17 Ekim 2018 Çarşamba

Efes'le tarihe dokunmak!

Leyleklerin uçuştuğu bir istasyon. Biraz sinema perdesinde gördüklerime benzeyen. Trenden iniş, geniş aydınlık bir İzmir sabahı. Ama İzmir'e hiç benzemeyen bir aydınlık, bir sabah. Klasik Çağ'ın mağrur güzeli Efes'e giden yol,Selçuk İstasyonu. Bir zamanlar dünyanın yedi harikasından birini var eden şehir, uygarlığın temeli İyonya birliğinin muhteşem on ikisinden biri, Efes...  


Günümüzde İzmir’in Selçuk ilçesi sınırlarında bulunan Efes, antik dünyanın en değerli yerleşimlerinden biri. Yapılan araştırmalar kentin ilk kurulduğu bölgenin Selçuk Kalesi ve civarı olduğunu gösteriyor. Troya Savaşı’nı takiben M. Ö. 12-11. yüzyıllarda Anadolu yerleşimi olan kente Yunan kolonicilerin gelmesiyle birlikte bir değişim başlıyor.  Zaman içinde Efes İyonya’nın en nitelikli şehir devletlerinden biri haline geliyor. M.Ö. 3. yüzyılda Efes’te Persler hüküm sürerken şehir bugün bulunduğu yere; Bülbül Dağı’yla Panayır Dağı arasında yer alan verimli vadiye taşınıyor.  İşte bu andan itibaren Efes bir liman kenti olarak değerine değer katıyor. Roma İmparatorluğu’nun Roma, İskenderiye ve Antakya’yla beraber dört büyük şehrinden biri haline geliyor. Zamanla Efes’i bolluk ve berekete katan, onu değerli kılan Küçük Menderes Çayı  aynı zamanda şehrin sonunu da getiriyor. Taşıdığı alüvyonlar neticesinde liman kullanılamaz hale gelince Efesliler de şehri terk etmek zorunda kalıyor.
Efes Antik Kenti tarih kitaplarında anlatılan, zamanın yok ediciliğine baş kaldıran bir uzam.  İlk girdiğimiz andan itibaren Klasik  Çağ'a geçiş yapmışım gibi bir his doluyor içime. Bütün o turist kalabalığı da aynı halet-i ruhiyeyi yaşıyor eminim. Çekik gözlü ve aklını fotoğraf çekmekle kaybetmiş şuursuz ziyaretçileri bu meyanda ayrı tutuyorum.



 24000 kişilik kapasitesiyle Antik Çağ’ın en büyüklerinden biri olan tiyatroya kurulup, mavi gök yüzünde seyrüsefer halindeki bulutlara, geçmişte kalmış anılara, fotoğraf çekmekten yorgun düşen gezginlere, saçlarımı savuran rüzgara gülümsüyorum . Binlerce yıl öncenin Efesliler’inin burada tragedyaları ve gladyatörleri soluksuz seyretmeleri karşısında benim gördüklerim pembe bir rüya sadece. 








Binlerce yıllık bir şehrin caddelerini , meydanlarını adımlıyorum. Burada her duvarın, her sütunun sesi var sanki. Her yönden gelen sözlere kulak vere vere Roma dönemi mimarlığının özgün örneklerinden Celsus Kütüphanesi’ne kadar geliyorum. M.S.2. yüzyıla tarihlenen kütüphane dünyanın en ilginç yapılarından biri. Roma İmparatorluğu 'nun Asya Eyaleti Konsülü Julius Celsus Polemaeanus ' un mezar anıtı olacak şekilde tasarlanmıştır. Hatta giriş cephesi nişlerinde yer alan dört kadın heykeli mezar sahibinin erdemlerini görünür kılar. Bu doğrultuda Sophia (Bilgelik), Arete (Hayal gücü) , Ennoia (Zeka) ve Episteme ( Bilgi) konsülün kişiliğinin özellikleridir. Bir konsül (yahut vali diyelim) için bulunmaz nitelikler! Zamanında 12000 papirüs rulo bulunan kütüphanenin batısında da Celsus ' un mezarı yer alır. Bunları zaten biliyorsanız ilginç bir detay vereyim. Kütüphane  Efes genelevinin karşı çaprazındadır. Bunun "kütüphaneyle ne alakası var?" .Şöyle ki Efes, Efes'ken, Efesliler'in genelev ziyaretleri gizli saklı kalsın diye kütüphaneden geneleve girişi sağlayacak bir tünel yapılmıştır. Muhtemelen kentin ileri gelenleri için yapılan tünel zamanında nice Efesli 'nin sırlarına mazhar olmuştur. An itibarıyla, Antik Çağ dedikodularını da verdiğim bir yazıya imza atmış bulunmaktayım. 




