17 Haziran 2016 Cuma

Çırağan Sarayı'nda Bir Gün

Güneş içimize damlamaya başladı, yaz bizi iyiden iyiye kucakladı. Ben yine İstanbul'da Osmanlı İmparatorluğu'nun görkemli saraylarını gezmeye devam ediyorum. İşte şimdi Boğaziçi'ndeyim, iki kıtayı birleştiren köprü görüş açımda...Aklımda önceki ziyaretlerimde kaldığı gibi, zamana meydan okuyan, çarpıcı bir güzellikle karşı karşıyayım... 




Film gibi bir geçmişe sahip Çırağan Sarayı. Düşünün bir kere bütün hikayenin başlangıcı aşkın, müziğin, debdebenin hüküm sürdüğü Lale Devri'ne kadar uzanıyor. Devir işte o devir, Boğaziçi'nin bu güzelim kıyısı zarif köşklerle süslü. Hanedana ait bu canım köşklerde dillere destan gece eğlenceleri tertip ediliyor. Hele yaz geceleri yıldızlar mücevher gibi gök yüzünde parlarken düzenlenen meşale şenlikleriyle cümle alemin gözü bu köşklere kitleniyor. Bu ışıltılı geceler halkın o kadar ilgisini çekiyor ki Boğaz'ın bu köşesi Frasça "ışık kaynağı" anlamına gelen "çırağan" tabiriyle anılmaya başlıyor. Gel zaman git zaman imparatorluk payitahtın bu kıyıcığına da bir saray yaptırmaya karar veriyor. Takvimler 1871'i gösterirken sarayın inşaatı tamamlanıyor. Tahtta Sultan Abdülaziz oturmakta, bu arada sarayın inşaası için 2,5 milyon altın sikke harcanıyor. Yapının tasarımı Balyan ailesi* üyelerine emanet ediliyor. Abdülaziz'in Avrupa'yla temaslarının zirvede olduğu çağdayız, kendisi Avrupa'ya seyahat eden ilk imparator. Dolayısıyla devletin her kademesinde bir yenileşme hareketi belirgin. Hükümdar bu yepyeni sarayın da Batı kaynaklı bir ekolü yansıtmasını istiyor. Lakin Abdülaziz'in Avrupası'nda moda olan daha çok Kuzey Afrika ve Uzak Doğu unsurları içeren Oryantalist mimari olunca uygulamada şaşırtıcı bir sonuca ulaşılıyor. Yapının iç mekanı çağın ruhuna uygun biçimde Oryantalist eğilimlerle biçimlendiriliyor. Dış cephede de Oryantalist yaklaşım hissediliyor ama klasik-Gotik tasarıma da vurgu yapılıyor. Kısaca Batılı olması beklenen yeni saray ister istemez yine Doğulu oluyor. 





 Yeni saray kısa sürede hanedanın sevdiği bir mekan haline geliyor. Devlet erkanı ciddi resmi toplantılar için hep burayı tercih ediyor. 14 Kasım 1909'da saray meclisin toplantı yapacağı yer olarak düzenleniyor. Bu yeni dekorasyonda Sultan II. Abdülhamid'in sanat koleksiyonundan seçkin parçalara da yer veriliyor. Rembrandt, Ayvazovski gibi ustalar bu koleksiyonun en tanınmış isimlerini oluşturuyor. Fakat birkaç ay sonra tarihte sırrı pek çözülemeyen olaylardan biri gerçekleşiyor. 20 Ocak 1910 tarihinde nedeni hala kesin biçimde aydınlanmamış bir yangın çıkıyor. Birkaç saat içinde II. Abdülhamid'in özel koleksiyonu, V. Murad'ın içinde nadide kitaplar olan kütüphanesi, hanedanın asırlardır sakladığı çeşitli antikalar alevlere yenik düşüyor.    




Büyük yangınla yapı tabiri caizse kaderine terk ediliyor. İstanbul'un işgali sırasında Fransızlar metruk sarayı kullanıyor. 1930'larda Beşiktaş (BJK) sarayın bahçesine müdahale ederek bu alanı Şeref Stadı olarak kullanmaya başlıyor.  Aziz Nesin'in enfes kitabı Gol Kralı'nın sinemaya uyarlanmış hali olan 1980 yapımı Kemal Sunal filminde Çırağan Sarayı'nın futbolla olan ilişkisi beyaz perdeye yansımaktadır. Ayrıca Yeşilçam'ın ve Kemal Sunal'ın başka filmlerinde de Çırağan Sarayı'nın metruk haline rastlamak olasıdır. 

Büyük yangından iç mekanda sağ çıkan  tek alan  hamam bölümü. Haman küçük bir mücevher kutusunun içine girmişsiniz gibi bir etki bırakıyor. Sanki etrafınızdaki her şey sizi başka bir kainata sürüklemek için yapılmış gibi. 
        1985 yılına gelindiğindeyse saray kelimenin tam manasıyla küllerinden doğar. Bir grup girişimci sarayı yeniden İstanbul panaromasına eklemek için bakanlıkla temasa geçer. Çırağan Sarayı bir müze olamasa da İstanbul'un en güzel konaklama mekanı olarak hizmet vermeye başlar.

