Şayet bir gizemler atlasımız olsa ve dünyanın en gizemli coğrafyasını keşfe çıksak...Az gitsek uz gitsek ve yine Anadolu'nun ortasına düşsek. Renksiz, sade, düzen ve karmaşanın katışıksız uyumu bir gökyüzünün altında toplanmış olsa. En tanıdık anlatımıyla "Persler buraya Kapadokya yani güzel atlar ülkesi" demişler desek ve bu ifade bu kenti anlatmaya hep yetersiz kalsa.
Dünyayı Kurtaran Adam dünyayı burada kurtarsa, hatta burası Sevimli Frankenstain ve aşk kurbanı Medea için bile bildik bir rotaysa...İşte bende yine yollara düşmüşsem ve aklımın bütün köşeleri bu düşüncelere zapt olmuşsa...
Üç güzeller ve ben...
Dört arkadaş ilk defa göreceğimiz kadim kente doğru yola çıkıyoruz. İlkokuldan itibaren adım adım zihnimize kodlanmış bilgiler ve görüntüler yol boyu sohbetimizin konusunu oluşturuyor. Bir de üzerine grubumuzun tamamı sanat eğitimi aldığından Nevşehir'in bu harikulade bölgesi için ansiklopedik bilgi eksiğimiz yok ama yaşayarak öğrenmek için pek hevesliyiz.
Danimarka'da bu ay yayın hayatına başlayan bir aylık haber gazetesi var: Kuzey. Kapadokya seyahatinin detaylarını ilk olarak bu taptaze gazete için yazdım.
Sabahın erken bir saatinde uçakla Kayseri'ye iniyoruz. Pilot havanın umduğumuzdan çok soğuk olduğunu inişin hemen öncesinde anons ettiği için güneşin bizi kucaklamasına hemen karşılık veriyoruz. Ne de olsa bu yolculuk olduğunda sonbahardayız yaz bizi terk etmiş, mevsim kışa döndü dönecek...Neyse ki güneş bizi teselli ediyor biz onu küstürmeme çabasındayız.
Ürgüp
60 milyon yıl önce develer dünyada yok, berberlik diye bir mesleğin ortaya çıkması gayet muamma iken başlamış bu eşsiz dünyanın hikayesi. Anadolu'da tam bu zamanlarda Hasan Dağı, Güllüdağ ve Erciyes'in lavlarıyla yer gök kavrulmuş. Sonra devreye yağmurlar ve rüzgarlar girmiş. Volkanik birikintilerin öyle ulu orta durmasına pek içerlemiş olacaklar ki milyonlarca yıl boyunca bu coğrafyayı biçimlendirip durmuşlar.
Doğa üstüne düşen görevleri yapmaya devam ederken insanlar yerleşmeye başlar bölgeye. Tarih zincirinde Hititler'e, Asurlular'a, Frigler'e mesken olur bu topraklar. Ve nihayetinde Hıristiyanlık tarih sahnesine çıkınca Kapadokya İsa'nın öğretilerine inanlarla dolup taşar. Burası yeni dinden hiç hazzatemeyen Roma İmparatorluğu'ndan kaçan Hıristiyanlar için tam bir sığınağa dönüşür. Peribacalarından dönüştürülen evlere, kiliseler, manastırlar eklenir.
Dervent Vadisi ya da Perili Vadi
Dervent Vadisi
Arkada deveye benzetilen ve bu benzeyiş nedeniyle pek şöhretli olan peribacası görülüyor.
Ve dünya dönmeye devam ederken, bu yeryüzü parçasının bir benzerinin daha olmadığı anlaşılır. Hiç şüphesiz ufku uçsuz bucaksız kuşatan bu peribacalarına ilk peribacası diyenin bir bildiği vardır. Neticede bu kadar ismiyle müsemma kaç coğrafi terim bulabilirsiniz ki?
