30 Ocak 2022 Pazar

Virtüöz İstanbul

 İstanbul’un sanatı zanaatla birleştiren ustaları atölyelerinde sese hayat vermek gayesiyle sazlar üretir. İstanbullu sazların hoş sedası yelkenleri doldurur, denizleri aşar, nihayetinde uzak kentlerin insanlarını da sarıp sarmalar. Ve illa ki herkes bu melodilerin izinde, İstanbul sahnesinde buluşur.

İstanbul binlerce yıldır kapalı gişe oynayan bir müzikalin yaratıcısı. Her sabah kendi müzikalini sahneye koyan, her yeni günde bitmek tükenmek bilmeyen ritmine yeni sesler ekleyen, martılarından vapurlarına, ezanlarından çanlarına, Asya’dan Avrupa’ya erişen müziğin binlerce yıllık sahibi İstanbul. 




Yüzde Yüz Türk Markası Cümbüş

Şehrin tınılarına hükmeden enstrümanların peşinde, ilk olarak cümbüş karşıma çıkıyor. Cümbüş  Kaliforniya Üniversitesi’nde tez konusu olmuş, Pink Floyd’un solisti ve gitaristi David Gilmour’un konser performansıyla dünya müzik çevrelerinde adından söz ettirmeyi başarmış bir saz. Cümbüşün alametifarikasını konuşmak üzere Cümbüş Müzik’in dördüncü nesil temsilcisi Fethi Cümbüş’le Unkapanı’ndaki mağazalarında bir araya geliyoruz. Fethi Bey’den cümbüşün serüvenini dinliyorum: “Büyük dedem Zeynel Abidin Bey 1920’li yıllarda cümbüşü tasarlıyor. 1930’da Atatürk’ün huzurunda cümbüş çalıyor ve Atatürk çok neşeli bulduğu bu alete cümbüş yakıştırmasını yapıyor. Böylece sazın adı cümbüş oluyor. ” Fethi Bey cümbüş yapımında her ne kadar teknolojik destek alınsa da el emeğinden vazgeçilemeyeceğini bunun sazın doğasına uygun olmadığını belirtiyor ve ekliyor: “Dünyada iletişimin artmasıyla farklı seslerin birlikteliği artık daha olanaklı. Bu nedenle İstanbul’da üretilen bir enstrüman dünyanın bambaşka köşesinde karşınıza çıkabiliyor. Cümbüşün sağladığı avantaj Batı müziğine de uygun akort imkanı sağlaması.” Boydan boya cümbüşler ve akla gelebilecek envai çeşit sazların çepeçevre salındığı mağaza duvarında Zeynel Abidin Bey’in kalabalık bir grupla göründüğü siyah beyaz bir fotoğrafla cümbüşün icat edildiği yılları düşünüyorum.

Kanun Ustası

Yeni adresim İMÇ’ndaki usta kanun yapımcısı Kenan Özten’in atölyesi. Vitrinde olağanüstü işçilikle göz dolduran sedef kakmalı kanun doğru yere geldiğimin bir habercisi gibi. Müzikle iç içe bir ömür süren Kenan Bey kanuna getirdiği devrim niteliğindeki mandal sistemiyle tanınıyor. Türkiye’den ve dünyadan ünlü sanatkarlar Kenan Özen imzalı bir kanuna sahip olmak için sıraya giriyor. “Kanun sabır ve özen ister. Bütün dünyaya kanun yapıyorum ama sanatımdan ödün vermiyorum.” diyor İstanbul beyefendisi tavrıyla. Kendisine başvuran herkese yol göstermeye çalıştığına değinen Kenan Usta zanaatın İstanbul’la ilişkisini de şöyle değerlendiriyor: “İstanbul’da el işçiliği şehrin kozmopolit yapısı üzerinde yükselir bu nedenle bütün şehre yansıyan çok renklilik enstrümanlara da yansıyor.” Unkapanın’dan ayrılıp zillerin parlak ve şıkırtılı alemine doğru ilerliyorum.




