7 Mayıs 2016 Cumartesi

Hatay Arkeoloji Müzesi'nde Bir Gün

Tarihin ta kendisi bir şehir...Coğrafyanın, kültürün ve lezzetin eşsiz buluşması: Hatay...Ve bu şehirde dünyanın en büyük ikinci mozaik koleksiyonu: Hatay Arkeoloji Müzesi...
Şehirlerin Kraliçesi'ni anlatmaya üçüncü yazıyla devam ediyorumDaha önce söz ettiğim gibi Hatay'a ikinci gidişim. İlk gidişimde de Asi kıyısındaki müzeyi görmüşlüğüm var. Çok bir şey beklemeden kapısından girdiğim, binanın yetersizliğine rağmen girdikten sonra çıkmak istemediğim bir müze olarak aklımın bir köşesinde kalan bir yer olmuştu. İşte bu sebepten yeni müzenin yoluna düşerken heyecan dorukta. 



Geç Hitit Patina/ Unka Kralı Suppilulima
Muhtemelen bu ölçülerde bir heykel, şehrin iç kale kapısı için yapılmıştı.
Küçük Asya'da ve Suriye'deki Geç Hitit devletlerinde kale girişlerine hükümdar heykeli dikmek bir gelenek. Kralın tanrı tarafından şehri korumak, şehirlerin kapısını muhafaza etmek için gönderildiğinin bir göstergesi.



Bu düşüncelerle müzenin kapısına geliyorum. Eski müzenin mütevazı görüntüsüyle alakası olmayan Anadolu'da gördüğüm en gösterişli müze girişlerinden birinden geçiyorum. Öncelikle gözüme bir tarih çizelgesi ilişiyor. Şehrin tarihi, dünya tarihiyle birlikte anlatılmış. Biraz ilerleyince çeşitli canlandırmalarla verilen bilgilerin desteklendiğini görüyorsunuz. Ben bu dakikalarda müzeyi metrekare bazında hafızama kaydetmeye başlıyorum. Uzun fotoğraf molaları veriyorum. Ve bir anda karşıma o çıkıyor. Varlığını biliyorum, bulunduğunda yaşanılan heyecanı an be an takip ettim falan ama karşımda onu öylece görünce nutkum tutuluyor. Üç bin yaşında, adı Suppiluliuma, bir buçuk metre boyu, bir buçuk ton ağırlığı var. Yarattığı etki tek kelimeyle muhteşem. Gözleri ayrı bir taştan oyulup sonradan yerleştirilmiş, arka cephesinde Luvice hiyeroglif bir yazıta yer verilmiş. Etrafında dönüyorum, yüzümde dünyanın en saçma gülümsemesiyle birkaç cümle sarf ediyorum. Suppiluliuma'nın yörüngesinden çıkmak istemiyorum. Sonuçta diğer ziyaretçilere mani olmamak için üzülerek yanından ayrılmak zorunda kalıyorum. 




 

Mukiş Kralı II. Yarim Lim 


Tuthaliya Steli




Aklım Suppiluliuma'da kalmış olarak müzeyi seyre devam ediyorum. Karşıma krallar, mühürler,sikkeler, imparatorlar, tanrılar, tanrıçalar, binlerce yıl önce tılsımına ve gücüne inanılan heykeller çıkıyor. Tarih derslerinde hep havada kalan bilgiler vardır ya, burada tarihin içinden çıkıp gelen eserlerle birlikte yaratılan kurgusal ortam tam o bilgileri yerli yerine oturtmak için yapılmış gibi. Eserler kronolojik olarak salonlara ayrılmış ve her çağın ruhuna uygun bir sahneleme yapılmış. Neolitik Çağ'dan başlıyorsunuz hayata, Orta Çağ'a kadar yaşıyorsunuz! Zamanı yakalamanın keyfine rastlıyorum gezgin ve heyacanlı bakışlarda.
Her yaştan bir sürü meraklı göz hem eserleri inceliyor, hem de satır satır açıklamaları okuyor. Hatta benim serseri mayın gibi oradan oraya koşturmamı biraz garipsediklerini hissediyorum. Hoşuma gidiyor böylesi müze ziyaretçileriyle karşılaşmak...







 Krallar, kraliçeler geçiyorum. Hepsi birbirinden mağrur, hepsi kendi zamanından benim zamanıma hafif bir küçümsemeyle bakıyor. Taşa hapsolmuş ruhlar ormanından tanrılar katına yükseliyorum. Okeanos kızlarından Tykhe, çağlar öncesinin Antakya'sından fırlamış ve salonun baş köşesine konmuş. Beklenmedik başarı, kader ve şans tanrıçası olarak elindeki buğday başağıyla son derece zarif biçimde müze ziyaretçilerini süzmekte. Ünlü Olymposlular çevremi kuşatmış durumda. Savaş tanrısı Ares ve büyük aşkı Aphrodite'in önünden geçerken gözlerim Aphrodite'in bahtsız kocası Hephaistos'u arıyor. Bu sırada zeka tanrıçası Athena dikkatimi dağıttığından kendimi Roma döneminde dikilmiş mil taşlarını incelerken buluyorum.   


