MI6’ in en ünlü ajanı geçtiğimiz yıl
hünerlerini sergilemek üzere 3. defa Türkiye’ye geldi. James Bond’un ülkemize
ilk ziyareti sırasında takvimler 1963’ü gösteriyordu. “From Russia With Love”*
isimli
filmde Sean Connery, gelecekte gelmiş geçmiş en iyi James Bond olarak
anılacağını bilmeden kahramanlık becerilerini en üst düzeye taşıyordu.
İkinci
ziyaret Bond’ların yüz karası olarak anılan Pierce Brosnan tarafından “The
World Is Not Enough”** filmiyle 1999 yılında gerçekleşti.
Ve sonuncusu da
geçtiğimiz yıl “yürek yakan” İngiliz casusu, “buz gibi” bir tavırla canlandıran
Daniel Craig’li “Skfall” ile sinema tarihine kazındı.
Resim: http://www.beyondhollywood.com/bond-23-title-confirmed-as-skyfall-plot-details/
23. Bond filmi olan
Skyfall' un logosu.
İlk iki film için dönemin
yetkili makamlarının ve kamuoyunun
ne düşündüğü bilinmez ama
Skyfall için oldukça pembe hayaller kurulmuştu
Güzel ülkemiz, İngiliz
casusun ardında görününce, izleyicilerin gözünü perdeden ayıramayacağı
düşünülmüş olmalıydı.
Yoksa Tarihi Yarımada’nın
değerli kültür hazineleri, çökme tehlikesine rağmen ne diye atlamalı-patlamalı
bir filmin mekânı olabilirdi ki!
Sonuçta üzerine çöl tozu
çökmüş, kubbeli, denizi olmayan, Ortadoğu’da herhangi bir yere benzeyen bir
Türkiye perdede yer aldı.
Türkiye diyorum, çünkü
İstanbul, Adana ve Fethiye güzergâhında çekilen sahnelerde yer ismi belirtmeye
lüzum görülmemişti. Bunun sebebi İstanbul-Adana arasının trenle 10 dakika
olarak yansıtılması olabilir. Aradaki farkı sadece Türk izleyici anlayabileceği
için pek önemli bir ayrıntı da sayılmayabilir. Elbette bu neticede “Türkiye’yi
dosta düşmana tanıtalım” filmi de değil!
Resim: http://www.mitteleuropa.x10.mx/filmlocations_fromrussiawithlove.html
Sean Connery ve Daniela Bianchi Galata Köprüsü'nde /1963
Her şeye rağmen zihin,
1963’ün İstanbul’unda geçen From Russia With Love’da gösterilen tarihi dokusu,
zarif ve modern insanları ile göz dolduran İstanbul’u ister istemez anımsamadan
edemiyor.
Bu bağlamda sadece,
İstanbul, yabancı film ekibinin Oryantalist bakış açısına kurban gitmiştir
denilemiyor. 60’ların Türkiye’si ile günümüz Türkiye’si arasındaki “gelişme”
dışardan daha net fark edilebiliyor ne yazık ki…Dolayısıyla Arap tınılı bir
müzik, sarımtırak bir toz bulutu, içler acısı bir pazar yeri gibi yanıltıcı ayrıntılarla
olduğundan daha vahim sunulması da kimsenin umurunda olmayabiliyor!
Resim: http://007fanart.wordpress.com/2011/03/10/new-from-russia-with-love-poster/
James Bond ve
Yeşilçam…
Skyfall ile beraber 23 adet
James Bond filmi var.
007’yi oynamak her aktörün
hayali mi bilinmez ama Sean Connery’den sonra Bond’u canlandıran her aktöre
sinema tarihinde bir kulp takılmış durumda. Yine de benim aklıma James Bond
deyince Sean Connery yerine Sadri Alışık geliyor.
Yeşilçam severlerin
bildiği gibi 24. James Bond filmi 1967 yılında tamamı İstanbul’da ve Halit
Refiğ tarafından çekildi. Filmin adı “Kız Kolunda Damga var” ama bu sizi
yanıltmasın. Kızımız, yani Fatma Girik “Demir Çiçek” kod adlı bir casus;
kolundaki çiçek dövmesi de filme adını vermiş. James Bond’u Sadri Alışık
canlandırıyor; gayet şık, zeki ve baştan çıkarıcı. Diğer Bond’lardan bir farkı
olmadığı rahatça söylenebilir! Fatma Girik’se Batılı Bond kızlarından
daha şanslı. Batı versiyonlarında olduğu gibi ikincil konumda değil. Dişe diş
kana kan mücadele ediyor; hem güzel, hem seksapeli yüksek, hem de başarılı bir
casus. Komedi-macera türündeki film çağına göre gayet nitelikli.
