18 Mart 2021 Perşembe

Kahramanlar Şehri Çanakkale

 

İki kıyıyı birleştiren, kahramanlık destanlarının gerçeğe dönüştüğü, her adımda duygu durumunu değiştiren, dünyanın nadir güzelliklerine sahip şehirlerinden biri Çanakkale.  Bütün zamanların en şöhretli anlatısı Troya’nın ve I. Dünya Savaşı’nın seyrini değiştiren şanlı zaferin  geçtiği Çanakkale binlerce yıllık birikimiyle konuklarını gerçek bir zaman yolculuğuna davet ediyor.


Boğaz’ın mavi suları, sert bir rüzgarla titreşirken, martılar sabahın ilk rızkını kapmak üzere feribotun etrafında kanat çırpıyor. İstanbul dışında “ karşıya geçmek”  fiilinin gerçek olduğu ,Ege’nin Karadeniz’e açılan kilidi Çanakkale’de olmanın heyecanı bambaşka. Kalbinden deniz geçen şehirde herkesin sımsıcak selamlaştığı bir feribot yolculuğuyla Kilitbahir İskelesi’ne ulaşıyorum. Kıyıya yaklaşırken, zümrüt yeşili ağaçların arasına yazılan iki mısra dikkatimi çekiyor:  “Dur yolcu! Bilmeden gelip bastığın / Bu toprak, bir devrin battığı yerdir.”  


Gelibolu Yarımadası, güneşin ilk ışıkları ve toprağın uyanışını yansıtan bahar renkleriyle içten bir karşılama sunuyor. Antik Çağ’da “güzel şehir “ anlamına gelen Gallipolis adıyla anılan Gelibolu, denizle iç içe zümrüt yeşili bir yarımada. Doğal ve sakin güzelliğiyle bu yarımada  Çanakkale Muharebeleri’nin izlerini taşıyor. Gelibolu, Çanakkale Tarihi Alan Başkanlığı’nın çalışmalarıyla sürekli gelişen bir açık hava müzesi görünümünde. Zafere giden süreci her solukta yaşayan Gelibolu’yu hissetmek, mücadelenin nabzını tutmak için en az iki günlük bir vakit gerekiyor. Tarihi alanı tanımak için başlangıç noktam Rumeli ve Mecidiye Tabyası oluyor. Burada, 18 Mart 1915’te Boğaz’ı geçip İstanbul’a ulaşmayı hedefleyen müttefik donanmasına karşı kahramanca mücadele eden Seyit Onbaşı ve bütün Mehmetçiklerimizin anısına yapılmış bir anıt yer alıyor.  Askerliğe “Ağır Topçu Neferi” olarak başlayan Seyit Onbaşı, topun mermi kaldıran vinci bozulunca,215 kiloluk top mermisini sırtına alarak namluya sürmüş, ateşlediği top sayesinde İngiliz zırhlısını batırmış. Mücadelenin en ateşli anlarından birinde bu kadar  insanüstü bir çaba gösteren Seyit Onbaşı efsaneleşmiş bir savaş kahramanı. Böyle bir yiğitlik timsali yaşanan Rumeli Mecidiye Tabyası Gelibolu’nun ziyaretçi  akınına uğrayan bölgelerinden biri. Yarımadada, gerçek bir kahramanlık destanın içinde yol aldığımı bilerek önce Havuzlar Şehitliği ve Anıtı’na ardından Soğanlıdere Vadisi’ne yöneliyorum. Vadi düşman saldırılarına karşı korunaklı bir konumda olması sebebiyle Seddülbahir Cephesi’nin önemli lojistik merkezlerinden biri olarak kullanılmış. Askerlere sağlık hizmetlerinin de verildiği bu bölgenin ardından Alçıtepe Şehitliği ve Alçıtepe Bakı Terası’na hareket ediyorum. Güney Cephesi’ni bütünüyle gören bir alanda konumlandırılan Bakı Terası, ziyaretçilerine 25 Nisan 1915 tarihli çıkarma noktalarını izlemeyi olanaklı kılıyor. Alçıtepe köyünden sahile inen yol üzerinde bulunan Redoubt ve Skew Bridge Mezarlıkları yer alır. Her iki mezar alanı da Birleşik Krallık, Avustralya,  Yeni Zelanda, Hint ordusundan askerlerle, kimliği belli olmayan askerlerin gömüldüğü yerlerdir. Morto Koyu üst mevkisinde bulunan Seddülbahir Fransız Askeri Mezarlığı, Cezayir, Fas ve Senegal’den gelen askerlerin gömüldüğü olduğu alandır. Morto Koyu’na bakan yamaç üzerinde yer alan anıt, Gelibolu Yarımadası’ndaki tek Fransız mezar anıtı olma özelliğini taşıyor. Savaşın acı yüzünün ardındaki dostluk ve vefa Gelibolu’da insanın gözlerini yaşartıyor.   