Antakya Tykhe'si

Ve sonunda kaçınılmaz olarak dünya çapında şöhretli mozaiklerle baş başa kalıyorum. Bin yıllar önce Antakya evlerinin zeminlerini süsleyen bu mozaiklerde bir devrin bütün izlerine rastlamak mümkün. Tanrılar, tanrıçalar,günlük hayatın içinden sahneler hepsi bu mozaiklerde saklı. M.Ö. 2. yüzyılla M.S.6. yüzyıl arasında yapılan bu mozaiklerin süslediği evler, avlular, gözümde canlanıyor. Mozaikleri adımlayan güzel Antakyalı kadınları, ayağı takılıp düşen küçük çocukları düşünüyorum. Bir çağı yansıtan sihirli aynalar arasında yolumu kaybetmiş gibiyim... 




Tam ortada yer alan panoda Narkisos ve Ekho betimlenmiş. 
Efsaneler diyarının imkansız aşıkları hikayelerini anlatan büyük ozan Ovidius'un sözünü ettiği ıssız kırda gösterilmiş.  


Andromeda-Perseus ve dansçılar mozaiği.
Andromeda ve Perseus'un hikayesi bin bir entrikayla başlar ama sonunda çok mutlu biter. Sanıyorum dansçıların bu mozaiğe eklenmesi efsanenin keyifli sonuna gönderme yapmasından dolayıdır. 

Üstte dikdörtgen panoda Talassa Deniz Mozaiği görülüyor. 
Merkezdeki figür Thetis, elinde ve çevresinde çeşitli deniz canlıları yer alıyor. Thetis, ünlü kahraman Akhilleus'un annesidir. Mozaik ciddi bir onarımdan geçmiş,hatta biraz fazla restore edilmiş...
Büyük panoda Yakto Mozaiği yer alıyor. Burada sahneleme üç aşamada gerçekleşiyor. Mozaik merkezde madalyon içinde  yer alan Megalopsykhia yani Büyük Ruh etrafında biçimleniyor. Madalyonun dışında kalan bölümde av sahneleri betimlenmiş. En dış bordür en ilgi çekici olan bölüm. Burada dönemin Antakya'sı görsel hale getirilmiş. Çarşıdaki dükkanlar ve yaşamın içinden sahneler, binlerce yıl öncesinin Antakya'sına yolculuk...



Okeanos Mozaiği
Okeanos Gaia'nın yani Toprak Ana'nın
çocuklarından biri. O meşhur savaşlara katılmayan bir Titan. İlk zamanlar dünya üzerindeki bütün nehirleri, ırmakları temsil ederken, sonraları bütün denizleri temsil eden bir konuma yükseliyor. Günümüzde büyük denizlere okyanus denmesinin yegane sebebidir kendileri. 

Daha önceki gelişimde sıkış sıkış müzede gördüğüm mozaikler şimdi atlas yorgan gibi önüme serilmiş durumda. Gerçi ben eski müzedeki kaotik sergilemeyi de kendi içinde seviyordum. Renklerin, desenlerin, başka bir dünyaya ait biçimlerin içinde yol almak öyle veya böyle heyecan verici bir şey...Tanrılar, tanrıçalar, fani Antakyalılar bir sinema perdesindeymiş gibi akıp gidiyorlar önümde. Zaman etrafımdaki rengarenk taşlarda  durgun bir su gibi uzansa da kolumdaki kadranda saatler hızla akıp gidiyor. İster istemez müzeye, tanrıçalara, krallara, Olympos soylulara veda etmek zorunda kalıyorum. Zorunlu vedaları hiç sevmediğimden İstanbul'a gitmeden bir defa daha müzeye uğramayı da ihmal etmiyorum...


Ananeosis
Ananeosis "Yeniden Doğuş"u simgeliyor. Burada Ananeosis değerli mücevherler takmış bir kadın olarak gösterilmiş. Alegorik bir mozaik. M.S. 5. yüzyılda yapılan mozaik 2005 yılında Harbiye bölgesinde bulunmuştur.

Veda Busesi

Sayfa sayfa fotoğraf, sayfa sayfa efsaneyle doldurmak istemediğim bir yazı oldu bu. Çünkü fotoğraflar ve sözler kifayetsiz kalabiliyor bazı durumlarda...
Kimi şehirlerde gezginler müzeleri başka sefere bırakır ya, işte sakın Antakya'da bunu yapmayın. Bir takım eserler restorasyon mağduru olsa da Antakya'nın binlerce yıllık şarkısı bu müzede çalıyor. Şehrin ritmine ayak uydurmak, müziğin bir parçası olmak için Hatay Arkeoloji Müzesi doğru adres!
Son olarak faydalı bir bilgi ;yeni müze şehir merkezine yakın ama tam merkezde değil. Eğer aracınız yoksa hemen  önünden geçen minibüslerle şehir merkezinden kolaylıkla ulaşabilirsiniz.