11 Nisan 2022 Pazartesi
Vapurdaki Kitaplar: Alberto Manguel - #resimleriokumak
7 Nisan 2022 Perşembe
İstanbul'un Külliyelerinde Bir Gün
Başyapıtlar şehri İstanbul’un, müptelası
olunan manzarasını adımlamak. Cadde cadde bir şehrin damarlarına yayılmak ve
dahi mimarların izinde İstanbul’u yeniden keşfetmek.
İstanbul
silüeti kubbelerin gökyüzüyle yarattığı tarifsiz uyumu yansıtır. Kurşuni
kubbeler imparatorluklar görmüş şehrin ayrılmaz bir bütünü gibidir. İstanbul
manzarasında hayranlıkla izlediğimiz bu yapıların hatırı sayılır bölümü,
Osmanlı’nın gündelik hayata değer katan külliyeleridir.
Bugün bu irili ufaklı kubbelerin peşinde, İstanbul’un bir zamanlar sosyal
hayatını kökünden değiştiren külliyelerine yol alacağım.
Üsküdar’ın dudağında Mihrimah Sultan Külliyesi
Üsküdar Mihrimah
Sultan Külliyesi’yle yeni güne başlıyorum. Mimar Sinan’ın Mihrimah Sultan
için inşa ettiği külliye 1548’den bu yana Üsküdar’a yolu düşenleri huşuyla
selamlıyor. Küçük avlusuna girdiğimde yirmi köşeli mermer şadırvanın önünden,
cıvıl cıvıl Üsküdar sabahı ve uzakta sis pus içinde göz kırpan Beşiktaş’ı
seçiyorum. Külliyenin camisinde yonca biçimli ayaklarla taşınan zarif kubbesi
akılda yer ediyor. Avlunun diğer ucundan mukarnasla süslenmiş bir girişe
bağlanıyorum. Önceleri yapının medresesi olan bu bölüm bugün tıp merkezi olarak
şifa dağıtıyor. Külliyenin kesme taştan yapılmış Sıbyan Mektebi alt kotta
kalıyor. Küçük bir mermer köşk gibi duran III. Ahmet
Çeşmesi’ne indiğim sırada, çeşmenin suyunun sesine iskeleden yükselen
küçük bir müzik grubunun sesi karışıyor. Müziğin ritmine kapılan bir dolu
Avrupa yakası yolcusuyla birlikte Karaköy motoruna biniyorum. Martılar motorun
etrafında dönerken Mihrimah Sultan Camisi’nin minareleri de ufukta kayboluyor.
Kısa süre sonra Tophane Meydanı’nda uçan payandaları ve kubbesiyle Ayasofya’yı anımsatan Kılıç Ali Paşa Külliyesi’ne varıyorum. Mimar Sinan imzasını taşıyan külliyenin camisi kasnaktan zemine dek yerleştirilen pencerelerle bir ışık denizi gibi etki bırakıyor. Camide 16. yüzyıl İznik çiniciliğinin başyapıtlarının zarafetine kapılmamak imkansız. Kılıç Ali Paşa Camisi gerek yapılışı, gerek banisi açısından çok ilginç hikayeler barındıran bir yapı olduğunu eklemek isterim. İstanbul'da inşaatında Cervantes'in çalıştığı kaç yapı bulabilirsiniz ki sonuçta? Camiden çıkıp taş ve tuğla duvarlarıyla hamam ve 18 kubbecikle örtülü medreseyle karşılaşıyorum. Külliye yapıları burada nefis bir sokak yaratmış. Bu manzaraya hakim konumuyla külliyenin bitişiğinde yer alan, bölgenin yeni mekanlarından Kemankeş Cafe’ye uğruyorum. Özel harman kahveler, badem-çikolata ikilisiyle damaklarda iz bırakan kurabiyeler, pesto soslu ızgara sebzeli sandviçlerle Kemankeş’in sofistike ortamı birleşince sonuç fevkalade oluyor. Kemankeş’te verdiğim ara Tophane-i Amire Kültür Merkezi’nin tarihi dokusuna kurulmuş olan güncel sergilerden biriyle son buluyor.
Kılıç
Ali Paşa Külliyesi ve bitkisel motifleriyle göz dolduran Tophane Çeşmesi’nin
ahengini hafızama not edip İstanbul’un fetihten sonraki ilk külliyesi olan Fatih Külliyesi’ne gidiyorum. Fatih Külliyesi, cami
merkezli ve birçok yapıdan oluşan büyük bir din ve kültür kompleksi. Avlunun
bir köşesinde uçuşan güvercinleri takip ederken medreselerden camiye yapının
gerçek bir kubbe okyanusu olduğunu fark ediyorum. Cami avlusunda sivri külahlı
şadırvan ve arkasında yükselen kubbeyle yaratılan çarpıcı etki iç mekanda da
kubbenin ve taşıyıcıların olağanüstü heybetiyle devam ediyor. Külliyenin doğuya
bakan kapısından çıkıp kentin en eskilerinden olan Valens
Su Kemeri aksında Vezneciler’e kadar iniyorum.
