18 Mayıs 2019 Cumartesi

Davetkar Bayram Rotaları


Hanımeli kokusu saçlarımızda dalgalanırken, begonyanın renklerinin, ortancanın gösterişiyle yarıştığı yaz mevsimi içimizi ısıtmaya devam ediyor.  Yaklaşan bayram tatilinin yaza denk gelmesi ise mutluluk verici bir tesadüf olarak heyecanı ikiye katlıyor. Büyüklerin ellerinden, küçüklerin gözlerinden öpüp, bayramlaşmanın huzur verici güzelliğini yaşadıktan sonra, birkaç gün tatile kaçmak ilaç gibi gelecek.


Onur Air'in uçak içi yayını OnAir 'in Ağustos 2018  sayısı için kaleme aldığım seyahat yazısıdır. Yazıya eşlik eden fotoğraflar da bana aittir. 

Dinlenmek, mavi sularda kulaç atmak, çam ağaçlarının reçinesinin damladığı ormanları adımlamak, antik bir kalıntının eşliğinde hayallere dalmak,…her gezginin düşü başka. Haydi şimdi bayram tatilinin farklı rotalarına hep beraber uzanma zamanı...







Mevsimlerden yaz ise illa ki gönlümüze bir Akdeniz ateşi düşüyor. Bu sefer pusulamız tarih boyunca özgün şahsiyetiyle dikkat çeken Hatay’ı gösteriyor. “Medeniyetler Şehri” söyleminin hakkını veren şehir,  bir bilge misali tevazusu ve kültürüyle her nefeste farkını ortaya koyar. Antakya’nın birbirini dik olarak kesen daracık sokaklarında, bir dokunsanız açılmaya “hayır” demeyecek kapıların yoldaşlığında yürüyerek bu şehre karışmaya başlarsınız. Pencerelerden gülümseyen, hal hatır soran yüzlerin sevincine, terk edilmiş evlerden taşan hüzün karışır. Kiliseler, havralar derken, dinlerin buluştuğu şehirde hem Hıristiyanlar, hem Müslümanlar için kutsal olan Habib-i Neccar Camii’nin avlusundan içeri süzülürsünüz. İnanışa göre Hz. İsa’nın havarilerinden Yuhanna ve Pavlos, Habib-i Neccar Camii’nin türbesinde yatmaktadır. Anadolu’nun bu ilk camisi Hatay’ın bir ahenkler coğrafyası olduğunun en çarpıcı örneklerinden biri olduğunu fark edersiniz.  Mezopotamya’yı Akdeniz’e bağlayan limanların şehrinde Arkeoloji Müzesi mutlaka ziyaret listesine alınmalı. Binlerce yıla tanıklık etmiş şöhretli mozaikler başta olmak üzere, Hatay Arkeoloji Müzesi her bir eseriyle ayrı bir zaman yolculuğu vaat ediyor. Tarihi Uzun Çarşı’da baharatların, Antakya tulumunun izini sürüp, Asi Nehri’nin kıyısında şöyle bir yürüdükten sonra, muazzam sofralara kurulup seyahatinizi bir gastronomi şölenine çevirebilirsiniz. Ne de olsa tepsi kebabının, cevizli biberin, tadına doyulmaz süzme yoğurdun ve künefe gibi tadına doyulmaz lezzetlerin anavatanındasınız.