Efes'in dini yapıları,kültür binaları, sütunlu caddeleri derken Efes sakinlerinin görkemli konutlarına geliyor sıra. Yamaç Evler,ismi gibi Bülbül Dağı'nın bir yamacına kondurulmuş. Celsus Kütüphanesi'ne komşu olan evlerde dönemin seçkin sınıfının yaşadığı biliniyor. Konfor ve dekorasyon açısından çağının üstün özelliklerini yansıtan evler iki katlı olarak tasarlanmış. Evlerin duvar bezemeleri naturalist üslupta freskolarla, zemini ise mitolojik sahneler içeren mozaiklerle süslü. Dahası bu evler havuzlu avlulara, akar suyu olan hamamlara,geniş ferah yaşam alanlarına sahipler. İki koca bin yıl geçmesine rağmen insanların güzel ve konforlu ev anlayışının baki kalması insanı şaşırtıyor doğrusu. 
İstemsiz olarak Oscar Wilde'ın  meşhur aforizması "Bana lükslerimi verin, gereksinimlerim olmadan da yaşarım." aklıma geliyor. Ama burada gereksinimler,lükslerle kol kola...
 Diğer yandan Efes'te girişte aldığınız bilet (veya müze kartı) Yamaç Evler'de geçerli değil. Buraya görmek isteyen ziyaretçiler evlerin girişindeki gişeden ayrıca bilet almak zorunda. Biraz bu sebepten, biraz da dış cephe iç mekana göre sönük kaldığından birçok ziyaretçi Yamaç Evler'i görmeden Efes'ten ayrılıyor. 




Ne Celsus, ne tiyatro, ne Yamaç Evler, Efes’te yerli yabancı bütün ziyaretçilerin meraklı bakışlarına mazhar olan yer ise Latrina adı verilen umumi tuvaletler! Gidip görenin dilinden düşmüyor Latrina! Oysa çağı ve içinden çıktığı kültür açısından ele alırsak standart bir uygulama ile karşı karşıyayız. Roma kültüründe tuvaletler de tıpkı hamamlar gibi toplu kullanıma uygun olarak inşa edilirdi. Tuvaletler sosyal hayatın aktif bir parçası olduğundan Efes’te de bu yönde bir uygulamaya baş vurulmuş. Yani tam olarak, bu insanlar tuvalet ihtiyacını giderirken sosyalleşen insanlar. Ve bu insanlar, bize bu şehri armağan eden Efesliler; mimari olanakları seferber ettikleri şehre bakıp, en çok tuvaleti konuşuyor olmamız hususunda bize çok gülerlerdi.  


Tapınakların, çeşmelerin, dükkanların olduğu geniş mermer caddelerden biri olan Kuretler Caddesi, 1400 kişilik meclis binası, Hadrian Tapınağı, Trajan Çeşmesi, meşhur Nike’siyle Domitian Meydanı, Herakles kabartmalı Hadrian Kapısı, gymnasyumları, agoralarıyla Efes özellikle kültür ve sanat meraklılarını cezbeden bir harikalar diyarı. 