Çanakkale stratejik konumuyla bütün zamanlar boyunca gözde bir şehir olduğundan her iki yakası da kalelerle tahkim edilmiş durumda. Anadolu yakasının girişinde 1659 yılında inşa edilen Seddülbahir Kalesi bunlardan biri. Hatice Turhan Sultan tarafından yaptırılan kale yüzlerce yıl denizden gelecek saldırılara göğüs germiş, Çanakkale Muharebeleri’nde de 12 topla savunmaya katkı sağlarmış bir yapı.  Çanakkale Cephesi’nin ilk şehitlerinin yattığı Seddülbahir Kalesi’ne ardından Eskihisarlık Burnu’nda yükselen Şehitler Abidesi’ne uğruyorum. Çanakkale Muharebeleri’nin geçtiği Gelibolu etkileyici bir atmosferiyle yüreğime dokunuyor. Yarımada’da tabiat, geçmişi, savaşın izlerini saygıyla bir dantel örtü gibi kuşatıyor. Arıburnu Sahili’nde Anzak Koyu’nu seyrederken, Gelibolu’nun yeşil örtüsünün derinliklerindeki gizlerini benimle paylaştığını hissediyorum. 



Eceabat’ın kuzeyinde bulunan Bigalı Köyü’nün çınarlı kahvesinde kısa bir mola veriyorum. Bigalı, Nisan 1915’te 19. Tümen’e ve Tümen Komutanı Yarbay Mustafa Kemal’e karargah olmuş bir köy. Günümüzde Mustafa Kemal Atatürk’ü konuk eden ev müze olarak ziyaret edilebiliyor. Conkbayırı’na doğru ilerlerken 57. Piyade Alayı Şehitliği karşıma çıkıyor.  Yarbay Mustafa Kemal’in uhdesinde çarpışan 57. Piyade Alayı, çıkarmanın ilk gününde Arıburnu’na doğru harekete geçen  Anzak askerlerini geri püskürten Türk kuvvetlerinden biri. Cesaret ve kahramanlıkla örülü bu topraklarda yoluma devam edip Conkbayırı’na ulaşıyorum. Yarımadanın zirvesi olan Conkbayırı’ndan bütün Gelibolu önüme seriliyor. Anafartalar Grup Komutanı Yarbay Mustafa Kemal’in heykeliyle ufka dalıyorum. İçimi sonsuz bir minnet ve şükran duygusu yayılıyor. 

Kendi halinde köyleri, çalışkan köylüleri, keçi sürüleriyle kaplı otlakları ve denizin bir görünüp bir yok olduğu maviliğiyle Gelibolu kendini hafızama kazıyor. Küçük Anafartalar Köyü tabelasını geçip, Büyük Kemikli Burnu’na geliyorum. Rüzgarın ve dalgaların tasarımını üstlendiği bu doğal oluşum fantastik görüntüsüyle şaşırtıyor. Denizin kokusu içime işlemişken rotamı yine deniz belirliyor. Eceabat’ın şirin köyü Kilitbahir’de soluklanıp, Boğaz’ın en dar yerinde inşa edilen yonca planlı kaleyi ziyaret ediyorum. Yapılışı 15. Yüzyıla kadar uzanan Kilitbahir Kalesi, Çanakkale Savaşları ve Gelibolu Tarihi Alan Başkanlığı’nın çalışmalarıyla yaşayan bir tarih müzesi olarak ziyaretçilerini ağırlıyor. 

Eski adı Maydos olan Eceabat, Osmanlı döneminin en önemli tuğla üretim merkezlerinden biri olarak anılıyor. Maydos’un tuğla ocakları özellikle İstanbul’un tuğla ihtiyacına yönelik ciddi üretimler yapmış. Eceabat bağları, zeytinlikleri, ayçiçeği tarlaları ve tarihiyle benzersiz bir coğrafya. 

Çanakkale Kordon’a geri dönüp, Ayvalık’ın sarımsak taşından 1897 tarihinde yapılan saat kulesinden başlayarak şehri adımlamaya başlıyorum. Kulenin bir tarafı Kordon’a açılırken , diğer tarafı şehrin tarihi sokaklarından Fetvane’ye açılıyor. Fetvane Sokağı taş binaları ve kahve kokusuyla cezp edici bir alan. Sokağın köşesinde yer alan Kent Müzesi 19. yüzyılın başında inşa edilmiş bir yapıda kurulmuş.  Giriş katında güncel sergiler gerçekleştirilen müzenin diğer bölümlerinde şehrin sosyal hayatından,tarihinden, anılarından kurulu sürekli bir sergi alanı bulunuyor. Fetvane Sokağı’ndan uzaklaşıp Yalı Camii ve çevresini inceliyorum. Birkaç sokak sonra o yürek burkan türküdeki Aynalı Çarşı’nın önünde buluyorum kendimi. İki caddeyi birbirine bağlayan çarşı bugün hediyelik eşya dükkanlarıyla dolu. Kulaklarımda o duygulu türküyle Çanakkale Boğazı’nın en dar bölümünde gemileri selamlayan Çimenlik Kalesi’ne yürüyorum. Çimenlik ya da Kale-i Sultaniye bugün savaş kahramanı Nusret Mayın Gemisi’ni de içine alan bir Deniz Müzesi’nin bünyesinde. Kale-i Sultaniye adıyla 1462 tarihinde Fatih Sultan Mehmet Han tarafından yaptırılan Çimenlik Kalesi, dış kale ve iç kaleden oluşmuş geniş bir kompleks. 18 Mart 1915’te İngiliz zırhlısı Queen Elizabeht’in attığı top mermisi, bugün hala isabet ettiği kuzey sur duvarında duruyor. Müze bahçesiyse farklı büyüklükte toplar, tanksavarlar, mayınlar ve  "UB 46” isimli Alman denizaltının kalıntılarına ev sahipliği yapıyor. Çimenlik Kalesi ve içinde bulunduğu müze Çanakkale ‘nin mücadeleci ruhunu hissettiren, özgün bir yapı.  

