El emeğini ateşle buluşturan kadim bir gelenek çini. Mavisi, beyazı, gizemli kırmızısıyla etkileyici; hamuruyla , sırıyla tevazu sahibi…
Ancak seramik sanatı en gözde ürünlerini çini
alanında gerçekleştirdi. Zaman içinde canlı renkleri, ışıltılı yüzeyleriyle
çini, seramik sanatlarının en gözde dalı olarak, mimarinin vazgeçilmez süsleme
öğesi haline geldi.
Hamur haline gelmiş toprak ateşle
şekillendirildi, doğanın sonsuzluğundan ilham alan hünerli eller tarafından
motiflerle bezendi ve sırlandı. Bazen kandil olup karanlığı aydınlatan ateşi
sakladı, bazen yıldız, çokgen ve kare biçimiyle kutsal yapıları,
sarayları, çeşmeleri süsledi çini.
Çininin serüveni Anadolu’da Selçuklular’la
birlikte başlar ama asıl büyük atılım Osmanlı İmparatorluğu’yla gerçekleşir. Selçuklu
ve Osmanlı çini ustalarının elinden çıkan çiniler, İslam süsleme sanatının en
başarılı çalışmaları olarak kabul edilir.
Selçuklu saraylarını düşsel bir
dekorla kuşatan çinilerde çiçekli kufiler, balıklar, kuşlar ve insanların yanı
sıra sembolik ifadelerden oluşan bir repertuar göze çarpar. Geçmişi Orta Asya’ya dek giden hayvan mücadele
sahneleri, avcı kuşlar, çift başlı kartal, grifon gibi fantastik yaratıklar
Kubadabad Sarayı çinilerinin konularını oluşturur.
13. yüzyılın mimarlık şaheserlerinden
biri olan Karatay Medresesi’ndeyse tonozlardan kubbeye kadar uzanan çiniler,
mimari süslemenin esasını oluşturur. Firuze, mor, lacivert ve yeşil bu dönem
çinilerinin karakteristik renkleri olarak karşımıza çıkar.
Selçuklu geleneğini devralan Osmanlı
İmparatorluğu çini sanatını olağanüstü bir boyuta taşır. Erken Osmanlı
sanatında Selçuklu geleneği takip edilirken 15. yüzyılın sonuna doğru Anadolu’da
farklı ekoller yaratılır. Günden güne büyüyen devletin seramik üretiminde öne
çıkan merkezler İznik ve Kütahya olur. Dini yapılar başta olmak üzere bu
devirde inşa edilen eserlerin başlıca süsleme öğesi tek renkli ve sırlı
çinilerdir. Firuze, koyu mavi, yeşil gibi renkler barındıran bu çiniler kare
veya çokgen biçimleriyle geometrik kompozisyon kuruluşuyla duvarları süsler. Osmanlı dönemi çinilerinin ayırt edici
özelliklerinden biri renkli sır tekniğinin
(cuerda seca) kullanılmasıdır. Renkli sır tekniğinde desenler basılarak
ya da kazınarak işlenir ve daha sonra üzeri renkli sırlarla boyanarak
fırınlanır. Böylece geometrik kompozisyonların yanında, gerçekçi bitkisel
motifler, sülüs ve kufi yazılarla bezeme daha da zenginleşir. Aynı zamanda
klasikleşen renklerin yanına sarı, altın sarısı, leylak, fıstık yeşili gibi
renkler katılır. Renklerin ve desenlerin pişirme esnasında birbirine
karışmasını önleyen bu teknik sayesinde daha fazla ustalık gerektiren ,
karmaşık tasarımlar yapılabilir hale gelir. 1421 yılında açılan Bursa Yeşil
Cami, Erken Osmanlı Dönemi mimarlığında
çiniciliğin ulaştığı düzeyi gösteren etkileyici örneklerden biridir.
15. yüzyılın ikinci yarısından
itibaren Osmanlı çini ustaları, mavi-beyaz olarak adlandırılan yeni bir türe
hayat verir. Beyaz zemin üstüne mavi ve
firuze renkli desenlerle ya da tam tersi lacivert gibi koyu bir zemin üstüne
beyaz renkli desenlerle karakterize olan bu çiniler şeffaf bir sırla
kaplanıyordu. Sert hamuru ve özenli işçiliğiyle bütün zamanların en gözde çinileri
olarak nam salan mavi-beyaz tekniğinde doğadan ilham alan çiçek
desenleri, kıvrık dallar süsleme programının başat unsurlarıdır. Ming
porselenlerine özgü bulut, ejder gibi motiflerin de yer aldığı mavi-beyaz üslubun
desenleri saray nakkaşları tarafından tasarlanır ve İznik’te hayata
geçirilirdi.
16. yüzyıl Osmanlı çiniciliğinin
zirvesi olarak görülür. Burada çağının önde gelen üreticisi İznik yine
başroldedir. Sıraltı tekniğinin uygulandığı bu çiniler, beyaz ve sert hamuru,
parlak ve pürüzsüz görünümüyle dikkat çeker. Desenler renklendirilirken mavi,
beyaz, firuze, yeşil, siyah ve lacivert gibi tonlar kullanılır. Fakat döneme
damgasını vuran, ortaya çıktığı gibi yaklaşık bir asır içinde gizemli biçimde
kaybolan “mercan kırmızısı”dır. Canlı, parlak ve kabarık görünümüyle gizemi
çözülemeyen kırmızının yanında, desenlerde de çeşitliliğe gidilmesi söz
konusudur. Asma yaprakları, selvi
ağaçları, nar, karanfil, bahar dalları gibi motiflerle cennet bahçelerine
öykünen düzenlemeler yapılır.
Eminönü’nde bulunan Rüstem Paşa
Camii, mihrabından duvarlarına, payelerinden son cemaat yerine kadar çiniyle
donandığı görkemli bir yapı olarak , 16. yüzyılın ikinci yarısındaki çini
üretiminin izlenebileceği yapıların başında gelir. Mimar Sinan’ın “ustalık
eserim” sözleriyle tanımladığı Edirne Selimiye Camii’nin çinileri İznik’te
yaptırılmıştır. Mimariyle kusursuz bir uyum sergileyen çiniler , yapının
eşsizliğine sade bir güzellik katar. Özellikle hünkar mahfili çinileri çiçek
açmış ağaçlar, bahar dalları ve elma ağaçlı kompozisyonlarıyla çağının en canlı
örneklerinden biridir.
Medici Porseleni
Kaliteli tekniği, ölçülü bir zarafetle
tasarlanan desenleriyle İznik çinisi,
her dönem önemli bir ticari ve sanat ürünü olarak ele alınır. Doğuya özgü , egzotik
bir sembol olan çini Rönesans koleksiyonerlerinin ilgi alanına da girer. O
kadar ki Avrupa pazarı için taklitleri dahi yapılır. Bugün dünyadaki birçok
müzede ve özel koleksiyonda İznik çinisi sanatseverlerle buluşmaktadır.
*AnadoluJet'in uçak içi yayımı, AnadoluJet Magazine'in Şubat 2020 sayısı için kaleme aldığım çini temalı yazı.
Sanat... çok bilgilendirici yazı olmuş emeğinize sağlık :)
YanıtlaSilHer konuyu öyle güzel ele alıyorsun ki, bambaşka yolculuklara çıkıyorum her bir yazını okurken :)
YanıtlaSil