19 Kasım 2022 Cumartesi

Dünya Felsefe Gününde Schiller'in Önünde Buluşalım mı?

 #dünyafelsefegünü 'ne Gendarmenmarkt'ı Stendhal sendromu yüzünden kendimden geçerek gezdiğim bir anı getirdim. Berlin'de sanat zehirlenmesi yaşadığım ve kafam bi dünya olduğu için #Berlin ' e yine, yeni, yeniden gitmeliyim düşündürüyor beni bu kareler. Şimdilik eldeki fotoğraflarla günün anlam ve önemine Schiller, Berlin ve Naziler sarmalında bir yolculuk için beni takip edin. 


Schiller Anıtı , Almanya'nın medar-ı iftiharı filozof, şair ve yazar Friedrich Schiller'in 100. doğum günü onuruna yapılmış. Schiller aynı zamanda çok önemli bir oyun yazarı olduğu için Jandarma Pazarı Meydanı'nda eski Kraliyet Tiyatrosu’nun önüne kondurmuşlar anıtı. Aydınlanma Çağı'na damgasını vuran isimlerden biri olan Schiller. Berlin'in bu güzide meydanına tepeden bakması düşüncesi, kendisinin doğumunun 100. yılı münasebetiyle gerçekleşiyor.  Konunun gündeme gelmesi her şeye göz diken, bütün Akdeniz antik sitelerini sistemli bir şekilde tabiri caizse iç eden Kaiser Wilhelm sayesinde oluyor. Malumunuz kendisi sanata, felsefeye ve tarihe pek meraklı. İşte Friedrich Schiller'in doğum günü kutlamalarını da bizzat Kaiser Wilhelm finanse ediyor. Anıt için Friedrich Schiller'in 100. doğun günü olan 10 Kasım 1859 tarihinde meydana bir temel atılıyor. Daha sonra da anıt için bir proje yarışması açılıyor. Yarışmaya katılan projeler arasından ünlü heykeltıraş Reinhold Begas'ın tasarımı seçiliyor. İki yıl içinde heykel grubunun meydanı süslemesi öngörülmüşken Fransa-Prusya Savaşı patlak verince süre uzuyor. Hatta o kadar uzuyor ki açılış Schiller'in 112. yaşına nasip oluyor. Begas'ın imzasını taşıyan heykel grubu büyük bir beğeniyle karşılanıyor ve meydan Schillerplatz olarak isimlendiriliyor. 







Anıtın tasarımını yakından incelersek ilk anda çeşme olacakken direkten dönmüş gibi. Küp formlu kaidenin dört yüzünde yer alan aslan başlarından su akmıyor. Ancak her aslanın önüne yarım daire bir kurna yerleştirilmiş.  Sanatçının bir bildiği olsa da onu şimdilik biz bilemiyoruz. 

Kaidenin dört köşesi dört alegorik figürle desteklenmiş.  Elinde arp olan bir kadın figürüyle temsil edilen " lirik şiir"; kızgın ifadeli olan "trajedi" ; elinde tablet olan "tarih" ; elindeki parşömeniyle düşüncelere dalan "felsefe"nin kişileştirilmiş hali. Felsefe 'nin elindeki parşömende Yunanca "Kendini bil" yazıyor . 

Buradan Schiller'in meziyetlerini öğreniyoruz. Antik çağ düşünürleri ve yazarlarıyla kıyaslanıyor. Apollon'un liri, Sokrates'in “Kendini bil”i asla tesadüf değil. Dikkatinizi çekerim tarihi temsil eden figürün elinde aydınlanma düşüncesinde yine Alman ekolünün belirleyici isimleri Lessing, Kant ve Göethe’nin adları okunmakta. Schiller kaidenin zirvesinde, ayakta, başına yerleştirilen defne çelengiyle meydana "en çok beni görmelisiniz" tavrıyla bakıyor. Filozof ve alegorilerinin bu mağrur tavrı 1930’lu yıllara kadar meydanı süslüyor. 

