27 Aralık 2020 Pazar

Beethoven Yılı'nda Beethoven'ın Evinde

Ahmed Arif Beethoven için “Açlıktan ölen müzik peygamberi” ifadesini kullanır. Mucize isteyenlere işitmeden duymayı göstermiştir işte. Notalarının ilahi ışıktan süzüldüğü fikriyle birçok takipçisinin hüzünlere kapılması da bundandır belki. Ve 2020’de 250 yaşına girdi Beethoven. Eğer dünya virüslenmeseydi ilahi nağmeleriyle hepimizi kutsayacaktı. Aslında 2020, UNESCO tarafından Beethoven Yılı ilan edilmişti...

 

Buz gibi bir kış günü, Köln’den Bonn’a doğru yola çıkıyorum. Aniden gelişen, bana ait olmayan bir plan. Bonn Almanya’nın yazlık başkenti olarak biliniyor. Aslına bakarsanız 30 yıl evveline kadar Almanya’nın başkenti olan bir şehirdeyiz. Yazlık denmesinin sebebi, küçük ve sakin bir şehir olmasından kaynaklanıyor. Bu bakımdan oldukça şaşırtıcı olan, 20. yüzyılın büyük bölümünü başkent unvanıyla geçiren şehrin öyle ciddi bir hava estirmemesi.


Bonn hakkında bildiklerim daha çok Beethoven’la kesişiyor. Beethoven’ın doğduğu ve çocukluğunun geçtiği ev burada. Bunu biliyorum. Fakat şehri adımlarken Beethoven’sız bir adım atamadığımı fark ediyorum. Graffitiler’den, sokak tabelalarına kadar her yerde müziğin peygamberi karşınıza çıkıyor. Bonn bunu o kadar doğal bir biçimde yapıyor ki, şehrin Beethoven’la ilişkisinin gezginleri cezbetme düşüncesiyle değil, sahici bir tavır olduğunu sezinliyorsunuz. Beethoven’dan ve başka büyük bestecilerden adını alan caddelerden geçip, 5. Senfoni’nin sesini takip ederek, büyük bir kiliseye giriyorum. Sivri kemerler müzikle birlikte daha sivri, mumlar daha kasvetli görünüyor derken. Bonngasse 20 numaraya varıyorum. Bu adres 16 Aralık 1770’te, Bonn, Köln Elektörlüğü’nün başkentinde doğan Beethoven’ın evine ait.



Sokaktaki diğer evlerle bitişik nizam bulunan yapı, yağmurun da etkisiyle bana biraz hüzünlü geliyor. Giriş bölümünden bilet alıyorum. Müzeyle ilgili broşürlere bakarken, İngilizce olanı alıyorum. Bir taraftan yanımdaki arkadaşımla konuşuyorum. Bu esnada gişe görevlisi olan ama emekli öğretmen görüntüsü çizen hanımefendi, hafifçe gülümseyip Almanca bir şeyler söylüyor. Yanımdaki arkadaşıma dönüp bakıyorum. Muhtemelen yasakları sıralıyor diye düşünürken, gişedeki kadın bana Türkçe yazılmış bir müze rehberi uzatıyor. İngilizce ve Almanca olan kadar çok nitelikli olmasa da bu duruma bayılıyorum. İlk defa Avrupa’da böyle bir uygulama görmenin şaşkınlığıyla “fotoğraf çekmek yasaktır” cümlesinin Almancasını bilmiyor olmanın hafifliği birbirine karışıyor.

Beethoven Evi arka tarafta bir avluya açılıyor. Aslında müze daha önce birbirinden ayrı olan iki müstakil binanın birlikteliğinden oluşturulmuş. Sarı renkli bina Ludwig van Beethoven doğduğu sırada, Beethoven ailesinin yaşadığı ev. Bugün müze olan ve Beethoven’e ait dünyadaki en geniş koleksiyonu saklayan yer aynı zamanda bu sarı bina. Arkada bulunan Beyaz Ev, “Dijital Beethoven Evi” olarak 2004 yılında hayata geçirilmiş. Dijital Koleksiyonlar Stüdyosunda, Beethoven’in yaşamına ve eserlerini teknoloji aracılığıyla mercek altına alıyorsunuz. Müzenin son bölümü Müzik Vizualisyon Salonu adı verilen, Beethoven müziğini audiovizüel olarak yeniden yorumlandığı bir alan. Burada günün belli saatlerinde performanslar gerçekleşiyor. Katılmak istediğinizi bilet alırken belirtirseniz, size saat veriliyor. 

