13 Haziran 2019 Perşembe

Orta Doğu'nun Akdenizli Kızı: Beyrut


Eski bir şarkı Beyrut için  “Tüm zamanların Venüs’ü” diyor.  Akdeniz ve Orta Doğu bileşkesi kimliğiyle gerçek bir tanrıça Beyrut. Tarih boyunca yakılıp yıkılmış ama efsanevi Zümrüdü Anka Kuşu misali her sefer küllerinden doğmuş bir şehir. Hayatın tadını bilen ve bütün gücüyle konuklarına bunu hissettiren bir Akdenizli...







Zengin bir tarih, gösterişli bir coğrafya, Akdeniz’de binlerce yıldır göz kamaştıran bir şehir Beyrut. Fenike’den Roma’ya, Emeviler’den Osmanlı’ya nice uygarlık görmüş, geçirmiş bu topraklar. Her gelen bir iz, bir ses bırakmış bu gök kubbede.  Bütün farklı izleri, bambaşka sesleri aynı bestede, sonsuz bir uyumla bir araya getirmeyi başarmış Beyrut.  Kültürel dokusuyla, sıcak ve duygulu insanlarıyla, lezzetli mutfağıyla yaşamın her saniyesinin değerini bilen bir şehir.
Kitaplarda, filmlerde, şarkılarda anlatılan gizemli bir liman Beyrut.  Akdeniz’in harikulade güneşinde gözleri kamaştıracak ışıltılarla parlayan Güvercin Kayalıkları’ndan (Pigeon Rocks) bu şehrin doğa eliyle yaratılmış sembollerinden biri.  Gün boyu güneşin aynasında kızıldan gümüşe  bir renk paletinde yüzen Güvercin Kayalıkları, özellikle fotoğraf çekmek için doğru adres. Hele bir de hava durumu uygunsa kayalıkların etrafında küçük bir tekne gezintisi yapmak mümkün.
Lübnan egzotik ve leziz mutfağıyla haklı bir şöhrete sahip. Hal böyle olunca günün her öğünü ayrı bir ritüel gibi düzenleniyor.  Geleneksel, süzme yoğurtlu Lübnan kahvaltıları için Beyrut’un görkemli marinası Zaitunay Bay’a uğramak keyifli olacaktır.  Zaitunay Bay sıra sıra dizilmiş restoranları, kıyısına demirlemiş lüks tekneleri, zarif mimarisiyle Beyrut’un keyifli noktalarından biri.  Marina dünyanın her yerinden gelen konuklarla dolup taştığı için dünya mutfağından seçenekler sunan restoranlar da alternatifler arasında.
  Beyrut Marina'dan şehrin merkezi olan Downtown, yürüme mesafesinde. Downtown dünyanın bütün seçkin markalarını bulabileceğiniz, tarihi mekanlara da ev sahipliği yapan, mimarisi ve konumuyla adeta Beyrut'un kalbi. Tarihi saat kulesiyle ünlü Nejmeh Meydanı, Memlük devrinin yaşayan anıtı Al-Omari Camii, parlamento binasına yakın konumda bulunan Roma hamamı kalıntıları, St.Elias Kilisesi, St. George Manorite Kilisesi gibi  Beyrut'un tarihi serüveninden ve kültürel çeşitliliğinden izler taşıyan birçok eser de Downtown'un mulaka görülesi yerleri arasında. Beyrut'un trajik geçmişini yansıtan Şehitler Anıtı ve yakın tarihte yapılmasına rağmen mavi kubbesiyle şehrin sembollerinden biri olan Muhammed El-Emin Camii de bu bölgenin popüler ziyaret rotalarından. Şehrin nabzı hiç düşmeyen bölgelerinden biri de Hamra Caddesi . Hamra tatlıcıları ve kafeleriyle gece geç saatlere kadar canlılığını koruyan, keyifli  mekanlara ev sahipliği yapan bir cadde.
Gündüz şehri keşfederken klasik Lübnan tatlarına da küçük bir başlangıç yapılabilir. Orta Doğu ve Akdenizli sentez Lübnan mutfağının büyük şöhretlerinden biri olan falafel, hiç şüphesiz bu tatların başında geliyor. Beyrut’un sürekli dolup, boşalan ve yıllardır aynı tadı korumayı başaran falafelcilerinden biri Hamra Caddesi üzerindeki Barbar. Burada başta  falafel olmak üzere,Lübnan mutfağına özgü bütün yemekleri tadabilirsiniz.







