5 Haziran 2025 Perşembe

Semper Augustus: Güzelliğin En Pahalı Yalanı

 Başlığım size çok provokatif geldiyse, kemerlerinizi bağlayın. Gideceğimiz yer, tüccarların tanrılardan daha çok konuştuğu bir çağ: Hollanda’nın Altın Çağı. Lakin altından ziyade, damar damar renklenmiş, biçare bir çiçek var elimizde. Adı Semper Augustus olan bu çiçek ,güzelliği hastalıktan doğmuş bir kraliçe.  Onunla birlikte yıkılan evlere, dağılan ocaklara, sessiz sedasız çekilmiş tetiklere rastlayabilirsiniz bu anlatıda. Eğer şu an bu satırları okuyorsanız, kader size küçük bir oyun oynamış olabilir. Fakat meraklanmayın, bu sadece bir lale hikâyesi değil. Bu, bir arzunun erişilmezliğini, bilimin yüceliğini, hayatın geçiciliğini anlatan bir ahlak alegorisi. Tıpkı Semper Augustus'u betimleyen ressamların verdiği mesaj gibi. 




O vakit, sıradan bir natürmort gibi görünse de bir çağın portresi olan ve Haarlem ekolünün titiz fırçası Hans Gillisz Bollongier'in "Semper Augustus'lu Naturmort" isimli eserine kısaca bakalım. 1630'ların ikinci yarısında yapılan bu tablo bir çağın ruhunu resmediyor biz şimdiki zaman fanilerine. Bollongier fırçasını Lale Çılgınlığı denilen, tarihin ilk ekonomik spekülasyon devrinde eline almış ve merkezinde devasa bir Semper Augustus olan bu efsanevi tabloyu yapmış. 17. yüzyıl natürmortlarla evini süslemek isteyen  "burger"lerin, yani yeni zengin olmakta olan,  lükslerini isteyen, ileride kendilerine burjuva diyeceğimiz kesimin ortaya çıktığı bir dönem. Dolayısıyla Hollanda Altın Çağı bu değerli yarı değerli ve faniliğin temsilcisi resimlerin sanat tarihinde zirvede olduğu bir devri işaret ediyor.

Gözünüz tam merkezde bütün çiçeklerden daha büyük resmedilmiş, sümbüller, kırmızı laleler, papatya ve karanfillerle çevrili Semper Augustus'u anında yakalıyor. Yüksekte ve damarlı yapraklarıyla oldukça farklı.  Değişik mevsimlerin çiçekleri hastalıklı Semper Augustus'u yüceltmek için etrafını sarmış.  Ressam burada Semper Augustus'un "Daima yüce" olan anlamına bir gönderme yapıyor kanımca. Dahası diğer çiçeklerin yapraklarında solma emareleri gözleniyor. Ah geçici dünya "memento mori", sanatçı tabloya bakan yeni zenginlere "ölümlü olduğunu hatırla" diye fısıldıyor.  Çiçekler dışında salyangoz da faniliğimizi yüzümüze vuruyor ve tabi ki yeniden doğuşu. Lakin yeniden doğuş kutsal kişilere özgüdür. Buradaki metafor doğrudan Hz. İsa'yı bağlar. Lütfen üzerinize alınmayın. Öte yandan ressamın ustalığını vurgulamasının bir yolu kabuklu canlılar ve deniz kabukları. Bu bilgi de ileride müze gezerken emin olun beni anımsamanızı sağlar.

Bollongier'in tablosunu yeterince anlattığımıza göre Semper Augustus'a gelebiliriz.  Her şey Flaman asıllı diplomat O. G. de Busbecq'in, İstanbul Edirne arasında laleleri görüp, Kanuni'den birkaç lale soğanını Avrupa'ya götürme iznini koparmasıyla başlıyor.  Olay çok çetrefilli, artık erkeklerin türbanına taktığı lale sebebiyle çiçeğin adını türban sanarak tulipan olarak adlandırması mı dersiniz, ne hikmetse soğanları alıp kraliyet bahçelerinin başına geçen arkadaşına teslim etmesi mi, Hollanda'nın sembolünün 17. yüzyıla dek ne menem bir şey olduğunu bilmediği lale olarak taltif edilmesini mi? Olaylar, olaylar. 

