13 Şubat 2017 Pazartesi

Bir derin tutku: Beyoğlu

İstanbul, dikkatle dinleyen kulaklara esrarengiz masallar anlatan, kıtaları ve kültürleri kusursuz biçimde buluşturan eşsiz bir şehir. İstanbul’un en gözde anlatıcısı hiç şüphesiz Beyoğlu. Binlerce yıllık bir serüvenin en sevilen başrol oyuncusu. Zamanın yenilmezliğinde sürekli dönüşse de tılsımı geçmişinden yadigar bir vaha. Farklı sesleri aynı notada birleştiren usta bir müzisyen.  İşte bu sebeplerden herkesin gönlünden bir parça bulduğu, tarihten sıyrılması imkansız olsa  da yeni duygulara yelken açmaya hep hazır bambaşka bir dünya. 




Haliç’in ve o canım Boğaz’ın kavuştuğu noktada başlar bu semtin kadim hikayesi. Çağlar öncesinin ünlü limanı Galata ve çevresinde şekillenir yaşam. Bizans’la başlayan yerleşime Cenevizler ortak olur uzun yıllar. Türkler şehrin çehresine katılınca da Türk, Yunan, Ermeni, Yahudiler ve Levanten Avrupalılar da eklenir yavaş yavaş. Pera’ya doğru çıkıldıkça İtalyan, Fransız ve Maltalılar bölgenin yerel halkı olarak Beyoğlu sakinleri arasındaki yerlerini alırlar. Ve böylece bir zamanların Grand Rue de Pera’sı ya da bizim andığımız adıyla İstiklal Caddesi bu ortamda dirilmeye başlar. Gösterişli sefirlik binaları, Batı’ya öykünen tiyatrolar, kiliseler, apartmanlar, sinagoglar sarar Galata ve Pera’yı. Tanzimat Fermanı’nın ilanıyla bölge adeta küçük bir Avrupa modeli haline gelir. 



Arap Camii
Bölgenin hafızasına inmek için de en doğru yer yine Galata olacaktır. Günümüzde Karaköy sınırları içinde kalan Arap Camii bölgenin en eski tarihi eserlerinden biridir. Kırmızı tuğlalarla örülmüş kare biçimli kulesiyle etrafındaki yapılardan sıyrılan Arap Camisi, kendi mitolojisini yaratmış Beyoğlu’nun gizemli yapılarından biridir. İlk yapıldığı zaman cami olduğu rivayet edilse de bir dönem Aziz Pavlus’a adanmış bir kiliseyken, Latin işgali sırasında Dominiken rahiplere ev sahipliği yapar. İstanbul’un fethiyle birlikte camiye dönüştürülen yapı Gotik kulesi ve ahşap karkaslı iç mekanıyla ziyaretçilerine mimari bir ziyafet sunar.
Karaköy-Galata güzergahında 19. yüzyılın sonunda çoğunlukla azınlıklara mensup ya da yurt dışından gelen mimarlar tarafından inşa edilmiş birçok yapıya rastlamak olasıdır. Yaygın olarak Bankalar Caddesi adıyla anılan Voyvoda Caddesi’ndeki binalar bahsi geçen dönemin bütün mimari özelliklerini taşır. Cadde üzerinde Fransız kökenli Levanten mimar Alexandre Vallaury’nin imzasını taşıyan eski Osmanlı Bankası binası, ki bugün Salt Galata adıyla görkemli bir kültür sanat kompleksi olan yapı gerçekten görülmeye değerdir. Salt Galata’nın tam karşısında, Bankalar Caddesi’yle Banker Sokağı’nı birbirine bağlayan, kıvrım kıvrım bir merdiven sizi karşılar. 1850’lili yıllarda devrinin ünlü banker ailesi Kamondolar tarafından, Art Nouveau stilinde yaptırılmış merdivenler ailenin ismini taşır. Sadece Beyoğlu’nun değil İstanbul’un da en güzel merdivenleri olan Kamondo Merdivenleri günün her saati fotoğraf tutkunlarının uğrak yeridir.  


