere ulaşıyorum. Erfelek Takım Şelaleleri benim için tam bir sürpriz. Erfelek Tatlıca Şelaleleri olarak da adlandırılan bu doğa harikası 28 şelalenin birlikteliğinden oluşuyor. İtiraf edeyim biraz şaşkınlık içindeyim. Gitmeden önce araştırma-soruşturma faaliyetlerim sırasında çok önemli bir detayı atladığımı saniyeler içinde anlamış bulunuyorum:) Ben bu şelalelerin 28 adet ve yan yana olduğunu canlandırmışım beynimin kuytularında herhalde:) Ama görünen o ki bu şelaleler üst üste ve burası bildiğiniz tırmanma parkuru:) Ve benim üzerimde aşağıdaki kostüm bulunuyor:))

 İşte ibretlik Erfelek Şelaleleri fotoğrafım:)
Bu kılıkla 28 şelaleyi bir güzel tırmandım:) 

Erfelek Takım Şelaleleri


Şelalelere geldiğinizde ilk şelaleye tırmanamıyorsunuz. 
Onun yanından böyle bir masal köprüsü uzanıyor. 
Köprüden geçip eski değirmene de şöyle bir bakıp yolu takip edebilirsiniz



Şelalelerin etrafından basamaklarla dolaşmak gibi de bir seçenek bulunuyor. Buraya kadar gelmişken tırmanma deneyimini yaşamam gerektiği konusunda ikna ediliyorum. Aslında bu tip heyecanlar tam bana göre; lakin zaman zaman nüksetmekte bir sakınca görmeyen, hafif şiddetli bir yükseklik korkum da var:))Yine de çok tereddüt etmeden suların içinden ilerliyorum. "Sırt çantamı bari alsaydım" gibi gecikmiş fikirler aklımın bin bir noktasından geçiyor. Taşlara tırmanırken suya çok yakınım, benim ıslanmam Ağustos sıcağında dert değil ama boynumdaki fotoğraf makinesine kıyamıyorum. Öyle böyle bir süre sonra kendimi olayların gelişimine bırakıyorum. İlk birkaç şelaleyi aşmak pek zor olmuyor. Taşlar doğal birer merdiven gibi biçim almış. Azıcık oynuyor ama ne gam:) Yukarı doğru tırmandıkça şelalelerin yüksekliği ve suyun gücü artıyor. Buralarda da kah yardım alarak, kah halata tutunarak şelaleleri keşfetme azmimi yitirmiyorum. Ağaçlar, taşlar ve yükseklerden akan sularla sarmalanmış bu atmosfer o kadar büyüleyici ki hayatımın en güzel deneyimlerinden birine dönüşüyor. Bir süre sonra bu tartışılmaz güzelliğe teslim olmuş durumdayım. Suyun teskin ediciliği gerçeği sanırım üzerimde kanıtlanmış oluyor derken yüksekçe bir şelale tırmanışı sırasında hareketli bir taşa denk geliveriyorum. Durup aşağı bakmasam çok güzel olacak ancak bakmış bulunuyorum:) "Ben buradan gidemem AKUT falan gelir beni kurtarır nasılsa" gibi düşüncelerden Sinop gezisi boyunca bana eşlik eden Mehmet Bey'in de yardımlarıyla, yukarılardan sallanan bir halatla bir şelaleyi daha aşıyorum:) Kendi çapımda bir Jane'im ben artık:)) Tırmanış sona erdiğinde tarifsiz duygular içindeyim. Harika bir deneyimi başarıyla atlatmanın mutluluğuna, bu güzel keşfin sona ermesinin burukluğu karışıyor. Doğanın yarattığı mucizelerden birine daha ortak olma hissi hoşuma gidiyor. Kendimi çok şanslı hissediyorum. 

Şelalelerin tamamını şıpıdak şıpıdak suların içinden, taşların izinden takip etmek arzusundaysanız. 
Bu parkuru bilen biriyle birlikte olmakta fayda var. 
En azından nereye basacağınızı söyleyen biri gerçekten yardımcı oluyor.