1930'larda anıt Naziler tarafından kültürel ve ahlaki değerlere uygun bulunmadığından  sökülüp depoya atılıyor. Böylece Begas’ın Schiller’i “ideolojiye ters” mottosuyla Nasyonal Sosyalistler’in gazabıyla sürgüne giden veya yok olanlar listesine kaydedilen binlerce eser arasına yazılıyor. Bu tarihten sonra meydana bir daha Schillerplatz da denmiyor. SS’ler buraya Gendarmenmarkt diyor ve bu ad halen kullanımda.

Aradan yıllar, yıllar geçiyor. Berlin ikiye bölünüyor. Schiller ve Alegoriler’in süslediği anıt hatıralarda bir fotoğrafa dönüşmüşken. Berlinler’in aşkla yeniden buluşması söz konusu oluyor. Tam bu zamana doğru 1988’de anıtın eski yerine konması da her iki Berlin’in yaptığı kültürel bir proje kapsamında gerçekleşiyor. Nihayetinde anıt meydana kesin dönüş yapıyor.

Küçük bir ekleme anıtın bronz bir kopyası da Berlin 'deki Schiller Parkı'nda yer alıyor. Nazi 'ler onu depoya atmayı unutunca , heykel de savaş gazisi oluyor. Onun restorasyonu da 80'lerin sonuna havale ediliyor. 


Veda Busesi 

Reinhold Begas, Schillerplatz’daki heykel grubundaki ustalığını ispat edince Berlin ve çevresinde birçok meydan heykelini işi kendisine verilmiştir. Bugün Berlin’de elinin değmediği meydan ve müze bulamazsınız neredeyse. Berlin'e gidince bu bilgi lazım olur ve beni hatırlarsınız. Son olarak herkes kadehini felsefe için kaldırsın ya da bugünün anısına Schiller'in Insanin Estetik Terbiyesi Üzerine'sini okuyabilirsiniz. Ikinciyi yaparsanız bana biraz sitem edersiniz ama bugün de unutulmaz olur. Ne dersiniz? O zaman #worldphilosophyday 'imiz kutlu olsun. 



    11 Kasım 2022 Cuma

    Bond'un 60. Yaşını Film İzleyerek Kutluyoruz!

     Vesper martininiz hazırsa kadehleri tokuşturma zamanı, zira  MI6'in yakışıklı ajanı Ekim'de 60. yaşına girdi. Fakat her dem tazelenmeyi başardığı için yaşını tabi ki hiç göstermiyor.  Ian Fleming'in roman serisinden ilk uyarlanan film Dr. No 5 Ekim 1962'de İngiltere'de gösterime girdi ve olaylar gelişti. Karizması asla çizilemeyen James Bond sinemada birbirinden hoş, hadi itiraf edelim bazıları fazlasıyla dayanılmaz aktörlerce canlandırıldı. Öte yandan yaşı yetmese de birçok Bond fanı için tek gerçek 007 Sean Connery olarak kaldı. Gerçek şu ki ben onlardan değilim, benim jenerasyonum için Bond kaçınılmaz biçimde Rus görünümlü İngiliz Daniel Craig. Hem de No Die No Time'ın galasında giydiği fuşya smokine rağmen. Bu meyanda geçmiş Bondlar'ın kendisinin boyu bosu ve aksiyon sahneleri için yaptığı kırıcı eleştirilere de pek aldırmadığımı fark ettiğinizi ummaktayım. 