İşte 20. yüzyılda, yedinci sanatın dahi çocuğu, İtalyan yönetmen Pier Paolo Pasolini (1922-1975) de tam böyle düşünür; 1969'un Temmuz'un da dünyaca ünlü soprano Maria Callas'ı tutar kolundan getirir Göreme'ye.
Euripides'in Medea adlı trajedisini filme almak için seti kurarlar peribacalarının göğsüne. Göreme'de heyecanlı günler başlar böylece; Callas ilk kez beyaz perde de görülecektir, Türk basını Callas'ı ilk kez görecektir, halk dünyaca ünlü yıldızlarla aynı filmde gözükecektir,...
Göreme'de Pier Paolo Pasolini ve Maria Callas...
24 Mayıs 1969 tarihli Milliyet gazetesi haberi
Haber başlığı Callas'ın sinema dünyasına girişini sevinçle karşılasa da Medea,
Maria Callas'ın ilk ve son filmi olur. Muhtemelen Medea'da oynamayı kabul etmesinde Pasolini'yle yakın dostluğunun etkisi su götürmez...
Bu arada Pasolini'ye de mikrofonlar uzatılır, Kapadokya tercihi sorgulanır. Pasolini: Yeryüzünde mitolojik bir köy görüntüsünü yansıtabilecek daha fantastik bir yere rastlamadım, diye cevaplar. Yani bire bir bu kelimelerle olmasa da bu anlama gelecek bir açıklama yapar. Film çok ses getirmese de Kapadokya, Callas'ın popülaritesi ve Pasolini'nin sansasyonel kişiliği sayesinde Avrupa'da ciddi merak uyandıran bir yer haline gelir.
|
Medea'dan bir sahne...
Film çekimleri sırasında yöre halkı da filmde
efsanevi dünyanın insanlarını canlandırmış.
|
|
Filmin Afişi |
|
Göreme'den güneşli ve çok kalabalık bir gün |
Göreme
|
Göreme'de kilise kuyruğu... Medea'nın figürasyonu kadar kalabalık bir ortamdayız... |
|
Göreme ve Kapadokya Milli Parkı 6 Aralık 1985 'ten bu yana UNESCO Dünya Miras Listesi'nde.
Açıkçası Göreme'ye vardığımızda Pasolini'nin burayı gördüğü kadar sakin bir ortam bulmak isterdim. Fakat seçtiğimiz tarihten olsa gerek metrekareye düşen insan sayısı tahminimden çok daha fazlaydı. Yine de ortamın cazibesine o kadar çabuk kapıldık ki geri kalan her şeye kayıtsız kalmaktan başka çare yoktu. Göreme'de tabiatın eliyle insan üretimi sınırsız bir uyumu adımlıyor, izliyor ve dokunmak istiyorsunuz. Asırlar önce buraya sığınan Hıristiyanlar'ın inançla yarattığı bir kainatın izini sürüyorsunuz. Yeni inanç dilinin sesleri her yerden kulağınıza çalınıyor. Etrafta tanıdık bir tabela görüyorum Tokalı Kilise, Yılanlı Kilise, Karanlık Kilise yazıyor mesela. Çoğu resim programına, mimarisine aşina olduğum, liseden bu yana eğitim sürecimde hep benimle olan yerler. Birkaçına görme fırsatımız oluyor. Küçük grubuma resim programına dair minik bilgiler aktarırken başka gruplardan bize katılanlarla büyük bir gruba devşiriliyoruz. Mahşeri kalabalık nedeniyle duvar resimlerini jet hızıyla söyleyip geçmek zorunda kalıyorum. Güvenlikten sorumlu amcalar çok kızıyor bir resmin önünde 2-3 dakika takılmaya...Bu şekilde gezmenin bize bir yararı olmayacağından kilise ziyaretlerimize son veriyoruz. Nasıl olsa Göreme'de yer gök müze...