Eski İstanbul’a nazire yapan cumbalı evlerle
donanmış sokaklar o muazzam Süleymaniye’ye açılıyor. Osmanlı İmparatorluğu’nun
en görkemli dönemini sembolize eden Süleymaniye
Külliyesi Mimar Sinan’ın dehasını İstanbul silüetine kazıdığı bir yapı
olarak da büyüleyici. Süleymaniye gücü yansıtan bir yapı olarak 53 metre
yükseklikteki kubbesiyle ziyaretçilerini hipnotize ederken, arazinin
elverişsizliğine rağmen binaların yerleşimindeki eşsiz uygulamayla da hayranlık
uyandırıyor. Günümüzde külliyeyi baştan başa kuşatan hamam, çevresindeki
dükkanlar, kütüphane gibi yapılar halen kullanılıyor. Buraya kadar gelmişken medreselerin
gölgesinde Tarihi Erzincanlı Ali Baba’da
kuru fasulye yemekse adeta bir geleneğe dönüşmüş durumda.
İlahi Işık: Nur-u Osmaniye
Süleymaniye’nin
ardından adımlarım beni Beyazıt’ın Sahaflar
Çarşısı’na götürüyor. Eski ve yeni kitapların yayıldığı dükkanların
arasından Kapalı Çarşı’nın coşkun ve alev
gibi ışıldayan dokusuna geçiş yapıyorum. Nur-u Osmaniye Kapısı’ndan çıkmadan
önce çarşının yeni restore edilmiş Sandal Bedesteni’nde
vitrinlere ve restoranlara göz atıyorum. Çiniden mücevhere varan ürünleriyle
Sandal Bedesteni rengarenk bir ortam sunuyor. Çarşının kendine has enerjisinin
içinden sıyrılıp Nur-u Osmaniye Külliye’sinin
önüne gelmem sadece saniyeler sürüyor. Nur-u Osmaniye Külliyesi kentin bir eşi
daha olmayan yapılarından biri. Barok çizgilerin hakim olduğu yapı Osmanlı
mimarlığının batılılaşma döneminin simgesi olarak kabul ediliyor. Çokgen avluda
başlayan şaşkınlık, imaret, kütüphane, mihrap gibi yapılarda artarak devam
ediyor. Mimarinin ince detaylarında bile aşırıya kaçmayan Barok düzen seziliyor.
Nur-u Osmaniye’nin 18. yüzyılı yaşatan ortamından Babıali’ye doğru süzülürken
bir devrin şehircilik anlayışının bütün çağları nasıl aydınlattığını
düşünüyorum…
*Türk Hava Yolları'nın uçak içi yayımı, Skylife Magazine'in Kasım 2017 sayısı için kaleme aldığım İstanbul'la özdeşleşen külliyeler ve İstanbul temalı yazı.
1 Nisan 2022 Cuma
Saç Modasında Marie Antoinette Ekolü
Cumartesi gecesi için hazır mısınız ? Yoksa bir fön ,
bir at kuyruğu ile durumu kurtardığınızı mı sanıyorsunuz?
O halde 18. yüzyılda Versailles'dan dalga dalga yayılan ve yüzyılın sonunda zirveye (asla mübalağa değil ) ulaşan olabildiğince yüksek ve hacimli saç modasını biraz gözden geçirmeye ne dersiniz?
Kuaför Leonard Autie,
Marie Antoinette 'in ikonik saçlarını yaratan isimdi. Saçlarının nasıl
biçimlendirileceği giysilerini tasarlayan Rose Bertin ve Leonard Autie
tarafından belirleniyordu.
Gövdenin kukla
görüntüsüyle eteğin genişliğini karşılayabilecek, abartılı ama proporsiyonu
dengeleyen saçlar hedefleniyordu. Yukarı ve daha yukarı...
Başlangıçta bu saçlar
5-6 cm yüksekliğe ulaşan suni "puff"lardı. Bitkiler, peruklar,
postişler, kozalaklar, hatta yastıklarla puff'lar bir metreye kadar varan
puffffffffffff'lara dönüştü. Hazırlanması saatler alan bu saçlar bozulmasın
diye kadınlar tabiri caizse ayakta uyuyordu. Uzun süre dayanması ve hava
koşullarından etkilenmemesi için bastonlu özel tenteler yapılmıştı. Üst bedeni
kafaya kadar saran portatif tentelerden söz ediyorum...
Yüzyılın sonunda bu
saçlara dönemin önemli olaylarını anlatan temalar eklendi. Leydi
bilmem kimin çocuğu, arşidükün yeni metresi gibi özel hayattan sahnelerin
yanında siyasi olaylar da saç tuvaletine işleniyordu. Saray çevresinin gündemi ve moda "kafada" cereyan ediyor, düşünün!