Bu üst kısımlardan bir şelale. 
Sağ tarafındaki taşlardan bir sonraki şelaleye çıkılıyor. 
Fotoğrafta pek öyle görünmese de nispeten yüksek bir şelale.
Çıkarken ben benim zorlandığım şelalelerden kendisi:)

Temiz hava ve bu kadar aksiyondan sonra acıkmamak mümkün değil. Erfelek'in artık ünü Türkiye'ye yayılan Öztürk Restoran'da yemek molası veriyorum. "Doğadan sofranıza" diye bir slogan var ya hani, Öztürk Restoran bu sloganın hayata geçtiği yerlerden. Kümesten yumurtalar, Sarı Kız'dan tazecik sütler, dalından koparılan meyvelerle yapılmış pekmezler, reçeller,...
Müdavimleri olan bir mekandayız. Sinop'a gelen birçok ziyaretçi bu güzel mekanda kahvaltı etmeden dönmüyormuş bilginize. Ayrıca günün diğer öğünleri için de taze mevsim sebzeleriyle hazırlanmış yemekler yiyebilirsiniz. Üstüne hoş sohbet, güler yüz :) 

Öztürk Restoran'ın organik köy kahvaltısı. 




Öztürk Restoran'dan buz gibi pekmez şerbeti ve ayran. 
İlk defa denediğim pekmez şerbetini pek beğendim:)

  Öztürk Restoran'dan Pekmez Helvası  

 Öztürk Restoran'dan başka bir pekmez çeşitlemesi.
Sinop'ta pekmez çok seviliyor ve çok değişik çeşitleri yapılıyor. 

Erfelek şelaleleriyle, doğasıyla, birbirinden iştah açıcı tatları ve güzel insanlarıyla aklımın bir köşesine yazılıyor. Yeniden şehir merkezine dönüyorum. Günümün ilk yarısı tatlı heyecanlarla geçti geri kalanının birazcık daha durağan geçmesini yeğliyorum :) 
Sinop'un caddelerine, sokaklarına vuruyorum kendimi. Sahile dizilmiş minik hediyelik eşya dükkanlarına, küçük tekne modellerinin satıldığı mağazalara yöneliyorum. Deniz kabuklarından yapılmış magnetler, Diogenes'in imgesini taşıyan anahtarlıklar, deniz fenerleri, Sinope'nin bibloları etrafımı sarıyor. 

Deniz Feneri her yerde karşımıza çıkar da Türkiye'nin en ucundaki Sinop'da daha bir anlamlı sanki. 

Şehrin efsanevi kadını...
Sinope 'li biblolar...

Tekne biçimli magnetler, boyama deniz kabukları, Diogenes'li anahtarlık...

Ülgen Tekne'den tekneler ve fener.

Sinop'ta en sık rastlayacağınız hediyelik eşya rengarenk tekne modelleri. Sinop'a özgü bu tekneciklerin hikayesi 1950'li yıllarda Sinop Cezaevi 'nde yatan iki mahkuma kadar uzanıyor. Yarım asırdan fazla bir süre önce bir hobi olarak iki mahkumun cezaevi duvarlarında başlayan tekne yapma macerası özgürlüklerine kavuşup Sinop'a yerleşmeleriyle devam eder. Gel zaman git zaman çırakları olur ve nesiller tekne yapımı nesiller boyu süren bir sanata dönüşür. Günümüzde şehir merkezinde birçok yerde bu teknelerle karşılaşmak mümkün. Uzun yıllardır Sinop'ta tekne modelleri yapan Ülgen Tekne ve Ayhan Kotra benim de tercihim oluyor. Sınırsız seçenek arasından yelkenlerden yelken, teknelerden tekne beğeniyorum:)

Ülgen Tekne'den model tekneler...

Ülgen Tekne'den renk renk tekneler...

Ayhan Kotra'dan Sinop hatıraları...

Ayhan Kotra'dan bir minik tekne...

Begonvillerle süslü bir bahçe...Zinos Otel'den bir kare.

Akşam yemeği için Sinop'un zarif konaklama duraklarından biri olan Zinos Otele geçiyorum. Havuzundan, plajına ve roof barına kadar zevkle düzenlenmiş bir oteldeyim. Akşam yemeği servisi canlı müzik eşliğinde, havuz başında gerçekleşiyor. 

