15 Eylül 2020 Salı

Rota Yeniden Oluşturuluyor ve Cide'ye Gidiyoruz

 Sırtını dağlara, yüzünü sonsuz Karadeniz'e çevirmiş, sarı yazması haşin yıldız karayel rüzgarıyla savrulan, Homeros'un İlyada'sında Aycelos, Hababam Sınıfı'nın ozanı Rıfat Ilgaz'ın Cide'si. Çocukluk yazlarımın uzun güneşli günleri, gece karanlığını bir fener gibi aydınlatan yıldızları, kitap ayracı yerine kullandığım çakıl taşları, gölgesinde denize girdiğim incir ağacıyla Kastamonu'nun batı yakası Cide...

2020 zorunlu modası maskeyle sıcaklığın Fahrenheit'ı kedere sürüklediği bir yaz geçiriyoruz. Sosyal mesafe, izolasyon, dezenfektan derken, Akdeniz'i, Ege'yi bir kalemde silip, babaanemin yanına Cide'ye gidiyoruz. Evden çıkıp direk sahile inmek, sahilde neredeyse tek başına olduğunuzu bilmek bünyemizde fevkalade etkiler yaratınca en fazla 10 gün olarak planladığımız yolculuk bir ayı geçiyor. Çocukken kardeşimle ben bütün yazı Cide'de ev ve deniz arasında geçirirdik. Dedem gün batmadan eve dönmemizi şiddetle yadırgadığı ve sahil dışında pek kıpırdamamıza izin vermediği için bütün yazlar birbirine benzerdi. Yetişkin olduktan sonra yine gidip geldik ama çocukluğu geride bıraktıktan sonra Cide'de geçirdiğimiz en uzun ve en güzel yaz oldu.





Cide lokasyon olarak, Kastamonu'nun Bartın sınırında ve denizle iç içe bir ilçe. Karadeniz sahil yolu bu bölgeye uğramadığı için yıllar içindeki değişimini ancak şehir dışında yaşayan Cideliler'in yazdan yaza gelmek üzere yaptırdıkları estetik yoksunu evlere borçlu. Fakat Cide yine de masumiyetini, kendine has atmosferini muhafaza etmeye devam ediyor. Onu koca Karadeniz'den ayıran en belirgin şey de bu tarifsiz masumiyet, bu gizemli hava. 

Edebiyat düşkünleri Cide'ye Rıfat Ilgaz'ın eserlerinden aşina. Hababam Sınıfı'nın mavi gözlü ozanı, Cide'de doğup büyümüş ve bir süre burada öğretmenlik yapmış. Rıfat Ilgaz'ın ilçe merkezinde yaşadığı ev bugün kültür ve sanat merkezi. İçinde sanatçıya ait kişisel eşyalar da sergileniyor. Her yıl Temmuz'un ilk haftası Rıfat Ilgaz adına şenlikler düzenleniyor. Rıfat Ilgaz'ın memleketinde, onun anlattığı insanlara dokunup, onun yaşadığı Cide'ye temas edebilmek zamanın yekpareliğine açılmış bir pencere gibi. O pencereden hala çok geride kalmış bir devrin havasını soluyabiliyor insan.



Cide adını Antik Çağ'daki söylenişine borçlu. Homeros'un epik dizelerinde “Yüksek kültürlü Henetlerin yurdundan geçtik; Kiteros’tan Aycelos’tan” diyerek bahsettiği Aycelos Cide'nin ta kendisi. Kiteros ise son yıllarda Türkiye'nin en güzel koyları listesinde hep zirvede olan Gideros.  Amasyalı tarihçi Strabon, doğa harikası bu koyun Antik Çağ'ın savaşçı kadınları Amazonlar tarafından kurulduğundan söz ediyor. Yine Strabon notlarında Gideros isminin, bulut tanrıça Nephele'nin torunu Kytoros'tan aldığını aktarır. Varoluşu efsanelerle yoğrulmuş Gideros, güzelliğiyle de efsaneleşmiştir. Gidip görenin, kıyısından geçenin, küçük kumsalında bir defacık denize girenin aklından çıkmaz. 

