Ege’nin mavi
ışıltısında, uygarlıkların kök saldığı, her zaman kalbinde yeni yolculara yer
açan İzmir. Antik Çağ’dan bu yana şairlerin ilhamına, komutanların aklına,
gezginlerin güncelerine sığmayan bir güzellik.
Tarihi çarşıları, Kordon’u, gevreği, boyozu derken İzmir
tadı her daim damakta kalan bir Ege klasiği. Her gidişte kalbin Ege’de kalarak
dönüldüğü, kendine özgü ahenginde bitmek tükenmek bilmeyen serüvenler sunan
şehirde bitmek bilmeyen imbatın esintisinde kıyıya inme vakti.
Dalgaların salındığı mavi bir deniz, coğrafyanın ölçüsüz
girinti çıkıntıları ve adacıklarıyla,
biraz incir, biraz mandalina, biraz karadut ama illaki zeytinin yurdu Foça,
İzmir sahil şeridinin mütevazı güzeli. Tarihin babası olarak anılan Herodot’un “en
yüce gök kubbenin altında ve dünyanın en güzel ikliminde kurulmuş” dediği Foça,
yığma taş duvarlı, sıvasız Rum evlerinin denize açılan sokakları süslediği,
balıkçıların tok gözlü kedilerce kuşatıldığı, her kıvrımı ayrı bir kumsal
saklayan romantik bir sahil kasabası. Foça ‘nın tarih sahnesindeki macerası
efsanelerin yeryüzünde hüküm sürdüğü zamanlara kadar uzanıyor.
Troya Savaşı’nın kurnaz kahramanı Odyseus’u , sihirli namelerle tuzağa düşürmek isteyen, deniz kızları Sirenler’in Foça açıklarındaki adalarda yaşadığına inanılıyor. Volkanik tozların tuzlu suyla kaynaşmasıyla oluşan kayalıklar doğanın özgün tasarımlarından biri ve “Siren Kayalıkları” adıyla anılıyorlar. Rüzgarlı gecelerde hala kendine özgü bir ezginin yükseldiği rivayet edilen kayalıkları görmek için Eski Foça sahilinden kalkan gezi teknelerine binmek yeterli. Antik dünyada bir İyon kenti olan Foça'nın hikayesi deniz kızlarıyla başlasa da bölgenin sembolü fok. Binlerce yıl önce fokların mesken tuttuğu bu sulara Phokaia denilirken, zamanla isim Foça haline gelmiş. Foça, kaleden başlayarak, gören herkesi kıskandıran evleri, sokaklarında uçan kelebekleriyle tam bir sığınak. Sabah denize açılan balıkçıların, akşamüstü geri dönüşü, güneşin turuncu bir kalp gibi kale manzarasında batışı, Ege otları ve zeytinyağlı sabunlarla dolu çarşısı, dondurmacı Nazmi Usta’sıyla samimi ve kendi halinde bir dünya Foça. Yazın kaldırımlarından bile denize girilen, her virajı ışıl ışıl bir koya açılan mavi bir düş aynı zamanda. Sabahların domates reçelinin muhteşem kokusuyla başladığı, yıldızlı gecelerin cırcır böceklerinin şarkılarıyla dolduğu, ayrılmamak için bin bir bahane bulunan bir İzmirli Foça.
Troya Savaşı’nın kurnaz kahramanı Odyseus’u , sihirli namelerle tuzağa düşürmek isteyen, deniz kızları Sirenler’in Foça açıklarındaki adalarda yaşadığına inanılıyor. Volkanik tozların tuzlu suyla kaynaşmasıyla oluşan kayalıklar doğanın özgün tasarımlarından biri ve “Siren Kayalıkları” adıyla anılıyorlar. Rüzgarlı gecelerde hala kendine özgü bir ezginin yükseldiği rivayet edilen kayalıkları görmek için Eski Foça sahilinden kalkan gezi teknelerine binmek yeterli. Antik dünyada bir İyon kenti olan Foça'nın hikayesi deniz kızlarıyla başlasa da bölgenin sembolü fok. Binlerce yıl önce fokların mesken tuttuğu bu sulara Phokaia denilirken, zamanla isim Foça haline gelmiş. Foça, kaleden başlayarak, gören herkesi kıskandıran evleri, sokaklarında uçan kelebekleriyle tam bir sığınak. Sabah denize açılan balıkçıların, akşamüstü geri dönüşü, güneşin turuncu bir kalp gibi kale manzarasında batışı, Ege otları ve zeytinyağlı sabunlarla dolu çarşısı, dondurmacı Nazmi Usta’sıyla samimi ve kendi halinde bir dünya Foça. Yazın kaldırımlarından bile denize girilen, her virajı ışıl ışıl bir koya açılan mavi bir düş aynı zamanda. Sabahların domates reçelinin muhteşem kokusuyla başladığı, yıldızlı gecelerin cırcır böceklerinin şarkılarıyla dolduğu, ayrılmamak için bin bir bahane bulunan bir İzmirli Foça.