Zinos Otel'in mutfağı oldukça zengin.
Türk ve dünya mutfağından seçme lezzetler özenle hazırlanıyor:) 

Güneş Sinop'u terk ederken Zinos Otel'in plajı sakin ama Karadeniz biraz huzursuz...

Zinos Otel Sinop'ta Karakum bölgesinde. Karakum adı gibi kumları  kapkara bir plajın adı. Zamanında patlayan bir volkanik dağın püskürttüğü küllerden dolayı plaj ve bu bölgedeki denizin dibi siyah kumlarla kaplı. Kumların koyu rengi güneş ışınlarını daha fazla çekmesine neden olduğundan Karakum normal plajlardan daha sıcak oluyor. Hem bu sıcaklık, hem de volkanik kumlar nedeniyle bu plajın bazı dertlere derman olduğu söyleniyor. Karakum, şehir merkezine 3 km uzaklıkta farklı bir plaj deneyimi yaşamak isteyenlere duyurulur.
Karakum Plajı hakkında da faydalı bilgilerimi verdiğime göre güzel bir Sinop güneşini de batırmanın zamanı geldi. Harika bir günü daha kendi haneme yazmış oldum.

Sinop Limanı'ndan akşamüstü...

Güzel mi güzel bir günde eteklerim zil çala çala yola düşüyorum. Sabah kahvesini Sinop'un denize nazır restoranlarından Şakir'de içiyorum. Şakir yöresel tatların ve dünya mutfağının Sinop'taki favori adreslerinden biri. Ayrıca sabah kahvaltılarının da tadına doyum olmuyor. Söylemesi benden...

Şakir Restoran 
Sabah kahvaltısında pırasalı börek,
yıldızlı Sinop gecelerinde balıklar, mezeler...

Kalbim bir pusula ve pusulam İnceburun'u gösteriyor. Çocukken Türkiye haritasında en çok ilgimi çeken yer İnceburun'du. Artık aklımdan ne geçiyorsa parmağımla o çıkıntıyı takip etmekten çok hoşlanırdım. Şimdi dalga dalga kabaran bir gönül çarpıntısıyla, Karadeniz'in çarpıcı doğasının çizdiği resim gibi bir yoldan İnceburun'a varıyorum. Yerden göğe bir mavilik içerisindeyim. Zaman çizgisi dışında bir yerdeyim. Haritanın içindeyim, masal kahramanı mıyım neyim? :) 

İnceburun 

İnceburun Feneri

İnceburun Feneri 1863 yılından bu yana karanlık sularda yüzen gemilere Sinop'ta olduklarını hatırlatıyor. 150 yılı aşkın süredir de bu feneri aynı ailenin üyeleri çalıştırıyor. Fener Bekçiliği nesilden nesile devam eden bir meslek. Fenerin bir köşesinde aileye ait bir mezarlık göze çarpıyor. Bir tarafta inekler,fenerin arkasında küçük bir tarla, upuzun bir çitle dünyadan ayrılıyor bu fener. İçinden kimseye rastlayamıyorum. İki çift laf etmek için can atıyorum oysa. Kafamda türlü türlü senaryolar üretiyorum bu fener ve içindekiler hakkında. Buradan ayrılırken zihnimde seri film çektim desem yeri. İçimde Francis Ford Coppola yaşıyormuş meğerse:)

Sarıkum Plajı

Dönüş yolunda bisikleti bozulan bir turisti aracımıza alıyoruz. Turistimizi kaldığı kampa bıraktıktan sonra Sarıkum Plajı'nda soluğu alıyorum. Denizle buluştuğum zamanlarda ağzım kulaklarımda "hayat çok güzel" kesinlikle eminim:) 

Sarıkum Plajı Sinop'un en uzun plajı.
Sarıkum Gölü ve Kuş Cenneti de bu semalarda...