Beyrut’un şehir hayatından biraz uzaklaşıp doğal güzelliklerine dokunmak için dünyaca ünlü Jeita Grotto’nun yoluna düşmek gerek. Jeita Grotto'nun içinde bulunduğu Nahr al-Kalb bölgesi şehir merkezine 20 km kadar bir uzaklıkta bulunuyor. Yemyeşil bir vadi ile karşılaşınca, gündelik telaşlara kapılmış şehir merkezi buradan çok uzaktaymış gibi geliyor.  Jeita Grotto birbirine bağlı iki katlı karstik oluşumlu bir mağara. Üst katı yürüyerek gezilebilirken; alt katı yağış durumuna göre botla geziliyor. Üst Jeita'dan alt Jeita'ya oyuncak görünümlü şirin mi şirin bir tren vasıtasıyla geçiliyor. Adeta harikalar diyarı hissiyatı yaşatan Jeita'da zamanı durdurmak isteyeceksiniz. 
Şehrin cazibe merkezlerinin bir diğeri Jounieh kasabasındaki kutsal Harissa Tepesi. Jounieh, Beyrut'a 22 km mesafede bir sahil kasabası. Harissa'ya karayoluyla ya da Jounieh'den teleferik aracılığıyla ulaşılabiliyor. Harissa, Lübnan’daki haç noktalarından bir tanesi. Burayı Hıristiyan hacılar için en önemli yapan şey, 1908 yılında açılışı yapılan sarmal bir kaidenin üzerinde 15 ton ağırlığı ile Lübnan’ı izleyen Meryem Ana heykeli. Heykele tırmanırken fotoğraf makinanızı yanınıza almayı ihmal etmeyin. Zira Meryem Ana'ya yaklaştıkça Akdeniz'e serilmiş Beyrut ve Jounieh manzarası oldukça etkileyici. Harissa Tepesi'nden ayrılmadan çevredeki kiliseleri ziyaret edebilir ve hediyelik eşya mağazalarından bir Harisa hatırası edinebilirsiniz.



Beyrut gücünü tarihe sımsıkı sarılmış köklerinden alıyor. Özellikle Antik devrin ticaretle özdeşleşen uygarlığı Fenike ve Osmanlı mirasını yakından görmek için,  şimdilerde sayfiye mekanı olan Byblos ‘u görmek gerek.   7000 yıllık tarihiyle her yıl binlerce gezgini ağırlayan Byblos küçük bir sahil kasabası. Modern alfabenin temellerinin atıldığı bu kadim kentte Fenike'den Osmanlı'ya birçok medeniyetin içinde yürüyorsunuz.  Fenike Nekropolü, Haçlı Kalesi, Osmanlı Evi, Roma Tapınağı, Fenike Surları, Roma Tapınağı,... derken zaman uçup gidiyor. Byblos'un çarşılarında dolaşırken yerel baharatlar satan aktarlara uğramayı unutmayın.
Tarih deyince birçok gezginin Beyrut’a gelme nedeni olan Baalbek, Beyrut’tan 85 km uzaklıkta yer alıyor.  Bekaa Vadisi içinde kalan Baalbek erken dönemlerden itibaren tapınak alanı olarak kullanılmış bir bölge. Ama günümüzdeki şöhretini Roma devrinden kalan Jüpiter, Venüs ve Baküs’e adanmış tapınaklarına borçlu. Baalbek’te bulunan Baküs tapınağı, Roma devrinden çağımıza mimari bütünlük içinde ulaşan en iyi durumdaki örneklerden biri olmasıyla da önemli.
Tabi ki Beyrut deyince dillere destan gece hayatından söz etmek olmaz. Beyrut'ta eğlence 365 güne yayılmış devam ediyor. Rengarenk, canlı, sürprizlerle gösterilerle dolu geceler bir Beyrut seyahatinin olmazsa olmazı arasında. Şehir merkezinde bulunan Gemmayzeh, retoranları ,barları, kafeleri ve pubları ile Beyrut gece hayatının nabzının hızla attığı bir yer.  Önce Le Chef gibi yerel mezeleri ve kebapları sunan bir mütevazı bir restoranda, muhteşem bir yemek yiyip ardından Gemmeyzeh Caddesi'nin irili ufaklı eğlence mekanlarında bir tur yapabilirsiniz.  Orta Doğu'ya kadar gelmişken sazlı, sözlü, göbek dansı gibi eğlenceleri sunan bir akşam geçirmek isteyenler için de Beyrut en doğru şehir.