     Bond öyle bir fenomen ki kendisini canlandıran bütün aktörleri zirveye taşıdı ve hatta birbirine de düşman etti. Yaşlanıp, emekliliği gelen Bondlar tahtı genç bir 007'ye bırakma fikrine biraz bozuluyordu geçmiş yıllarda sanırım. Çalkalanmış fakat karıştırılmamış martinisi, dağları devirip kendisine zeval gelmeyen Aston Martin'i, Baretta 418'in soğukluğuna tezat olarak sergilediği sıcaklığı, sanattan spora olağanüstü entelektüel birikimi, bütün kadınları ve hatta bazen erkekleri de yoldan çıkaran cazibesiyle bütün zamanlar boyunca erkek izleyicinin en çok kendiyle özdeşleştirdiği karakterlerden birinden söz ediyoruz. Onu canlandıran aktörlerin de favorisi olması kaçınılmaz tabii ki. Ama biliyorsunuz ki hayatta her şeyin bir bedeli olduğu gibi Bond olmanın da bir bedeli var. Şan, şöhret, para, pul tamam da zaman değişti, tabi Bond da değişti. Sosyal medyanın gözü önünde  sınırları çizilmiş bir yaşam tarzı ve ölçüleri belirlenmiş bir fiziğiyle göz doldurması şart kraliçenin( ağzımız alışmasa da kralın )hizmetkarı ajanın. Sponsorluk bağlantıları ve göz önünde yaşam sorunsalını en ciddi yaşayan da kuşkusuz Daniel Craig oldu. Kendisine yapılan bütün "devam et" baskısına rağmen artık Bond olmaktan emekliliğini istedi. Emekli Bondlar'ın, Bond olarak kalma mücadelesini akıntının tersine kürek çekerek tamamladı. Birçok Bond hayranı yıkılsa da aşk için ölerek, 007'nin de duyguları olabilme ihtimalini hatırlatarak izleyiciye veda etti. 




    Eh biraz başa dönüp, maziye bir bakıvermenin zamanıdır. En başta dediğim gibi ilk Bond Sean Connery'di ve bu rol için peruk bile takmayı kabul etmişti. Hatta bir süre sonra derin bir soluk alarak 007'yi bir kenara atma cesareti gösterebildi. Yapımcılar anında yeni bir aktör buldu hem de bir berberde. Yapımcı Albert R. Broccoli berberde yan koltuğunda oturan George Lazenby'nin karizmasını MI6'e girmek için yeterli buldu ve onu bir deneme çekimine davet etti. Hepi topu bir çikolata reklamında oynayan genç aktör için muazzam bir kariyer planı olmalı. Ben olsam kalbim Broccoli'nin elinde kalırdı. Böylece havalı bir manken olan Lazenby 1969'da Bond'u canlandıran ikinci aktör olarak kayıtlara geçti. Kraliçenin Hizmetinde adını taşıyan film büyük övgüyle karşılandı. Ne var ki Lazenby konusunda yırtıcı sinema çevresi ikiye bölünmüştü. Negatif grup replikleri telaffuzuna ve hareketlerine kadar oyuncuyu eleştiriyordu; alt tarfı smokinin yakıştığı, yakışıklı bir herifti işte! Fakat yapımcılar ve izleyici memnundu İkinci filmi için müzakereler başladı. Ama o da ne Lazenby kendi istediği gibi bir Bond kurgulamak istiyordu. Klişelerden ve klasik beklentilerden uzak, özgün bir Bond olmaz mıydı? Bu isyankar düşünceler şiddetle reddedilince taze aktör Lazenby resti çekti ve bundan sonraki kariyeri hep sancılı devam etti. Reddedilmeyi kabullenemeyen yapımcılar onun kibirli ve set ekibiyle uzlaşmaz olduğunu, dahası Bond'un devam filmlerinde oynamak için yalvardığını söylemekten geri durmadılar. İlerleyen yıllarda Sean Connery, Lazenby'nin kibirli falan olmadığını tam aksi Broccoli'nin karanlık karakterli olduğunu söyleyecekti. 



    Bu biyografik ve bir miktar magazinel detayların ardından beyaz perdenin üçüncü Bond'una dönecek olursak Roger Moore'u görürüz. Albert R. Broccoli 1972'de sağlam bir kariyeri ve tanınmış bir yüzü olan Moore'a 007 olmasını teklif etti. Rolü alabilmesi için kilo vermesi ve saçlarını kestirmesi gerekiyordu ki bu Moore'un biraz kalbini kırmıştı. Ancak Bond olmak milyonlar kazanmaktı ve bu ufacık kalp kırıklığını bir nebze olsun hafifletebilirdi. Böylece kendisi 12 yıl boyunca 7 Bond filminde oynadı. Bond'a hayat veren en yaşlı aktör olmayı da bu sürede başarmış oluyordu. Son filmi çekip, artık MI6'ten emekli olduğunu açıkladığında 58 yaşındaydı. Moore için yaratılmış Bond 70'ler ruhuna hitap eden bir hava taşıyordu. Küstah ve mizahi yönü kuvvetli olan bir playboy olması yetmezmiş gibi her durumda kendini kurtaracak bir aparata sahipti. Birçok izleyici karakterdeki revizyonun Moore'un yorumu ve kişiliğinin  yansıması olduğunu sanmıştı. Oysa durum senaryonun istediğinden fazlası değildi. 