Oscar’lı Ziller

Ünü kıtaları aşmış Türk zillerini konuşmak üzere Bosphorus Cymbals’ın üç ortağından İbrahim Yakıcı’yla Sultangazi’deki üretim merkezinde buluşuyoruz. İbrahim Bey ve iki ortağının zillerle tanışması çocuk yaşta çırak olarak girdikleri atölyede gerçekleşiyor. İbrahim Bey Türk zilinin şöhretini “anavatanının bu topraklar olmasıdır.” diyerek özetliyor. Türk zillerinin yüzlerce yıllık bir mazisi var ama tarihte onu ilk formüle eden kişi Avedis Zilciyan.  Zilciyan ailesi yüzlerce yıl Avedis Zilciyan’ın hoş tınılar yaratan formülünün tek sahibi olarak İstanbul’da zil üretti.  Çağımızda bu sırrı bilen çok az insan var. İbrahim Bey’e gizli formülü ve zil yapımında el işçiliğinin önemini vurguluyor: “Bosphorus’un en önemli özelliği üretimin tamamen el işçiliğiyle yapılması. Zilin hammaddesi olan bronz alaşımını fabrikamızda bakır ve kalay eriterek kendimiz imal ediyoruz. Bu karışımın oranı 850 yıllık geçmişi ile muhtemelen dünyanın en eski sanayi sırrı. Bizim firmamızda bu sadece firmanın 3 ortağı olan bizde saklanan bir bilgi.” Türk zilleri müzik camiasında oldukça popüler ama Bosphorus’un ürünlerinin üç Oscar’lı Whiplash’te kullanılmasının ardından daha da cazip hale gelmiş. Filmin sektöre katkılarını sorduğumda İbrahim Bey: “Sinema tarihine geçen bateri ve bateristin başrolde olduğu bir filmde Türk zillerinin kullanılmış olması dünyada farkındalığı arttırdı. Profesyonelce bu işi yapan davulculara ve yeni başlayanlara Türk zilinin piyasadaki önemini gösterdi.diye yanıtlıyor.

Neye adanmış ömür

Kor ateşin kucağında biçim verilen zillerin ardından İstanbul’un manevi evreninde yankılanan seslere kulak verme zamanı geliyor. Beşiktaş’ta İstanbul’un en büyük ney atölyelerinden olan Mehmet Yücel Usta’nın Ney Yapım Merkezi’ne ulaşıyorum. Hayatı boyunca farklı müzik aletleri üreten, Ege Üniversitesi Devlet Türk Musikisi Konservatuarı’nda dersler veren Mehmet Yücel, ney konusunda gerçek bir üstat olarak kabul ediliyor. Yücel Usta kamışı geleneksel yöntemlerle işlediğini ve en ince detayına kadar her bölümünü tek başına yaptığını ifade ediyor ve :“Ney sıradan bir çalgı değil, ilâhî güçle irtibât sağlayan bir katalizördür. Bu yüzden îtinâ ve hürmet ister” diyor.2005’ten bu yana atölye çalışmalarını İstanbul’da sürdüren üstat şöyle bir ayrıntıya değiniyor: “ Şu anda dünyanın 53 ülkesinde neylerim üfleniyor ve yaklaşık 30 ayrı ülkenin insanları ney almayaatölyeme geliyor.”KendisiniTürk Müziği neferi olarak tanımlayan Yücel Usta neyle ilgili her türlü bilgiyi paylaşmayı görev edinmiş. Bu doğrultuda atölyesi her zaman dolup taşıyor. Ayrıca sürekli güncel tuttuğu web sayfasıyla da neyin merak edilenlerine ışık tutuyor.

Gönül sesinden ud

Ortasından deniz geçen şehrin Anadolu kıyısına iniyorum. Kadıköy’ün işlek sokaklarından birine açılan atölyesinde, ud üstadı Ramazan Calay’ı ziyaret ediyorum. Zanaatında yirmi yılı geride bırakan Ramazan Usta halihazırda piyasada ud yapan dört usta yetiştirmiş. Bu işi gönülden yapmak isteyenlere hala elvermeye devam ediyor: “Kapım herkese açıktır. Enstrüman yapımı zamana dair bir olgudur.Ağaca dokundukça hisseder,hissettikçe kendinizden bir şeyler katarsınız.”Balkanlar’dan Ortadoğu’ya kadar uzanan coğrafyada Ramazan Usta’nın elinden çıkan udlarla karşılaşmak mümkün. Ramazan Usta bu ilgiyi Türk Müziği’nin zenginliğine bağlıyor: “ İstanbul kültürlerin buluştuğu sentez bir şehir. Müziğimiz ve ustalığımız da bu sentezin bir ürünü. Bu nedenle bizim sazlarımız insanı virtüöz yapar. Bugün Ortadoğu’ya da gitseniz en iyi icracılar Türk altyapısına sahip olan enstrüman isterler.” 

Ud atölyesinin odun kokan ortamından Kadıköy İskelesi’ne doğru yürüyorum. Az sonra Boğaz’ın serin sularına açılan vapurun sesine vapur müzisyenlerinin şenliği katılıyor. Gitara küçük bir mızıka eşlik ederken, bütün yolcular fevkalade bir koroya dönüşüyor. Gerçek virtüözün İstanbul’un ta kendisi olduğunu hissediyorum.



*Türk Hava Yolları'nın uçak içi yayımı,  Skylife Magazine'in Mart 2017 sayısı için kaleme aldığım İstanbul'la özdeşleşen müzik aletleri ve İstanbul temalı yazı.