26 Nisan 2016 Salı

30. yılında Çernobil'i hatırlamak ve unutmamak...

26 Nisan 1986, günlerden tatlı cumartesi, upuzun kışlarıyla ünlü Ukrayna'ya yaz erken gelmiş herkes sokaklarda. Orak çekiçli Sovyet bayrakları her yeri süslüyor. 1 Mayıs hazırlıkları son sürat devam ediyor. Kiev'e iki saatlik mesafedeki Pripyat'ta herkesin keyfi yerinde. Bayrama hazırlanan bu kendi halindeki şehrin meydanına kocaman bir dönme dolap kuruluyor, Sovyetlerle özdeşleşmiş, efsane marş Polyuşko Polye bu sakin atmosfere heyecan katmak istercesine kulakları dolduruyor. Bu sahneyi bozan tek şey ileride bütün heybetiyle yükselen Çernobil'den gece boyu yükselen duman...


 Pripyat düzenli ve modern bir şehir. Çevresinde gelişen köylerde herkesin işi gücü var. Çünkü bu bölgede 1970 yılında faaliyete geçen bir nükleer santral bulunuyor: Çernobil. Pripyat'ın her köşesi Çernobil'de çalışan yurttaşlar ve aileleriyle dolu. Ve Sovyetler Birliği, diğer nükleer santrallerde olduğu gibi burada da bir takım deneyler yapıyor. Amaç dışarıdan gelecek saldırılara karşı alınabilecek önlemleri düzenlemek. Aynı reaktörde birkaç kez denenip başarılı olamamış bir deneyden söz ediyoruz. 25 Nisan gecesi üç tane mühendis bahsi geçen testi yeniden uygulamak için 4. reaktörün üzerinde çalışmaya başlıyor. Ekibin başında Sovyetler'in yetiştirdiği en iyi nükleer mühendislerden Anatoly Dyatlov bulunuyor. Hırslı ve daha önce birçok projede yer almış bir adam. Dyatlov'un diretmesiyle testin başarılı sonuç vermesi için soğutma sistemini ve olası bir güç kaybında devreye girecek emniyet sistemini devre dışı bırakılıyor. 4. reaktörün baş kontrol mühendisi Leonid Toptunov ve vardiya ustabaşısı Alexander Akimov, Dyatlov'a karşı çıkıyor. Dyatlov, ulusal nükleer yönergelere ve karşısındaki iki uzmanın direnişine rağmen riskin çok az olduğu fikrini savunuyor. Açıkçası Dyatlov diğer iki mühendisi hiç umursamıyor. Onlar da fazla üsteleyemiyor zaten; zira işin ucunda görevden alınıp Sibirya'nın ücralarında sürünmek var. Neticede güç ünitesi yavaşladıkça ısı giderek yükseliyor. Isıdaki anormal artışı fark etmelerine rağmen Dyatlov'un ısrarıyla çalışmaya devam ediliyor. Çok kısa bir zaman aralığında ısınmanın kontrolden tamamen çıkmasıyla deneyi sonlandırmaya nihayet karar veriliyor. Reaktörün güvenlik sistemi yeniden aktif ediliyor. Soğutucu suyun bir an önce ısınan reaktörü soğutması için uğraşılıyor.  Acil durumda yapılması gerekenler yapılsa da aşırı ısı nedeniyle reaktörün verdiği tepkiler ölümcül oluyor. Aşırı buhar basıncıyla reaktörün binlerce tonluk kapağı kağıt gibi havalanıyor. Çernobil'in 4 numaralı reaktörü saat 1:23'te patlıyor...Reaktör 50 ton nükleer yakıtı saniyeler içinde gökyüzüne ulaştırıyor. Tahminlere göre bu Hiroşima'nın yarattığı etkinin on katından bile fazla.
Patlamalar sırasında ilk anda reaktör çekirdeğine yakın durumda olan teknisyen ve işçiler yaşamını yitiriyor. Dyatlov ve grubunun bulunduğu kontrol odası çekirdekten uzak fakat bu reaktör çekirdeğinden açığa çıkan radyasyonun onları öldürmeyeceği anlamına gelmiyor. Biraz zaman gerekiyor o kadar...
Çıkan yangını söndürmek için hemen nöbetçi itfaiyeciler göreve çağrıldı. Bu itfaiyecilerin hiçbiri bir daha evlerine dönemedi...Yine de hükumet olanı biteni herkesten saklıyordu. Sadece üst düzey Sovyet yetkilileri ve reaktörün sorumlu personeli dışında kimseye bir şey anlatılmıyordu. 26 Nisan sabahı durumun vahametinin farkında olan bazı Çernobil mühendisleri ailelerine ve çevrelerindeki insanlara Pripyat'tan ayrılmaları gerektiğini haber verdi. Ama geri kalanı gündelik rutin içinde koşturmacaya devam ediyordu. 27 Nisan saat 14:00'te Pripyatlılar'a nükleer tehlike anonsu yapıldı ve "geçici" tahliye başladı. Kimsenin eşyalarını almasına müsaade edilmiyordu. Herkese yeniden Pripyat'a dönecekleri söylenmişti. Oysa Pripyat'taki her eşya ve her insan radyoaktifti, bir daha geri dönüş düşünülemezdi...30 kilometrelik bir alan bir haftada boşaltıldı. Bu süre boyunca yüz binlerce gönüllü Sovyet vatandaşı, nükleer atıkların temizlenmesi için çalıştı. Birçoğunun koruyucu giysisi yoktu ve hepsi radyoaktif hale geldi. Dünyanın geri kalanının bu insanlardan haberi bile olmadı...
Birkaç gün içinde Kuzey Yarım Küre'nin neredeyse tamamı radyasyon yüklü havayı solumaya başlamıştı. Yağan yağmurlarda ıslanan her şey radyoaktif hale geldi. Ekili alanlar, toprak, ağaçlar, su kaynakları, insanlar... 
Sovyet Sosyalist Cumhuriyetler Birliği henüz Soğuk Savaş tehdidi altında olduğunu düşünerek faciayı bütün dünyadan saklamaya çalışıyordu. Fakat Norveç ve Hollanda gibi ülkelerde ortaya çıkan ölçümlerde bir tuhaflık olduğu fark edildi. Bir yerlerde nükleer bir kaza olduğunu anlamak için radyasyon seviyesine bakmak yeterliydi. 30 Nisan 1986 günü Sovyetler açıklama yapıp, kazayı bütün dünyaya duyurmak zorunda kaldı. 


