31 Ekim 2022 Pazartesi

Bir Avuç Zeytin, Bir Avuç Karia Güneşi: Milas

 Yaz kalbi Ege'de atar. Şıpıdak terlikler beyaz boyalı, çatısız evlere tırmanır, hasır şapkalar tekneden uçar, güneş gözlükleri kaybedilir. Bavulu Ege'de açanların favorisi mavisi badana sektörüne ilham veren Bodrum'dan gayrısı değildir. O kadar ki Balıkçı'nın Bodrum'u bendini çiğneyip aşmış, Milas'ın bir takım mahallelerini de gayriresmi bir gayretle kendi haritasına katmıştır. Bugün anlı şanlı internet sitelerinde, 132 mahallesiyle Muğla'nın ilçesi konumundaki Milas "Bodrum'a bağlı" olarak tanımlanır. İşte bu yazı bütün yanlışlara nanik yapmak amacıyla, Milas'ı Bodrum'a entegre etmeye meyilli dosta düşmana ve bilumum seyahat ulemasına yazılmıştır. 

Fotoğraf:Milas Belediyesi

Milas planı yaparken uçak fevkalade bir seçenek. Fakat bölgeyi kafa nereye biz oraya tavrıyla gezmek için araç şart. Öncelikle mevzu yaz, konu bronzlaşmak ve şarkıdaki gibi yer yer yozlaşmaksa merkezi es geçmeniz yararınıza olacak. Milas merkezden plajlara, koylara gitmek aracınızla en az 30-40 dakika sürüyor ki termometrenin kırmızı çizgisi an be an kızarırken bu uzaklık bünyeyi feverana sürükleyebilir. O halde ilçenin en güneyinden, Bodrum sınırından Milas'a başlayabilirsiniz. 

Havaalanından daha güneye inerseniz, kendini bayağı bayağı Bodrumlu zanneden Boğaziçi ile tanışabilirsiniz. Burası gizli balıkçıları ve flamingoların konakladığı tuzlasıyla meşhur bir dönemin pitoresk balıkçı köyü.  Şimdilerde yazlık evlerle dolup taşan birçok siteye ev sahipliği yapan Boğaziçi konumu itibariyle her yere uzak. Mazı'ya da gitseniz, Bodrum'a da inseniz, Güllük'e de uğrasanız en az 40 dakika araba kullanmanız gerekiyor. Flamingo zamanı gidip sonra da meşhur balıkçılarda mola vermek için tercih edebileceğiniz günübirlik kaçamak alanı diyebilirim. Flamingolar da ocak ayında bölgede oluyor.

Güllük: Avareliğin Tadı
Güllük bölgenin neredeyse en güney semti. 80'lerden evvel kimsesiz bir balıkçı kasabasıyken, komşu ilçenin heyula gibi genişlemesi, liman hacminin artması ve hava alanının kurulmasıyla yazlıkçıların ve dolayısıyla küçük otellerle dolup taşan bir yerdesiniz. Böyle anlatınca tatsız bir tablo çizdiysem de Güllük öyle tatsız bir yer değil. Hala sahil boyunca dizili taş evler, halk plajında güneşlenecek sakin bir alan bulabileceğiniz bir Egeli. Fakat öyle ıssız, terk edilmiş falan değil. Bilhassa akşamüstleri restoranlarda iğne atsanız yere düşmüyor. Pita Pizza ve Eski Depo gibi bizim favorimiz olan restoranlar, Güllük ahalisinin de favorisi. Eğer sahilde başta bu iki mekan olmak üzere herhangi bir yerde akşam yemeği planı yapıyorsanız mutlaka yerinizi erkenden ayırtmalı ve yanınıza en güçlü sinek kovucuyu almalısınız. Sinek kovucu da restoran seçimi kadar önemli, yoksa kulaklarımı acı acı çınlatırsınız ki bunu hiç istemem! 