Antik Çağ’ın en görkemli kentlerinden biri olarak Efes’in bir diğer özelliği inanç merkezi olması.  Tanrıça Artemis Efes’te en çok tapınılan ve saygı gören ilahlardan biriydi. Bugün artık varlığını sürdürmese de antik dünyanın yedi harikasından biri olan Artemis Tapınağı’da Efes’in bir parçasıydı.  Hıristiyanlık’ın bölgede etkin olmaya başlamasının ardından Artemis Tapınağı terk edildi ve mimari elemanları başka yapılarda kullanılmak üzere söküldü. Selçuk’ta yer alan St. Jean Kilisesi ve Selçuk İsa Bey Camii’nin yapımında Artemis Tapınağı’ndan getirilen çeşitli mimari öğeler halen görülebilir. Ayrıca Efes’te bulunmuş bir çok kabartma ve heykel yine Selçuk’ta bulunan Efes Müzesi’nde ziyaretçileriyle buluşmakta.  1994 yılında UNESCO Dünya Kültür Mirası Geçici Listesi’ne eklenen Efes Antik Kenti 5 Temmuz 2015 tarihinden bu yana  Dünya Kültür Mirası Listesi’nde yer alıyor.

3 Ekim 2018 Çarşamba

Horst, Lopez: Moda, Işık, Seks

Kimileri için kapitalizmin renkli yüzü, bazıları için ahkam kesmenin sonsuz rahatlığı, her kulun sırrını bildiği (!) ama nihayetinde "en yakışanı giydiği"...Şıklık, rüküşlük derken kokoşluğun da literatüre girdiği, ebediyete kadar durmaksızın değişmekle lanetlenmiş, tılsımlı kelime moda...Ve onu var edenler; 20. yüzyılda bu büyük endüstriye ilham veren iki dahi adam "Işık Üstadı" fotoğrafçı  Horst P. Horst ve cesur tarzıyla 70'lere damgasını vuran illüstratör Antonio Lopez...    





















Başlık okuyucuyu ürkütmesin ve tabi ki çıkmaz sokaklara sürüklemesin. Bu post moda tarihinden fırlamış bir belgesel, ve halihazırda yine aynı tarih kaynağından fırlayıp gelen bir sergi hakkında. İlk olarak İstanbul Film Festival'inin belgesel kuşağında izlediğim  Antonio Lopez:Sex, Fashion & Disco 'dan ve tabi ki Antonio Lopez'den söz edeceğim.  




1943'te Porto Riko'da doğan Antonio Lopez, 1960'larda  sanat yönetmeni   Juan Ramos'la hazırladıkları illüstrasyonlarla  moda dünyasını yıldırım gibi çarptı. Çarpıcı ve sansasyonel bakış açısıyla Vogue, Elle başta olmak üzere sektöre yön veren dergilerde, New York Times gibi gazetelerde ve elbette birçok ünlü moda tasarımcısıyla çalıştı. Onunla çalışmak bir prestij meselesinin çok ötesindeydi. Zira savaş sonrası modasının kalıplarını kırmak çetin bir işti ve Antonio 'yla Juan tam da bu süreçte sokak stilinden başlayarak savaş sonrasının muhafazakar tarzını alaşağı etmeyi başarmıştı. İlham perileri sokaktaydı ve bu ikili Paris'te, Londra'da, New York'ta sokakların ama en pespayesinden en seçkinlerine  kadar bütün sokakların dilini çözmeyi öğrenmişti. Artık yaptıkları çalışmalar çağın ruhuna, sokağın ritmine uygun biçimde erotizm ve cinsellik yüklüydü. "Antonio'nun kızları" her tasarımcının, her editörün hayaliydi. Muhteşem gözüyle moda dünyasına Jerry Hall, Donna Jordan, Grace Jones, Pat Cleveland gibi isimleri itekleyivermişti. Klasik güzellik fikrine bağımlı olmak gibi bir derdi yoktu. Dahası o döneme dek zencilerden pek hoşlanmayan moda alemini renk renk kadınlarla tanıştırmaktan da geri durmuyordu. Başka hiçbir şeye benzememek önemliydi. Bütün bunlar olurken dostu, sırdaşı, sevgilisi, ortağı Juan'la geceyi gündüze karıp iş için didinen biri gibi bir imaj belirebilir. Ancak o tıpkı belgesel filmin afişinde okunan gibi bir hayatı yaşıyordu: Seks, moda ve disko...Kısa hayatı aslında altın çağının ta kendisiydi, bir röportajında "Evet şimdi çizeceğim, sonra çıkıp eğleneceğim ve parti yapacağım." diyordu. 1970'le takip eden dört yıl boyunca Antonio, Juan'la gerçek bir çekim alanı yarattı. Sihirli, sınırsız, coşkulu, özgür, üretici ve popüler. 70'ler ruhunu modanın suratına çarpan bu adam için çöküş AIDS'e yakalanmasıyla başlıyor. Projeleri "bitiremeden ölür" endişesiyle reddediliyor. Yaşam ellerinden akıp giderken üretmeye devam ediyor. 1987 yılında bir hastane odasında hayata veda ederken arkasında belgesellere konu olacak bir hikaye bırakıyor. Amerikalı yönetmen James Crump'ın aynı zamanda senarist olarak karşımıza çıktığı Antonio Lopez: Sex, Fashion, Disco ,  izleyicisini Lopez'in hayatının en şaşalı günlerine doğru bir yolculuğa çıkarıyor. Ve bunu yaparken de disko müziğin parladığı, cinsel devrimin eyleme geçtiği, modanın gücünü keşfettiği 70'lerin esinleyici nefesini her dakika hissettiriyor. Ayrıca film bittiğinde moda dünyasında bugün hala tahtı kimseye terk etmemiş bazı isimlerin takındığı tavra üzülmek, Antonio'nun ölene kadar yakınında olan gerçek dostlarının duygusallığı karşısında da karmakarışık olmak garanti. Sadece modayı değil,popüler kültürü de derinden etkileyen Lopez'i ve Lopez'in dünyasını tanımaya değer.  