Salt Galata

Kamando Merdivenleri
Galata’da zamana kapılırsınız. Galata surlarının çevrelediği Ceneviz mahallesi sanki bin yıllardır yerinde duruyor gibidir. Hele taş duvarların, üzerinde haçlar yükselen kiliselerin arasında gök kubbeye değiyormuş gibi görünen Galata Kulesi karşınıza dikilince, bu takvim dışı atmosfere inanmak kaçınılmazdır. Çağlar boyu kah yıldızlar gözlenmiş bu kuleden kah yangınlar, şimdilerde İstanbul gözleniyor sivri külahının altından. Geçmişi 6. Yüzyıla kadar uzanan kuleye tırmanmayı göze almak yeterli Haliç ve İstanbul Boğazı’nı olanca güzelliğiyle önünüze sermek için. Yapıldığı dönemden günümüze kadar semtin simgesi olan kule, dünyanın dört bir tarafından gelen turistler için de İstanbul deyince ilk akla gelenlerden.


Tomtom Tasarım Günleri'nden...
Tophane Çeşmesi

Kılıç Ali Paşa Camii
Beyoğlu’nun ayrı gezegenleri buluşturan galaksisindeki kendi has yerlerden biri de Tophane. Burada son dönemin popüler lokasyonu Tomtom’a uğrayıp, Boğazkesen Caddesi’nin köşesinde yer alan ve Tophane-i Amire’de güncel sergilere katılabilirsiniz. Fatih Sultan Mehmet tarafından kurulan Tophane-i Amire’nin avlusundan görülen manzarada Tophane Çeşmesi ve Kılıç Ali Paşa Camii’yle göz göze gelinir. İstanbul’un üçüncü büyük çeşmesi olan Tophane Çeşmesi Sultan I. Mahmut tarafından yaptırılmıştır. Yapıldığı dönemin sanatsal beğenilerini yansıtan çeşmenin üzerindeki panolarda gerçekçi bitkisel bezemeler dikkat çeker. İlk yapıldığı zaman rıhtıma yakın biçimde konumlanan Tophane Çeşmesi, zamanla denizin doldurulması nedeniyle içerde kalmıştır. Tophane Meydanı’nında vakur bir tavırla yükselen Kılıç Ali Paşa Camii’yse türbe, medrese ve hamamdan oluşan bir külliyenin görkemli bir bölümüdür. Temelde ciddi farklılıkları olmasına rağmen devasa kubbesi ve uçan payandalarıyla Ayasofya’nın küçük bir modeliymiş gibi bir etki bırakan camii Mimar Sinan’ın eseridir. Külliye inşaatından, açılışına ve asırlar boyu süren zaman yolculuğunda birçok tarihi ana şahitlik etmiş ve hatta kendi efsanelerini yaratmıştır. Ama yapılışındaki en kıymetli ayrıntı, hayatı boyunca yüzü gülmemiş İspanyol yazar Miquel de Cervantes’in burada işçi olarak çalışmış olmasıdır.
İstanbul’un en eski ticaret merkezlerinden olup modern zamanların keyifli ve trend mekanlarını barındıran Karaköy’e yönelmeden önce Tophane’de bulunan Türkiye’nin ilk modern sanat müzesi olan ve farklı sanat dallarından etkinlikleriyle geniş kitleleri kendine çeken İstanbul Modern Sanat Müzesi’ne gitmekte fayda var. Burada müze koleksiyonunu inceleyebilir, yeni sergilere katılabilir, harika filmler izleyebilir, eğitim programlarından faydalanabilir, kütüphanedeki eşsiz eserlere dalabilir, restoranın veya müze mağazasının keyfini çıkarabilirsiniz.




Beyoğlu’ndaysanız adım başı bir çan kulesi, tarihi bir kemer, çeşme, sütun sizi beklenmedik diyarlara sürüklerken duvarlara yapılmış rengarenk grafitilerle de bir tezatlar evreninde olduğunuzu düşünebilirsiniz. Yüzyıllardır Beyoğlu’nu Beyoğlu yapan da bu tezatların tuhaf ama sahici birlikteliği değil midir zaten? Karaköy ve çevresi Beyoğlu’nda adeta grafiti galerisi gibi. Fantastik bir alem metruk binaların, kepenklerin, inşaatların cephelerinden sokağa akıyor neredeyse. Surp Pırgiç Ermeni Katolik Kilisesi’nin yüksek kasnaklı kubbesi bu fantastik dünyanın eski zamanlarına işaret ederken; umulmadık bir anda Karaköy Murat Muhallebicisi’nde Bedri Rahmi Eyüboğlu’nun imzasını taşıyan bir mozaik pano size sürpriz yapabilir.  Beyoğlu’nda sıradan bir günde Tünel’in Karaköy istasyonuna gelmişseniz ve dünyanın en eski ikinci metrosuna bineceksiniz demektir. 90 saniyede Galata’dan Beyoğlu’na çıkıverirsiniz ve bu kelimenin gerçek manasıyla tarihin derinliklerine bir yolculuktur aslında.


