Mayalar, Aztekler derken Kolomb almış götürmüş onu yaşlı
kıtaya. Kakao kokuları sararken Avrupa’yı şifacılar da pastacılar da düşmüş
peşine. Çeyizlere de konmuş, para yerine kullanıldığı da. Zaman gelmiş et suyuna bile karıştırılmış. Her
derdin devasıymış. En çok hükümdarlar sevmiş onu bir de bazı kadınlar…Çikolata…Söylemesi
bile güzel…
Geçtiğimiz günlerde “Osmanlı’dan Cumhuriyet’e Çikolatanın
Lezzetli Tarihi” başlıklı bir sergi düzenlendi Saint Joseph Fransız Lisesi
tarafından. Sergi ilhamını Saint Joseph’in lezzetli bir geleneğinden almış.
Okulda
1913 yılından 1970’e değin ekmek ve çikolatayla ikindi kahvaltısı tertip edilirmiş.
Şimdilerde bu etkinlik yılda bir kere “Petit Pain-ekmek” gününde mezunları bir
araya getirmek ve tatlı anıları daha da tatlı kılmak üzere düzenleniyormuş. Buradan yola çıkarak uzun bir hazırlık sürecine girmişler ve bu leziz sergiyi izleyicilerle buluşturmuşlar.
Nestlé sponsorluğunda gerçekleşen sergi ne yazık ki 24 Ocak’ta
sona erdi. İşte bu yazı da bu leziz
sergiyi kaçıranlara, göremedik diye hayıflananlara yazıldı….
Resim: http://chocolate.wikia.com/wiki/File:Chocolate-Festival-Kona-Hawaii.jpg "Güç denen şey, çıplak elle bir çikolatayı dört parçaya ayırabilme, sonra da parçalardan yalnızca birini yiyebilme kapasitesidir" - Judith Viorst * Kakao çekirdeği...MÖ 1500-400 arasında Meksika Körfezi civarında yaşayan Olmekler kakao ağacının bilinen ilk yetiştiricisi oldu. Ancak bu ağaçla ilgili asıl devrim kendilerinden beklenilecek biçimde Mayalar tarafından gerçekleşti. Mayalar kakao çekirdeklerini uygun biçimde yenilip içilecek kıvama getirmeyi başardı. Hatta o kadar ki kakao, zaman içinde Mayalar’ın en önemli besin maddelerinden biri haline geldi. Kakao çekirdeklerinden elde edilen hamurun parçaları uygun miktarda suya karıştırılıp içiliyor; böylece özellikle süt almayanlar için faydalı bir içecek hazırlanıyordu.
Saint Joseph Fransız Lisesi
Bahçede çikolata afişleri...
|
MÖ 1300’lerde tarih sahnesine Aztekler çıktığında kakao
bambaşka bir değer haline geldi. Tadı ve kokusu bir yana Aztekler kakao
taneciklerini para olarak kullanmaya başladı.
Bu arada tarih boyunca her güzel
şeyin tadını varsıl kesim çıkartabildiğinden kakao da artık halkın nadiren
tadına varabildiği bir içecek haline gelmişti.
Hükümdar, rahip ve seçkinler
sınıfı sınırsızca kakao tüketebilirken sıradan insanlar için kakao artık
yalnızca lükstü.
1502 Sonbaharında artık kıdemli ve şöhretli bir kaşif olan Kristof Kolomb ve adamları günümüzün Hondruras’ına ulaşmıştı. Burada paranın
yerine kullanılan kakao tanelerini gördüler.
Görmekle kalmayıp bir de
kendilerine zevkle ikram edilen kakaoyu da bir güzel içtiler. Fakat o da ne? Bu
berbat bir şeydi!! Acı ve ekşiydi.
Batı ilk defa kakaoyla karşılaşmış ama
kesinlikle beğenmemişti.
Aslında bu kaşif ve adamlarının damak tadının
olmamasından kaynaklanmıyordu. Aztek Uygarlığı kakaoyu acılı baharatlarla
harmanlanan bir tarife göre ve soğuk hazırlıyordu.
Aztekler’in de konuştuğu dil
olan Nahuatl dilinde “xocolatl” tam olarak “acı su” anlamına geliyordu.