Göreme'den ayrılıp Kapadokya'nın zirvesi Uçhisar Kalesi'ne doğru yola düşüyoruz. Yol boyu peribacaları eşliğinde Yeşilçam'ın kült filmlerinden Dünyayı Kurtaran Adam'ın, dünyayı Ürgüp'ün neresinde kurtarmış olabileceği üzerine fikir yürütüyoruz. 2300 tarihinde uzayda geçen film için yönetmen Çetin İnanç ve senarist Cüneyt Arkın Ürgüp'ü set olarak seçmiş; fantastik bir uzay atmosferi yaratmak istemişler. Eleştirmenler Ürgüp ve uzay fikrini çok saçma bulsa da Çetin İnanç'ın konuyu savunma şekli Pasolini'nin fikriyle oldukça benzerlik gösteriyor:
"Bir hayal kurduk, uzayı yansıtabilecek alışılmışın dışında bir yer aradık"
Şimdi adamlar haklı. Dünya üzerinde, uzayda geçen film yapıyorsan, elinde efekt yapma imkanı da yoksa Kapadokya'dan daha iyi bir seçim yapılamazdı gibi geliyor bana.
Bu filmin de nerede çekildiğini merak ediyorum.
Ama Kapadokya'da Kış Uykusu'nun bile nerede geçtiğini bilene rastlamadım.
Uçhisar Kalesi
1950'lere kadar Uçhisar Kalesi'nde insan yaşamı devam etmiş.
Uçhisar Kalesi'ne ulaştığımızda etraf yine kalabalık. Çevresi cıvıl cıvıl hediyelik eşya dükkanları ve kuru yemiş tezgahlarıyla dolu.
Uçhisar bildik kalelerden değil Kapadokya'ya özgü bir kale. Kocaman bir kaya ve içine oyulmuş onlarca odacıkla korku filmlerindeki yamru yumru şatolara benzeyen bir yer. Hakkında o kadar çok rivayet var ki sayfalara sığmaz. Zirvesine tırmanmayı göze alırsanız manzaranın hakimi olmanızı garantileyen bir rota.
Uçhisar manzarasının bir bölümü...
Uçhisar 'ın önünden kuru yemişçi manzaraları...
Kuru yemişler çok meşhurmuş burada, özellikle çekirdek!
Fakat bu çok sevimsiz görüntülere neden oluyor; yerli turistler ellerinde çekirdek hiç durmadan çitleme halinde. Ören yeriydi, araçtı, otel bahçesiydi hiç fark etmiyor.
Arkalarında bıraktıkları manzara hiç umurlarında değil tabi...
Paşabağ Vadisi
Yeni güne Paşabağ Vadisi'nde başlıyoruz. Pamuk şeker gibi bulutlu bir göğün altında, mantara benzeyen peribacalarının arasında yürüyoruz. Rüya gibi bir şey bu, peribacalarının dibinde geziniyoruz. Mantar evlerinin devasa büyüklüğüne tezat oluşturan şirinler gibiyiz.
Paşabağ Vadisi halk arasında Rahipler Vadisi olarak isimlendirilmiş. Buradaki peribacaları dünyevi hayatın nimetlerinden elini eteğini çekmek isteyen Hıristiyan din adamlarına sığınak olmuş. Doğrusu münzevi bir yaşam sürmek için buradan daha harikulade bir yer düşünemiyorum.
Paşabağ Vadisi
Paşabağ Vadisi de peribacalarının kuytularında gizlenmiş şapellere, yaşam alanlarına sahip. Gözlerden ırak kılınmış hayatların mahremiyetinin tozuna bulanıyoruz. Envai çeşit milletin insanları olarak hipnotize olmuş vaziyette oradan oraya sürükleniyoruz.
Paşabağ Vadisi'nde kırmızılı kadın olarak takılıyorum...
Neso'nun kolajıyla Paşabağ Vadisi...
Pınar, Başak, Nesibe, Aslı ve develer...
Paşabağ'ın genç Peribacaları...
Zamanı geldiğinde bu beraberlik bozulacak ve bu fotoğraftaki görüntü yerini ayrı ayrı şapkalı peribacalarına bırakacak...