     Yeni Bond, daha önce el altından teklif yapılan Timothy Dalton oldu. Aslında yapımcıların artık Dalton için yeterli hevesi kalmamıştı ama Pierce Brosnan çok meşguldü. 1987 yapımı Gün Işığında Süikast ile Dalton ilk kez Bond olarak perdede yerini aldı. Bu film Moore'lu son iki filmden daha çok gişe hasılatı elde etti. 1989'da Öldürme Yetkisi'yle Dalton ikinci kez Bond olarak kameraların karşısına geçti. Fakat film lisanslama sorunları ve gişede çakıştığı Cehennem Silahı II, Hayalet Avcıları II, Indiana Jones (oo ilk Bond'da buradaymış), Batman gibi filmler nedeniyle beklenen etkiyi yaratamadı. Yine de gişede battı diyemeyiz sadece bomba gibi patlamadı o kadar. Dalton'ın Bond yorumu oldukça ciddi bulundu. Yönetmen bile eline silah alınca ciddi bir katile dönüşme potansiyeli olduğunun altını çizdi. Moore'un mizahi tipi yerini ciddi bir casusa bırakmıştı. İzleyiciler Bond'un değişen mizacından oldukça mutluydu. 3. film için anlaşması olmasına rağmen Dalton yasal sorunlar nedeniyle bir daha Bond olamadı. Bazı dijital mecralarda öldüğü için Bond olamadı yazsa da aldırmayın Dalton yaşıyor ve sağlıklı. 


    Bütün bunların ardından 1990'ların Bond'u Pierce Brosnan olarak ilan edildi 2002'i ye kadar 4 fillmde rol aldı. Bu arada eleştiriler "Bond'un eski masumiyetini yitirdiği" konusunda birleşti. Yine de filmler izleyiciyi yakalamayı başardı. Tam Brosnan 5. filmde oynamak için istekli olduğunu açıkladığı sırada, yaşı hakkında spekülasyonlar başladı. 2003'te aktör 50. yaşını kutlamaktaydı ve Bond'un artık eskisinden çok daha hareketli sahnelerde yer almasını bekleyen bir izleyici yetişmişti(Galiba bu biziz). Brosnan'ın hevesi 2005 Ekim'inde kursağında bırakıldı. Yeni aktörün açıklanış biçimi öncekilerden farklıydı. Brosnan düpedüz kovulmuştu. O da bunu her fırsatta doğruladı ve kalbinin kırıldığını yinelemekten çekinmedi. 

    Bu yazının yazıldığı anlarda halen en yeni Bond uvnanını elinde bulunduran Daniel Craig'in 007 olması fiziksel özellikleri nedeniyle tartışma yaratmıştı. Bariz biçimde sarışın ve 1.78 uzunluğunda bir Bond, izleyiciyi biraz hayal kırıklığına sevk etmişti.  Mevzu o kadar büyüdü ki Craig'in oynayacağı filmin boykot edilmesi için kampanyalar bile yapıldı. Bu noktada imdada yine herkesin en kıymetlisi, en kıdemli James Bond olarak Sean Connery devreye girer ve Craig'in rolün altından başarıyla kalkacağını, fiziksel görünümünün de 007 karizmasıyla örtüştüğünü vurgulamaktan çekinmedi. 
    Craig'in oynadığı Casino Royal 2006'da o zamana dek en çok hasılat yapan Bond filmi unvanını alınca  sarışın Bond için rüzgar tersine döndü. Performansı çoşkuyla alkışlandı. 007 olarak perdede göründüğü üçüncü film olan Skyfall bütün zamanların en hasılatlı Bond'u oldu. Skyfall'ın gişesi bütün filmler arasında da kendisini 28. sıraya oturtmuştur. 