Kısacası her şey normaldi :)
Acılığına ve olanca beğenilmezliğine rağmen kakao
Honduras’taki tatsız denemenin üzerinden bir yüzyıl bile geçmeden Orta ve Güney
Amerika’dan İspanya’ya taşınmaya başlamıştı.
Bu arada Aztek Uygarlığı da
İspanya tarafından tarihe gömülmüş, 16. yüzyılın sonunda kakao ticari bir ürün
haline gelmişti bile.
16. yüzyılın ortalarında saray çevresi çikolatayı denemiş ve
revaçta bir tüketim ürünü olarak çok sıcak karşılamıştı. Çikolata bu dönemde halen
içilen bir besindi. Üstelik içine Aztekler gibi biber, baharat gibi tadını
ekşitecek şeyler de koymuyorlardı. Su, şeker ve kakaodan oluşan tarif sıcak
olarak servis edilmekteydi.
17. yüzyılın ilk çeyreğinde 13. Louis, İspanya’dan gelin
alınca çikolata Fransız sarayının da gündemine giriverdi. Kısa sürede Avrupa’nın
bütün kalburüstü malikanelerinden mis gibi kakao kokusu yükselmeye başlamıştı.
1650’lerde İngiltere’de sıcak çikolata servisi yapan mekanlar açılmıştı. Artık
soylular arasında çikolata gerçek bir moda haline gelmişti. Öyle ki bir
prensesin çeyizinde bile çikolataya rastlamak mümkündü!
"Şekerci Çikolatacı Saint Joseph"
Türkçe, Osmanlıca, Fransızca tabela...
18. yüzyılın sonlarında kakao öğütme yöntemleri geliştirildi.
İngiltere’de ve Kuzey Amerika’da kakao değirmenleri kuruldu. Bir müddet sonra
Fransız bir eczacı olan Antoine Brutus Menier tarafından kakao ilaç yapımında
kullanıldı. Menier’nin şirketinde erken dönem kakao yalnızca toz ilaçların bir
bölümünü oluşturuyordu.
Artan talebe bağlı olarak Menier tesisini büyük bir
fabrikaya dönüştürdü. 1830’larda Menier ürünleri arasında kağıda sarılmış katı
çikolatalar da bulunuyordu. 1853 yılına gelindiğinde Menier’nin fabrikası yılda
4000 ton çikolata üretiyordu. Menier Fransa’da ortalığı kasıp kavururken aynı
dönemde İsviçreli, Alman ve İngiliz girişimciler de kendi ülkelerinde çikolata
endüstrisinin temellerini atmaya başlamıştı.
"Menier Çikolataları: Taklitlerinden sakınınız"
1892
Osmanlı’dan Cumhuriyet’e…
Osmanlı’da 17. yüzyılın sonlarında kısıtlı bir çevrede de
olsa kakao bilinmeye başlamıştı. Bu durum bazı yabancı seyyahların anlatılarına
yansımıştır. 19. yüzyılda siyasi ve toplumsal değişim yaşayan Osmanlı ticaret
hayatına çikolata da sevilen bir ürün olarak girer. 1840’lı yıllarda Çiçek
Pasajı’nın hemen bitişiğinde açılan Cafe Vallaury ** çikolatayı İstanbul
ahalisinin gündemine sokan Batılı anlamda pastanelerin ilk örneklerindendir.
Hatta Osmanlı sarayının da pasta,
şekerleme ve çikolata gibi ürünlerde resmi tedarikçisi yine Vallaury ailesinin pastanesidir. 1850’lerde Vallaury
ailesine Lebon Pastanesi rakip oluyor. Ve ardı ardına çeşitli çikolatacılar, pastacılar, şekerlemeciler sarıyor Beyoğlu’nu.
Şenlikli Beyoğlu hayatı daha bir “tatlı” hale geliyor yani.
Yine bu yıllarda artık Osmanlı İmparatorluğu’na yurt dışından hatırı sayılır
miktarda çikolata sevkıyatı yapılıyor.
Çikolata bu dönemde yalnızca bir pastane ürünü olarak
kalmıyor. İlaç niyetine kullanımı da yaygınlaşıyor. Doktorların diyet
listelerinde çikolataya rastlandığı gibi eczanelerde de bulunabiliyor. Eczanede
satılması, diyet reçetelerinde yer alması bir tarafa 20. yüzyılın ilk çeyreğine
kadar çikolataya sütle beraber şifayı arttırması amacıyla et suyu karıştırılabiliyor.