Lopez'in ardından yazının diğer kahramanı Horst P. Horst'ü anmanın zamanıdır. İstanbul'un sanatta aşırı doza maruz kaldığı mükemmel bir sonbahar yaşıyoruz. Irving Penn ve Richard Avedon ile beraber, moda ve portre fotoğrafçılığında, 20. yüzyılın çığır açan üç isminden biri olan Horst, 24 Kasım 2018'e kadar Leica Gallery'de İstanbullularla buluşuyor.




 "Işık Ustası" namıyla maruf Horst'ü yıllar önce  güzellik idealini kritik eden bir kitap aracılığıyla yakından tanıma şansı bulmuştum. Bir moda fotoğrafını kimin çektiğini merak ettiğim ender anlardan biriydi. Çoğu zaman insan bu tarz beğenilerin peşinden gitmez, gitse de isimlere pek takılmaz. Horst ise avangard teknikleri,radikal kompozisyon anlayışı,  ikonik moda imgeleriyle akıldan çıkacak gibi değildi. Bu nedenle Horst'ün İstanbul'da olduğu fikri bile bana cezbedici geldi. 1930'larda Vouge'un baş fotoğrafçısı olduğunda adı sanı pek duyulmamıştı. Ancak kısa sürede çalışmaları "gerçeküstü,romantik,  etkileyici ve zamansız" olarak tanımlandı, kendisi ise "fotoğrafçılığın simyacısı" gibi ifadelerle anılır oldu. Oysa Horst için fotoğraf yaşamın bir parçasıydı, bir söyleşide "Fotoğraf çekmeyi seviyorum, çünkü hayatı seviyorum." demişti. 



Horst, 1999 yılında hayata gözlerini yumduğunda geriye 60 yıllık muazzam bir kariyer ve sayısız fotoğraf karesi bıraktı. Yaratıcılığından süzülen fotoğraflar  Vouge, House and Garden gibi dergilerin kapaklarını süsledi. Moda dışında devlet başkanları, Hollywood yıldızları, Kraliçeler, yazarların portrelerine imza attı. 
Uzun ve çalışkan bir ömrü, bir fotoğraf sihirbazını yakından görmenin tam zamanı. Bana şimdi Horst'ün objektifinden, Yves Saint LaurentCy TwomblyPaloma PicassoMarella AgnelliEmilio PucciElsa PerettiDiane von Furstenberg gibi isimlerin portreleri ve moda fotoğraflarından çarpıcı bir seçkiyi ziyaret etmek için son günün 24 Kasım olduğunu hatırlatmak, gerisini de Leica Gallery ziyaretinize bırakmak düşer.
Demem o ki vakit,uzun anlatımları bir kenara bırakıp Antonio'u izlemek, Horst'ü vakit varken ziyaret etmek vaktidir!