Güllük'ten biraz daha güneye inerseniz, kendini bayağı bayağı Bodrumlu zanneden Boğaziçi ile tanışabilirsiniz. Burası gizli balıkçıları ve flamingoların konakladığı tuzlasıyla meşhur. Yazlık evlerle dolup taşan birçok siteye ev sahipliği yapan Boğaziçi konumu itibariyle her yere uzak. Mazı'ya da gitseniz, Bodrum'a da inseniz, Güllük'e de uğrasanız en az 40 dakika araba kullanmanız gerekiyor. Flamingo zamanı gidip sonra da meşhur balıkçılarda mola vermek için tercih edebileceğiniz günübirlik kaçamak alanı diyebilirim. Flamingolar da ocak ayında bölgede oluyor. 

Evlerin yamaca doğru sıralandığı Güllük'te Batılı turistler ve uzun yıllardır buraya gelip giden büyük şehirliler genel nüfusu oluşturuyor. Son yıllarda Ege'yi ve Akdeniz'i işgal eden Euro bölgesi misafirleri ve Orta Doğu zenginleri için hala cazip değil. Henüz az keşfedilmiş anılardaki Bodrum, Marmaris havası yaşanıyor diyebilirim. Kıyıya tur tekneleri hengamesiz yanaşırken ve Pita'nın kadehlerine ay ışığı düşerken, yan masadan Paul Eluard'ın Özgürlük şiiri üzerine dönen kalabalık bir sohbet kulağınıza çalınıyorsa, etrafa iyice bakın büyük ihtimalle Güllük'tesiniz. 

Karia'nın Keramos'u Ören 
Milas'ın denize bakınca çakıl taşlarını elmasvari gösteren sahillerinden biri de Ören. Yazlıklardan havalanan çocuk kahkalarına tezat olsun diye tanrı buraya güneşin denizde binbir renkle parçalanarak batması romantizmini vermiş. Okulların açılmadığı erken yazda buradaysınız Milas'ın girişine "İşte Huzur" tabelası asmak işten bile değilmiş; yani ben esnafın yalancısıyım. Ağustos sıcağı beynimizi bronzlaştırırken huzur burada ancak bir sokak adı olabilir. İşte böylesi bir kalabalıkla tanışıyoruz mikroskop billurluğunda denizi olan Ören'le. Dönem filmlerindeki plaj atmosferine, Ege şivesi karışıyor. Ağırlıklı olarak Denizli'den gelen yazlıkçılar etrafı kuşatmış, hasır şemsiyeler altında şezlong bulmak yine de zor değil. Hafta içi olmasının verdiği şans belki de. Milas'tan 40 kilometre uzaklıkta olan Ören'e de viraj mağduru yollardan ulaşılıyor. Havaalanından uzaklık 1 saatten fazla. Burayı yaz günü "Bodrum seyahatine ekleyin" diyen gezici time sormak isterim "neden?" diye. Bırakın Ören'in tadını da Ören'e gelenler çıkarsın. Günübirlik onca yolu gelmek hem zahmetli, hem de Bodrum'da da birçok güzel koy var. 
Ören'de ev kiralayabilir, pansiyon ve butik otel seçeneklerini inceleyebilirsiniz. Öyle büyük, her şey dahilli otellere bu mevkide rastlanmıyor. Boşuna aramayın. Eğer yüksek sezonda yola düşmüşseniz konaklayacağınız yeri mutlaka en az 1 ay evvelden ayarlayın. Seçenek az, tatilci çok olunca böyle oluyor. Ören'de deniz muazzam, Elizabeth Taylor'ın gözleri kadar mavi, büyüteçle bakıyormuşcasına berrak. O kadar yoldan gelince muhakkak denize girmelisiniz. Dahası akşamüstü plajda yer şezlongların yerini alan masalara kurulup güneşin denizde kaybolan renklerine kadeh kaldırıp, Ege otları ve balıklı sofraya dalabilirsiniz. 
Fotoğraf: Milas Belediyesi


