14 Temmuz 2022 Perşembe

Likya'nın Güneşe Teslim Koyları

Adını Akdeniz güneşinin esinlediği Likya geçmişte “güneş ülkesi” olarak
 tanımlanıyordu.  Yılın neredeyse tamamını güneşe teslim olarak geçiren bu kıyılar, halen ismiyle müsemma, halen güneşin aynasında.

Fethiye’den başlayıp, Antalya’ya kadar uzanan tarihin, tabiatın ve turkuaz suların bileşimini sunan Likya Yolu, gizemli ve ilgi çekici olmaya devam ediyor. Saçlarınızdan kekik ve deniz kokusunun eksik olmadığı bu 540 kilometrelik yürüyüş rotası, zamanın tanığı antik kentleri, usul usul kıyıyı döven dalgalarıyla dudaklarda biraz tuz, kalpte her dem taze bir his bırakıyor. Fethiye’den başlayarak Antalya’nın batısına kadar uzanan Teke Yarımadası’nda kurulan Likya, efsanelerle gerçeği buluşturan geçmişi, denizle ve dağlarla kuşatılmış coğrafyasıyla binlerce yıl sonra bile gizemli ve büyüleyici. Likya’nın ışığının rehberliğinde, tarihin ve denizin izini sürüyoruz. 





Vazgeçilmez Akdenizli: Ölüdeniz

Dünyanın en iyi plajı listelerinde her zaman kendine yer bulan Ölüdeniz, hiç şüphesiz ışık ülkesi Likya’nın en şöhretli lokasyonlarından biri. Fethiye, eski bir Likya kenti olan Telmesos’un günümüzdeki mirasçısı konumunda. Likya ile Karya kentlerinin sınır bölgesinde kurulan Telmesos, çağlar önce Apollon’a adanmış kehanet merkezi ve önemli bir kültür kentiydi. Antik Telmesos’un bu zenginliği bugün hala Fethiye’nin içinde adım adım keşfedilebiliyor. Yakın zamanda restore edilen antik tiyatro, güneşli sokaklarda aniden karşımızda beliren lahitler, kaya mezarları ve bu zenginliği yansıtan müzesiyle bölge Likya’nın soluğu hep hissediliyor. Arkeolojik verilere göre burası kurulduğu zamandan bu yana yerleşimin kesintisiz sürdüğü bir kent.

Ölüdeniz, denizden tekneyle ulaştığınızda tarifsiz bir turkuaz renk ve sükunetiyle huzur veren lagünüyle göz kamaştırıcı bir koyda yer alıyor. Karadan Ölüdeniz’in yoluna düşünce zeytin ağaçlarının çamlara dönüştüğünü ve kıvrılarak inilen yolun sonunda efsunlu bir mavilikle karşılaşılıyor. Ölüdeniz’in efsunu denizin hareketsizliğinden, çamlarla çevrili turkuaz denizinden kaynaklanıyor. Bölge Belcekız Koyu olarak da anılıyor.

Lagünüyle tılsımlı bir kıpırtısızlık sunan Ölüdeniz’i adrenalin tutkunları için cezbedici kılansa hemen yanı başındaki Babadağ’dan yapılan yamaç paraşütü. Toroslar’ın batıdaki uzantısı olan Babadağ, gerçekten adı gibi heybetli ve endemik türleri de içinde barındıran zengin bir bitki örtüsüne sahip. 1965 rakımıyla Babadağ’dan yamaç paraşütü yapmaya cesaret ederseniz ,yalnızca Ölüdeniz’i değil, neredeyse Fethiye’nin tamamını kuşbakışı görme şansına sahip olmak mümkün. Yıl boyu hakim rüzgarıyla bölge uçuş eğitimi ve uçuş için elverişli.




Kayaköy’ün Yanı Başında :Gemile Koyu

Ölüdeniz Kayaköy parkuru, Likya Yolu’nun alternatif yürüyüş güzergahları arasında. Kayaköy yakın geçmişten izler taşıyan, mübadele zamanı terk edilmiş bir Rum köyü. Solmuş yaşamların anılarını saklayan terk edilmiş evler, okullar, kiliselerle, zaman çizgisinde unutulmuş izlenimi veren Kayaköy’ün birkaç km ötesinde Gemile Koyu bulunuyor. Kayaköy’ün sessizliği içinden doğal yaşamın sesine ve zeytin ağaçlarının hışırtısına ayak uydurup ilerleyerek denizle doğanın birleşiminde Gemile’nin mavi sularına ulaşılabilir. Yeşil tepelerle çevrilmiş bu küçük kumsalın tam karşısında koyla aynı adı taşıyan Gemile adası bulunur. Ortaçağ’da Symbola adıyla tanınan ada, M.S. 5. Yüzyıldan itibaren Hristiyan keşişlerin yerleşmesiyle kilise ve manastır gibi yapılarla dolar. Zaman içinde gemicilerin uğrak yeri olan ada, kutsal niteliğiyle bir haç rotası haline gelir. Gemile Adası günümüzde, mavi sularda yolculuk yapmaktan keyif alan tekne tutkunlarının uğrak noktası.