Karaköy Murat Muhallebicisi
Bedri Rahmi Eyüboğlu imzalı mozaik pano



Mesnevi / Galata Mevlevihanesi Müzesi
Tünel Meydanı’ndan İstiklal Caddesi’ne bağlanmadan Galata’ya inen Galip Dede Caddesi’ne süzülürseniz sol tarafta zarif cümle kapısıyla Galata Mevlevihanesi Müzesi görüş açınıza girecek. İstanbul’un ilk Mevlevihanesi olan yapı II. Bayezid’in hükümranlığı sırasında kurulmuştur. Beyoğlu’nun kültür dokusunun nadide örneklerinden biri olan Mevlevihane 1975’ten günümüze uzanan süreçte müze olarak konuklarını ağırlamaktadır. Şehrin kültür tarihinin önemli yapı taşlarından olan müze derviş odaları, semahane ve mahfillerden oluşmaktadır. Hem yapının tarihsel geçmişi, hem de Mevleviliğin esasları üzerine şekillenen müzede zaman zaman sema gösterileri de düzenlenmektedir.




Aya Triada Rum Ortodoks Kilisesi
Tramvay seslerinin, insan seline karıştığı, şehrin şah damarı olan büyülü cadde. Adı ister Grand Rue de Pera, ister Cadde Cadde-i Kebir , ister İstiklal olsun kurulduğu günden bu yana popülaritesini bir an bile yitirmemiş eşsiz bir uzam. Aşkın, ihanetin, masumiyetin, göz yaşının, eğlencenin ve bunlardan pek de ayrı düşünülemeyecek bir şey olan sinemanın merkezi. Burada vitrindeki bir pabuca, emektar bir aktöre, bir binadaki kabartmaya, aniden nereden yükseldiği anlaşılamayan bir nağmeye kafayı takabilirsiniz. Ruh haliniz an be an değişir. Dünyada bu kadar hızla duygularınızı değiştirebilecek başka bir yer olma olasılığı çok azdır. İstiklal Caddesi’ni layığıyla köşe bucak gezmek için günler gerekebilir. Ama burada bütün zamanların gürültüsünü duymanın en güzel yolu nostaljik tramvayla caddeyi baştan başa geçmekle olur. Taksim Meydan’ından başlarsınız caddenin kalp atışlarını duymaya. Gümbür gümbür uğuldarken kulaklarınız sol tarafa doğru sapıverirsiniz bir anlığına. Bütün kalabalık ve ses o anda kesilir, zamanıysa Aya Triada Rum Ortodoks Kilisesi’nin çanı yankılanır sokakta. İki tarafındaki çan kulesi ve kocaman kubbesiyle sizi kendine çağırır. Avlusuna girdiğiniz zaman yarattığı uhrevi etkiye şaşarsınız. Asıl ibadet mekanıysa gerek mimarisi, gerek bezemeleriyle enfes bir etki bırakır. İstiklal Caddesi’ne geri döndüğünüzde aynı sonsuz akışa bırakırsınız kendinizi. Cercled’Orient’ın önünden geçersiniz ve ondan gözünüzü alamazsınız mesela. Galatasaray’a kadar inince sinemayla özdeşleşmiş semtin sinema müzesine uğramak kaçınılmaz olur. Yeniçarşı Caddesi’nde Galatasaray Lisesi’nin komşusudur Türvak Sinema Tiyatro Müzesi ve Sanat Kitaplığı. Türkiye’nin ilk ve tek sinema tiyatro olma özelliğini taşıyan Türvak ziyaretçilerine sinemanın ve Yeşilçam’ın sihirli dünyasının kapılarını açıyor.  Yıllarca sinema perdesinden ışıldayan bir dünyanın içinde dolaşma imkanı sunan müze, aynı zamanda sinema, tiyatro ve televizyon tarihini de keyifli biçimde tanımamıza olanak sunuyor.