Çanakkale’de geçmişi Fatih Sultan Mehmet devrine kadar giden bir seramik üretimi söz konusu. Öyle ki seramikçilik şehrin ayrılmaz bir parçası haline gelince şehre adını bile vermiş. Şehrin alameti farikası seramik olunca, Seramik Müzesi’ne uğramak şart oluyor. Tarihi Er Hamamı’nın restore edilmesiyle kurulan müze, Çanakkale seramiğinin tarihsel serüvenini sunan özel bir mekan. 




Çanakkale 1. Dünya Savaşı’nın akışını değiştiren gerçek kahramanların şehri olmasının yanında Antik Çağ’ın kör ozanı Homeros’un epik anlatısında geçen Troya Savaşı’nın da geçtiği yer. Efsaneler çağından zamanımıza kadar şöhretini asla yitirmeyen Troya Savaşı’nın izinde ve Homeros’un rehberliğinde Troya (Troia)  Antik Kenti’ne uzanıyorum. Troya Antik Kenti 1998 yılından bu yana UNESCO Kültür Mirası Listesi’nde.  En erken yerleşimin Tunç Çağı'na dek indiği Troya'da insanlık tarihinden 3000 yılı kesintisiz olarak izlemek mümkün. 2018 yılının Kültür ve Turizm Bakanlığı tarafından Troya Yılı ilan edilmesinin ardından hizmete giren Troya Müzesi, Troya’nın farklı katmanlarına ait mezar taşları, heykeller ve çeşitli canlandırmalarla   izleyiciyi karşılıyor. Müze  cam bileziklerden sikkelere, lahitlerden sunaklara, gözyaşı şişelerinden yazıtlara uzanan geniş koleksiyonuyla, binlerce yıllık bir öyküyü sakince fısıldıyor.  Animasyonlar, ışık oyunları, üç boyutlu tasarımlar, müzenin farklı bir deneyime dönüşmesini sağlıyor.  Bütün zamanları esinleyen efsanenin doğduğu, Odysseus’un kurnaz bir hileyle, bir tahta atla tarih sahnesinden sildiği, yahut ebediyen var ettiği Troya’nın görkemli ve trajik öyküsünü yaşamak, zamanın dehlizlerinde dolaşmak  için Troya Müzesi kesinlikle doğru adres. 



Çanakkale bereketli toprakları ve konumuyla tarih boyunca göz kamaştıran şehirlerden biri olmuş. Bu sebepten birçok antik yerleşime ev sahipliği yapıyor. Büyük İskender’in komutanlarından Antigonos tarafından kurulan Alexandria Troas bunlardan biri. Anadolu’nun en büyük antik kentlerinden biri olan Alexandria Troas Ezine İlçesinde ve yaklaşık 400 hektar üzerinde yer alıyor. 

Çanakkale’den ayrılmadan bağımsızlık mücadelesini mısralarıyla canlandıran Mehmet Akif Ersoy’un çocukluğunun geçtiği evi ziyaret ediyorum.  “Vatan Şairi” olarak gönüllerde yer eden Mehmet Akif Ersoy’un bir dönem yaşadığı ev Bayramiç ilçesinde müzeye dönüştürülmüş durumda. Dilimde Mehmet Akif Ersoy’un dizeleriyle şairin anılarına dalıp gidiyorum.


Çanakkale azmin ve cesaretin şehri. Ozanlara ilham veren, adına türküler yakılan, Kuzey Ege’nin olanca güzelliğiyle insanın içini tarifsiz duygularla donatan bir şehir. Hayranlık uyandırıcı geçmişi bugünüyle harmanlayan, vedaları yürek burkan bir şehir…

 

*Türkiye Kızılay Derneği'nin aylık dergisi 1868 'in,  Mart  2020 sayısında yayımlanmıştır. 


 



Hiç yorum yok:

Yorum Gönder