Akdeniz’in gastronomi ve kültür şehrinin ardından turkuaz koyları, sonsuza uzanan narenciye bahçeleri, efsaneler çağının mirası antik kentleriyle Fethiye yaz coşkusunu yaşamak için harika bir alternatif olabilir. Dört mevsim solmayan bir güneş etrafında Kordon’da martılara simit atıp, dünyanın en iyi uzun yürüyüş parkurlarından biri olan Likya yolunu keşfedip, tekne turlarıyla binlerce yılı devirmiş bir antik kente uğrayabilirsiniz.  Saklıkent Kanyonu’unda rafting yapabilir, olmadı Kelebekler Vadisi’nde doğanın ferahlığını yaşayabilirsiniz. Burada tarih adım başı size eşlik eder. M.Ö. 4. Yüzyılda devasa bir kayaya oyulmuş kaya mezarlarına tırmanırsanız, bu topraklara hükmetmiş kralların hala Fethiye ‘nin mavi manzarasını gözlediklerini fark edersiniz. Eğer takvimin bilinmeyen zamanlarını daha yakından tanımak isterseniz Tlos, Pınara, Letoon gibi antik kentlere yolunuzu düşürmelisiniz.   Diğer taraftan yakın tarihten, mübadil bir köy kalıntısı olarak Kayaköy, bölgenin etkileyici geçmişinden önemli bir alan. Tabi ki Fethiye’deysek dünyanın en göz alıcı sahillerine çok yakınız demektir. Mavinin en güzel tonuna hükmeden Ölüdeniz Türkiye’nin en popüler plajlarından biri. Ölüdeniz’de 1975 metre yükseklikteki Babadağ’dan yamaç paraşütü yapıp bu muhteşem doğada kuş gibi süzülebilirsiniz. Yine burada dalış tekneleriyle açılıp, Ölüdeniz’in su altı evrenine de yakından bakabilirsiniz.  





Ege’nin kavuran güneşinden serin bir Karadeniz sahiline yol alıyoruz şimdi. Adını mitolojik dünyada Tanrılar tanrısı Zeus’un aşık olduğu güzel Sinope’den alan, Türkiye’nin en kuzey ucu Sinop’ta yaz bambaşka. Karadeniz ‘in bu harikulade yarımadası mutluluğu tescilli insanlarıyla kimseye yabancılık çektirmez. Eski film tadındaki tarihi Sinop sokaklarında başlayarak, Pervane Medresesi’ne, günümüzde müzeye dönüştürülen Tarihi Sinop Cezaevi’ne, oradan eşsiz Karadeniz panoramasıyla büyüleyen Sinop Kalesi’ne yürüyerek ulaşabilirsiniz. Şehrin simgesi haline gelen, ünlü Sinoplu Kinik felsefenin kurucusu, Sinoplu Diogenes’in heykeliyle fotoğraf çektirip Karakum ya da Sarıkum Plajı’nda serinleyebilirsiniz.  Yemyeşil bir ferahlık içinse 28 şelalenin olağanüstü dokusuyla işlenmiş Erfelek’e geçmek lazım. Zümrüt yeşili ağaçların billur gibi sularla kaynaştığı Erfelek Takım Şelaleleri’ni tırmanarak daha yakından tanıyabilirsiniz. 






Sırada Anadolu’nun misafirperverliğini sonuna kadar yaşatan, İpek Yolu’nun mirasçısı Aksaray var. Aksaray’ı tanımaya peribacaları ve vadilerle süslü ilçesi Güzelyurt’tan başlayabilirsiniz. Tarih boyunca Kapadokya’nın giriş kapısı olarak tanımlanan Güzelyurt peribacalarına oyulmuş kiliseleri, Ihlara Vadisi gibi bütün dünyayı mest etmiş doğa harikalarıyla dolu dolu bir seyahat rotası. Güzelyurt’ta başlayacağınız Aksaray seyahatine Selçuklu mimarlığının seçkin örnekleri Ulu Camii, Sultan Han Kervansaray’ı, yerel (tüf) taştan inşa edilen Zinciriye Medresesi gibi yapılarla devam edip. Şehrin el emeği göz nuru dokuma halılarının ve çinilerinin peşine düşebilirsiniz. Ticaret hayatının binlerce yıldır canlı olduğu bu şehirde özellikle semt pazarlarına uğramayı da ihmal etmeyin. Köylülerin tezgah açtığı yerel pazarlarda peynirin, çökeleğin, meyvenin kurusunun en lezzetlisini bulabilirsiniz.    

13 Mayıs 2019 Pazartesi

İpek Yolu'nun Karla Kaplı Şehri: Erzurum


Termometrelerin sıfırın altında olmasına alışık, iklimi soğuk lakin Anadolu insanının sıcaklığıyla kuşatılmış şehir Erzurum.  Karlı dorukların eteğinde görkemli anıtların yükseldiği, doğanın baştan çıkarıcılığına, namı dünyaya yayılmış lezzetlerin karıştığı misafirperver Erzurum.