                                                     Saray ve Boğaz'ın ilham verici birlikteliği...
                                        



İşte sarayın dillere destan Sultan Suit'inden bir kare.
Bu yatak gerçek krallara, kraliçeleri ağırlamış bir yatak.
Enrico Iglesias, Madonna gibi ikonlar bu yatağın ünlü misafirlerinden sadece ikisi.


Sultan Suit Avrupa'nın en büyük suitlerinden birinin olmanın yanında en pahalı süitlerinden biri.
Dekorasyon ihtişamlı, manzara kelimelerle tarifsiz...

                                                 Sultan Suit'in diğer yatak odası...


1990 yılında Çırağan Sarayı ek binalarıyla birlikte Çırağan Palace Kempinski adıyla açılır. Yapının günümüzde orijinal haline göre ciddi kayıpları vardır. Fakat özellikle dış cephe aslına uygun restore edilmeye çalışılmıştır. Çırağan Sarayı bugün hala Osmanlı İmparatorluğu'nun izlerini geleceğe taşıyan bir abide olarak varlığını sürdürmekte. Gerçek bir sarayda olmanın verdiği haz, hele böyle muhteşem bir manzaraya açılıyorsa gerçekten tarifsiz. Onca badireyi atlatmış, imparatorlar görmüş bir sarayın zarafetine kapılmamak imkansız. Bugün belki Çırağan Sarayı bir müze değil ama bu Çırağan Sarayı'na gitmemek için bir sebep de değil. Boğaziçi'nden bir gün çalmak, zamanda yolculuk yapmak için Çırağan Sarayı'na bir kahveye ya da bir yemeğe uğrayabilirsiniz. Boğaz'ı mesken tutan martılar eşliğinde, bir devrin hikayesini yeniden yaşamak için aslında 2016 harika bir zaman. Çırağan Palace Kempinski bu yıl 25. yaşını kutluyor. Yıl boyunca yolu Çırağan Sarayı'na düşenler bu kutlamaların küçük sürprizleriyle karşılaşabilir. 

                                 Çırağan Palace Kempinski'nin 25. yıl özel pastası. 
             İlhamını Tülin Şahin'den alan pasta hediye paketi formunda tasarlanmış ve tadı                                                         müthiş, kalorisi minimumda. 


                                             25. yıl sürprizlerinden biri daha...
Bahar çiçeklerinin beyaz çikolata ve limonla buluşması...Yine Tülin Şahin'in esin kaynağı olduğu ve adını verdiği rengarenk bir pasta...Çırağan Sarayı'nın keyifli restoranı Gazebo'da tadabileceğiniz bu güzellik glutensiz ve sadece 140 kalori...


                             Borajet Magazine'in için İstanbul'un saraylarını yazdım. 
                           Bu da yazının son fotoğrafı olsun; Çırağan Sarayı sayfası!


Veda Busesi

Çırağan Sarayı, İstanbul'un günlük telaşımız içinde görmezden geldiğimiz güzelliğine odaklanmamızı sağlayan bir kamera gibi. Çocukluğumda çeşitli sebeplerle içine girmişliğim olsa da bendeki asıl vurucu etki yüksek lisans yaptığım sırada Çırağan'ı da içeren bir proje hazırlamak zorunda olmamla gerçekleşti galiba. Elimde dijital kamerayla uygun ışık ve açı kollarken sarayın rıhtımının soluğumu kestiği o an, Çırağan Sarayı deyince hep aklıma gelir. Bunu takip eden dönemde çeşitli etkinlikler için Çırağan Sarayı beni çağırdı elbette ama Borajet Magazine için gidince daha detaylı inceleme fırsatı buldum. Bu doğrultuda bütçeniz uygunsa ve İstanbul'a seyahat etmeyi planlıyorsanız kesinlikle konaklama için de Çırağan Sarayı'ndan daha mutlu olabileceğiniz bir adres olamaz diye düşünüyorum. İstanbul'da yaşadığımızı fark etmek için arada böyle güzel yerlerde soluklanmak lazım...Şehrin hafızasına inmek lazım...



Not: *Balyan ailesinin yaptığı düşünülen birçok yapının mimarı hakkında bugün farklı tezler mevcuttur. En geçerli tez Balyan ailesinin müteahhit olarak çalıştığı ve dönemin Mimarbaşısının tasarımı üstlendiği yönündedir. Halen tartışma konusu olduğu ve genel kabul gören bilgi olduğu için bu şekilde ifade etmeyi uygun buldum.






5 yorum:

  1. Hiç gitmedim ama bu yazıyla görmüş kadar oldum. Sıkılmadan okudum, bundan sonra daha dikkatli film izleyeceğim:DD

    YanıtlaSil
  2. Merhaba. Blogunuzu takibe aldım. Bana da beklerim.

    www.nilgunozenaydin.com

    YanıtlaSil
  3. Yine nefis bir yazı, yazmadıysanız beylerbeyini sarayı'nıda öneririm. Gerçekten çok güzel:)) Sevgiler

    YanıtlaSil
  4. Bende gezmiştim gerçekten içini çok sevdim, eski antika eşyalar, sanat değeri yüksek objeler çok hoşuma gitmişti. Sevgiler.

    YanıtlaSil