4. Reaktörün kontrol odası. /2011 *
Bugün nükleer severlerin Çernobil'i insan hatası olarak gördüğü bir gerçek ve temelde öyle. Ancak gözden kaçırılmaması gereken şeyler de yok değil. Sırf insan hatası gibi görünse de Çernobil'de hasır altı edilen ve Dyatlov'un bile aklına gelmeyen bir ihmaller zinciri vardı. Bir kere 4 numaralı reaktör yetkililerin ve partinin gözüne girmek için tasarım hatalarına rağmen alelacele tamamlanmıştı. Üstelik 70'lerin sonundan bahsi geçen güne kadar Çernobil hep sorunlu bir santral olarak raporlanmıştı. 


Çernobil'in kahraman itfaiyecilerinin anısına yapılan anıt.

Pripyat'ta yaşam durdu. Geçen bunca zaman boyunca şehir yaşanabilecek radyasyon sınırına asla ulaşamadı. Bitkiler ve hayvanlarda genetik bozukluklar ortaya çıktı. Radyasyondan etkilenen çocuklarda özellikle troid kanserinde artış görüldü.
Çernobil'de geçen 30 yılda doğa radyasyona karşı direniyor. Radyoaktif bir vahşi yaşam bütün Pripyat'ı ele geçirmiş durumda. Pripyat'tan ayrılmakta direnen az sayıdaki köylüler dışında terk edilen evler artık hayvanlar tarafından işgal edilmiş bulunuyor. Yaşam radyasyona baş kaldırsa da burada radyoaktif olmayan hiçbir şey yok. Bir örümcek ağının radyoaktif olduğunu düşünebilir misiniz? İşte Pripyat'ta bunu unutmamanız gerekiyor. 