Karadeniz'in en uzun sahili Cide'de, dile kolay 11 km'lik bir uzunluktan söz ediyorum. Sahilin özellikle merkez bölgesindeki kumluk alan rağbet görür. Plaj yer yer kumsal olsa da genellikle çakıl, ya da kum çakıl karışıktır. Dalgaların döve döve hizaya soktuğu, enikonu biçim verdiği çakıllar ayaklara batmaz ama kumsal sevenleri üzebilir. Havanın güneşe teslim olduğu, deniz suyunun Akdeniz'le sıcaklıkta yarıştığı günlerde bile Cide sahilinde ferah ferah denize girilecek bir alan vardır. Sahilin büyük bölümü kendi halindedir, şezlong şemsiye bulunmaz. Kurnaz işletmeciler henüz burayı kuşatmadığından, kendi şemsiyenizi alıp birçok yerde rahatça denizin tadını çıkarabilirsiniz. Tabi rüzgar yoksa, eğer yıldız-karayelin hüküm sürdüğü bir gündeyseniz şemsiyenize mukayyet olmanız dost tavsiyesidir. Tavsiyeyi verenin kilometrelerce şemsiye kovalamışlığı vardır. Tabi ötelerde başka deniz düşkünleri güneşleniyorsa o başka. O zaman illa ki biri sevabına şemsiyenizi yakalar. Ama dediğim gibi genelde plaj boştur. Hatta fi tarihinde Acun Ilıcalı, firardayken, yani seyahat programı yaptığı günlerde Cide sahiline inip, "Yaklaşık 11 km sahil ama kimse yok, ben böyle bir şeyle ilk defa karşılaşıyorum." minvalinde cümleler kurmuştur. Bazen plaj o kadar yalnızdır...



İnsanın denize övgüsü bitmez fakat Cide deniz ve güneşten ibaret değil. Heidi'nin Alpler'i varsa, Cide'nin Küre Dağları var. Rakım yükseldikçe doruklara dokunan bulutlar fantastik manzaralar sunarken, vadilere doğru uzandığınızda yeşilin dile geldiği kanyonlar "iyi ki geldik" dedirtiyor. Ancak yollar zorlu, virajlar tehlikeli. Özellikle doğayı keşfetmek isteyenlere arazi arabası ve yol haritası önermek zorundayım. Zira internet erişiminin kısıtlı olduğu bir güzergahtan söz ediyorum. Gelgelelim bütün güçlükleri açıp Malyas Kanyonu'nun yahut Loç Vadisi'nin yamacına varıldığında yolculuğun zorlukları saniyeler içinde tarihe gömülüyor. Zamanın doğanın ritmine göre aktığı bir dünyaya geçiş yapıyorsunuz. 




Cide mutfağı, Kastamonu mutfağından oldukça farklılık arz eder. Denizden yeni çıkmış balıkların memleketinde olduğunuzu hatırınızdan çıkarmadan Salapurya Otel'in leziz mutfağına gözünüz kapalı güvenebilirsiniz. Mevsimine göre istavrit, hamsi, mezgit ve muazzam Karadeniz manzarasıyla Salapurya müdavimi olunacak bir mekan. Hamur işi konusunda birçok mekan oldukça iyi. Benim favorim CidePide'nin pidelerinin hepsi. Samsunlular alınmasın Bafra Pidesi'ni bile en iyi yapan yer CidePidem. Hem bir şeyler atıştıralım hem de sonra kahve keyfi yapalım derseniz Moon Coffee'nin püfür püfür balkonu tam size göre. Anne köftesi kıvamında köfteleri, uzun sohbetlere eşlik eden kahveleri, kitaplığındaki Boris Vian'larıyla benim favori mekanlarımdan biri. Pizzadan sevenler Moon Coffee'nin hemen bitişiğindeki Pizza Hit's'i de listeye almayı unutmasın. Pizza hamurunu çalışan genç kızlar açıyor, sebzeler donmuş olarak gelmiyor. O sebeple pizzalar da son derece lezzetli oluyor. Benden söylemesi. 