Paşabağ Vadisi'ni köşe bucak ezberleyip Kapadokya'nın en eski yerleşim yeri Zelve Vadisi'ne geçiyoruz. Zelve Hıristiyanlığın bölgede ilk kök saldığı yer. Kendimizi engebelere, tünellere, kiliselere, manastırlara teslim etmeden; uçurum kenarlarında yüreğimiz hoplamadan önce Zelve'nin girişindeki müze mağazasına kitleniyoruz.
Zelve Örenyeri'nin müze mağazası çalışanlarını,
en güler yüzlü müze mağazası çalışanları ilan ettim, gitti!
Elimizden geldiğince çarçabuk rafları inceliyoruz. Beğendiklerimizi çok düşünmeden alıp Zelve'ye tırmanmaya başlıyoruz. Zelve Örenyeri üç vadiden meydana geliyor ve peribacalarının en yoğun olduğu yer olarak dikkat çekiyor. Göz alabildiğine uzanan bir ormana karışıyoruz; bir peribacası ormanı... Her taraf sürprizlerle dolu, yokuşlar, tüneller, merdivenlerle sanki yeryüzü kör düğüm olmuş gibi...
Zelve Vadisi
1952'ye kadar Zelve Vadisi'nde yaşam normal akışında devam ediyormuş; bahsi geçen tarihten sonra köy bu vadiye oldukça yakın bir yere taşınmış. Yakın zamana kadar insan yaşamının sürmesi şimdi bulunduğumuz noktadan bakınca inanılmaz görünüyor.
Zelve'de karşınıza her an bir kilise, bir manastır, bir değirmen ve hatta bir cami çıkabilir...
Zelve'de dolaşırken güneşin bu şehre nasıl hayat verdiğine şahit oluyorsunuz. Gün ışığının enerjisiyle Peribacaları yaşayan birer varlıkmış gibi geliyor bana. Deniz olmayan bir coğrafyada güneşin bu denli harikalar yaratması karşısında hayranlık duyuyorum.
Zelve Vadisi
Zelve Vadisi
İnsanın bütün gün keyifle dolaşabileceği bir parkurdayız. Ama bir o kadar da yorucu...Hele ki sıcakta yürüyorsanız ciddi zorlanabilirsiniz. Bu nedenle her mahzen, her kilise gölgesine sokulmuş turistcikler görüyoruz. Vadi'nin yüksek noktalarından birinden saçma sapan boşluğa bağırma hissine kapılıyorum. Tarif edilemez bir rahatlık çöküyor herkesin üstüne. Bıraksalar bir peribacasının dibine kıvrılacağız kediler gibi...
Zelve Vadisi
Zelve'yi geride bırakma zamanı gelip çattığında çaresiz aracımıza biniyoruz. Sözlerini tam anlayamadığımız yabancı bir şarkının dilimize dolanması gibi Zelve Vadisi dilimizden düşmüyor. Yeni durağımız tam bir turistik atraksiyon. Avanos'un ünlü seramik atölyelerinden birine uğruyoruz. Buradan annemize seramik bir kolye seçiyoruz kardeşimle. İstanbul'a döndüğümüzde annem armağanımızı gerçekten beğeniyor.
Çavuşin Seramik'te çalışkan eller
Otelimize doğru yol alırken gün batımında peribacalarını izleyeceğimiz noktalardan biri olan Güvercinlik Vadisi'nde mola veriyoruz. Tanıdık bir manzarayı yorgun bakışlarımızla seyrediyoruz. Uzakta gün batımı balonları bize göz kırpıyor.
Güvercinlik Vadisi
Güvercinlik Vadisi
Gün sabaha kavuştuğunda biz de kendimizi yine manzaralı tepelere atıyoruz. Ardından pusulamızın işaret ettiği Derinkuyu Yeraltı Şehri'ne doğru yola koyuluyoruz. Bin yıllar süren yağmalardan,
saldırılardan korunmak için buraya yerleşen uygarlıklar kentin üstü gibi altını
da inşa etmek zorunda kalmış. Bu nedenle kentin altında neredeyse 200’e yakın
yeraltı şehri bulunuyor.