İşte Semper Augustus, laleyi gören Hollandalıların aklını başından alıyor. İnsanlar isimlerini lale olarak değiştiriyor ("Dr. Tulp" tanıdık geldi mi?), insanlar aile armasını lale yapıyor, soğandan yetişen laleler birer fenomene dönüşüyor ve lale borsası kuruluyor. Borsanın en değerlisi bu Semper Augustus. Gerçeğini gören o dönemde bile çok az insan olan bu çiçek düz beyaz üzerine değişken kırmızı ve pembe desenleriyle nadide bir tür olarak kabul ediliyor. Gerçekte ise bu garibim soğanların o dönemde teşhis edilemeyen bir virüse tutulmuş olması. Velhasıl bunu bilmeyen Flamanlar iki ayrı renk lale soğanlarını birbirlerine bağlıyor, soğanlara boya döküyor, güvercin dışkısı ile değişik yöntemler deneyerek bu iki renkli laleden yetiştirmeye çalışıyorlar. Olmuyor tabi.. Hizmetçilerden, siyasilere bir Semper Augustus uğruna herkes parasından oluyor. İflas ediyor, evsiz kalıyor, mahkemeye düşüyor. İnsanlar çiçekleri değil, çiçek fikrini satın alıyorlar. Henüz açmamış belki de asla açmayacak bir güzellik için servet harcıyorlar. Bilinmeyen bir emtiaya para yatırmanın hazin sonu ilk olarak Hollanda'da ve lale yüzünden gerçekleşiyor. 



Veda Busesi 

Tarihte bazı imgeler vardır ki, kendilerinden çok söylenceleriyle yaşarlar. Semper Augustus'ta böyle bir çiçek. Ne yalnızca bir lale, ne de sadece yüklü bir paranın karşılığı. Daha çok görkemin çürümeden bir adım önceki hali gibi, güzelliğin kendine ihanet ettiği anın kırılgan bir sembolü.


17.  yüzyıl Hollanda'sı için  Altın Çağ, tüccarların tanrılardan daha belirleyici olduğu söylenir. Sanat, bilim, ticaret ve çiçek aynı masada oturur. Amsterdam kanallarından yansıyan ışık Rembrandt'ın penceresinden sızarken, zengin olma hayali kuranların gözünü de lale kamaştırmıştır. 

Rembrandt'ın fırçasıyla hepimizin tanıdığı Dr. Tulp'un özenle hazırlattığı lale kitabının bir kopyası ( orijinali ve yayın hakları Rijks Museum'da ) uzun zamandır kitaplığımda.  Geçen hafta her yıl düzenli olarak Biyoloji Felsefesi alanında çalışan değerli Hocam Doç. Dr. Mustafa Yavuz'la lale söyleşisi yapıyoruz. Kendisine kitabı uzatırken aynı ışıltıyı gözünde yakaladım. İzleyenler benim gözlerimdekini de yakalamıştır.  Semper Augustus kalbimizi çarptırsa da bilim ve sanatla ışıldıyoruz.  Size de güneşin aynasında sanat ve bilimli günler. 



 







19 Şubat 2025 Çarşamba

Kar Dünyanın Sesini Kısabilir Mi?

Gotik penceremden bakınca, bu defa kar dünyanın sesini kısmaya hazırlanıyor diye düşündüm. Uzun zaman önce bilimsel olarak karın ortamdaki sesi yutabildiğine ilişkin bir makale okumuştum. Zihnimde bu konuyla alakalı kalan birkaç bilgi kırıntısıyla ahkam kesecek değilim. Fakat ofisimin baktığı caddede kar, Nişantaşı ahalisine öyle güç anlar yaşatıyor ki duruma kayıtsız da kalamıyorum. Böylece bildiğim bir konudan konuya dahil olmaya karar verdim. Hadi gelin sanat tarihinden minik bir kar seçkisi yapalım. Resim çözümlemeden, ressamların karla olan ilişkisine bir pencere açalım. Ara ara kendimizi kaybedip, biraz bilgi örüntüsü içinde kaybolabiliriz yani ona garanti vermiyorum. Onu baştan söyleyeyim. 


İlk olarak Pieter Brueghel 'in 1565'te yaptığı "Karda Avcılar" tablosuna bakıyoruz.  Ön planda başarısız bir av günü geçiren yorgun avcılar görülüyor. Fakat malum Brueghel ayrıntıda gizlidir.  Arka planda günlük işler yapan köylüler ve buz pateni yapan çocuklar var. Buz pateni Flaman'da bir yerden bir yere gitmek üzere sıkça yapılıyor. Hollanda Altın Çağı sayısız buz pateni resmiyle dolu. İnsanın inanası gelmiyor fakat mecburiyet size buz pateni öğretebilir mi? Pekala öğretir.
Muhteşem peyzajın içinde insanların yaşamından bir kesiti seyrediyoruz. 