Erişilmez Güzellik: Kabak Koyu

Likya Yolu’nun denizi ve doğayı buluşturan bir diğer yeryüzü cenneti Faralya. Likya ve Roma kalıntıları, kızılçamların yeşil bir deniz oluşturduğu bitki örtüsüyle el değmemiş bir vaha görünümünde. Adaçayı ve balının lezzetiyle doğal dokusunun hakkını damaklara taşıyan bir yer aynı zamanda. Faralya’yı denizle buluşturan Kabak Koyu, karadan ulaşımın oldukça güç olması sebebiyle el değmemiş bir güzellik.  Kabak’a varmak güç, ama Likya patikalarını takip ederseniz, koyun neden Kabak olarak anıldığını keşfetmiş olacaksınız. Yukarıdan bakınca koy gerçek bir su kabağ ı formunda. Alışılagelmiş tatil anlayışının oldukça dışında kalan Kabak’ta, küçük kumsaldaki ayak izleriniz ve ağaçların hışırtısı tek eşlikçiniz olabilir. Turkuazın tarif edilemez tonlarını içinde barındıran koy, hep yeniden gitmek istenen yerlerden.

Gelidonya Feneri Yolunda : Papaz Koyu ve Korsan Koyu

Likya Yolu dünyanın en uzun soluklu yürüyüş parkurlarından biri. Yol uzun, yer yer zorlu ama şaşırtıcı ve sofistike bir deneyim sunuyor. Antalya’nın önemli bir bölümü de bu tarihi yolun bir parçası. Güney Likya’nın zarafetiyle tanışmak için Kumluca tam biçilmiş kaftan. Likya Yolu’nun bir parçası olan Papaz Koyu, sık ağaçlarla çepeçevre kuşatılmış durumda. Tabiat bu kumsalı adeta özenle kem gözlerden sakınmış gibidir. Billur gibi bir denize açılan Papaz Koyu özellikle özgürlüğüne düşkün kampçıların gözdesi.

Papaz Koyu’nun denizden, neredeyse tam karşısında Korsan Koyu yer alıyor. Safir gibi ışıldayan suların kayalar ve orman örtüsüyle sarmalandığı koy oldukça küçük. Korsan Koyu, içinden nadide bir ince çıkması beklenen bir istiridye kabuğu gibi bir his uyandırıyor. Balıklarla yüzmek, kayalarda dolaşan keçilerle göz göze gelmek koyun rutini haline gelmiş durumda.  Likya Yolu için koyu ayrıcalıklı hale getiren bir başka özellikse Gelidonya Feneri. 1936’dan bu yana gemilere kılavuzluk eden fener, Korsan Koyu’na birkaç kilometrelik mesafede. Denizden yaklaşık 227 metre yükseklikte ve şiirsel manzarasıyla, haklı bir şöhrete sahip olan Gelidonya, Korsan Koyu ve Akdeniz’le tarifsiz bir uyum içinde.

Gökyüzü gibi deniz: Adrasan

Bir zamanlar deniz ticaret yolu üzerindeki konumuyla Likya’nın doğal limanlarından biri olan Adrasan, berrak deniziyle Kumluca’nın en geniş koylarından biri. Koy görüntüsüyle usta bir ressamın elinden çıkmış bir resim izlenimi yaratıyor. Upuzun kumsalı, Adrasan Çayı’yla birleşen tabiatı ve dalgasız deniziyle binlerce yıllık geçmişi saklayan bir resim. Bölge efsanevi batıkları, su altı canlılığı ile de dalmak ve sualtı fotoğrafçılığı için de oldukça elverişli. 2 kilometre uzunluğunda bir koy olan Adrasan, mutedil iklimi ve çevreyi tanıma isteğiyle tembelliğe asla izin vermeyecek. Bölge gözlerden uzak koylar ve adacıklarla dolu. Bu mavilikte el değmemiş doğa harikalarına ulaşmanın yolu Adrasan’da olmak ve erken uyanmak. Böylece sabah güneşi yükselirken Sazak Koyu veya Suluada’da kaplumbağalarla yüzmenin tadını çıkarabilirsiniz. Öte yandan Likya Yolu’nun üzerindeyiz, Olympos Koyu ve efsanelerle yoğurulmuş antik kenti yalnızca 9 kilometre mesafede bulunuyor.