8 katlı düzenlemesiyle Derinkuyu seyahat
tutkunlarının en çok ziyaret ettiği yeraltı şehri. Kiliseleri, mahzenleri,
yemekhaneleri ve mezar odalarıyla vakti zamanında binlerce kişiye mesken olan
Derinkuyu gerçek bir mimarlık harikası olarak kabul ediliyor.
Üzümlü Kilise / Aziz Theodoros Trion Kilisesi
Derinkuyu Yeraltı Şehri'nden çıkar çıkmaz az ötede yükselen kiliseye doğru koşuyorum. Kapısına kilit vurulmuş yapıya yörede Üzümlü Kilise deniyor gerçek adı Aziz Theodoros Trion Kilisesi. Kapısının üzerinde bir delik açılmış; bakışlarım kilisenin içini kavrıyor. Kilisenin içinden mükemmel işçilikle yapılmış duvar resimleri ve mimari plastik gözlerimi dolduruyor. Bir süre sonra kapıyı açmak için var gücümle ittiğimi fark ediyorum...
Üzümlü Kilise / Aziz Theodoros Trion Kilisesi
Kilise 19. yüzyılda Ayastefanos Antlaşması gereğince savaş tazminatı olarak Osmanlı İmparatorluğu tarafından inşa ettirilmiş.
Üzümlü Kilise'nin kapalı olmasına çok içerleyerek Narlıkuyu Krater Gölü'ne gitmek üzere araca biniyorum. Esasen Ihlara Vadisi yolundayız ama Narlıkuyu Krater Gölü hemen yol üzerinde...
2500 metrekare gibi koskocaman bir alanı kapsayan bir göldeyiz, 70 metre derinliği olduğunu duyduğumda şaşkınlığım daha da artıyor.
Narlıkuyu Krater Gölü
Sıcak su kaynaklarıyla beslenen ve mineralce zengin Narlıkuyu'da herhangi bir tesis bulunmadığından herkes fotoğraf çekme telaşına düşüyor. Doğa burayı yeterince süslemiş ama insan emeğine de ihtiyacı olan bir rota. Biraz ağaçlandırma, biraz peyzaj, en azından bir küçük kahve olsa, daha hayat dolu bir yer olsa...
Ihlara Vadisi
Narlıkuyu'daki kısa molamızın ardından Ihlara Vadisi'yle tanışıyoruz. Melendiz Çayı'yla yarılmış 14 km boyunca uzanan, 100'den fazla kiliseye sahip bir yer Ihlara. Önce tepeden güzelliğine bakıyorsunuz sonra içinde kayboluyorsunuz.
Nice nice hayatlar öncesinde burası da Hıristiyan din adamlarına esrarengiz korunaklar sunmuş, inancın yaşam biçimine dönüşmesine yataklık etmiş Ihlara. Şimdilerde gezgin solukların heyecanla yürüdükleri Melendiz kıyısında, bir zamanlar dünyevi hırslarından arınmış bir sürü din adamının dolaştığını hayal etmek hiç de zor değil.
Melendiz Çayı / Ihlara Vadisi
Bir zamanlar "Peristemma" adıyla anılan Ihlara Vadisi.
Melendiz Kıyısı'nda, Vadi'nin ortasında bir çay molası veriyoruz. Kilometrelerce yürüyüşün ardından çay ilaç gibi geliyor. Bu arada akşam yemeği için plan yapıyoruz. Eğer bizim gibi kalabalık bir dönem tercih ettiyseniz akşam yemeği için mutlaka gözünüze kestirdiğiniz restorandan yer ayırtın. Yeri gelmişken yemek meselesinde bu bölgede harikalar yaratan bir yere ben rastlamadım. Tavsiye üzerine gittiğimiz restoranlar da dahil olmak üzere hep ortalama yemekler yedik.
Sofralara gelen en iyi şey Turasan'ın şaraplarıydı.