Beethoven müzisyen bir aileden geliyor.  Köln Prensi’nin hizmetinde, saray orkestrası şefliğine getirilen büyükbaba Ludwig’in yağlı boya tablosu müzede izleyiciye sunulan eserlerden biri. Müzede sergilenen tablolardan biri Bonn Sarayı’ndaki bir balo sahnesini betimliyor. Bu balo sahnesi Beethoven’ı himaye eden, ilk parasını kazanmasına vesile olan prensleri ve saray orkestrasını yansıtıyor. Aydınlanma Çağı fikirlerinin hüküm sürdüğü bir devrin ortasında, henüz 12 yaşında olan Beethoven, bu tabloda gösterilen orkestranın önce organisti, ardından viyolacısı olacaktı.

Beethoven’ın evi, kış mevsiminin güneşsizliği ve fonda durmaksızın çalan Beethoven eserleriyle, 18. yüzyıl atmosferini kendiliğinden sağlayan bir mekan. Kısa sürede Beethoven’ın Bonn yıllarında kullandığı J. Stainer tarzı viyolası, gençlik arkadaşlarıyla yazışmaları, güzel anları daha da güzelleştirmek için gönderilmiş kutlama kartları, piyano sonatlarının erken tarihli baskıları gibi nesneleri görmenin normal olduğunu düşünmeye başlıyorsunuz. Evin çağdışı havası an be içime nüfuz ederken, Beethoven’a sunulan hatıra defteri bilmediğim bir zamanın kıyısına uzandığımı bana yeniden hatırlatıyor. Beethoven 1792’de Haydn’dan ders almak üzere doğduğu şehirden ayrılıyor. Bu Bonn’dan ilk ayrılığı değil ama son ayrılığı oluyor. Siyasi karışıklıklar nedeniyle Beethoven bir daha çok istese de Bonn’a dönemiyor. İşte bu defter tam o zamana ait. İzleyiciye sunulan sayfada, arkadaşı Ferdinand von Waldstein’in şu cümleleri okunuyor: […] bitmeyen çalışkanlığınızla Mozart’ın ruhunu Haydn’ın ellerinden kazanacaksınız. Günümüzde, “Waldstein Sonatı” adıyla anılan op.53, Beethoven tarafından bu satırların sahibine ithaf edilmiştir.

Müze Beethoven’ın bütün hayatına açılan bir kapı adeta. Doğduğu odadan başlayarak, Bonn yıllarını, ailesini geçindirmek için küçük yaşta hayata atılmasını her şeyi  kare kare izliyorsunuz. Öte yandan Beethoven Evi, sanatçının  Viyana yıllarından eşyalar da içeriyor. Yazı masası, kalbini kaptırdığı büyük aşkının büstü, kendisinin kaleme aldığı vasiyetnamesi, ölümünden sonra alınan ölüm maskesi. Yoksulluk, sağırlık, hatta evsizlik, Beethoven’ın hayatı kocaman bir direniş aslında.  Tarihin dehlizlerinde Beethoven gibi adamlar olmasaydı, dünya bu kadar yaşanılası bir yer olmazdı.  



Veda Busesi

Müzeden ayrılmadan,  müzenin mağazasına uğramayı ihmal etmiyorum. Beethoven imzalı kalemler ve daha çok kullanabileceğim eşyalar seçiyorum. Daha sonra paketi açtığımda içinden Beethoven’ın soyağacını gösteren tablonun baskısı da çıkıyor. Duygusal anlarda olmadık şeyler alabiliyorum demek ki diye düşünüyorum. Bonn benim için Beethoven’la özdeşleşiyor. Müzeden ayrılıp 200 yılı devirmiş bir pastanede mola veriyorum. Beethoven’ın adı verilmiş pastalar vitrini süslüyor. Hayat Bonn’da Beethoven’la devam ediyor. 

İyi ki doğdun Beethoven! 