Veda Busesi

Karadeniz'in kıyıcığına konmuş bu güzelim kasaba kum zambağı kokar. Benim çocukluğumun yazlarının kokusudur kum zambağı. Ne zaman Cide dense hep bu koku saçlarımdan geçer. Sevecen köylüsü, bisiklete binen ihtiyarları, dalları yerlere değen incir ağaçları,  zaman hiç geçmiyor hissi veren durağanlığı, kum zambaklarının kokusu, yıldızlı geceler daha çok şey var anlatılacak. Şimdilik bu başlangıç yazısıyla bir "hoş  geldiniz" diyeyim o zaman... 

1 Eylül 2020 Salı

Kutsal dağa yolculuk:Panaya Kapulu

İlahi dinlerin en popüler kadınının izinde, Anadolu'nun Ege kıyısında, Bülbül Dağı'nın eteklerinde, ruhani bir yolculuğa çıkıyoruz. 2000 yılı devirmiş kutsal bir hikaye onunki, Meryem olarak başlayan mütevazı yaşamı, hep mütevazı geçer. Ancak İsa'nın hakkı İsa'ya verilince, annesine de Theotokos payesi düşer. Tanrı Anası olarak anılır Meryem, o artık Meryem Ana'dır. 
Sanat tarihinin gerçek Madonnası, ana tanrıça kültünün ilahi formu, Kutsal Bakire Meryem'in inanışa göre son ikametgahı Bülbül Dağı. 
   

Bir zamanlar inancın izini sürenlerin, kutsal anlatının yoluna düşenlerin uğrak yeri Bülbül Dağı. İnanışa göre İsa çarmıha gerildiğinde, Roma'nın zulmünden kederli annesini korumak ister. Vücudu dünyevi acılara teslim olmuşken havarisi Aziz Yohanna'ya (St. Jean) annesini emanet eder. Daha sonra Hristiyanlığın mimarı olarak anılacak Aziz Yohanna, çarmıhta İsa'ya verdiği sözü tutar ve Meryem'i alıp Anadolu'ya gelir. Dört İncil yazarından biri olan Yohanna, politeist Anadolu'da İsa'nın öğretisini yaymaya girişir. Ticaretle zengin, kalabalığı hiç bitmeyen, görkemli Efes yeni dini yaymak için idealdir ancak bu kalabalık Meryem'in güvenliğini zora sokmaktadır.  
 Zengin bir ticaret limanı olan Efes'te Meryem'i kem gözlerden korumanın zorluklarını fark eden Yohanna, emanetini Efes'in yanı başında Bülbül Dağı'nın ağaçlarla donatılmış korunaklı bir bölgesine yerleştirir. Zeytin ağaçları arasında küçük bir taş kulübede yaşamaya başlayan Meryem ömrünün son yıllarını Yohanna'nın yoldaşlığında sessizce tamamlamıştır. İnanışa göre Meryem öldüğünde 101 yaşındadır ve ruhu Bülbül Dağı'nda göğe yükselmiştir. Yohanna, Meryem'in mezarını Bülbül Dağı eteklerinde yine kimsenin bilmediği bir yere yapar. 



Bölgede Hristiyanlık yaygınlaşınca, Meryem Ana kültü muhtemelen Anadolu'da asırlardır varlığını sürdüren ana tanrıça inancı ve Artemis kültünün bir uzantısı olarak kolayca yerleşir. Meryem Ana kutsal bir makama kavuşsa da zaman akıp giderken zaten gölgelere saklanmış evi unutulup gider. İnanç değişir, Anadolu'nun sosyal ve politik dokusu değişir. Ve bütün ulviyet atfedilen olaylarda olduğu gibi bir fani bir rüya görür. İsa'nın doğumunun üzerinden 1891 yıl geçmiştir ve ruhunu İsa'nın öğretisine adayan Alman rahibe Anna Katherina Emmerick hayatı boyunca hiç görmediği Efes'i, Bülbül Dağı'nı ve Meryem'i rüyasında görür. Bu rüya kutsal bir işaret olarak algılanır ve araştırma başlatılır. Kanıt kabul edilen rüyanın izini süren Fransız rahip Julien Gouyet, Bülbül Dağı'nın , Panaya Kapulu denilen bölgesinde haç planlı, taş bir yapı keşfeder. O günden sonra Gouyet, Meryem Ana evinin kaşifi olarak anılacaktır. 