İncecik kumlar ayaklarımı gıdıklarken ve aylardan Ağustos'ken yaz seven bünye olarak Sarıkum'un sarı-sıcak atmosferinden kurtulmanın imkansız olduğu hissine kapılmak mümkün. Fakat Sinop'ta benim objektifimle taranıp, benim cümlelerimle yazıya dökülecek öyle çok yer var ki...Ben dursam, içim kıpır kıpır...Tabiatın dile geldiği bir yere doğru yola çıkıyorum. Yönüm Akliman-Hamsilos bölgesini işaret ediyor. 

Akliman

Akliman şehir merkezine 10 km kadarcık uzaklıkta. Maviler, yeşillerle şenliğe dönüşmüş upuzun bir kıyı şeridi oluşturmuş. Kıyısında öyle boş boş oturup etrafı izlemek, yabancı bir sandalı bir süreliğine ödünç almak şu an tam bana göre. İnsan bu şehirde hep tembellik yapmak, hep küçük anların peşine takılmak istiyor. Türkiye'nin en mutlu kentinin, mutluluk şifrelerinden biri işte bu Akliman olmalı:) 

Akliman

Akliman Feneri
Bu duvarın üstünden yürüyerek fenere ulaşılabiliyor.
Yaz günü fenerin etrafında denize girenlerle de rastlaştık.

Akliman Hamsilos Tabiat Parkı'nı da içine alan bir bölge. Hamsilos Tabiat Parkı İşletmesi kamp ve piknik alanı olarak oldukça popüler. Burada denize girebilir, tekne ya da jeep safari turuna katılabilir, deniz bisikleti kiralayıp eğlenebilirsiniz. 

 Hamsilos Tabiat Parkı 

Hamsilos Tabiat Parkı'nda seçenek çok:)

Hamsilos Tabiat Parkı

Hamsilos Tabiat Parkı

Hamsilos Tabiat Parkı

Hamsilos Tabiat Parkı
Tabiat Parkı içinde kano veya deniz bisikleti kiralamak da mümkün:)

Sırada Karadeniz'in rüya gibi bir köşesi var: Hamsilos Koyu.
Bereketli Karadeniz burada kendi yeteneğini gözler önüne seriyor. Her milletten turist etrafı sarmış durumda. Doğanın hayat verdiği bu mucize karşısında büyülenmiş bir garip kalabalığız şu anda:) 

Hamsilos Koyu

Hamsilos Koyu alışılmışın dışında bir koy. Deniz burada yeryüzünü öyle kusursuz biçimlendirmiş ki güzelliğini kelimelere dökmek için şair olmak ama iyi bir şair olmak gerekir. Karadeniz'in ilizyonuyla bir göl kenarında gibi hissediyorum. Böyle sihirli bir yerdeyim. Şnorkeli,paleti tam takım suya girip su altını yakından gören ziyaretçiler gözüme ilişiyor. Galiba biraz kıskanıyorum:) Bir daha ki sefere, ben de kulaçlarım belki bu suları tesellisiyle ağaç gölgelerinde soluklanıyorum.
Hamsilos Koyu genel olarak "Türkiye'nin tek fiyordu" olarak nitelendiriliyor. Gerçekten de İskandinavya'nın karakteristik kıyı tipi Hamsilos'ta hayat bulmuş gibi. Tabi Hamsilos'unki yalnızca benzerlik, jeolojik geçmişi sebebiyle fiyord tipi kıyılara Anadolu'da rastlanmıyor. Hamsilos Koyu'na gelince, bu müthiş güzellik ria tipi kıyının örneği. 

Hamsilos Koyu

İyot kokusu, ağaç kokusuyla karışıp aklımı başımdan alıyor. Artık az ötedeki şehir merkezine dönme zamanı. Üstelik Sinop'a indiğimden beri Sinop'a özgü bir lezzet olan nokul peşindeyim. Üzümlü-cevizli ve kıymalı olarak yapılan nokulun üzümlü-cevizli olanı favorim. Sakarya Caddesi üzerinde bulunan Demirkollar Ekmek Fırını benim için nokulun kaynağı. Dolup dolup boşalan fırında Sinop'un meşhur katlamasını da alabilirsiniz. 