Fotoğraf: Milas Belediyesi


Öyle kendini dinleyen, mavi mavi masmavi bir belde de Yeşilçam filmi tadında bir tatil hayal ediyorsanız buna karşı çıkamam ama biraz kalp çarpıntısına hayır demeyenleri Alatepe'ye doğru yola çıkmaya davet ediyorum. Yamaç paraşütüne hazırsanız sarp kayalıklardan Gökova Körfezi'ne ve Ören'in manzarasına karşı uçabilirsiniz. 
Antik dönemdeki ismi Keramos olan Ören, Muğla ve Aydın'ı kapsayan 820 kilometrelik yürüyüş rotası Karia Yolu'nun da bir parçası. Burada rehberli yürüyüşlere katılıp antik Karia'nın zenginliğiyle doğanın zenginliği içinde kaybolabilirsiniz. Tabi ki yazın bu fikir pek cazip gelmeyebilir ama sıcaklığın mont-bere ikilisini pek görmediği bir bölge burası. Akdeniz'e bir karış uzakta olmanın coğrafi avantajlarını kullanmak lazım. 

Fotoğraf: Milas Belediyesi

Ören'den Milas'a dönerken ya da Milas'tan Ören'e giderken kahverengi tabelalarda Beçin Kalesi 'ni görebilirsiniz. Yerleşimi erken çağlara kadar uzanan kalenin bugünkü hali Bizans'tan yadigar. Arkeolojik kazıları son sürat süren kale medrese, cami, han, zaviye, tekke gibi birçok yapıdan oluşan büyük bir kompleks. Yaz ve kış dönemi açılış-kapanış saatlerini arayıp öğrenmenizi öneriyorum. Bazen küçük yerlerde mesai, resmi saatlerle örtüşmüyor ve boşuna onca yol gidilmiş oluyor. 

Kapıkırı Köyü'nde Antik Herakleia'ya Yolculuk

Milas'da olmak demek, tarihin ve doğanın birlikte soluk aldığı Karia'da olmak demek aynı zamanda. Küçük Asya'nın güneybatısında kalan bölge binlerce yıl evvel Karia olarak isimlendiriliyordu. Karialılar yaşadıkları bölgenin kaçınılmaz sonucu olarak denizcilik konusunda ustalaştılar. Bununla beraber tarımsal üretim açısından da becerikli olduklarını biliyoruz. Zeytin, zeytinyağı, bal, üzüm, şarap, kuru incir gibi ürünleri bölgenin en önemli ihraç malları arasında yer alıyordu. Karia hakkında bu minicik girişi yaptıktan sonra rotamızı Bafa'ya daha doğrusu Herakleia'ya çevirebiliriz. Herakleia günümüzün Kapıkırı Köyü'yle  iç içe geçmiş durumda. Köyü patika patika gezmeden, yazma satan teyzelerle iki satır laf etmeden, göle bakan restoranlardan birinde yılan balığı yemeden antik Herakleia'yı anlamak olanaksız. Çünkü köyün DNA'sında her duvarında, her yalağında, her pencere sövesinde zamanın ötesinden bir iz gelip güneş gözlüğünüzün camına tık tık yapıyor. 
Fonda Beşparmak Dağları'nın tanrısal cüssesi, önünüzde bir zamanlar deniz olduğunu hatırlatan Bafa Gölü varken, Kapıkırı Köyü'nün henüz yeterince turistik olmamış mizacını seveceğinizi düşünüyorum. Bir de adını Herakles'ten (Herkül) alan Herakleia Antik Kenti'nin kalıntılarını keşfedince Bafa aklınızda başka türlü kalacak mutlaka. 