    Craig 2012'deki Yaz Olimpiyatları açılış töreninde Kraliçe Elizabeth'e eşlik eden çekici ajan olarak film dışında da Bond'luk kariyerine devam etti. Aktör serinin şimdilik son filmi olan Ölmek İçin Zaman Yok ile Eylül 2021'de 5. ve son kez Bond karakteriyle beyaz camı aydınlattı. Amma da abarttın demeyin benim jenerasyonumun aklına Bond deyince Craig'in gelmesi kadar olağan bir şey yok. Benim en ayıla bayıla izlediğim Bond filmi yukarıda linkini bulacağınız, yazmalara doyamadığım Skyfall. Gelgelelim No Time No Die'da aşk için ölen James Bond teması, Sassi di Matera'nın ürpertici güzelliği ve tabi ki açılışta yüreğime tam isabet alan oku atmasıyla Dalida'nın sesinden Dans La Ville Endormie adlı şarkıyla beni benden almayı başardı doğrusu. 


    Daniel Craig'in MI6 kariyeri bittiğinden 007'nin kim olacağı tahminleri ortalığı kasıp kavuruyor. Kadın mı olacak, siyahi mi derken, Bond'un yaş günü kutlamaları dünyayı sardı sarmaladı. Açıkçası hem biz, hem dünya kutlayacak bir şeyler de arıyoruz belki bir taraftan. İşte bu kutlamaların bir ayağında artık birer kült haline gelmiş filmler gösterildi, Christies gibi müzayede şirketleri bu kutsal tarihin anısına açık arttırmalar düzenledi.  Gelirler de yardım kuruluşlarına aktarıldı.  Bir açıdan aşk için ölen son Bond cenneti garantilemiş oldu böylece.



    Tabii ki birilerinin de Türkiye'deki 007 fanlarını kollaması gerekiyordu ki beklenen hamle Beykız Kundura'dan geldi Beykoz Kundura da Türkiye'deki Bondçuları düşünerek , o muhteşem sinemasında birkaç seans Bond gösterdi. 📍60'lar Bond'u Sean Connorey , ben onun serisinden From Russia With Love'ı severim. Hem konu güzeldir hem de Rus taklidi yapsa da muazzam güzelliğiyle herkese kafa tutan Istanbul 'u izlemek gibisi yoktur. Hal böyleyken ben bu defa From Russia With Love'in devam filmi olan Goldfinger 'ı izledim Beykoz'da.

      Takvimim ona uygundu. Bond'u bizim jenerasyonumuzun Bond'una göre daha az aksiyonlu bulduk tabi bir kere daha, ve daha az çekici. 
    Alp manzaraları falan fazlasıyla güzeldi. İnsan tv'de bazı detayları göremiyor normal olarak.
    Senaryoda bir devamlılık sorunu da vardı. Klasikler yine de güzeldir. İlla ki her şeyi kendi çağının ruhuyla değerlendirmek gerekir.
    Diğer yandan  60'larda çekilen filmin günümuz imkanlarıyla aşık atmasını beklemiyorum. Sadece aynı donemdeki Türk filmlerinin çağımızdan bakınca tu kaka bulunması da doğru gelmiyor bana. Yeniden Kundura'nın petrol yeşili kadife salonuna dönersek,Shirley Bassey'nin sesiyle film kapandı biz de Bond'un 60. yaşını kutlamaya Kundura'nın restoranına geçiş yaptık Biz derken tüm sinema salonu.
    Bütün Bondlar için kırmızının en kadehte güzel duranını kaldırdık. Vesper Martini en çok 007'ye yakışıyor, farkındayız yani. 
    Son bir ekleme Beykoz Kundura'da bira içerek film izlenebiliyor. Restoranda servis mükemmel, şaraplar buz gibi fakat yemeklerin biraz daha lezzetli olmasını beklerdim. Aralık ayına kadar Bond gösterimleri devam edecek. Bence kaçırmayın, klasikleri sinemada izlemek gibisi yok. Hele de Kundura'nın nostaljik havasında yapraklar dökülmüşken...

    İyi ki doğdun Bond!
    Nice 60 yaşlara...
    Bu dileği gerçekleştirebileceğine hiç şüphem yok!