Sırada Alman Romantikleri deyince aklınıza gelmesi gereken ilk isim olan  David Friedrich yer alıyor. Lutherci tavır bizi detaylara davet ediyor. Karın şiirselliğinin içinde yaralı bir adam var. Yaralı figür doğaya karşılık neredeyse bir hiç olarak resmedilmiş. Koltuk değnekleri kara saplanmış ve yazgısına hazır. Önünde yer aldığı köknar ağacı kışa dayanıklı ve çarmıha gerilmiş İsa'ya siper olur. Fonda  Gotik bir katedral inanca boyun eğen bu adamın kaderini işaret eder. 
Kar her şeyi kaplamış ve gücünü göstermiştir. Yücelik doğanın kendisidir. Alman idealizmi de bir yerden gelmeliydi değil mi? 


Kar Altında Kömür Çuvalları Taşıyan Kadınlar, Vincent van Gogh 'un imzasını taşıyor. Sanatçının Drenthe 'de geçirdiği zamanın izlerini taşıyor çalışma. İşçi sınıfının zorlu koşullarını gerçekçi bir bakışla ele almış. Depresyonunun arttığı , paletinin karamsarlaştığı bir dönem.  Sanatçının trajik bakış açısının yanında çıplak gerçeğin trajedisi de resimden sızan bir duygu.



Edvard  Munch'ın resimleri her zaman duyguları terörize etmiyor gördüğünüz gibi. İki figür Karda yürüyüşe çıkmış. Ortamda rahatsız edici bir gerginlik seziliyor. Biraz tekinsiz bir kış günü ne dersiniz?  Parlak renkler melankolik havayı azaltmıyor. Aksine karın beyazlığı ile kontrast oluşturup yalnızlığı pekiştiriyor. Çelişkilerle yüklü bir resim. Bu arada siz Much'ın mental sıkıntılarını inatla genetik faktörlere bağlayanlara kulak asmayın. Kendisinin psikolojik sorunları alkol bağımlılığının bir sonucuydu. 


Ruslar olmadan kar seçkisi yapan taş olur. Ivan Shiskin Rusların gurur duyduğu bir sanatçı. Aslen Tatar, Rusya uzaya hakim olmaya çalışırken 1978 yılında  keşfedilen küçük bir gezegene onun adını verir. Bunları niye söylüyorum, şairin dediği gibi "Körler görmese de yıldızlar vardır." Karlı Rus ormanının ihtişamı Shiskin'i yıldız yapmıyor mu sizce de? Sonuçta çılgın kalabalık bilmese de Shiskin sanat tarihinde bir galaksidir. 



Not: Bahsi geçen şair Nazım Hikmet




5 Ocak 2025 Pazar

Mareşal Tito ile Sarajevo'da Karşılaşmalar

Bir türlü baştan sona gezip, girip çıkmadık yer bırakmadığım Bosna-Hersek'i bu mecraya dökemesem de Sarajevo'daki Mareşal Tito'lu anları Insta'ya fısıldamışım. Bu post o uzun anlatıların buraya uzantısı olsun. Sırplar'ın mezarını artık istemediği, bir zamanlar "Halkın Babası" olarak anılan Tito'yu Boşnaklar oldukça seviyor. Duygularını pek göstermeyen bir millet için bunu hissettirmek bilinçli bir tavır.  Esasen Boşnaklar'ın yüzlerinin hiç gülmemesi ve sert mizaçları soğuk havada hiç iyi hissettirmiyor.  Tabi ki bunlar ayrı başlıkların konusu. Velhasıl bu çatık kaşlı insanların Tito'yu hala ayrıcalıklı tutmasına oldukça şaşırdım. İşte bu yazı da böyle ortaya çıktı. 



Bu fotoğraf karesi, Mareşal Tito ile Saraybosna Üniversitesi 'nde karşılaştığımız bir kış gününden. Tito 'nun geçtiğimiz günlerde hem doğum hem de ölüm yıldönümü peş peşeydi. "Yugoslavya'nın çimentosu" Tito'dan sonra malum Balkanlarda kartlar yeniden dağıtıldı. Harita bir kez daha çok kanlı biçimde değişti. Belki takip edenler vardır Tito'nun mezarı eski Yugoslavya'nın ve bugün Sırbistan'ın başkenti olan Belgrad'ta. Fakat Sırplar artık Tito'nun mezarının Belgrad'ta olmasını istemiyorlar. 

Tito aslen Hırvat olduğu için, mezarının da doğum yeri olan Kumrovec'te bulunması gerektiği savıyla hareket ediyorlar.
Haliyle eski Yugoslavya ülkeleri de bu durumun şaşkınlığı içinde. Özellikle Boşnaklar Tito'nun mezarının kesinlikle Belgrad'da kalması konusunda ısrarcı. Bunda Bosna-Hersekliler'in Tito'yu hala saygı ve sevgi ile anmalarının etkisi var.
Ondan bahsederken hala gururlu ve sevgi dolular. Saraybosna'daki en önemli caddelerden birinin adı halen Mareşal Tito. Duygularını bu kadar az belli eden bir millet için bu az buz bir şey değil. 

