6 Kasım 2018 Salı

Gölyazı'da bir sonbahar...

Ulubat Gölü'nün melankolik fonunda yüzen bir nilüfer, bir ada...Balıkçı kadınların ağ ördüğü, yekpare bir sükunete açılan sokaklar, rengi çoktan solmuş eğri büğrü evler, yağ tenekelerinin saksıya dönüştüğü pencereler...Girişinde zeytinlikler, ötesinde kuşlar, efsanevi Apollont'tan Gölyazı'ya dönüşen bir küçük ada...



Anadolu'nun kadim yazgısında, Olymposlular zamana hükmederken başlıyor her şey. Ancak takvimin anımsadığı çağda Odryes Nehri , Bandırma sahilinden denize kavuşurmuş. Bu nehrin havalisinde Melde Krallığı, şimdilerde Ulubat Gölü'nün bulunduğu yörede de Apollonia Krallığı hüküm sürermiş. Günlerden bir gün Melde Kralı'nın oğlu Apollonia Kralı'nın kızına ilk görüşte çarpılmış. Melde Kralı hemen oğlunun dileğini yerine getirip kızı istemiş. Lakin gönül prens de olsa ferman dinlemeyince, dinlemiyormuş; prenses bu evliliğe razı olmayacağını babasına fısıldayıvermiş.  Apollonia Kralı kızını Melde Kralı'nın gazabından korumak için yüksekçe bir tepeye bir saray inşa ettirip,kızını saraya kapatmış. Melde Kralı bu duruma o kadar kızmış ki Odryes Nehri'nin akış yolunu değiştirip Apollonia'yı sular altında bırakmış. Böylece sular altında kalmış Apollonia günümüzde Ulubat adını verdiğimiz göle, prensesin saklandığı tepelik alan da adaya dönüşmüş. 

 


Ulubat Gölü'nün doğu ucunda "Gölyazı" ve "Ağlayan Çınar" yazan kahverengi tabelayı takip ederek Gölyazı'nın göl ve gökyüzüyle sınırlanmış çizgilerine bakarken buluyorum kendimi. Adadan karaya bir yol yapılmış. Yol Gölyazı'yı bir yarımada haline getirmiş diyenler olsa da bana adayı büyük bir halatla karaya bağlamış intibası uyandırıyor.  Kırmızı kiremitler, mevsimden dolayı hızla küsmekte olan mavilere inat, güneşte daha canlı daha diri görünüyor. Milattan önce 6. yüzyıla uzanan bir dokuda yaşıyor Gölyazı. Antik devirde adı Apollonia; manzaraya bakınca ışık tanrısına atıf yapılacak daha göz alıcı bir aydınlık bulunamazdı diye düşünmeden edemiyorum. Apollonia adı zaman içinde Apolyont'a devşiriliyor. Roma çağında imarına önem veriliyor, hatta İmparator Hadrianus, o meşhur Bitinya yolculuğu esnasında bu güzelim adaya da uğruyor. Bizans yani Doğu Roma tarih sahnesine çıktığında Apollonia'nın silüetine kiliseler,manastırlar, ayazmalar ekleniyor. Mübadeleye kadar adanın nüfusunun çoğunluğunu Rumlar oluşturuyor. Rumlar gittikten sonra evler, sokaklar, mimari değişmeye başlıyor.   

  

Ada oluşu gereği bir başyapıt. Monet'nin resimlerindeki titreşen ışıklar, sonbaharın kızıla çalan paletine tezat oluşturan soğuk mavi...Lakin tarihi doku zamana yenilmiş, o görkemli geçmişten geriye kala kala birkaç Rum evi, kentin girişinde Bizans'tan bir kule yıkıntısı ve yeni binaların kullandığı (devşirme) tarihi parçalar kalmış durumda. Bir ada için bu çok yüksek düzeyli bir hoyrat kullanıma işaret ediyor. Sokakları gezerken nelerden vazgeçtiğimizi bilmek derin bir keder vesilesi. 