Böylece Meryem Ana Evi resmi olarak kayıtlara girer. Ne var ki dönemin şartlarında evin yolu olmadığı için zorunlu olarak yeniden unutulur. Ancak az sayıdaki Hıristiyan hacılar tarafından düzenli olarak ziyaret edilir.  Evin kaşiflerinin çoktan ebedi uykuya daldıkları 1950'lerde Bülbül Dağı ulaşım yönünden rahatlamış gibidir. 
 Vatikan uzun yıllar bölgedeki gelişmeleri izler ve çekimser bir tutum izlemeyi seçer. 1950'lerde eldeki kanıtlardan hareketle bölge Hristiyanlık için kutsal alan ilan edilir. Bu statü Papa VI. Paulus'un 1967'de Meryem Ana Evi'ni ziyaretiyle perçinlenir. Üstelik VI. Paulus burayı ziyaret eden tek papa da olmayacaktır. Yüzyıllardır Efes'in Magnesia Kapısı'ndan çıkan herkes, yolu takip ederse Meryem Ana Evi'ne ulaşacağını bilir. Günümüzde Selçuk'tan Meryem Ana Evi'ne doğru çıkan yolun sağ tarafını görkemli bir Meryem Ana heykeli süslüyor. Heykelin banisi 1955'ten bu yana Meryem Ana Evi kazılarını finanse eden Amerikalı Quatman Ailesi. 


Meryem Ana Evi'nin girişi adak ve anı eşyaları satan dükkanlarla insanı karşılıyor. Ardından zeytinli yolu geçip, artık yapının simgesi haline gelen, zarif bir diğer Meryem Ana heykeline ulaşılıyor. Devamında zeytin ağaçlarının titreştiği gölgeler içinde, mütevazı, haç planlı bir şapelle karşı karşıya geliyorsunuz. Yapının içi de dışı cephesi kadar yalın. Birkaç ikona, birkaç heykel. Her yıl 15 Ağustos'ta Meryem'in Göğe Yükselişi anısına burada törenler yapılıyor. Gizemli geçmişi ve yarattığı atmosferle şapel ve çevresi gözle görülür bir ruhani hava yaratıyor. Bağış olarak alınan mumlar çoğu ziyaretçi tarafından evin bahçesinde bulunan mumluklara dikiliyor. Hristiyanlık için sessiz bir dua ve şükran niteliği taşıyan bu gelenek, farklı inançtan olan konukların dileklerinin gerçekleşmesi için bir umut. Evin bahçesinde ayazmadan gelen suyun aktığı çeşmeler ve dilek duvarı yer alıyor. Dünyanın dört bucağından insanların hayalleri Meryem Ana'nın şefaatiyle onurlandırılmayı bekliyor. Belki  bir kısmı Ege güneşinde silinip gidiyor ama esas olan umut etmek galiba. Yine de özellikle yerli ziyaretçilerin dilek duvarı için ıslak mendil tercih etmesi garibime gidiyor. İnsan en çok olmasını istediği şey için, kullan at bir mendilden daha iyi bir tercih yapmalı gibi geliyor bana.


Kutsal alanlardaki tüm sular gibi ayazmanın suyunun sağıltım gücü ve rahatlatıcı etkisi üzerinde duruluyor. Bazı hacılar istavroz çıkarıp, suyu küçük şişelere dolduruyor. Su buz gibi, mevsim yazsa gerçekten insanı rahatlatıyor. 

Veda Busesi 

Farklı zamanlarda Meryem Ana Evi'ni ziyaret etme şansım oldu. Her defasında, ziyaretçilerin saygıyla ve huzurla buradan ayrıldığını gördüm. Anadolu eşsiz bir gizemler geçidi. Sırrını belki tam vermiyor ama zenginliği her zaman minnet duymama sebep oluyor. Dünyada huzur veren yerlere dönüp dolaşıp tekrar uğramak gerek.