Resim: http://www.film-merkezi.com/film-14701.html
Sadri Alışık filmde iki
farklı karakteri canlandırıyor.Nedense afişte Bond halini kullanmayı uygun bulmamışlar.
İlginç bir biçimde orijinal
Bond serisinin yapımcıları da George Lazenby’nin yarattığı hayal kırıklığından
sonra rolün hakkını verecek yeni bir 007 ararken Yeşilçam’a uğramış!
Tesadüfen İngiltere’de
montajı yapılan George Arkın*** filmine denk gelen bir yetkili aktörün diğer
filmlerini araştırmış ve aktörle bağlantıya geçmiş. Aktör davet üzerine
İngiltere’ye gitmiş.
3. James Bond olma meselesi
birden ciddiye binmişken aktörün Türk olduğu, adının da Cüneyt olduğu ortaya
çıkıvermiş. İngilizlerin davranışlarına yansıyan hayal kırıklığı Cüneyt
Arkın’ı da etkilemiş ve dil eğitimini bırakıp, Bond olmaktan da vazgeçip Yeşilçam’a
dönmüş.
Cüneyt Arkın ve
2. James Bond George Lazenby
Skyfall ve
değişen Bond…
Yeşilçam’dan Skyfall’a
dönecek olursak Daniel Craig, en çok eleştirilen Bond’lardan biri.
Oyunculuğundan ziyade soğuk tavrı ve fiziki özellikleriyle bazı sinema
eleştirmenleriyle birkaç emekli 007’nin tepkisini çekmiş durumda. Skyfall’da
kendisi 3. defa James Bond’u canlandırdı. Perdede değişen dünyaya ayak
uydurmuş ve daha ayakları yere basan bir Bond olmasına karşın bazı ilkelere
yine harfiyen uyulması gözden kaçmadı. 007’lerin genel özelliği olarak aktör
yine bir İngiliz’di.
Filmin kötü adamları dünyanın
her milletinden olabilirdi ama asla İngiliz olamazlardı; hatta MI6’te casus
olsalar bile İspanyol kanı taşımalarında bir sakınca yoktu. Takım elbise en çok
Bond’a yakışır (yakışmıştı gerçekten) ve en tehlikeli anlarda dahi kol
düğmeleri düzeltilebilirdi. Bir İngiliz casusu olarak vatan sevgisi her
şeyden önce gelirdi ve Bond her şeyi ülkesi için yapardı. Kadınlar Bond’u hep
baştan çıkarıcı bulurdu ve belki erkekler de! Bir de Hollandalı bira firmasının
milyonlarca dolarının hatırına artık kült haline gelen votka-martiniden biraya
geçilebilirdi; küresel ekonomik kriz diye bir gerçek vardı...
William
Turner ve James Bond…
Her ne kadar Türkiye
sahnelerinde bunu yansıtmamış olsa da James Bond her filmde olduğu gibi bu
filmde de kültürlü ve sanatseverdi. 007,Trafalgar Meydanı’ndan National
Gallery’e girerken yalnız ve sakindi. Batı sanatının birçok şaheserine ev
sahipliği yapan müzede İlerledi ilerledi ve şaşırtıcı olmayacak biçimde bir
İngiliz’in önünde durdu. Romantik Dönemi’n en ünlü İngiliz ressamı Joseph
Mallord William Turner
(775-1851)’ın kendisi kadar tanınmış eserlerinden biri
olan “Savaşçı Temeraire”**** aracılığıyla izleyiciye mesaj vermeyi tercih etti.
Joseph Mallord William
Turner/Savaşçı Temeraire/1838-39/ National Gallery/Londra
M. W. Turner'ın hayatına
kısaca bakacak olursak Bond ve Temeraire buluşmasının kıymetini daha iyi
anlayabiliriz. William Turner, sıradan bir berberin oğlu olarak Londra’da
dünyaya geldi. Ailevi problemleri nedeniyle düzenli bir eğitim alamasa da o
kadar yetenekliydi ki 14 yaşında Kraliyet Akademisi’ne girdiğinde bu durum
kimseyi şaşırtmamıştı. Sonraki yıllarda gözlem tutkusu ve mükemmel hafızası
yeteneğini besleyen en önemli kaynaklar oldu. Erken yaşlardan itibaren
aranan bir sanatçı haline geldi ve kısa sürede muazzam bir servet elde etti.
Işığı, gökyüzünü, atmosferik olayları betimlediği eserlerinde doğanın
yüceliğini vurguladı. Sanatçı, 19. yüzyılın en önemli ve öncü manzara ressamı
olarak kabul edilir. Başta İzlenimciler olmak üzere 20. yüzyılın birçok
yenilikçi sanat akımı için kilit bir isimdir. Turner’ı bu kadar önemli yapan
bir diğer husus, vasiyetidir. Sanatçı 100’den fazla başyapıtını ve onlarca
eskizini İngiliz halkına bırakmıştır.