Terk edilmiş Pripyat...


Pripyat'tan bir okul. Fotoğraf 2005 yılından... *

 Adı Ukrayna dilinde "pelin otu" anlamına gelen Çernobil ve çevresi onlarca korku filmine konu oldu. Çift başlı bebekler, parmakları birbirine yapışmış kadınlar,  ucubeye dönmüş adamlar görmek için insanlar sinemalara akın ettiler. Belki de bu sebepten artık buraya turistik geziler bile yapılmaya başlandı. Koruyucu giysilerle, küçük gruplar halinde Pripyat'ı gezmek artık mümkün. Ayrıca daha önceleri kaçak geziler yapıldığı da oluyordu. İnsanoğlunu anlamak zor gerçekten...


*
30 yıl önce bugün dünya tarihinin en büyük nükleer faciası yaşandı. Çernobil'in etkileri daha yüzyıllarca sürecek. Pripyat 1986'dan bu yana dikenli tellerle çevrili, yasak bölge. Fakat dikenli teller radyasyonun çıkmasına engel değil. Ukrayna'da ve Beyaz Rusya'da yüz binlerce insan nükleer atıklarla kirlenmiş topraklarda yaşamaya çalışıyor. Yapılan araştırmalarda Çernobil'in yarattığı nükleer kirliliğin Japonya'ya ve Kanada'ya kadar ulaştığı kesinleşti. Buna rağmen hala Türkiye'nin etkilenmemiş olduğunu savunanlar olması da ülkemiz açısından bir trajedidir. 
Nükleersiz bir yaşam mümkün hala vakit varken ve dünya hala yeterince nükleer atıkla kirlenmemişken...Çernobil'in üstünden 30 yıl geçti, 30 yıl sonra hala etkileri devam edecek. 
Nükleere hayır!


(*) işaretli fotoğraflariçin kaynak:  proof.nationalgeographic.com/2014/03/26/qa-gerd-ludwigs-long-look-at-the-chernobyl-disaster/  






9 yorum:

  1. Harika bir yazı kaleme almışsınız. Gerçekten çok önemli, görmezden gelinmemesi gereken bir ders niteliğinde Çernobil olayı. Ancak ne yazık ki tarihten gerekli dersleri çıkaramıyoruz. Kaleminize ve emeğinize sağlık. :)

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Teşekkür ederim. Katılıyorum size, görmezden gelmek en ciddi hastalığımız maalesef.

      Sil
  2. Güzel yazı olmuş. Umarım gözü kara bir şekilde nükleer santraller kurmaya çalışanlar da okurlar bu yazıyı ve fikirlerinden vazgeçerler.

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Çok teşekkür ederim. Keşke bilimsel veriler ciddiye alınsa ama...

      Sil
  3. Çocuklugumuzda tanik oldugumuz ve yeterince anlayamadigimiz bu faciayi son zamanlarda izledigim belgesellerden idrak edip insanoglunun yarattigi bir felakette daha dehsete düsüyorum.

    YanıtlaSil
  4. Nükleer santral varsa tehlike var demektir.
    Olay gerçekleştiğinde çocuktum, çocuk aklımla nasıl korktuğumu hala hatırlarım. Yazık!

    YanıtlaSil
  5. Yazınız durumu gerçekten çok iyi betimlemiş. İnsanoğlu artık temiz enerji üretmeye odaklanmalı.

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Teşekkür ederim. Doğru bir tane, haklısınız.

      Sil
  6. Deneye yanıla yaptığımız her hata daha büyük bir karmaşa yumağı şeklinde karşımıza bin beteriyle çıkıyor. Aslolan insanlık ama insanlık ölüyor.

    YanıtlaSil