Not: Yazı SunExpress'in uçak içi yayını SunTimes Mart /2019 sayısı için kaleme alınmıştır. 

2 Haziran 2019 Pazar

Daima Genç: Berlin



Her yıkımdan daha güçlü çıkan bir şehir Berlin. Hazzı ve gerçeği, geçmişi ve geleceği aynı anda içinde barındıran gücünü yaratıcı ruhundan alan bir şehir.   




Dünyada yağmur çiselerken en keyifle yürünecek şehirlerden biri Berlin.  Bulutlarla kaplı gökyüzü bu şehre tarif edilemez bir gizem katıyor.  İçinde büyük savaşlar görüp, derin yıkımlar geçirmenin izleri bulunsa da mizacına işlenmiş yeniden doğuş enerjisine bir anda kapılıyorsunuz.  Berlin’in tarihi ortasından geçen Spree Nehri’nin iki yakasında yer alan küçük balıkçı köyleriyle başlıyor.  Ben de kendini kolay ele vermeyen, yavaş yavaş kendini sevdiren kentin tarih boyunca canlı kalmasına vesile olan  Spree Nehri’nde keyifli bir tekne turunu kesinlikle ilk tanışma için uygun buluyorum.  Nehir gezisi sırasında Berlin’de bütün zamanların birlikte ve kusursuz bir uyum içinde yükselişi önümden akıp gidiyor.  Yüzyılları deviren kiliselerle, yeni nesil yapıların özgür çizgileri eşlik ettiği şaşırtıcı birlikteliğine kırmızı tuğlaları ve kuleleriyle Oberbaum Köprüsü’nün zarafeti ekleniyor, derken Jonathan Borofsky imzası taşıyan 30 m uzunluğundaki Molecule Man karşımda beliriyor. 
 Berlin’i bir zamanlar trajik biçimde ikiye ayıran o ünlü duvar yolculuğumun ikinci durağını oluşturuyor.  Soğuk Savaş’ı görünür kılan duvar  1961’de inşa edildiğinde 46 km boyunca uzanıyordu. 1989’da yıkılan duvarın, Spree Nehri’nin kuzey yakasında yaklaşık 1,5 kilometrelik bölümü halen korunuyor.  Dünyanın dört bir köşesinden gelen sokak sanatçılarının garaffitileriyle bir açık hava müzesi haline gelen duvardan, günümüze kalan bölüm East Side Gallery olarak anılıyor. 
 