500. Yaşında dünyanın daha mutlu olması dileğiyle…

18 Aralık 2020 Cuma

Sıcak ve Egzotik Bir Noel İçin: Mısır ve Beyrut

Yeni yıl ruhu olanca heyecanıyla takvimden çıkıp gündelik hayata karışmaya başladı. Havada tarçın ve kestane kokuları, sokakları kaplayan lapa lapa kar Noel’den başlayarak yeni yıla uzanan keyifli bir düş olarak aklımızın bir köşesinde. Ama yeni yılı billur gibi bir denizle karşılamak, dileklerimizi, umutlarımızı bembeyaz kar yerine, uçsuz bucaksız okyanusa fısıldamak da mümkün.

Kristal sularda yüzmek, mavi ufukta kaybolmak, sualtının bilinmezlerle dolu galaksisine kapılmak, belki biraz bronzlaşmak, dünyanın en lezzetli mutfaklarından biriyle tanışıp, yumuşak bir ikliminin tadını çıkarmak. Alışılagelmiş Noel alternatiflerinden uzaklaşıp sıcak denizlere inme zamanı. Kızıldeniz kıyısında uluslararası dalış alternatifleri ve el değmemiş kumsallarıyla Hurgada, dünyaca ünlü mercan resifleriyle deniz altının sihirli dünyasına açılan Marsa Alam ve Akdeniz’in bütün güzelliğini Orta Doğulu genleriyle kaynaştıran Beyrut eşsiz bir Noel tatili  için hazır.

Bitmeyen Yazların Şehri: Hurgada

Her mevsimi güneşle karşılayan Mısır’ın Kızıldeniz kıyısında yer alan Hurgada, turkuaz renkli denizi, incecik kumlu plajları, uçsuz bucaksız çölleriyle yeni yıla sımsıcak bir başlangıç sunuyor. Mısır’ın denizle iç içe olan ve âdeta yazın hiç bitmediği destinasyon olarak gezginlerin gözdesi olan şehir, doğal dokusuyla fark yaratıyor. Hurgada için yapılacak en doğru tanımlama bitmeyen yazların şehri olması. Burası plajlar ve adalar diyarı olarak dikkat çekiyor. Merkezden tekneyle yaklaşık 40 dakikada ulaşılan Giftun Adası dünyaca ünlü Mahmya Plajı’na ev sahipliği yapıyor.  Safir bir maviliğin ortasında, ağaçtan yoksun, kumsalında sazdan yapılmış şemsiyelerin rüzgârda hafifçe salındığı bir ada Giftun.  Alışılmışın dışında bir güzellik sunan ada koruma altında ama bölgenin asıl sürprizi denizin altında.  Sualtının sırlarla dolu alemiyle tanışmak için bölge gerçek bir hazine. Kıyıdan başlayan mercan resifler, deniz kaplumbağaları, vatozlar şnorkelle bile görülecek kadar yakın. Kızıldeniz’in devasa mercan resifleri ve batık gemileri bölgenin alameti farikası durumunda. Bu da Hurgada’yı dalış sporunun etkileyici merkezlerinden biri haline getirmiş. Mısır Gubal Boğazı, Kızıldeniz’in el değmemiş sualtı doğasını izlemek için vazgeçilmez bir alan.


Mercan Krallığı: Marsa Alam

Mısır’ın Kızıldeniz’le taçlandırılmış köşelerinden Marsa Alam da yeni yılı ışıl ışıl bir manzarayla kucaklamayı hayal edenler için biçilmiş kaftan. Tıpkı Hurgada gibi Kızıldeniz’in saf doğasına benzersiz bir yolculuk sunan şehir, sualtı kanyonları ve mağaralarıyla âdeta cennete uzanan bir kapı. Halen romantik balıkçı kasabası profilini koruyan bölgenin en popüler plajı, dalış yapmaya da imkân sağlayan Abu Dabbab. Denizatları, carettalar, anemon, müren ve köpekbalığı başta olmak üzere endemik türlerin yakından görülebileceği Abu Dabbab, seyahati gerçek bir serüvene dönüştüren bir rota. Sualtının bilinmezliğinde, mitolojik atmosferiyle Kızıldeniz’ın en baştan çıkarıcı dalış alanı olan Elphinstone Reef, Marsa Alam’ın cazibe merkezlerinin başında geliyor. Burası içinde köpekbalıklarının, napolyonların, orfozların yüzdüğü gerçek bir mercan krallığı.