Nokul uygun koşullarda saklanırsa oldukça dayanıklı.
İstanbul'a dönmeden uğrayıp birkaç tane nokulu da paket yaptırmayı ihmal etmediğimi belirteyim:) Gerçekten sevdiğim bir şey:) 

Günün sonuna yaklaşırken sahilde sıra sıra dizili çay bahçelerinde oturuyorum. Böyle güzel havalarda günün her saati şıkır şıkır bu çay bahçeleri. Yani boş yer bulduysam şans benden yana demektir:) Tarihi Yalı Kahvesi'nde güneşin batışıyla kızıldan sarıya boyanan Karadeniz'i seyre dalıyorum. Yorgunum ama bir o kadar da mesudum:) 

Sinop'tan bir kuple gün batımı:)

Mutluluk dolu bir kentte yeni bir gün doğuyor ve ben hala buradayım:) Küçük otelimin limana bakan terasında aldığım kahvaltıyla Sinop'a "günaydın" diyorum:) Son zamanlarda gezme tozma eylemlerime köylü pazarlarını eklemiş durumdayım. Bu pazar etkinliklerinden çok hoşlanıyorum. Hem köylülerle sohbet etme imkanım oluyor, hem alışveriş yapıyorum, hem de değişik değişik otlarla falan müşerref oluyorum:) Duyuyorum ki bugün şehrimde çarşı-pazar zamanı hooop kendimi pazara atıveriyorum. 

 Bu mısırcı hanımefendiye bayıldım:)
"Bu da mısırcı kadın diye yaz mutlaka" dedi:)
Adını sormadığım için çok üzgünüm :(

Daha önceden de söylediğim gibi pekmez buralarda adeta bir gereklilik.
 Pekmezi yapılmayan bitki yok gibi. Sadece bu tezgahta kızılcık, kuş burnu, dut, kaktüs, elma, üzüm ve daha nice yemişin pekmezi var.
Pazarda da ev yapımı pekmez tezgahları oldukça fazla.

Koca koca böğürtlenlerle dolu o tezgahlar:) Hanımlar biraz utangaç ama:)

Pazar alanında dalından koparılmış meyvelerin tadına bakıyorum. Kaktüsün bile pekmezi olmasına hayret ediyorum. Gülümsemesi eksik olmayan tezgah sahipleriyle laflıyorum. Tatların tebessümlere karıştığı anlardan sıyrılıp Sinop sokaklarına dönüyorum. 

Sinop Cezaevi'nden bir koğuş...
Daha çok fotoğraf ve cezaevi yazısı için buraya dokunmanız yeterli.

Kısa bir yürüyüşün ardından duygularımı altüst eden bir mekana varıyorum. Yürek burkan atmosferiyle Tarihi Sinop Cezaevi 'ndeyim. Sabahattin Ali'den Ruhi Su'ya kimler kimler geçmiş bu koğuşlardan. Duvarlarda, pencerelerde, hatta bahçedeki incir ağacında bile tarifsiz bir keder var sanki...Bu seyahatin ilk yazısı olarak daha önce Sinop Cezaevi ' ni yazdığımdan burada bu kadarcık değiniyorum.  
Sinop Cezaevi'nden çıktıktan sonra kendimi Sinop sokaklarına havale ediyorum. Kulaklarımda hiç durmamacasına "Aldırma gönül" çınlıyor. Ciddi bir teselliye ihtiyaç duyuyorum galiba.
Daha Sinop'ta işim çok gezginlere başka güzel plajlar bulacağım:) Soluğu Ayışığı Otel'de alıyorum. Ağaçlar içinde, deniz derya bir otel Ayışığı. Duyduğuma göre akşamları da ay ve yıldızlar altında ayrı bir keyifli oluyormuş. Denize girmeye fırsatım olmasa da yazın canlılığında ortam insanın içini açıyor.

Ayışığı Otel'in plajından...

Ayışığı Otel...

Hava güzel, güneş parlak, deniz berrak Sinop'ta o plaj senin bu kumsal benim dolaşmak, çantama maviler, turkuazlar, yeşiller doldurmak istiyorum. Denizle buluşunca içim içime sığmıyor. Ayışığı Otel'den yarımadanın diğer ucuna uçuyorum:) Ama bu öyle uzun bir yolculuk değil. Göz açıp kapayana kadar Sinop'un gözde konaklama duraklarından Vira Otel'e geliveriyorum. 