Tarihi Berlin’e sokulmak üzere parlamento binası Reichtag’tan başlayan bir yürüyüş yapmaya karar veriyorum.  Reichtag , üstündeki cam kubbesiyle tam bir cazibe merkezi.  Burası ziyarete açık ve eğer cam kubbeye çıkarsanız size mimari detayların yanı sıra bütün şehrin manzarasını sunmasıyla da ayrıcalıklı bir yer. Bir zamanlar saraya giden yola açılan Brandenburg Kapısı yürüyüş güzergahımın en popüler parçası. Zafer tanrıçasının heykeliyle süslü kapının önünden itibaren Unter den Linden’e  uzanıyorum. Burası ıhlamur ağaçlarıyla süslü bir cadde, modern mimarinin göz kamaştırıcı örnekleriyle şehrin bütün yıkımların karşısındaki dirilişini temsil eder gibi bir tavırla şık ve zarif. Elçilik binaları, butikler, kafeler derken adını Opera Binası ve 18. yüzyıldan bu yana şehrin portresini güzelleştiren Berlin Katedrali çağlar arasında geziniyormuşum hissi uyandırıyor.  Değişik zamanlarda onarım gören kilise eklektik bir mimari anlayışı yansıtıyor. Yıl boyunca zengin bir konser programı olan bu büyüleyici mekan, Mayıs ayı boyunca beş klasik müzik konseriyle ziyaretçilerine farklı bir deneyim  sunuyor.



Berlin’in ritmi hiç düşmeyen caddelerinden bir diğeri de Kurfürstendam yapımı. 16. yüzyıla kadar uzanan cadde Otto von Bismarck’ın isteği üzerine görkemli bir caddeye dönüşür.  Uzun yıllar eğlence , iş ve kültürel aktivitelerin merkezi olan cadde II. Dünya Savaşı’nda büyük hasar görür. Bugüne geldiğimizde burası alışveriş yapmak, tasarım kafelerde dinlenmek, güncel bir sergiye katılmak için ideal bir bölge.  II. Dünya Savaşı’nın izleriyse bu bölgede yer alan Kaiser Wilhelm Anıt Kilisesi’nde hala yaşıyor.  Savaş yaralısı olarak bombalamanın ardından restore edilmemiş kilise,  bir dönemin yıkıcılığını olduğu gibi yansıtıyor.  
 Hareketli gece hayatı, tiyatroları, festivalleri ama en çok da kültür ve sanatıyla dünya gündemini meşgul eden bir başkent Berlin. Yüzlerce müze ve galeriye ev sahipliği yapan şehir , dünyanın dört bir yanından sanat tutkunlarını kendine çağırıyor adeta. Spree Nehri üzerindeki adada yer alan Museumsinsel, daha tanıdık ifadeyle Müzeler Adası ziyareti Berlin gezisinin olmazsa olmazı arasında.  Müzeler Adası’nda Bode -Museum, Neues Museum ,Alte Nationalgalerie, Altes Museum ve Pergamonmuseum ‘u ziyaret etmek mümkün. Rodin’den Van Gogh’a sanat tarihinin şöhretli isimlerinin resmi geçit yaptığı müzelerde ayrıca farklı coğrafyalardan toplanmış eserler de görülebilir. Özellikle Pergamonmuseum, İştar Kapısı'ndan Yazılıkaya'ya kadar gerçekten baş döndürücü bir etkiye sahip.





Berlin ‘in sanatla ilişkisi büyük savaşın çok öncesine dayanıyor.  1919’da Walter Gropius veOskar Schlemmer, Vassily Kandinsky ve László Moholy-Nagy gibi önemli isimleri bünyesinde barındıran Bauhaus Okulu bu ilişkinin en ilginç örneklerinden biri. Disiplinlerarası bir şekilde sanat ve zanaatı bir araya getirmeye çalışan bu hareketin bu yıl 100. yılı olması dolayısıyla Mayıs ayı boyunca Helmut Newton Stiflung’da “Bauhaus und die Fotografie” başlıklı sergi ile   Haus der Kulturen der Welt'te Bauhaus Okulu’nun bugüne kadar geçirdiği süreci ve dünyadaki etkileşiminin incelendiği çalışma görülebilir.  İlkbaharın gelişiyle renkli bir atmosfere bürünen Berlin’de 5 Mayıs’ta sanatçılar ve izleyiciler arası diyalogu arttırmak üzere  bir açık hava sergisi düzenleniyor. Oberbaum Köprüsü’nün mekan olarak kullanılacağı etkinlik sırasında köprü trafiğe kapalı olacak.

Not: Yazı SunExpress'in uçak içi yayını SunTimes Mayıs/2019 sayısı için kaleme alınmıştır.