Ürgüp'te Tevfik Fikret Caddesi'nde hem mahzeni gezip hem de satın alabilirsiniz.
Nesibe, Başak, Aslı ve Pınar
Güzellerle dolu gezi grubumdan bu yazının son fotoğrafı.
Ihlara bu seyahatin son büyük keşif alanı oluyor. Artık vadileri, düzlükleri,peribacalarını geride bırakma zamanı...Valizlere anıları doldurma zamanı...Bir gün geri döneceğiz Kapadokya bekle bizi...
Veda Busesi
Anlatılması güç, tarifi muamma bir kentin fısıltılarını dinledim. Biraz düş, biraz güneşte gezindim. Neticede bütün film kahramanlarıma hak verdim. Bilinen dünyaya dönme vakti geldi...
Yıl 2015, mevsim Sonbahar, günlerden Pazartesi...
|
Yine sahane bir anlatim yine sahane resimler ve her zamanki gibi sizinleydim gibi hissettim. Muhtesemsiniz yine, bayildim.Uzun zamandir gitmeyi dusunuyordum, sayenizde cabuklasacak gitmem. Siz hep gezin ve hep yazin ben de pesinizden gideyim, sevgimle ♡
YanıtlaSilMukaddes Hanım'cığım her zaman olduğu gibi yine çok zarifsiniz. Çok teşekkür ederim:) Benden de sevgiler...
SilAslında Kapadokya'da daha fazla film çekilmeliydi diye düşünmüşümdür hep.
YanıtlaSilSon gittiğimde Kış Uykusu'nun çekildiği evi görecektik olmadı:) Arkadaşımın tanıdığının eviymiş, pansiyon olarak kullanıldığı için konaklayanlar vardı, göremedik. Aklımda kaldı inan.
Ellerine, emeğine sağlık!
Aslında çok film var. Ama ben sevdiklerimi seçtim:) Kış Uykusu sırasında beynim ağrıdığı için çok ilgimi çekmedi açıkçası...Ama yani onu sor bunu sor bilmiyorlar; hani Kış Uykusu çok yeni ve çok ses getirdi diye sormuştum orada. Aşırı ilgiden değil aslında benimki:)
SilSağol Sezer'cim:)
Çok güzel bir yazı elinize sağlık.
YanıtlaSilÇok teşekkür ederim.
SilYıllar önce görmüştüm oraları, gerçekten çok güzel yerler. Beni tekrar oralara götürdünüz.
YanıtlaSilBen olsam burayı üç ayrı planda anlatırdım. Bu fotoğraflara Hüseyin Taşkın'ınkiler eklense muhteşem olurdu. Hüseyin Taşkın, Kapadokya bölgesini çeker.
YanıtlaSilBir de "Dünyayı Kurtaran Adam" filmi bana "dünya düzdür. Aya gittiklerini sanan kişiler Kapadokya'da gitmiştir " cümlesini hatırlattı. :))
Genel olarak bir yeri bölerek anlatmıyorum, çok gerekli değilse ve üşenmemişsem böyle upuzun yazıyorum. Başka birinin fotoğraflarını yazılarımda kullanmayı doğru bulmuyorum. İçım rahat etmiyor. Kendi çektiğim fotoğraflar benim anlatımımı daha iyi tamamlıyor bence.
SilRehber niteliğinde çok tatlı bir yazı olmuş. Gitmeyenlere iyi geldi *-*
YanıtlaSilFotoğraflar, anlatım dilin ve sen.. hepsi çok güzeldi. Keyifle okudum, üstelik yazını okurken, 7-8 yıl önce Yeni Yılı karşılamak üzere gittiğimiz Kapadokya anılarım canlandı bir kez daha..emeğine sağlık.
YanıtlaSilSevgili Aslı , yine çok güzel olmuş gezin ve edebi dilin, kış uykusuna bir şans vermeni isterim. Afişler inanılmaz, efso olmuş:)))bence moda yazısı da yazmalısın, çünkü çok cici kıyafetlerin var canım. Başarılar
YanıtlaSil