“Savaşçı Temeraire” işte bu
müthiş ressamın İngiliz halkına bıraktığı başyapıtlarındandır. Temeraire,
Kraliyet Donanması’nın en görkemli günlerinin adeta yüzen bir anıtıdır. 21 Ekim
1805 tarihinde İngilizler, Trafalgar açıklarında İspanya ve Fransa kuvvetlerini
kayıpsız mağlup ederken; Temeraire, ünlü Amiral Horatio Nelson komutasındaki
filonun kahramanca mücadele eden gemilerinden biriydi. Turner, kahraman gemiyi
Thames Nehri üzerinde, sökülmek üzere bir römorkör tarafından tersaneye
sürüklenirken görmüş ve tam da bu anı tuvale aktarmıştı.
Resimde eskimiş,
teknolojiye yenilmiş, destansı günleri çoktan geride kalmış, artık sadece
anılarda yaşayacak bir gemi kederli bir sona doğru adım adım ilerliyor. Ufukta
altın renkleriyle güneş çoktan onu terk etmeye başlamış; karanlık sadece
gün dönümünü değil aynı zamanda Temeraire’in ebedi yok oluşunu da simgeliyor.
Tıpkı filmdeki yaşlanmış,
güçten düşmüş, kahramanlık günleri geride kalmış, gamlı gözlerle resmi izleyen
James Bond gibi…Savaşçı Temaraire, Bond’un içinde bulunduğu durum için o kadar
doğru bir metafor ki bunu kullanma fikrini ortaya atan her kimse ancak tebrik
edilebilir.
Son Söz…
Sırf perdede kocaman bir
Turner görmek için bile bu film izlenebilir. Ayrıca Türkiye’yi sunum
biçimine içerlemiş olsam da “Sezar’ın hakkı Sezar’a” Skyfall en iyi Bond
filmlerinden biri. Sean Connery’ciler bozulabilirler ama Daniel Craig başarılı
bir Bond kimliği ortaya koyuyor.
Meraklısına Not: Cüneyt Arkın’ın James Bond olma serüvenini, kendi ağzından bir röportajda
dinledim. Kız Kolunda Damga Var’ı klasik filmleri sevenlere
tavsiye etmek boynumun borcudur.
*“Rusya’dan Sevgilerle”
adıyla ülkemizde gösterilmiştir.
**“Dünya Yetmez” adıyla
ülkemizde gösterime girmiştir.
***Cüneyt Arkın filmleri yurt dışında gösterilirken, coğrafyasına göre aktöre Steve, George, Lee gibi isimler verilmiştir.
****Eserin tam adı: The Fighting “Temeraire” Tugget to Her Last Berth to Be Broken Up. Eser Türkçe yayınlarda
genellikle “Savaşçı Temeraire” adıyla
anılmaktadır.
Çok güzel bir yazı.
YanıtlaSilDemek ki ne yapıyormuşuz? Okurken, izlerken, bakarken kafayı çalıştırıyormuşuz:)
Teşekkür ederim Sezercim:) Beğendiğine sevindim:) Kafamıza sağlık::))
SilMerhabalar Asli. Iyiki geldin bloguma bende seni blogunu gordum bu vesile ile. Cok hosuma gitti yazin. Skyfall'da Craig'in butun takimlari Tom Ford'dan bir TF hayrani olarak butun detaylari izledim tabiki. Lazenby icin cok uzuluyorum en kotu Bond secilmesi ne fena. :)( Username bir garip biliyorum takildi kaldi oyle lutfen ignore et.) Sevgiler ChicScience
YanıtlaSilBen de çok memnun oldum:) Teşekkür ederim:) Demek ünlü İngiliz'i ünlü bir Amerikalı giydiriyormuş:)Şıklığı boşuna değilmiş:)
SilAtatürk'ün smokincisi olan aileden Levon Kordonciyan da giydirmiş. Haberlerde vardı bugün.
YanıtlaSilBir önceki filmde olabilir gerçi. Ondan emin değilim.
SilDün akşam tesadüfen belgeseli vardı. Ian Fleming'in karakterleri, silahları, araçları vs nasıl seçtiği anlatılıyordu. Belki kostüm kısmı da vardı da ben yarısında açtım. Adam üslubunu beğenmediği bir mimarın adını Goldfinger'daki kötü adam olan Goldfinger'a vermiş:))Tabi adam da bunu mahkemeye:) Birçok seçimi modern zamanlarda da kullanılıyor anladığım kadarıyla da moda zamana yenik düşen bir alan:)
Silevet çok gzl bir yazı, Türkiye'de doğması şanslızlık olan 3 isimden biridir benim Cüneyt Arkın, diğerleri Şener Şen ve Teoman :D
YanıtlaSil