Böylece çikolatanın eşsiz lezzetini ve kokusunu beraberinde kullanılan et suyu ile
birleştirmesi hedefleniyor!
Osmanlı az zamanda bu tatlı mutluluk kaynağına kendini
kaptırınca pastanelerin üretimi yetersiz kalmış. 1875’ten bu yana dünyayı
çikolatayla donatan Nestlé, Londra ve Paris’ten sonraki satış ofisini 1909’da
İstanbul’a açıvermiş. Bu yeni marka hem halk düzeyinde hem de saray erkanında
büyük beğeniyle karşılanmış.
Sultan Abdülaziz döneminde Nestlé, resmi olarak
sarayın çikolatacısı haline gelmiş. Nestlé aynı zamanda Türkiye’deki ilk
çikolata fabrikasının da kurucusu olmuş. Bu ilk fabrika 1927 yılında Feriköy’de
faaliyete başlamış. Gelişen yeni Cumhuriyet’le beraber zaman içinde çikolatacılık
da gelişmiş…Bir kısmı zamanımıza da ulaşan birçok çikolata üreticisi ortaya
çıkmış…
Son Söz...
Günümüzde çikolata kendi mitlerini yaratmayı başarmış bir madde...En özel günler onsuz düşünülemiyor. Kimileri aldığı kilolar için onu suçlarken kimileri onu kışkırtıcı bulmaya devam ediyor. Gerçekten mutluluk kaynağı mı? Çikolata yiyerek intihar edilebilir mi? Asıl fenomen bitter mi sütlü mü? Kokusu mu sesi mi baştan çıkarıcı?
Bütün merak uyandıran taraflarıyla çikolata her dönem popüler ve her dönem klasik olmaya devam ediyor...
*The Little Black Book of Chocolate: Essential Guide to New & Old Confections / Barbara Bloch Benjamin / Peter Pauper Press / 2003 /s. 83
**Vallaury ailesi ve İstanbul'a kattıklarıyla ilgili daha önce yazmıştım. Pastacı ve çikolatacı Vallaury'den de bahsetmiştim. Dileyenler buradan okuyabilir.
Çikolata kutusunu kucağına koyup, -kesinlikle yaprak çikolata değil, ağzı dolduran cinsten- bir ondan bir bundan tadına bakarken bir de bakacaksın ki, kutu boşalmış. İşte o zaman çikolata yediğini anlarsın. Ha belki ben geç anlıyorumdur, bilemem :)
YanıtlaSil:)) Evet Rabia Hanım galiba ben de geç anlayan gruptayım:)))))))
SilHarika bir yazı olmuş,emeğine sağlık:)
YanıtlaSilhttp://thelifebyhulik.blogspot.com.tr/
Konu çikolata olunca dayanamadım hepsini okudum (dayanamadım hepsini yedim gibi oldu biraz :)), demek Beyoğlu'nun meşhur çikolatası da Vallaury'den geliyormuş, yine reçeteyle ilaç olarak sunulması bana göre yerinde bir karar çünkü çikolatanın iyileştiremeyeceği bir şey yoktur, özellikle kalpleri iyileştirmede etkilidir...
YanıtlaSilHer derde deva çikolata:)
SilBu yorum bir blog yöneticisi tarafından silindi.
YanıtlaSilBu yorum yazar tarafından silindi.
SilAsıl 2 -3 sene sonra çikolata içerisine konan kakaonun- ortak kararı- %30 a düşeceğidir. Kakaoyu korumak adına.. Çikolata severler daha doğal başka yiyeceklere damaklarını alıştırmalı. Sevgilerimle:)
YanıtlaSilEvet, nesli tükenmesi an meselesi olan bir bitki ne yazık ki...Kakaonun yerini tutacak bir şey zor gibi...:)
SilOh ne şeker sergi :))
YanıtlaSil:) Evet:) Üstelik gidenlere çikolata da ikram ediyorlardı:)
SilBu yorum bir blog yöneticisi tarafından silindi.
YanıtlaSilÇikolata gibi bir cennet meyvesinin, endüstriyel abur cubur pazarının gazıyla safi zarar/zehir haline gelişini izlemek, biz gariplere kısmetmiş :/
YanıtlaSilBiz talihsiz bir nesiliz bir çok açıdan:(
Sil