22 Ocak 2016 Cuma

Diren! / Suffragette

Dünya güzeli şehir Antakya seyahatinin devam yazısını yazacakken olaylar gelişti. Araya zorunlu olarak "Suffragette/ Diren!" filmi giriverdi. "Bu nasıl bir zorunluluk?" diyorsanız hemen seanslara bakmanızı öneriyorum...
Aslında her şey son derece normal başladı. Atlas Sineması'nın girişinde o iki süper kadının arz-ı endam ettiği afişi takip etmek mecburiyetinde kaldım. Bir tarafta Helena Bonham Carter, diğer tarafta Meryl Streep, aralarında da tazecik yıldız Carey Mulligan! Bu isimler bir araya gelince ister istemez bir keramet arıyor insan...Ben o kerametin peşine düşmüş kişi sorgusuz sualsiz gişeye yöneliyorum.
Salonda az sayıdaki seyirciyi görünce pek aldırmıyorum. "Bu filmde bir şey var, mutlaka" fikrine sımsıkı sarılmış durumdayım. 
Bütün bunlar olurken bilette yazan "suffragette" kelimesi beynimin kıvrımlarından çıkıp tanıdık bir sözcüğe dönüşüyor. Süfrajet'in zamanında oy hakkı isteyen kadınlara, İngiliz gazetelerinin küçümsemek üzere taktığı isim olduğunu anımsıyorum. 



Derken perdeye 1912'nin Londra'sı yansıyor. Eşit ve özgür yaşam mücadelesi veren bir grup İngiliz kadınla karşı kaşıya kalıyorum. 
Gerçek olaylardan ilham alınarak yazılmış, trajik ama çok değerli bir hikaye. Dolaysız, dümdüz, yalın ve mesaj odaklı  anlatım ön planda. Bu nedenle filmde karakterler tam çözümlenemiyor. Karakterlerdeki duygu durumu eksikliği filmi daha çok belgesel gibi izlemenize yol açıyor. Seyirci olarak filmin içine giremiyorsunuz. Filmdeki bu eksikliğe rağmen, asıl amacın olaya vurgu yapmak olduğu göz önüne alınırsa film oldukça yeterli. 
Halen gösterimde olan Suffragette'i kare kare anlatıp büyüsünü bozmayacağım. Ancak filmin her saniyesinde Türk kadının seçme ve seçilme hakkına sahip olma serüvenini ve onun baş kahramanı olan adamı düşündüğümü tahmin edersiniz. 
Cumhuriyetimizin kuruluşundan bugüne kadın konusunda hep geriye saysak da bu filmi izlerken Atatürk'ü minnetle anmayacak Türk kadını olduğunu düşünmek istemiyorum. 


İşte gerçek Süfrajet'ler...

Suffragette'i tarih meraklıları keyifle izleyeceklerdir ama en çok kadın izleyicinin seveceğini düşünüyorum. Filmde içime dokunan birçok sahne olmasına rağmen iki kısa andan  özellikle söz etmek istiyorum. İlki benim için filmi ve kadın mücadelesini özetleyen, Carey Mulligan'ın canlandırdığı Maud'un dilinden dökülen şu cümle: 

İnsan ırkının yarısıyız, her evdeyiz, bizi yok sayamazsınız.

Bir diğeri de filmin finalinde kadınlara seçme hakkını veren tarih sıralamasında geçen "Türkiye 1934" ifadesi. Her iki kısacık anda da salondaki az sayıda kadın seyircininin duygu durumu alt üst oldu diyebilirim...
Türk kadını için, zamanında bir tarih kitabından, alelade bir sınavı geçmek için ezberlenen bilgiden çok daha fazlası seçme seçilme hakkı. Dünyada halen buna sahip olmayan kadınlar yaşıyor. Suffragette, bunu yeniden kafalara vura vura anlattığı ve yeniden hatırlattığı için güzel. 

Veda Busesi

Suffragette oldukça az sayıda sinemada gösterimde. Malum bu da çok az vizyonda kalacağının bir işareti. Bu sebepten ilgilenenlerin bir an önce en yakın sinemanın yolunu tutmasını tavsiye ediyorum. Diğer taraftan o final sahnesindeki tarih sıralaması akarken İtalya, Fransa, İsviçre gibi Avrupalılar'ı listede Türkiye'den sonra görüp inanamayan Türk kadınlarına rastladım. İçim burkuldu. Beni bu kadar üzen bunu bilmemelerinden ziyade inanamıyor olmalarıydı...Oysa Maud haklıydı "İnsan ırkının yarısıyız,...", her ne sebeple olursa olsun vazgeçmemeli ve kendimizi var etmeliyiz...




Not:Suffragette kelimesinin Türkçe'de okunduğu gibi kullanılması oldukça yaygın. Bunu dönemin yerli gazetelerine borçlu olabiliriz kanımca.