Kapıkırı Köyü'nü gezinirken, köyün içinden gölün farklı patikalarına ve değişik yollarına sapmaktan imtina etmeyin. Herakleia'yla ilk tanışma karada başlıyor. 2 bin yıl önce Ege 'ye açılan bir körfez olan göle açılan antik liman kalıntıları Kapıkırı'nın her kilometrekaresinde karşınıza çıkacak. Mozaikler, kemerli kapılar, zamana ve iklime direnen mekanlardan izler Kapıkırı'nın her yerinde. Daha sonra Bafa ya da antik Latmos'un kıyısına inip, tır tır tır öten bir motora atlayıp adacıkları üzerindeki tarihi keşfedebilirsiniz. Göldeki adalardan biri coğrafya derslerinde öğrendiğimiz bilgilerle tanımlayabileceğimiz, dört yanı denizle çevrili sahici bir ada. Diğeri bir kıstakla anakaraya bağlı ve üzerinde kale kalıntılarıyla tartışmasız iddialı bir güzellik içinde. Beyaz kumlu bir plajın arkasında kale kalıntıları olan ve deniz gibi uçsuz bucaksız görünen bir gölden söz ediyorsak iddialı ifadeler kullanmak kaçınılmaz gördüğünüz gibi. 

Mylasa, Uzunyuva Sütunu, Müze ve Bazı Tarihsel Yanılgılar

Milas ilk bakışta pek çaktırmasa da kendisine içkin bir antik yerleşim olan Mylasa'yı bağrında taşıyor. Antik Mylasa'nın ismi ilçenin resmi adı olarak hala kullanımda, ondan kalan birçok kalıntı da cadde ve sokaklarda gözlemlenebiliyor. Mylasa tahmin edebileceğiniz üzre bir Karia kentiydi. Delos birliğinin üye kentlerinden biri olan Mylasa, Perslerin ve Bizans'ın hakimiyetinde kaldı. 
Bugünlerde yanına yapılan müze binasıyla gündemden düşmeyen Gümüşkesen Anıtı, Baltalı Kapı, Roma döneminden kalma mezarlar ve su kemerleri şehrin tarihi koordinatlarının sokaklara saçılmış hali. Gümüşkesen Anıtı'nın etrafı inşaat kafasıyla paketlendiği, daha doğrusu şantiye sahasında kaldığı için görülemiyor olmasına ne desem bilemiyorum. Sadece görülemiyor olması değil, etrafına yapılan binalar da ayrı bir problem. Milas'ın gözden ırak kalmış, bir ölçüde kuytuda olmasının bir sonucu bu maalesef.  Milas'ın en güzel koylarında tekneyle keyif yapan kaç kişi Gümüşkesen'i merak etmiştir, değil mi? 




Hekatomnos Anıt Mezarı ve Uzunyuva sütunu günümüzde içinde etnografya müzesinin de olduğu geniş bir kompleksin parçası. Hekatomnos, Karia'nın kurucu satrapı ve mezarının keşfi 2010 gibi yakın bir zamana tekabül ediyor. Hal böyle olunca çalışmalar sürdüğü için arkeolojik alanda fotoğraf çekilemiyor. Zaten mezar yapısı kaçak bir kazıya da sahne olmuş, bu sebeple etrafı kapatılmış, üzeri de çatıyla örtülmüş. Çatıyla kapatma meselesi akademik çevrelerde halen tartışılıyor. Mezar yapısının platformuna uzanan merdivenler dışında alan henüz pek ziyaretçi beklentilerini karşılamıyor. 
Uzunyuva'daki korinth nizamındaki sütun M.Ö. 1. yüzyıldan beri Hisarbaşı Tepesi'ni süslüyor. 2000 yıldan fazla bir zamandır leyleklerin ev olarak kullandığı sütunun adı da bu kullanımdan kaynaklanmakta. Uzunyuva'nın uzunu sütun, yuvanın sahibi de leylekler anlayacağınız. Sütun, Mylasa kentinin önde gelenlerinden Euthydemos'un torunu Menandros'un talimatıyla yaprılmış bir onur sütunudur. Sütunun üzerinde ilk yapıldığında Menandros'un heykeli ve bir yazıt yer aldığı bilinmektedir. Heykel zamanın hangi noktasında kayboldu bunu bilemiyoruz fakat sütunun yazıtı eski konağın sahibi tarafından sildirilmiştir. Bu yazıtın silinmiş olması tarihte birçok arkeoloğu sütünla ilgili yanlış yorumlara sürüklemiş ve sütunun burada yer alan antik bir tapınakla ilişkili olduğu varsayımlar ortaya atılmıştır. Ev sahibini sütun üstündeki yazıtı sildirmeye iten motivasyon neydi merak etmiyor değilim doğrusu. 

Veda Busesi

Milas'lı yazıların ilki, cırcır böceği korosunun, zeytinliklerle süslü sahillerinin, göz kamaştıran antik kentinin güzelliğiyle IASOS 'tan gelmişti. Geç olmadan Euromoslu ve Labrandalı yazıları da kaleme almalıyım. Belki Herakleia'yı da ayrı bir başlıkta upuzun anlatırım. Şimdilik bu yazı doğal sınırlara ulaştığından sözlerime son vermem gerektiğini hissediyorum. Milas'ı yol haritanızda işaretlemeyi unutmayın. Milas'ı sevmemek zaten olmaz da bir köftesi, bir tavada ciğeri var benden duymuş olmayın, insanı ne yollardan döndürür, ne rejimler bozdurur öyle böyle değil! Ortama tıka basa doyma önerisini de bıraktığıma göre, huzur içinde yazımı kapatabilirim artık. 

27 Ekim 2022 Perşembe

Ruff Modasına Kral Yorumu: Charles'lar Ölmez!

İngiltere "Kraliçe öldü, yaşasın kral!" moduna geçti, banknotlardaki Elizabeth'lerin yerini "en güzel duyguların katili" olarak anılan, artık prens olarak ömrünü tamamlar diye düşündüğümüz Charles aldı. Ne derler bilirsiniz "Tekkeyi bekleyen çorbayı içer.". İşte bundan sonrasını monarşi seven Britanya ahalisi düşünsün. Malumunuz tahta geçen ilk Charles bizimle aynı takvimi paylaşan değil. Moda tarihine damgasını vurmuş aksesuarları incelerken karşıma "ruff" dediğimiz dantelalı ve geniş yakaları kullanan tahta çıkmış 1 numaralı Charles ile müşeref oldum. Hep kadın moda ikonalarını mı anlatalım? Biraz tarihsel magazin, biraz moda, derken iş bunu yazıya dökmeye kadar vardı. O halde I Charles ve "ruff" un önlenemez yükselişine kısa bir göz atalım beraber. 



 I. Charles tahta 26 yaşında çıkıyor, yani Diana'nın ex'i gibi bir asır kral olmayı beklemiyor.  Aşırı uyanık bu konuda önce Habsburglar'a damat olmak istiyor. Fakat tam evlilik anlaşması yapılacağı sıra XIII. Louis'nin inci düşkünü kardeşi Henrietta Maria'ya talip oluyor.  Planlar tıkır tıkır işliyor ve Bourbon Hanedanı'na damat gidiyor. Evlilik akdinin yılı dolmadan kral oluyor, Henrietta Maria da kralice tabi ki. Fakat Henriatta Maria Katolik olduğu için taç giymedi ve İngiltere de hiç ama hiç sevilmedi. Henrietta Maria'yi moda seminerinde çok anlatıyorum, kendisinin ayrı bir başlıkta ele alınması gerektiğine emin olabilirsiniz. Fakat şunu söylemeden konuyu kapatmak da istemiyorum. Kendisinin adını google'ladığınızda karşınıza çıkan Henrieatta Maria bildiğiniz aşırı idealize bir kadın. Filtre ve estetik operasyonlar olmasa da saray ressamları sizi dilediğiniz gibi gösterebilir sonuçta!