Egzotik Şehir Beyrut

Lübnan’ın dillere destan başkenti Beyrut Noel’i çok kültürlü kimliğine yakışacak bir görkemle kutlamaya hazırlanıyor. Akdeniz’i ve Orta Doğu’yu binlerce yıllık bir gelenekte buluşturan bu egzotik şehir konuklarına yeni yıla sofistike bir başlangıç vadediyor.  Dağlarını kuşatan sedir ağaçları gibi Noel zamanı da şehrin neredeyse bütün meydanları Noel ağaçları ve rengârenk ışıklarla süsleniyor. Şehrin en büyük Noel ağacı, Beyrut’un simgesi olan mavi kubbeli Muhammed El Emin Camii’nin önüne kuruluyor. Beyrut’ta Noel her inançtan insanı birleştiren büyük bir bayram gibi yaşanıyor. Noel’de başlayan bu büyük coşku, binlerce insanın meydanlarda toplanıp yeni yılın ilk sabahını karşılayıncaya dek aynı heyecanla devam ediyor.

Yıl boyunca şehrin kalbinin attığı Downtown gösterişli yapıları ve yeni yıl rüzgârına kapılmış kalabalığıyla Beyrut’un başlıca ziyaret noktalarından biri. Tarihi Saat Kulesi’ne ev sahipliği yapan Nejmeh Meydanı takvimin ruhunu sonuna kadar yaşatan bir rota olmasının yanında şehrin binlerce yıllık geçmişine yolculuk yapmak için de harika bir alan. Memlük devrinden kalma Al Ömer Camii, St. Elias Kilisesi, Emevi ve Roma kalıntıları bölgeyi değerli kılan unsurlardan birkaçı. Tabii ki Noel’de Akdeniz’de olmanın ayrıcalığından sonuna kadar faydalanmak gerek. Bu doğrultuda Beyrut’un Kordon Boyu olan Cornish’e uzanmak şart. Bu bölgede, şehir ışıklarının yeni yıl süslemeleriyle yarattığı uyum ve kusursuz Akdeniz manzarası eşliğinde Güvercin Kayalıkları’nı (Pigeon Rocks) izlemek âdeta bir gelenek. Sahilin yıldızıysa şehrin şık ve modern çizgilerini bir araya getiren marinası Zaitunay Bay. Lüks yatların demirlediği bu marina, aynı zamanda dünya mutfağından lezzetler sunan restoranlarıyla da şehri buluşturan bir mekân.


Hem Mısır hem de Lübnan sıcağı bol egzotik bir Noel tatili geçirmek isteyenler için paha biçilemez iki destinasyon. Hurgada’da efsanevi denizinin yanı sıra Sahra’nın bir bölümü olan Doğu Çölü’nü günübirlik turlarla keşfedip, geleneksel Bedevi yaşantısını sürdüren köyleri ziyaret edebilir ve güneşin çölde batışına tanıklık ederek mistik bir deneyimi hafızanıza nakış gibi işleyebilirsiniz. Hurgada’ya yaklaşık 30 km mesafede yer alan lagün kıyısında inşa edilmiş bir sahil beldesi olan El Gouna’nın plajları ve gece hayatını keşfetmeden de bölgeden ayrılmayın. Lübnan’ın başkenti Beyrut’ta ise Akdeniz ve Orta Doğu bileşkesi mutfağı ve şöhreti sınırları aşan gece hayatıyla yeni yıl tutkusuna yakışır bir zaman geçirebilirsiniz. Beyrut’un yeni nesil kahve ve tatlı dükkanlarıyla donanmış mahallesi Gemmeyzeh âdeta bir grafiti müzesi gibi. Burada genç tasarımcıların ürünlerinin satıldığı dükkanlardan sevdiklerinize hediyelik eşyalar satın alabilirsiniz.


*SunExpress Hava Yolları'nın uçak içi yayımı,  SunTimes Magazine'in Kasım 2019 sayısı için kaleme aldığım Noel temalı yazısı.