Foça’nın tatlı
hayali zihnime kazınırken, beldenin kıyı komşusunu yakın eden feribota atlayıp
Karaburun’a doğru yol alıyorum. Karaburun’a yaz aylarında Foça’dan kalkan
feribotla ulaşmak mümkünken, yılın her mevsimi harika manzaralar sunan kara
yolunu da tercih etmek olası. Bir
zamanlar İyonya’nın önemli limanlarından biri olan Karaburun, Urla ve Çeşme
gibi şöhretli seyahat rotalarıyla çevrili. Buna karşılık, Ege sahillinin en
keşfedilmemiş köşesi. Karaburun’un
İskele’sinde yürürken asırlar boyu bu limana ayak basan gemicileri,
balıkçıları, tacirleri düşünmeden edemiyor insan. Her zaman taze deniz ürünleriyle sahilde
uzanan balıkçıları, el emeği seramiklerin, takıların tezgahları süslediği akşam
pazarı, sandalların salındığı korunaklı limanıyla Karaburun Kordon’u kendi
ritmine usul usul misafirlerini dahil ediyor. Dağlardan kekik ve nergis
kokusunu taşıyan rüzgarı hissettikçe, çağlar önce buraya “Rüzgarlı Mimas” diyen
ozan Homeros’u anmamak elde değil.
Mimas, Karaburun’un Antik Çağ’daki ismi. Efsaneye göre tanrılarla
savaşan devlerden biri olan Mimas, Zeus’un gazabına uğrar. Savaş sırasında
Mimas’a çok kızan Zeus, öldürülen devi demirci tanrı Hephaistos’un gömmesini
ister. Hephaistos, devi Bozdağ’ın altına gömer ve üzerine demir ve bakırdan
oluşan bir alaşım döker. Böyle bir
hikayesi olan Bozdağ’ın zirvesine çıkarken , rüzgar gittikçe artar, keçi
sürüleri yolu keser, kekik kokusuyla atmosfere hakim olur. Zirveye yaklaştıkça Yunan Adaları, Çeşme,
Foça göz alabildiğine görülür. Efsaneler
gerçeğe dönüşmeye başlar.
Karaburun’da
mevsimine göre üzümü, sakız enginarı ve şifalı otlarından tatmak gerek. Özel
bitki türlerini barındıran yarımadada sakin köylere doğru kısa yolculuklar
yaparak , yerel ürünlerden hazırlanan köy kahvaltılarına, şifalı otlarla demlenmiş
çaylara ulaşmak çok kolay. Zeytin
ağaçları ve bağlarla donanmış, şirin taş evleriyle İnecik; sahili ve lezzetli
kahvaltısıyla Saip; turkuaz denizi, küçük pansiyonlarla süslü limanıyla
Kaynarpınar yarımadanın huzur dolu
köylerinden birkaçı. Yarımada olmanın
avantajıyla Karaburun irili ufaklı birçok koya sahip. Mavi bayraklı plajlar,
gözden uzak kumsallar, zümrüt gibi ağaçlarla kusursuz bir uyumu yakalamış Ege
mavisi bu coğrafyada her adımda göz kamaştırıcı. Bodrum Koyu, Dolungaz Koyu,
Kuyucak Plajı bölgenin mavi düşlere yelken açan adreslerinin başında geliyor.
Adını, güneşin
gözden kayboluşuyla ortaya mor gecelerden yahut bağrında yetişen 70 çeşit mor
çiçeğinden mi alır bilinmez ancak Karaburun’un Mordoğan beldesi İzmir’in az
bilinen güzelliklerinden biri. Bütün Ege
bereketinden nasibini alan Mordoğan, zeytinlikler, narenciye bahçeleri, morun
en güzel tonlarına hakim çiçekleri, yumuşacık iklimiyle mutlu bir şaşkınlık yaratıyor. Gün ışığının mora çalan gökyüzünde
doğuşuyla, balıkçı teknelerinin mavi
denizde kaybolduğu bu sahil kasabası ziyaretçilerini duygulu tavrıyla kolayca
etkilemeyi başarıyor. Deniz kokusuna
bulaşan nergis esansı baş döndürücü bir
hızla etrafımı sarıyor. Nergis çiçeğine ismini veren Narkissos’un yurdunda
olduğumu anımsıyorum. Efsanelerle
yüklenmiş, denizi, güneşi, kokusu apayrı kasabada Ardıç Koyu’nda dalga
seslerini dinleyip, doğanın resital yaptığı Manal Koyu’na uğruyorum. Sahilde rastladığım balıkçıların sohbetine
katılınca: “Buradan balık yemeden dönme.” uyarısını ciddiye alıyorum. Efsanelerle dolup taşan yolculuğum, mora
boyanmış bir gök yüzüyle sona eriyor.
Not: Yazı SunExpress'in uçak içi yayını SunTimes Nisan /2019 sayısı için kaleme alınmıştır.
Not: Yazı SunExpress'in uçak içi yayını SunTimes Nisan /2019 sayısı için kaleme alınmıştır.
Ve o balıklar beni benden alır:)
YanıtlaSilEn kısa sürede barbun tava sizi bekler o zaman:)
SilEge kıyılarında her yer birbirinden güzeldir. Yalnız Barbun gerçekten fena...
YanıtlaSil