Avrupa Pasajı
Galatasaray’a gelmişken Meşrutiyet Caddesi’yle Sahne Sokağı’nı yani Balık Pazarı’nı birbirine bağlayan Avrupa Pasajı’na da bir uğramak gerekir. 19. Yüzyılın ikinci yarısında inşa edilen pasajda bugün ağırlıklı olarak hediyelik eşyalar satan dükkanlar yer alıyor. Avrupa Pasajı yapıldığı dönemdeki Batılı çağdaşlarıyla oldukça benzerlik gösterir. Dükkanların üst sırasında kemerler içinde heykeller sıralanır. Pasaj gün ışığının içeri girmesine imkan veren üst örtüsü, heykelleri ve mermer zeminiyle oldukça çarpıcı bir havaya sahiptir.


Mısır Apartmanı
İstanbul’a bir eşi daha olmayan eserler kazandırmış Ermeni kökenli mimar Hovsep Aznavur’un tasarladığı Mısır Apartmanı da İstiklal Caddesi’nin bağrında yer alır. 1905 yılında Abbas Halim Paşa’nın kışlık ikametgah olarak yaptırdığı bina Art Nouveau stilindedir. İstanbul’un ilk betonarme binalarından olan Mısır Apartmanı, tasarımı ve büyüklüğüyle caddenin cezbedici rotalarından biri. Beyoğlu’nun sanatla buluştuğu mekanlardan olan Mısır Apartmanı güncel sanatı takip edebileceğiniz harika galerilere ev sahipliği yapmaktadır.

St. Antuan Kilisesi
Kırmızı tuğlalarıyla İstiklal Caddesi’nde bir kiliseden çok bir masal şatosu intibası uyandıran St.Antuan Kilisesi Beyoğlu’nun olmaza olmazlarından biridir. Levanten mimar Giulio Mongeri tarafından Neogotik akıma uygun biçimde yapılan bazilika Latin haçı formunu yansıtır. Cephesinde yer alan gülbezekleri, sivri kemerli kapı alınlıklarıyla bir anda herkesi mıknatıs gibi çeker. İstiklal Caddesi’ndeki tasasız kaos buraya asla yansımaz. Kilise caddenin canlılığına ortak olsa da vakur tavrını hep muhafaza eder.


Santa Maria Draperis Kilisesi
St. Antuan’ın biraz ilerisinde alt kotta yer almasıyla biraz gözlerden uzak kalan Santa Maria Draperis de Beyoğlu’nun renklerinden biridir. Yalın dış cephesi manevi bir nezaketin göstergesi gibidir. Neoklasik üslubun belirleyiciyle şekillenmiş yapı çoğu zaman gezginlerin gözünden kaçan etkileyici bir mabettir.
Şişhane ve Asmalı Mescit yıllardır Beyoğlu’nun eğlence ve kültür merkezleriyle tanınan bölgeleri. Meşrutiyet Caddesi’nde bulunan Pera Müzesi sanatsal aktivitenin sürekliliğini sağlaması açısından son derece önemli. Pera Müzesi Suna ve İnan Kıraç Vakfı’na ait koleksiyonların yanı sıra ses getiren birçok sergiye de ev sahipliği yapmaktadır. Müze eserleri izleyiciyle buluşturmak dışında sosyal, kültürel ve eğitici birçok aktiviteyle de Beyoğlu’nun hareketli yapısına uyum sağlamayı başarmıştır.


Tarlabaşı
Beyoğlu’nun arka sokakları derdiyle, kederiyle kendiliğinden şöhretlidir. Sıra sıra dizili Rum evleri, kiliseleri, iplere dizili çamaşırları ve biraz da gölgelere teslim olmuşluğuyla Tarlabaşı ayrı bir iklimi yaşar. En afili delikanlıların kahramanı olduğu romanlar, elemi gözlerinde taşıyan hüzünlü kadınları betimleyen filmler, çok eskilerde kalmış bir Rum ezgisi hep buradan esinlemiştir kendini. Talihi pek yaver gitmese de bir dönemin gözde semtlerinden biridir Tarlabaşı. Daracık sokaklarda sıvası dökülse de inceliğinden bir şey kaybetmeyen cumbalı evler bile hala o görkemli günlerin hatırasını canlı tutmak ister gibidir. Tarlabaşı’nın roman tadındaki kaldırımlarından geçerek, Tatlı Badem Sokağı’nın köşesinde şair Adam Mickiewicz’in evine ulaşırsınız. Polonya’nın milli şairi olan Adam Mickiewicz 1855 yılında görünüşte bilimsel bir görev için ülkesi tarafından İstanbul’a gönderilir. Ama gelişinin asıl nedeni Kırım Savaşı’ndan kaynaklanan gizli bir görevdir. Türk dostu olarak tanınan Mickiewicz’in hayatı cephelerde geçmiştir, Osmanlı İmparatorluğu şairi Tarlabaşı’ndaki küçük eve yerleştirir. Fakat 1855 İstanbul’unun derdi Kırım Savaşı kadar büyüktür. Kolera bütün şehri kasıp kavurmaktadır. Mickiewicz’in İstanbul macerası kısa sürer, şair koleraya yakalanır. Son günlerini Tarlabaşı’ndaki evinde sevdiklerine mektuplar yazarak geçirir. Ölümünün ardından evi o kadar çok Polonyalı tarafından ziyaret edilir ki sonunda müzeye çevrilir.  Günümüzde Tarlabaşı’nın gizemli sokaklarından geçmek ve semtin tarihi bir sayfasına yakından bakmak için Mickiewicz’in müze evine uğramak harika bir bahane gibi görünüyor.



