30 Kasım 2020 Pazartesi

Sonbaharda Paris

 Rüzgarda uçuşan yapraklarla, güzün yeşile ağır ağır sırtını dönen paletinde , sanat mevsimi hızla uyanırken aşkın ve ışıkların şehri Paris’e gitmenin tam zamanı. Birbiri ardına çarpıcı sergilerin açıldığı, ünlü tasarımcıların vitrinleri süslemeye başladığı, sokak kahvelerinin halen güneşli günler gördüğü Paris için sonbahar her zaman beklentinin çok ötesinde…

 

Sonbaharın romantik çağrışımlarına en içten duygularla karşılık verecek şehirlerden biri hiç şüphesiz Paris. Arnavut kaldırımlı sokakları, mütemadiyen şık insanların koşturduğu meydanları, Seine Nehri’nin iki yakasını birleştiren 37 köprüsüyle gezginlerin düşü, sanatçıların ilham kaynağı.



  Tarihin çarpıcı anlarına tanık olan bu başkenti keşfetmenin onlarca yolu var.  Paris’e hayat veren Seine Nehri’nde tekneyle tura çıkmak iyi bir başlangıç. Şehir kuleler, ışıklar ve aşıklarla anılsa da kesin olan köprülerle de sıkı bir bağ içinde olduğu. Paris’te hayat geçmişte olduğu gibi bugün de büyük ölçüde Seine Nehri’nin etrafında akıyor.  Geçmişte limanların bir uzantısı olarak tasarlanan köprüler, zaman içinde defalarca yıkılmış yeniden yapılmış. Bunlardan en ünlüsü ve en eskisi Pont Neuf. Her ne kadar adı “yeni köprü” anlamına gelse de 1604’teki açılışından bu yana ayakta kalmayı başarmış gerçek bir Parisli. Pont Neuf aynı zamanda bazı ilklerin öncüsü olmuş bir yapı. Nehir kenarında sıra sıra dizili seyyar kitap tezgahlarının ön örneği Pont Neuf’de 17. yüzyılın sonunda açılan küçük bir kitapçı dükkanına kadar uzanıyor.

Seine Nehri’nin batı yakasında bulunan La Marais, şehrin parizyen havasını halen koruyan bölgelerinden biri. Birbirini kesen dar sokakları, rengarenk kafeleri, pastaların vitrinleri süslediği pastaneleri, sokak müzisyenleriyle filmlerde zihinlere nüfuz etmiş Paris görüntülerinin halen gerçekliğini koruduğu fikrine kapılmamak imkansız. Burada ikinci el butiklerle, genç sanatçıların

eserlerinin sergilendiği galerilerde gezinip, acıkınca küçük kafelerde kahve ve kruvasan eşliğinde bir mola verip, akşam caz kulüplerde müziğin ritmine uymak doğal bir durum adeta.

Paris’in iddialı güncel sanat ortamına giriş yapmadan önce mutlaka şehrin klasik sembollerinin izini sürmek gerek. Bu doğrultuda Seine Nehri’nin kıyısında muhteşem bahçeleri, ikonik cam piramidi ve sayısız başyapıta ev sahipliği yapan  Louvre Müzesi’yle gerçek bir sanat yolculuğuna girişmek en doğrusu. Sanat tarihinin çarpıcı anlarından sonra, Louvre’un hemen yanı başındaki Tuileries Bahçesi’nin kollarında olmak huzur verecek. Fransız Devrimi’nin ardından halka açılan bahçe 106 heykel ve özgün peyzajıyla aynı zamanda bir açık hava müzesi. Tuileries’den çıkınca, dönme dolabı ve obeliskiyle tarihin dönüm noktalarına tanıklık eden Concorde Meydanı’nın yörüngesine girilir. Maria Antoinette’in düğününü ve idamını gören meydandan başkentin dünyaca ünlü alışveriş caddesi Şanzelize’ye  (Champs-Elysees) varılmıştır bile. Bir uçtan diğerine uzanan kestane ağaçları,  tanınmış markaların arzı endam ettiği vitrinleri ve şık restoranlarıyla Şanzelize Avrupa’nın en çok ziyaret edilen caddesi konumunda.  Bu büyüleyici caddenin sonunda Paris’in bir başka ünlü imgesi Arc de Triomphe (Zafer Takı) gezginlere harika bir Paris manzarası sunmak üzere hazır beklemektedir.

1937 Paris Dünya Fuarı için yapılan Palais de Chaillot, Eyfel Kulesi’nin  (Eiffel) tam karşısındaki konumuyla, sinema perdesinde görmeye aşina olduğumuz sahnenin gerçek halini önüme seriyor. Neo Klasik hatlarıyla ilgi çekici bir yapı olan Palais de Chaillot, yalnızca Paris panoraması içeren harikulade terasıyla değil aynı zamanda üç ayrı müzeyi bünyesinde barındırmasıyla da gezginlerin ilgi odağı.  Cite de l’Architecture (Mimari Müzesi) Musee de la Marine (Denizcilik Müzesi),Musee de l’Homme (İnsan Müzesi) Chaillot Palais’de ziyaretini ayrıcalıklı kılacak müzeler olarak sıralanabilir.