Belgrad'da herhangi bir caddeye Tito'nun isminin verildiğine şahit olmadım. Yine de ölümünün üzerinden 44 yıl geçtikten sonra mezarı Kumrovec'e taşıma fikri de oldukça tuhaf.
Bu aralar Belgrad'a giderseniz Tito'ya uğrayın bari o kadar anlattık. Sonra da Tesla'nın mezarına gidersiniz. Tesla'nın külleri de adını taşıyan müzede. Büyük katedralin önüne taşınacaktı ama şimdilik proje olarak kaldı sanırım.
Tito'dan pek haz etmeyen Sırplar, Tesla konusunda çok hassastır bu arada. Tesla'ya Amerikalı derseniz bu pek hoş karşılanmaz.  Sırplar Türk gezginleri çok severler onu da belirteyim. Şimdi böyle yanlış anlaşılma olmasın. Sadece durumu anlatıyorum. Yoksa Belgrad'ı çok sevmiştim. Sırplarla da iyi anlaşmıştım. 


Çiçekli Tito 


Mareşal Tito 'nun bahçeciliğe ilgisi olduğunu duymuştum. Hatta Belgrad'ta artık Sırplar'ın istemediği mezarının yer aldığı anıtın ismi de Çiçek Evi. 

Hislerini göstermekten imtina eden Boşnaklar, Mareşal Tito 'yu hep sevgiyle yad ediyor. Portatif bir çiçekçi tezgahındaki fotoğrafı bunun sayısız örneğinden bir tanesi. 
Stalin'i çileden çıkarıp tehdidine tehditle cevap veren Tito dağılmış Yugoslavya'nın sokaklarında ve hüzünlü yüzlerde. Sokaklarda çiçek satanlar bütün dünyada hep kederli gözlere sahipler. Bu çok trajik bir çelişki gibi geliyor bana. Oysa buketler hep mutlu anlara ait değildir. 
Bir fotoğraftan nerelere geliniyor değil mi? 
Bu arada Tito'nun Stalin'e meydan okumalarına bayılan kaç kişiyiz?
Bu postu trajik cümlelerle bitiremem. Stalin'le Tito'nun arası II numaralı büyük savaşın ardından hızla bozuluyor. Tarihte bu olayın adı bile var: Tito - Stalin Split.  Stalin biraz (çok) paranoyak olduğu için Tito'nun her vesile ile kendisine bağımlı olduğunu ima ediyor. Mareşal Tito, bütün bunlara kendi sert mizacı ile cevaplar veriyor. Stalin'in uluslararası bir toplantıda "Sen kimsin ki tek başına hareket ediyorsun? Sovyetler olmadan (aslında ben olmadan) ayakta kalamazsın." diye çıkışıyor. Yugoslav lider, bu "koşulsuz sadakat" fikrine kesinlikle karşıdır ve cevabı da buna göre olur: 
 "Yoldaş Stalin, halkımın en büyük değeri bağımsızlıktır. Sovyetler'in desteğine minnettarız , lakin bu destek bizim özgürlüğümüzden daha önemli değildir. "
Sonrası malum bu kapışmanın ardından Tito askeri ve stratejik alanda güçlenmek için elinden geleni yapar. 1953'te Stalin, herkesi tehdit olarak görüp kendine güvenecek bir doktor bile bırakmamışken, Tito'nun çevresinde onu Stalin'in suikast girişimlerinden korumaya çalışan bir ekip vardır. Ve kader devreye girer, 1 Mart'ta Stalin ani bir felç geçirir. Herkesi o denli tedirgin etmişti ki tıbbi müdahale etmeye cesaret gösteren olmaz. Birkaç saat sonra (12 saat ile 24 saat arası) korkarak da olsa tedaviye başlanır, fakat geç kalınmıştır. Stalin 5 Mart'ta hayata veda eder.
Tito' ya gelince önünde 40 yıl daha vardır. Üstelik kendisini zehirlemeye veya vurmaya çalışan Stalin kaderin cilvesiyle yoldan çekilmiştir.

Veda Busesi
 Heyhat, Amerikalı yazar Allen Saunders'in dediği gibi  "Hayat biz plan yaparken başımıza gelenlerdir. Tito bile bunu hesap edemezken ilahi bir güç en büyük derdinizi başınızdan alıverir. Ve dünya dönmeye devam eder. 2025'in ilk yazısını, bu yıl başımıza gelecekler planlarımızın, hayallerimizin ötesinde güzellikler olsun. Herkese kendi kalbi kadar güzel bir yıl diliyorum.