Gölyazı'yı yürüyerek birkaç saat içinde sokak sokak gezmek mümkün. Ama benim önceliğim Ulubat Gölü'nün kuşlara mesken olan durağan suyundan geçmek oluyor. Ayşe Teyze ve Mehmet Amca'nın kıyıya bağladığı sandala küçük bir ücret ödeyip gölün etrafından adayı turlamaya başlıyorum. Mehmet Amca ile göle açılıyoruz, Mehmet Amca üremek için Manyas'a gelen göçmen kuşların, beslenmek için Ulubat Gölü'ne uğradıklarını anlatıyor. Adını bilmediğim çeşit çeşit kanat güneşin aynasında bir batıp bir çıkarken gölün yarattığı illüzyonun bir parçası olduğumu hissediyorum.   
Açıkçası bu küçük motorlu sandal (başka bir adı varsa bilemiyorum doğrusu) yolculuğu coğrafyanın güzelliğini, Apollonvari bir ışıkla birleştirdiğinden midir nedir derin bir soluk gibi ferah ve romantik bir etki yaratıyor. Ahmet Amca ve eşiyle vedalaşıp köyü adımlama safhasına yeniden devam ediyorum. Dar sokaklar, uçuşan yapraklar, arada bir saçlarımdan geçen rüzgar derken Aziz Pantelemon'a adanmış kiliseyle yüz yüze geliyoruz. Benim bulunduğum anın azizliği de bu ana eşlik ediyor olmalı, zira kilise kapalı. Hemen yanında Gölyazı Kültür Evi ve Göl Yazı Evi gibi yörenin turistik faaliyetlerine yönelik birimler de kapalı olduğundan kısa bir fotoğraf arasıyla adayı adımlamaya geri dönüyorum.  




Köyün içlerine doğru sokulurken karşıma bir yel değirmeni çıkıyor. Yakın zamanda restore edilmiş, köyün unutulan zamanlarından fırlamış gelmiş gibi bir hali var. Zeytin ağaçlarının muntazam düzeni, sıvasız evlerin trajik görüntüsüyle kol kola zamanı kovalarken ağ tamiri yapan köylü kadınlarla karşılaşıyorum. Gölyazı balıkçı kadınlarıyla şöhretli bir köy. Kadınlar "balıkçı" olarak anılmaktan son derece mutlu ve yaptıkları işi zevkle yaptıklarını ifade ediyorlar. Tam bu sırada kulağıma ördek viyaklamaları dolunca ayak üstü sohbete son verip, asla bir kadrajda toplayamadığım ördeklerin peşine düşüyorum. Bu meyanda talih yine yüzüme gülmüyor ama ben bu hayvanları kovalamayı da seviyorum galiba. Çalışkan kadınlar, evlilik akdini ölümsüzleştirmek için fon olarak Gölyazı'yı seçen çiftler derken üşüdüğümü fark ederek Tarihi Hamam'ın yolunu tutuyoruz. Mevsim nedeniyle fazla açık mekan yok, Tarihi Hamam günümüzde bir kahve içmek, bir şeyler atıştırmak için bulabildiğimiz ender yerlerden biri. İçeride yanan soba, nasıl serin bir havadan geldiğimi yüzüme vuruyor adeta. 








Muhteşem manzaraların ışıkta dans ettiği Gölyazı'nın serin havasına yeniden karışıp arada rastlaştığım birkaç keçi ve koyunla Zambaktepe'ye doğru çıkıyorum. Burası ışık tanrısına nazire yapan günbatımlarının en özel seyir noktası. Zambaktepe'ye yaklaşırken antik tiyatro tabelası görülse de tiyatronun kendisi için bir miktar hayal gücü gerekiyor. Güneş artık iyice bulutlara teslim olduğundan ben de ağaç altı bir köy kahvesine oturup sıcak çaya teslim oluyorum. Bir zamanların sahici güzelinden kalan kırık dökük bu anılar adasına veda etmeden Ağlayan Çınar'a uğruyorum. Yedi asır görmüş bu çınar ebedi bir tanık, bir şövalye gibi Gölyazı'da. Kalbimde bir daha ki sefere daha kadri kıymeti bilinmiş bir Gölyazı görmek umuduyla adadan ayrılıyorum.   

3 yorum:

  1. Tarihle harmanladığın yazı harikaolmuş yine. Gerçekten eşsiz
    yerlerden biri Gölyazı ama benim ilk ziyaretimde karşılaştığım
    manzara ile kafamda ki
    Gölyazı hayal kırıklığı olmuştu. Nedeni köyün her yerinde
    karşılaştığım çöp ve dağınıklıktı. Şu anda durum nedir bilmiyorum. Gerçi
    Türkiyenin her yerinde ki manzara bu. Harika kasabalarmız, köylerimiz var
    ama harcıyoruz böyle.

    YanıtlaSil
  2. Herkese merhaba, ben aranızda çok yeniyim...sayfamı ziyaret edip takipçim olarak ve yorumlarınızla beni desteklerseniz çok mutlu olurum....herkese kucak dolusu sevgilerimi gönderiyorum....

    YanıtlaSil
  3. Yazı tarzın harika. Senin yazılarını okuyan hem gittiğin yeri yaşıyor hem de tarihi hakkında bilgi sahibi oluyor. Ben okurken çok keyif alıyorum, ardından gideceğim yerleri notlarıma ekliyorum. Teşekkürler.

    YanıtlaSil