Sönmeyen Ateşin Yurdu: Olympos

Eski dünyada Olympos, Doğu Likya’nın temsilcisi ve üç oy hakkına sahip altı şehirden biriydi. Olympos ismini 2375 metre yükseklikteki Tahtalı Dağı’ndan alır. Kelime Tahtalı Dağı’nın görkemine yakışır biçimde “yüksek dağ” manasına gelir. Sahile uzanan nehir vadisinde kurulmuş olan Olympos, zamanın elinin değmediği bir yeryüzü parçası gibidir. Doğanın ortasına kondurulmuş ağaç evleri, antik dünyada kaybolmuş hissi veren kalıntıları, kristal sularda yüzen Caretta Caretta’larıyla insanı bir anda başka bir evrene çeker. Lahitler, Roma döneminden kalan tiyatro, bazilika ve tapınak kalıntılarının arasından yürüyüp denize varmak bir rüyayı yaşamak gibidir. Deniz yerine yamaçları keşfetmek isterseniz, Chimera’ya tırmanmak iyi bir alternatif olabilir. Efsaneler çağında tanrı Hephaistos’un kült merkezlerinden biri olan Chimera, binlerce yıldır doğalgaz sebebiyle yanan ateşleriyle Olympos’un neden “Sönmeyen ateşlerin yurdu” olarak nitelendiğini haber verir. İyonyalı ozan Homeros’un aktardığına göre Chimera, ağzından ateşler saçan korkunç bir yaratıktır ve Bellorophontes tarafından yenilerek yerin yedi kat dibine kapatılmıştır. Gel gelelim ateşi halen yer altından Olympos’un tepelerinde yanmaktadır. Olimpiyat oyunlarını önceleyen ilk yarışlar bu bölgede gerçekleştiği için, olimpiyat meşalesinin ilham kaynağı da Chimera’nın sönmeyen ateşi olmuştur.


Tekirova’nın Yalnız Koyları: Boncuk ve Maden

Likya Yolu’nun Çıralı’da ikiye ayrılır. Bunlardan doğu rotası Antalya’nın Akdeniz’le birleştiği, sırtını Tahtalı Dağı’na dayamış Tekirova’yı da içine alır. İşte bu bölge çoğu gezgin için adı bilinmeyen sayısız koya ev sahipliği yapar. Bütün güzel şeylere ulaşmak gibi bu koylara ulaşmak da kolay değildir. En azından karadan yol durumu biraz meşakkatlidir. Tekne bu aşamada keyifli bir alternatif olacaktır. Boncuk Koyu, antik yolun Tekirova ayağındaki bir cennet köşesi. Bölgeye özgü kızılçam ormanlarının gölgelediği, Akdenizle kucaklaşan Boncuk Koyu, kaostan uzak ve kendi halinde bir nefes rotası olarak dikkat çekiyor.

Maden ya da Atbükü olarak adlanrılan koy, Boncuk Koyu’ndan doğal bir sınırla ayrılır. Maden Koyu, ince çakıllı ve balık açısından bereketli bir denize sahip. Koyun ismi 1938-1990 arası bölgede çıkarılan krom madeninden hatıra kalmış. Maden rezervi tükenince, madenciler bölgeyi ebediyen terk etmiş. Bugün koyun arka tarafındaki kızılçam ormanın içinde kalan bölümde madenden kalma boş binalar görülebiliyor. Pastoral dokuyu takip edip, Akdeniz’in görüntüden bir an bile kaybolmadığı bir araba yolu Maden Koyu’na ulaşımı sağlıyor. Maden Koyu, mavi ve yeşilin kesişme noktasında, gerçek bir arınma mekanı.

Phaselis: Denize Açılan Tarih

Likya Yolu’nun hayranlık uyandırıcı alanlarından biri hiç şüphesiz antik Phaselis. Olimpos Beydağları Milli Parkı sınırlarına dahil olan Phaselis Antik Kenti, Akdeniz’e serili bir yarımada üzerinde. Kentin adı Luvice “deniz kentçiği” anlamındaki “passala” köküne dayanır. Çağının tanınmış ticaret kenti olan Phaselis, üç doğal limanla çevrelenmiştir. Bir vakitler liman olarak şehre hizmet veren bu doğal koylar, günümüzde deniz tutkunlarını cezbetmeye devam ediyor. Bölgenin alameti farikası olan kızılçam ormanı sahile kadar ulaşır. Eski dünyanın gül yağı ve kereste taşınan bu koylarında, şimdi cırcır böcekleri korosu hiç ara vermeden şarkısını söyler. Zengin antik kalıntıların gölgesi, plajda Akdeniz güneşine siper olur. Bir zamanlar Büyük İskender’i misafir etmiş olan Phaselis, agoraları, hamamı, su kemerleri ve tapınaklarıyla insanı takvim dışı bir atmosfere sürükler. Dünyada tertemiz denizin tadını çıkarıp, binlerce yıllık bir tiyatroda, Tahtalı Dağı’nın karlı doruklarını izleyebileceğiniz kaç yer vardır ki?



 *Vogue Travel'ın 2021 edisyonu için kaleme aldığım Likya koyları temalı yazı. 

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder