27 Nisan 2021 Salı

Karadeniz'de Yağmurlu Bir Liman: Giresun

 

Dorukları bulutlara değen yaylaların ve fındığın şehridir burası. Kuzalan’ın yeşilini, Karadeniz’in dalgalarını, yağmurun bereketini saklar bu topraklar. Doğanın şarkısına kemençe sesinin eşlik ettiği, her yolculukta yeni keşifler sunan Giresun.

 


Yapraklardan süzülen yağmur damlaları,  dağları saran sis deryası, üzerime sinen toprak kokusu, yemyeşil bir doğa eşliğinde Giresun olanca güzelliğiyle bana “merhaba” diyor.  Şehri tanımaya Kuzalan Tabiat Parkı’nın fantastik görünümlü orman dokusunda başlayınca, Giresun’u başka türlü tanımlamak kolay değil. Dereli’den Şebinkarahisar yoluna doğru giderken kahverengi tabelada yazan Kuzalan Tabiat Parkı ibaresine mutlaka dikkat etmek gerek. Yeşil örtü Karadeniz’de bildik bir dekor. Ancak Kuzalan, mineral açısından zengin su kaynaklarının yarattığı beyaz travertenleri,   mağaraları, sık ağaçlı yapısı, turkuaz gölleri ve yüzlerce metre yükseklikten dökülen şelalesiyle, İngiliz yazar Tolkein eserlerinde tasvir ettiği gerçeküstü ormanın yeryüzünde vücut bulmuş hali gibi. Dünyada orman ve traverten dokusunun iç içe olduğu sayılı noktalardan birinde olmak yeterince esrarlı bir durumken, bölge su içinde yüzen ağaçlıklı görünümüyle longozu , yosunlarla kaplı şimşir ormanı, ladinler, kestanelerle birlikte doğanın kendi haline bırakıldığında nasıl mucizevi olabileceğinin göstergesi adeta.  Orman örtüsü içinde ilerlerken suyun sesine kulak verip Mavi Göl’le karşılaşmak, sodalı suyun tarif edilemez mavisinde huzur bulmak demek. Zaman dışı bir atmosfer sunan ormanın içindeki son uğrak yerim Kuzalan Şelalesi oluyor. Yaklaşık 250 metre yükseklikten setler halinde dökülen şelale bölgenin en popüler alanı.


Dağları bulutlara meftun şehrin, sükuneti ancak kemençe sesi ile bozulan yaylalarına çıkarken, aracın camını sonuna kadar açıyorum.  Ağaçların hışırtısına gerçekten de köylülerin dediği gibi yalnızca kemençe nağmeleri karışıyor. Ne de olsa kemençenin anavatanı burası diye düşünürken, yöresel ürünler satan tamamı kadınlara ait tezgahları görünce küçük bir ara veriyorum.  Sarı kantaron, karalahana, bal , pekmez, pestil gibi yöreye özgü birçok şifalı ve lezzetli ürün bulunuyor tezgahlarda. Hiç sıkılmadan tarifler veriyor köylü kadınlar, hemen tereyağının tadına bakılıyor, bir yudum çay içiliyor.  Ulu çam ağaçlarından bir taç takmış Kümbet Yaylası’na vardığımda, köylü tezgahlarından aldığım manda peynirine eşlik etsin diye fırından sımsıcak bir somun alıyorum. Sis bir film sahnesi gibi yaylayı kaplarken ekmeğin sıcaklığından yükselen buharla birleşiyor.  Son yıllarda bölge başta kampçılar olmak üzere, doğa yürüyüşü ve dağ bisikleti tutkunlarının ilgi odağı haline gelmiş.Zaten çam sakızı rayihasında, kuş sesleri korosunun tam ortasında yer alan bir ortamda uyanmayı kim istemez? Karadeniz’in bu huzur rotası ballı, kaymaklı, muhlamalı sabah kahvaltılarıyla güne zinde bir başlangıç yapmak isteyenler için de konaklama alternatiflerine de sahip.  Yayla kültürünün yaşadığı coğrafyada yeni rotam koyun sürüleri ve ahşap çitlerin arkasından yükselen naif evleriyle Çakrak Yaylası. tarihin izlerini taşıyan yapılarıyla Çakrak, bambaşka bir his yaratıyor. Yağlıdere’yi aşmak için yapılan tarihi taş köprüler, Kırkharman Köyü’nde bulunan tarihi kilise ve Rum evleri Giresun’un çok kültürlü geçmişinin günümüze yansımaları olarak dikkat çekiyor.

Antik Çağ’ın önemli liman kentlerinden biri olan kent, tarih boyunca uygarlıkların çekişmelerine sahne olmuş. Şehri ikiye ayıran yarımadanın ucuna kondurulmuş Giresun Kalesi, Antik Çağ’ın önemli liman kentlerinden birinde olduğumu bir kere daha hatırlıyorum.  Kentin bilinen tarihi MÖ 7. yüzyıla kadar uzanıyor. Erken dönemlerden itibaren şehir kiraz yurdu anlamına gelen “Kerasion” ya da “Kerasusf”  adıyla anılmış. Kirazın bütün dünyaya Giresun’dan yayıldığı kabul ediliyor. Günümüzde bu bereketli toprakların kirazla olan ilişkisi oldukça kısıtlı. Giresun uzun yıllardır  fındığıyla bütün dünyaya nam salmış durumda. 