Bilinen zamanlardan çok daha erken başlar Erzurum’un hikayesi. Bugün sokaklarında yürürken şehir her adımda takvimin unutulmuş anlarından dem vurur.  Tanıklığı M.Ö. 4000’lere kadar uzanır. Göçler, savaşlar, istilalar görmüş, Hurriler’den Asurlar’a, Kimmerler’den Roma’ya sayısız uygarlığın egemenliği ve yok oluşunu yaşamıştır.   İpek Yolu’nun Doğu ile Batı’yı yaklaştırdığı eski dünyanın en önemli durağı olan şehrin mamur zamanlarının izinde ilk olarak Erzurum Kalesi ‘ne çıkmak icap eder. 5. yüzyıldan bu yana bu coğrafyanın tanığı olan kale, yüksekliği 2000 metreye yaklaşan bir tepenin üzerinde kuruludur.  Bu nedenledir ki şehrin bütün soluğu burada duyulur, binlerce yılı saklayan sokakların sırrı burada çözülmeye başlar.  İşte tam burada az ötede rengarenk çinilerle süslü iki minaresiyle Erzurum’un alameti farikası haline gelen Çifte Minareli Medrese’nin peşine düşmek hasıl olur.  Kısacık yürüyüşe, sıcak sohbetler, kervan yolu olmanın mirası asırlık çeşmelerin şırıltıları karışır.  Çifte Minareli Medrese’nin her karışı ayrı maharetle bezenmiş , sanat eseri kapısı öylesine güzeldir ki içeriye girip girmemekte tereddüt etmek kaçınılmazdır.  Taşın destan gibi işlendiği kapıdan geçince mistik bir dünyaya geçiş yapılır.  İlhanlı devrinin çarpıcı üslubunu yansıtan medresenin yarattığı etkiyi hemen arkasında yükselen Üç Kümbetler de sürdürür.  Üç Kümbetler’den en büyük olanın Saltuklu Hükümdarı Emir Saltuk adına yapıldığı sanılmaktadır. Sekizgen gövdesi, iki renkli taş işçiliği ve üzerinde bulunan hayvan kabartmalarıyla geçmişi geleceğe yansıtmaya devam eder.  Bu anlarda ister istemez masif duvarları ve yalın görünümüyle Ulu Cami’nin çekim alanına girersiniz.  1179 yılında Erzurum’un çehresine katılan camide iç mekan taşıyıcı ayakların ve kemerlerin yarattığı bir denize açılır.  Selçuklu mimarisinin özelliklerini sunan cami halen Erzurum’un en büyük camisidir.  Selçuklu mimarlığının zarafetinin izini sürerek Yakutiye Medresesi’ne ulaşılır. Çağımızda Türk-İslam Eserleri Müzesi olarak gezginleri ağırlayan medrese 1310 tarihinde inşa edilmiştir. Kapalı avlulu medrese geleneğinin örneği olan eser, başlı başına bir mimarlık şaheseri  olmanın yanında, taç kapısının sembolik ve simetrik tasarımıyla göz alıcıdır.  Bu güzelim kapının tam karşısında Mimar Sinan’ın imzasını taşıyan Lala Mustafa Paşa Camisi insanı kendine çağırır. Dönemin merkezi kubbe anlayışının uygulandığı cami, süsleme kuruluşunda yer alan çinileri ve hat levhalarıyla Osmanlı karakterini sunar. Modern Erzurum’un içinde saklıdır eski Erzurum. Biraz kararlı adımlar Erzurum’un gizini sökmemize yardım eder. Abidelerle süslü şehirde geçmiş kendini kolayca ele verir. 
Kışları çetin ve uzun geçen, karlı doruklarıyla kendine hayran bırakan Erzurum’da şehir içindeki yolculuğa beyaz bir mola çok yakışır. Son yıllarda Palandöken kış sporları alanında gerçek bir yıldız oldu. Buradaki kayak pistleri dünyanın en uzun ve en dik pistleri arsında gösterilmesinin yanında, şehir merkezine yakın mesafede yer alması gibi pratik avantajlara sahip.  Karlı dorukları yılın beş ayı her seviyede kayakçıyı ağırlayabilen Palandöken, 2011 yılında düzenlenen Üniversiteler Kış Oyunları’na ve çeşitli uluslararası  yarışmalara ev sahipliği yaparak niteliklerini bütün dünyaya gösterdi.  2000 ile 3176 rakım farkına sahip olan kayak merkezi, farklı zorluk derecelerindeki pistler, bu pistlerde   faaliyet gösteren 10 telesiyej, 1 teleski, 2 baby lift, 1 gondol lift  ile kışın tadına doyasıya varmak için doğru adres.  Alp disiplini ve  snowboard için uygun pistlere de sahip olan Palandöken’de bembeyaz kar üzerinde yamaç paraşütü, dağcılık, snowtube gibi farklı etkinliklere katılmak da mümkün.  Zirvenin heyecanına kapılmak, düz ovanın vakur sessizliğine beyaz bir ara vermek için Palandöken son derece davetkar ve eğlenceli.




Palandöken’e çıkınca Nene Hatun Tarihi Milli Parkı’nda tabyaların sessizliğinde,zamanın dehlizlerine  sokulabilirsiniz.  93 Harbi’nin kadın kahramanı Nene Hatun’un türbesinin de bulunduğu alan, tarihi dokusu ve doğal bitki örtüsüyle şehrin tarihinden tarifsiz anları önünüze serer.
Kervanların, tacirlerin ve seyyahların kapılarını aşındırdığı ilham verici Erzurum, hamamlar, kervansaraylar ve hanlar kentidir.  Birçok yapı zamanın yıpratıcı etkisinden payına düşeni alsa da Kanuni Sultan Süleyman Han’ın damadı ve sadrazamı olan Rüstem Paşa’nın adını taşıyan kervansaray, günümüzde halen aktif olarak ticari yaşamdaki yerini korur. Osmanlı mimari dokusunda, yöreye özgü oltu taşı takılar biblolar, işçiliğiyle göz kamaştıran ışıl ışıl gümüşle donatılmış vitrinleriyle Rüstem Paşa Kervansarayı Erzurum yolculuğunun olmazsa olmazı arasında.    
Anadolu’nun bereketli toprakları üzerinde Erzurum. Biraz şehir merkezinden uzaklaştıkça hayvan sürüleri, ekili tarlalar akıp gider etrafınızdan.  Doğanın yarattığı şaheserleri görme zamanıdır artık.  18. yüzyılın sonuna doğru bir heyelan neticesinde oluşan Tortum Şelalesi, Erzurum’un akıllara kazınmış fotoğrafıdır.  Suyun 48 metre yüksekten düşerek görsel bir şölen yarattığı Tortum, kış aylarında donmasıyla da ayrı bir şöhrete sahip. 


Kültürel çeşitliliğin zengin içeriği Erzurum mutfağını da biçimlendirmiş.  Erzurum mutfağı yüzyılların geleneğini hala yaşatıyor.Öncelikle  kırmızı etin başrolde olduğu lezzetler dikkat çekecektir. Kuyruk yağı olmadan, koyun ve kuzu etiyle hazırlanan Cağ Kebabı, Erzurum’dan çıkıp adeta şöhret olmuş bir lezzet. Öte yandan ilçelere doğru uzandığınızda yerel tatların çeşitliliği damaklarda iz bırakacak cinsten. Asırlık ahşap evleri ve Karadeniz’e göz kırpan bitki örtüsüyle Aksu Vadisi’ni içine alan İspir kuru fasulyesi, dut pekmezi ,kızılcık pestili gibi tatların buluşma noktası.  Değişik otlarla harmanlanan Gendime Çorbası, Ayva Yahnisi, Dut Çullaması ve Kadayıf Dolması Erzurum seyahatine tat katacak yemeklerin sadece birkaçı.


Notlar: SunExpress 'in uçak içi yayını SunTimes 'ın Ocak sayısı için yazdığım Erzurum yazısıdır. 
Blog'da kullandığım fotoğraflar Erzurum İl Kültür Müdürlüğü ve Palandöken Belediyesi'nden alınmıştır.