Fransız Devrimi’nin 100. yılı kutlamaları için Gustave Eiffel tarafından tasarlanan ve bugüne dek 300 milyondan fazla konuğu ağırlayan Eyfel Kulesi, Paris seyahatinde olmazsa olmazlar arasında. Şehirde görülecekler listesinde zirveyi asla bırakmayan kule birçok şehir efsanesinin de kaynağı haline gelmiş durumda. Çağımızda Paris’i Eyfel Kulesi olmadan hayal edemesek bile bir dönem Fransızlar ciddi biçimde bu yapının varlığını sorgulamışlar. Yine de Paris deyince zihinde beliren ilk imajlardan biri olan kule, Paris’e kaç kere yolunuz düşerse düşsün vazgeçilemeyen noktalardan. 

Montmartre Tepesi, Paris ruhunu kavramak için ideal mekanlardan biri. Burada ilk anda Sacre-Coeur Bazilikası’nın ruhani tavrı gezginleri karşılarken, hemen arkasında yer alan sokak ressamlarının bohem rahatlığı hemen insanın içini ısıtıyor. Kilisenin arkasında kalan Tertre Meydanı (Place du Tertre) yalnızca portre  ressamlarının değil, yazarların , şairleri de buluşturan bir alan. Renoir, Van Gogh, Modigliani, Picasso gibi isimlere esin vermiş bu

 sokaklardan etkilenmemek imkansız.“Kutsal kalp” anlamına gelen Sacre Coeur’ün merdivenlerinde Paris’in bir düş olduğuna ikna olduğuna inanmamak için hiçbir sebep bulamıyorum.

Paris 19. yüzyılın ortalarından bu yana,  dünyaya yön veren sanat akımlarının filizlendiği ve farklı ülkelerden sanatçıları kendisine çeken bir cazibe merkezi. Sanat, Seine Nehri kadar yaşam katıyor Paris’e. Sonbahar , doğaya inat sanat mevsiminin yeniden hareketlendiği bir zaman dilimi. Paris bu sonbahar da kendinden beklendiği üzere ses getiren sergilerin, görkemli etkinliklerin başrolünde.  2002’den bu yana Paris’te ekim ayının ilk cumartesi günü Nuit Blache ya da Beyaz Gece olarak tanımlanıyor. Sanata ve kültüre adanmış bir gün olarak nitelenen Nuit Blache için takvimler bu yıl 5 Ekim’i gösteriyor.  Paris’in büyük bir sergi ve performans alanı haline dönecek. Gece boyunca birçok müze ve galeri ziyarete açık ve ücretsiz olacak. Konserler, havai fişek gösterileri ve sokak performanslarıyla desteklenecek olan Nuit Blache süresince toplu taşıma da sabaha dek ücretsiz.   Öte yandan Ekim ayının bir diğer önemli etkinliği 17-20 Ekim’de düzenlenecek Uluslararası Çağdaş Sanat Fuarı (FIAC). Şehrin sembol yapılarından , Art Nouveou kimliğiyle dikkat çeken Grand Palais’nin ana mekan olarak seçildiği fuar kapsamında onlarca ülkeden, binlerce sanatçının çalışmaları izleyiciyle buluşacak. Etkinlikler Grand Palais’yle sınırlı kalmayıp şehrin farklı noktalarına da yayılacak. Her adımda bir filmden, bir kitaptan, bir şiirden izler bulunan Paris, Ekim’de de  Ernest Hemingway’in “Paris bir şenliktir” sözünü doğrulayacak.

Püf Noktası:  Mona Lisa, Semadirek Nikesi, Milo Venüsü gibi sayısız başyapıtı bünyesinde barındıran Louvre’u gezerken süre hiçbir zaman tam olarak yetmez. Müze haritasında görmek istediğiniz eserleri işaretleyip, kendi müze turunuzu yapmak, ziyaretinizi daha verimli hale getirebilirsiniz.

Seyahat Önerisi: Seçkin lezzetleriyle Fransız mutfağının dünya genelinde haklı bir şöhreti var. Özgün Fransız lezzetlerinin tatmak için Paris kesinlikle en doğru adres kabul ediliyor. Soğan ve et suyu ile hazırlanan ve gravyer peynir ile servis edilen soğan çorbası, kendi yağıyla ağır ağır pişirilen confit de canard (ördek bacağı), kırmızı etin özel soslar ve et suyu ile taze sebzelerle yapıldığı boeuf bourguignon bu sofranın geleneksel tatları arasında ilk akla gelenler. Ayrıca salyangozla yapılan escargot, Paris’te en çok tüketilen lezzetler arasında. Paris’te rengarenk tatlılar ve pastalarla süslü vitrinler neredeyse her sokakta son derece davetkar. Elmalı bir tart olan tarte tatin, adını mimariye borçlu olan çikolatanın ve bisküvinin uyumunu yansıtan rokoko, her biri gerçek bir sanat eseri gibi görülen éclair (ekler) Paris günlerine ayrı bir lezzet katacak tatlılardan sadece birkaçı. 


*Pegasus Hava Yolları'nın uçak içi yayımı,  flypgs. com Magazine Ekim 2019 sayısı için kaleme aldığım Paris yazısı. 



3 yorum:

  1. tebrikler başarılar kaleminize sağlık

    YanıtlaSil
  2. Gitmek olsa durana ne...
    Çok çok gitmek istediğim yerlerden.
    Tabii önceliğim İtalya. Sanatın başkenti...

    YanıtlaSil
  3. İnşallah bir gün.. emeğinize sağlık :)

    YanıtlaSil