Giresun Kalesi şehrin buluşma noktalarından biri.  Denize karşı sıcak bir çay eşliğinde oturup Karadeniz’in tadına varanların arasına karışıyorum. Kale ne kadar canlıysa uzakta görünen Giresun adası bir o kadar durgun görünüyor. Oysa bu yalnızca bir yanılsama. Efsaneye göre Herakles’in gazabına uğrayıp  Stymphalos Gölü’nden kaçan tunç gagalı korkunç kuşlar Aretias Adası’na yerleşir. Mitolojinin gözü pek gemicileri Argonautlar’ın Altın Post’u bulmak üzere adaya çıktıklarında bu kuşlar onlara saldırır ve aralarından birini öldürür. Gemiciler bu olayın ardından adayı lanetler ve yeniden denize açılır. İşte bu anlatıda geçen Aretias Adası’nın  Giresun Adası olduğu kabul ediliyor.  Adanın bir zamanlar Anadolu’nun efsanevi kadın savaşçıları Amazonlar’a mesken olduğu da söylencelerin bir parçası. Bugün Giresun adası deniz kuşlarının ve tabiatın hakimiyeti altında. Üzerinde sur ve manastır kalıntıları olan adaya merkezden kalkan teknelerle ulaşmak ve efsanelerin izini sürmek mümkün. 

Binlerce yıllık bir tarihin üzerinde yükselen bir şehir Giresun. Bir geçiş güzergahı olması ve verimli topraklarıyla mutfağı da gerçek bir lezzet şöleni. Karadeniz’de olup, taze balık ve yöresel mutfağa başlangıç yapmak için Şoray Balık’a uğruyorum. Her derde deva ısırgan çorbası günün bütün yorgunluğunu almaya yetiyor. Galdirik, merevcen, yerel ağızda pezik denilen pazı gibi otlarla hazırlanan mezeler, yöresel otların özgün lezzetini sunuyor. Mevsimine göre balığın en tazesinin sofraları süslediği şehirde hamsi buğulama ve iskorpit buğulama damakta yer edecek kadar iddialı tatlar. Tatlı yemek içinse, Giresun’da sohbet ettiğim herkes tek bir isimde birleşiyor:  Tel Kadayıfçı Mustafa Patar. Dükkanın önündeki uzun kuyruğu kadayıfçının şöhretinin boşuna olmadığına yoruyorum. Özellikle sütlü kadayıf, hafifliği ve lezzetiyle favorim oluyor. 



Yağmur bu şehrin bütün hücrelerine işlemiş. Yağmursuz gün sayısı o kadar az ki herkes hep hazır.  Hafif hafif çiselemeye başlayan yağmura rağmen kent merkezinde yürümeyi tercih ediyorum. Yürüyerek kendini sevdiren bir şehir Giresun. Sahildeki çay bahçelerinin kıpır kıpır haline kapılmadan tarihi evleriyle nostaljik bir hava yaratan Zeytinlik Mahallesi’ne yöneliyorum. Rum ve Türk sivil mimarisinin yaşatıldığı bu mahalledeki evlerin çoğu 19. yüzyıldan kalmış. Bir devrin bütün canlılığını sürdüren Zeytinlik’te neredeyse bütün konaklar restore edilmiş ve hepsi hayatın içinde. Giresun Müzesi, kent tarihine yakından bakmak isteyenlerin vazgeçilmezi arasında. Kentin geçmişine ışık tutan arkeolojik ve etnografik eserleri izleyiciyle buluşturan müze, mimari tarzıyla da etkileyici. 18. yüzyılda bölgedeki Rum –Ortodoks cemaat için yapılan bina Gogora Kilisesi olarak da biliniyor. Oldukça iyi korunmuş olan kilise, tarihsel süreçte Rumlar’ın bölgeden ayrılmasıyla müze haline getirilmiş.

Seması bulutlar tarafından zapt olmuş, tarihinde efsanelerle gerçeğin karıştığı bir şehir Giresun. Görülecek çok yeşili, anlatılacak çok tadı olan, deniz kuşlarının bile başka türlü kanat çırptığı gösterişsiz haliyle ruhuma dokunuyor. Gün ışığı deniz üzerinde son parıltısını da yitirince, Tirebolu çayının kendine has kokusunu içime çekip kente veda ediyorum.



Not: AnadoluJet'in  uçak içi yayımı, AnadoluJet Magazine'in Kasım 2019 sayısı için kaleme aldığım Giresun temalı yazı. 

Kalbi Kırık Not: Öte yandan yazar ismini yanlış bastıkları için kalbimi kırmış yazı aynı zamanda. Dijitalde bile halen düzeltilmediği için de kalbimi kırmaya devam eden yazı...