Vira Otel konumu ve iskele üzerine kurulu plajıyla
 misafirlerini mutlu edebilecek bir mekan.

Yarımadanın bu yakasına gelmişken Sinop'un tarih ve kültür alanlarından Paşa Tabyaları'na yöneliyorum. Paşa Tabyaları'nın geçmişi 15. yüzyıla kadar uzanıyor. 19. yüzyılda Osmanlı-Rus Savaşı sırasında denizden gelen tehlikeleri önlemek amacıyla burası yeniden yapılandırılmış. 

Yarım ay planlı düzenlemesiyle Paşa Tabyaları

Yarımadanın güney ucunda bulunan Paşa Tabyaları stratejik olarak oldukça hayati bir noktada konumlandırılmış durumda. Yarım ay plana sahip yapıda 11 top yatağı, cephanelik, asker koğuşları ve mahzen bulunuyor.
Günümüzde tabyanın ön tarafından yol geçiyor. Üzeri ağaçlarla kaplı bir küçük yamaçmış izlenimi uyandırıyor. Girişten itibaren karşıma çıkan her bölümde çok şaşırıyorum bu nedenle. 

Paşa Tabyaları iç mekan.

Paşa Tabyaları'na girdiğimde buranın özel bir işletmeye dönüştüğünü öğreniyorum. Uzun yıllar kendi haline bırakılan tabyaların restoran, sergi alanı, konser ve kır düğünü gibi etkinliklere ev sahipliği yapması planlanıyor. 
Akşam çökmeye başladığında daha önce gündüzünü tanıdığım Şahin Tepesi'ne çıkıyorum. Karanlıkta Sinop bir başka güzel. Yıldızlarla aydınlanmış Sinop, harikulade yarımada manzarası. Bir güzel gün, bir güzel geceye kavuşuyor. 

Antik Otel kumsalı...

Tükiye'nin en mutlu şehrinde günlerim pek mutlu geçiyor. Sabaha bile bir başka başlıyorum. Yeni gün yeni keşif rotaları demek. Liman ve çevresinde kısa bir yürüyüş yapıyorum. Sabah sabah objektifim şenleniyor. Ardından arkadaşlarımın öve öve bitiremediği Antik Otel'e geçiyorum. Doğayla kucak kucağa bir otel burası, çevreye duyarlı bir tesis olduğundan yeşil yıldızlı. Antik Otel'de en çok ilgimi çeken şeylerin başında bir sanat koleksiyonuna sahip olması geliyor. Büyük eserler çevre düzenlemesi içinde görülebilirken, küçük eserler sergi salonunda ziyaretçilerle buluşturuluyor. Otelin denize nazır restoranında deniz ürünlerinin  tadına varıyorum. Favorim buraya özgü çarpan güveç oluyor. 

Antik Otel'in müzesinden bir kare...

Antik Otel'in havuzu..
Havuz her mevsim faaliyette ilgililere duyurulur:)

Antik Otel'in restoranı...
Çarpan güveç yemeden dönmeyin:)

Tropik esintiler taşıyan Antik Otel'in plajı...

Plajdı, müzeydi, yemekti derken Antik Otel'de zaman su gibi akıp geçiyor. Şehir içinde şehir dışının konforunu yaşıyorum. Güneş batarken kalenin önündeki gezi teknelerinden Sinop'u denizden gözetlemek üzere maviliklere teslim oluyorum...
Ertesi gün uçaktan Sinop'u seyrederken bu güzel şehre yeniden gelmek istediğime kesinlikle eminim...

Sinop'un yazıya ve fotoğrafa yansımış halinden bir bölüm:)
Borajet Magazine/ Eylül 


Veda Busesi:)

Aydınlık, ışıl ışıl bir şehir Sinop. Nazik ve alçak gönüllü insanların yaşadığı gösterişsiz ama harika bir dünya. Buradan ayrılırken valizim tatlı anılarla dolu. İstanbul'uma yaklaşırken bu "mutluluk kenti" uzakta kalamıyor. Mutluluk vadeden her şey gibi Sinop'u da içimde saklıyorum:)