Beyoğlu’nda her bölgenin kendine has bir ritmi vardır. Cihangir’e çıktığınızda deniz manzarasıyla bütünleşmiş sokakları, her gün bir yenisi açılan kafeleri, kedileri, galerileri ve sürekli güncellenen butikleriyle bağımsız bir semt gibidir. Çukurcuma antikacıları, mobilyacıları ve sanat atölyeleriyle hep farklı ve ilginçtir. Galatasaray’a doğru yönelirseniz alternatif eğlence mekanları bulabilir ya da Fransız Sokağı’nda soluklanabilirsiniz.


Aynalıkavak Kasrı
Beyoğlu’nda denizin bir ucundan tutabileceğiniz bölgelerden biri de Hasköy’dür. Beyoğlu’nun Haliç’e bakan kıyısında uzanan Hasköy, semtin genel özelliği olarak çok kültürlü bir geçmişten beslenir. Osmanlı İmparatorluğu’nun İstanbul’a armağan ettiği güzelliklerden olan Aynalıkavak Kasrı Hasköy’de yer alır.  Tersane faaliyetlerinin hız kazanmasıyla gündeme gelen bölge özellikle Lale Devri’nde daha fazla önem kazanır. Tersanenin alanını genişletmesiyle koruluğun ve sarayın yapılarının büyük bölümü tersaneye vakfedilir. Sultan III. Selim döneminde de yapı şimdiki halini alır. Haliç’e bakan geniş ve özenli bir bahçe içinde konumlanan Aynalıkavak Kasrı haftanın beş günü ziyaretçilerine keyifli anlar vadeden bir Beyoğlu alternatifi.


Hali hazırda okumakta olduğunuz Beyoğlu yazısı, Borajet yolcuları için yazdığım yazılardan biri. Bütün hayatım Beyoğlu'nda geçtiği ve geçmekte olduğundan yazmaktan en çok keyif aldığım yer oldu...
Hasköy’ün kültür, sanat ve teknolojiyle yoğrulmuş en gözde mekanı Rahmi M. Koç Müzesi.  Teknolojinin ve mühendisliğin geçirdiği evreleri belgeler ve objeler eşliğinde seyredebileceğiniz Rahmi M. Koç Müzesi konuklarını sıra dışı bir deneyime davet ediyor. Klasik otomobiller, uçaklar, kayıklar, lokomotifler müzenin koleksiyonunun sadece bir kısmını oluşturuyor. Teknolojinin çağlar boyu süren serüveninin bir parçası gibi hissettiren müzede, zamanın nasıl uçup gittiğini fark etmeyeceksiniz.

4 yorum:

  1. Beyoğlu olduğu gibi bir müze gibi. Her binanın her sokağın ayrı hikayesi var. Güzel bir tanıtım yazısı olmuş elinize sağlık.

    YanıtlaSil
  2. çok ama çok güzel tanıtım yazısı olmuşş

    YanıtlaSil
  3. Bildiğim yerleri bir başka pencereden ama özellikle anlatımını hep çok beğendiğim Sevgili Aslı'dan dinlemek yine çok güzeldi :) Kalemine, emeklerine sağlık...

    YanıtlaSil
  4. Çocukluğu Taksim / Beyoğlunda geçmiş biri olarak anlatım tarzı ve tarihsel betimlemeler çok iyi olmuş, ayrıca ülkemizde o dönem bu kadar çok şair yazar ve levantenlerin de yaşaması çok ilginç ve de etnik çeşitlilik açısından harika. Sevgiler Aslı..

    YanıtlaSil