Charles'in yukarıdaki portresi krallığının 7. yılına denk geliyor. Sol atta Iskoç kraliyet tacı gorülüyor. Kimlik ve güç göstergesi bir referans kraliyet tacı. Tabloyu yapan Flaman ressam Daniel Mystens uzun yıllar saray için çalışmış. Detaylardaki Hollanda'ya özgü incelikli yaklaşım ressamin yetiştiği ekolden kaynaklanıyor.  Bu meyanda 1620'lerde değişen kadın modasının erkekleri de etkisi altına aldığıni fark ediyoruz kral ölçeğinde. Belden aşağiya v biçimli inen üstler bunun en belirgin yansıması. Kralın giydiği ikili ceket (doublet) ipekten ve altın sırmalı, önündeki sıkı ilikler mavi kurdeleli hizmet madalyasının altında kalmış.  Aynı kumaştan ceketin beline bir kuşak yapılmış ve kuşağın altında sert dokulu kıvrımlar oluşturulmuş. Elbise çağı için gelenekselin modern yorumu bir bakıma. Deri eldivenlere de elbise kumaşıyla saçak yapılmış, muhtemelen ayağında aynı renk deriden çizmeler vardı.



Ve tabi ki elbisenin yakası içimdeki ışıkları ve pencereleri kapatıp beni soluksuz bırakan ruff'la tamamlanmış.  Ruff'lar 16 . yüzyılin sonundan 18. yüzyılın başına kadar, kadın ve erkek modasının vazgeçilmez aksesuarı. Boynu fır dönen, çok katlı keten ve dantelden yapıliyor.  Orta sınıftan saraya kadar her kesimde seviliyor. Erken örneklerde bu yakalar gömleğin uzantısıyken, 17. yy başında bağımsız , portatif forma kavuşuyor. Genellikle beyaz renkli olarak tasarlanan ruff'lar, başlangıçta telle desteklenirken, ilerleyen zamanda kolalanıyor.  Çapı genişleyip, adeta aslan yelesi gibi büyüdükçe sınıfsal bir işaret gibi algılanıyor. Aristokratlar en geniş ruff'ları yakalarına takmak için harekete geçiyor ve ortalıkta ruff'suz aristokrat kalmıyor. Hafif firfırlıları olduğu gibi akordeon tarzı sık pileleri olanlar da yapılıyor. Elizabeth dönemi kadın modasına (Charles'tan yaklaşık 1 asır önce ) kraliçenin de kullanımıyla damgasını vuruyor. Kadınlar özellikle boynu ruff'larla kapatıp, dikkati dekoltelerine çekmeyi tercih ediyor. Böylece bu yuvarlak yakalar, sosyal statünün ve güzelliğin altını çizen bir aksesuar halini alıyor. 19. yüzyılda klasik dönemin mimarlık ve resimde yeniden gündem olması modayı da etkiliyor ve ruff'lar kadın modasına geri dönüyor. Bu dönem gündüz giysilerinin bir parçası olan bu aksesuar dönem beğenisiyle bşraz daha sadeleşmiş olarak kullanılıyor. 
İkinci fotoğrafta , tasarımcısı muamma bir ruff yer alıyor. 1620'lerde dikilen bu ruff, bugün Stockholm Livrustkammaren'de sergileniyor. Adı böyle çetrefilli söylenişlere sebep olan müzenin dilimizdeki karşılığı:Kraliyet Cephaneliği Müzesi.  Danteller ve deri çağı olarak tanımlanan dönemde aslında Ruff'lar yerini daha düz yakalara bırakmak üzere. Burada söz ettiğimiz dönem ruff'ların hafiften demode görünmeye başladığı bir zamanı işaret ediyor. Daha trend bir yaka modası var bir taraftan. Onu da anlatırım bir ara . 

Veda Busesi
Giyim kuşam yerinde de I. Charles, parlamentoyla iktidarı boyunca çekişme halinde ve mutemadiyen kafasın göre vergi çıkariyor. Dinsel kutuplaşma da hızla çatışmaya dönüyor bu süreçte. Sonuçta protestolar iç savaşa dönüşüyor ve Charles yargılanıyor. "Vatana ihanet" ile suçlu bulunup 1649 kışında başı kesilerek idam ediliyor. Henrietta Maria bu sırada Paris'e kaçıyor. Charles'lar ölmez, şekil değiştirir bilmem anlatabiliyor muyum?