Seçtiğim
gravürde, Ushant Muharebesi 'nde (Amerikan Bağımsızlık Savaşı'nın
bir ayağı) Fransızlar'ın kazandığı bir deniz zaferinin işlendiğini
görüyoruz. Gravüre işlenen kadının kimliği belirsiz. Ama saray
eşrafından biri olduğu muhakkak. Şöyle ki Versailles'de giyim, kuşam
, adabı muaşeret katı kurallara tabi. Sabah kahvaltıda giydiğinizi ,
öğlende giyemiyorsunuz mesela. Dolayısıyla saç modasında da
kraliçenin tarzını takip etmek gerekiyor. Yoksa oyun dışı kalıyorsunuz.
Gravürde dönemin tam
donanımlı bir savaş gemisinin modeli yer alıyor. İngilizler bu kullanışsız saç
modasını hicveden bir dolu gravür yapmış bu yıllarda. Çünkü Londra
sosyetesinde de bu saçları benimseyen kadınlar peyda olmuş. Anglosakson soğukluğu, bu modayı çok gereksiz ve gülünç tam anlamıyla fazla Fransız bulmuş...Versailles dönemin
moda ve sanat merkezi.
Zaman dolmuş, Marie Antoinette
Concorde Meydanı'nda ruhunu giyotine teslim etmiş ve monarşi çökmüş; yine de Paris aynı olguyu temsil ediyor hala.
Not: Seminerlerde değindiğim bir konuyu, Instagram'da tam bu cümlelerle paylaşmıştım. Instagram'da belli bir vuruş sayısına izin veriyor sistem. Orada post çok ilgi görünce, aynı cümlelerle kendisini buraya transfer etmeye karar verdim. Ara ara insta trasnferleri yapacağım sanırım. Insta'nın iyi tarafı reaksiyonu hemen alabiliyor olmak. Seminerin de ilanını ekledim. Devam ediyoruz, her zaman bekleriz.
Kuaför Leonard Autie,
Marie Antoinette 'in ikonik saçlarını yaratan isimdi. Saçlarının nasıl
biçimlendirileceği giysilerini tasarlayan Rose Bertin ve Leonard Autie
tarafından belirleniyordu.
Gövdenin kukla
görüntüsüyle eteğin genişliğini karşılayabilecek, abartılı ama proporsiyonu
dengeleyen saçlar hedefleniyordu. Yukarı ve daha yukarı...
Başlangıçta bu saçlar
5-6 cm yüksekliğe ulaşan suni "puff"lardı. Bitkiler, peruklar,
postişler, kozalaklar, hatta yastıklarla puff'lar bir metreye kadar varan
puffffffffffff'lara dönüştü. Hazırlanması saatler alan bu saçlar bozulmasın
diye kadınlar tabiri caizse ayakta uyuyordu. Uzun süre dayanması ve hava
koşullarından etkilenmemesi için bastonlu özel tenteler yapılmıştı. Üst bedeni
kafaya kadar saran portatif tentelerden söz ediyorum...
Yüzyılın sonunda bu
saçlara dönemin önemli olaylarını anlatan temalar eklendi. Leydi
bilmem kimin çocuğu, arşidükün yeni metresi gibi özel hayattan sahnelerin
yanında siyasi olaylar da saç tuvaletine işleniyordu. Saray çevresinin gündemi ve moda "kafada" cereyan ediyor, düşünün!
Seçtiğim
gravürde, Ushant Muharebesi 'nde (Amerikan Bağımsızlık Savaşı'nın
bir ayağı) Fransızlar'ın kazandığı bir deniz zaferinin işlendiğini
görüyoruz. Gravüre işlenen kadının kimliği belirsiz. Ama saray
eşrafından biri olduğu muhakkak. Şöyle ki Versailles'de giyim, kuşam
, adabı muaşeret katı kurallara tabi. Sabah kahvaltıda giydiğinizi ,
öğlende giyemiyorsunuz mesela. Dolayısıyla saç modasında da
kraliçenin tarzını takip etmek gerekiyor. Yoksa oyun dışı kalıyorsunuz.
Gravürde dönemin tam
donanımlı bir savaş gemisinin modeli yer alıyor. İngilizler bu kullanışsız saç
modasını hicveden bir dolu gravür yapmış bu yıllarda. Çünkü Londra
sosyetesinde de bu saçları benimseyen kadınlar peyda olmuş. Anglosakson soğukluğu, bu modayı çok gereksiz ve gülünç tam anlamıyla fazla Fransız bulmuş...Versailles dönemin
moda ve sanat merkezi.
Zaman dolmuş, Marie Antoinette
Concorde Meydanı'nda ruhunu giyotine teslim etmiş ve monarşi çökmüş; yine de Paris aynı olguyu temsil ediyor hala.