“Bir şehrin yaşamı, ona
kendine özgü bir karakter kazandıran ve ‘şehrin ruhu’ dediğimiz şeyi meydana
getiren yapıtlar veya yapılar gibi maddi eserler aracılığıyla yüzyıllar boyunca
görünür kılınan sürekli bir olgudur.
Bu eserler geçmişin
değerli tanıklarıdır. Öncelikle tarihsel ve duygusal değerlerinden, ikinci
olarak da bazılarının en yüksek insan dehasının eseri olan plastik değerler
taşımasından dolayı saygıyı hak etmektedirler.
Bu eserler, insanlık mirasının bir parçasıdır.
Onlara sahip olanlar veya onları korumakla görevli bulunanlar, bu yüce mirası,
bozulmadan, gelecek yüzyıllara iletmek için her türlü meşru yola başvurma
sorumluluk ve yükümlülüğünü taşımaktadırlar.”
Le Corbusier*
Sultan
Abdülmecid’in hükümdarlığı döneminde ilan edilen Tanzimat Fermanı’yla (3 Kasım
1839) Osmanlı İmparatorluğu’nda hemen her alanda gözle görülür bir değişim
yaşanmıştır. Sosyal ve ekonomik düzenin yenileştirilmesi sanatta da yüzünü
göstermiş ve Osmanlı sanatına farklı yaklaşımlar getirmiştir. Özellikle
19. yüzyılın ikinci yarısında Galata ve Pera çevresinde yapılan mimarî
uygulamalar bu farklılaşmanın en açık örnekleri olarak kabul görürler.
Gösterişli sefirlik
yapıları, Batı’ya öykünen tiyatrolar, kiliseler, apartmanlar, müstakil konutlar
sarar Galata ve Pera’yı. Küçük bir Avrupa modeli gibidir artık bölge.
Yine bu dönemde
Osmanlı’nın eski şaşalı günlerine vurgu yapmak gereği hissedilmektedir. Siyasi
ve askeri alanda hızlı bir çöküş yaşansa da görüntüyü kurtarmak adına imar
faaliyetlerine hız verilir. Mimari ihtişam gücün, zenginliğin bir yansıması
olarak kabul gördüğünden, özellikle anıtsal yapıların arttırılması konusunda
yüreklendirilir.
Beyoğlu’nun
kozmopolit yapısına uygun olarak dönemin neredeyse bütün mimarları da
azınlıklara mensup isimler ile yurt dışından gelen mimarlardan oluşmaktadır.
Üstelik bu mimarlar yalnızca Beyoğlu’nun imarı ile ilgilenmezler bütün
İstanbul’u baştan başa saran eserlerle donatırlar.
Resim: http://www.martidergisi.com/istiklal-muhafizlari/
Cercle d'Orient ön cepheden kabartma detay.
Alexandre Vallaury...
Bu mimarlardan biri
olan Alexandre Vallaury bu yazının esas adamı… Mimarımız , 2 Nisan 1850
tarihinde İstanbul’da hayata merhaba dedi. Dedesi yüzyıl başında Fransız
elçiliğinde görevli olarak İstanbul’a gelmiş, görev süresi bitince de
Beyoğlu’na yerleşmişti. Alexandre Vallaury’nin babası ise dönemin en ünlü
pastacılarından biriydi. “Cafe Vallaury” günümüzün Çiçek Pasajı’nın
bitişiğindeydi. Zaman zaman saraya bile pastalar, tatlılar Cafe Vallaury’den
sipariş edilirdi.
Fransız kökenli
Levanten ailenin oğlu olarak Alexandre, mimar olmak istiyordu. Bu amaçla
çağının en iyi mimarlık okulu olarak gösterilen Ecole Nationale Superiure des
Beaux Arts’a başvurdu. Çizimlerini yolladı, mektuplar yazdı ve sonunda kabul
edildi. Eğitiminin ardından da ölene dek yaşayacağı İstanbul’a geri döndü.
İstanbul’da
sanatçıları bir araya getiren derneklerin kurulmasına öncülük etti. Çeşitli
sergilerde çizimlerini dönemin tanınmış sanatçılarıyla beraber sergileme imkânı
buldu. Bu arada Osman Hamdi Bey ile tanıştı. Osman Hamdi Bey’in vasıtasıyla ilk
güzel sanatlar okulu olan Sanayi-i
Nefise Mekteb-i Âlisi binasının
projesi kendisine verildi. Daha sonrasında ise aynı kurumda mimarlık bölümünün
başına getirildi ve böylece ilk Fenn-i
Mimari Muallimi oldu.
Vallaury, 2 Mart 1883’de başladığı görevini 25 yıl sürdürdü. Bu sürede mimarlık
eğitimini akademik bir disiplin haline getirmeyi başardı. 10 Ağustos 1908
tarihinde istifa ettiğinde ardılı Mongeri, onun kurduğu eğitim sistemini aynı
şekilde sürdürmüştür.
Resim: http://www.archmuseum.org/Gallery/Photo_12_3_alexandre-vallaury.html#
Sanayi Nefise Mektebi'nin akademik kadrosu.En önde ortada Alexandre Vallaury görülüyor.
Alexandre Vallaury,
kısa sürede döneminin başarılı ve saygın mimarlarından biri olarak tanındı.
Erken dönem eserlerinde Paris’te aldığı eğitime paralel biçimde plan ve işlev
bütünlüğüne önem verdi ve eklektik üslubu eserlerine yansıttı. İlerleyen
süreçte benimsediği mimarlık ilkelerini, Osmanlı anıtsal yapılarından ve
geleneksel Türk konut mimarisinden aldığı öğelerle kaynaştırıp daha kullanışlı
ve özgün eserler yaratma gayesinde oldu. Pera Palas Oteli, Osmanlı Bankası
Genel Müdürlüğü, Müze-i Hümayun (İstanbul Arkeoloji Müzesi)**, Décugis Evi,
Union Francaise, Cafe Lebon (Markiz Pastanesi), Cercle d’Orient, Duyun-u
Umumiye (Günümüzde İstanbul Erkek Lisesi), Mekteb-i Tıbbiye-i Şahane (Günümüzde
Marmara Üniversitesi Tıp Fakültesi)***,Hidayet Camisi (Eminönü), Abdülmecit
Efendi Köşkü, Büyük Ada Rum Yetimhanesi,... gibi İstanbul’un tarihine ve
güzelliğine derin izler bırakan yapılar da kendisinin imzasını taşımaktadır.
Resim: http://v2.arkiv.com.tr/p988-osmanli-bankasi-muzesi.html#ph
Osmanlı Bankası Genel Müdürlük Binası / Karaköy
Esasen
yapıları böyle sayınca bir mimarın ne denli önemli olabileceği gözden
kaçabilir. Ancak Vallaury bazı eserlerinde ciddi bir çözümleme ve arayışa
gitmiş; ortaya koyduğu eserler çoğu zaman bir ilki oluşturmuştur. Bunun en güzel ifadelerinden biri
Karaköy’deki Osmanlı Bankası Genel Müdürlük binasıdır. Bina işlevi açısından Osmanlı’nın ilk
yapılarından biridir. Ve kendisinden sonra yapılan iş yerleri için model
olmuştur. Ayrıca günümüzde müzedir. Gidip görüldüğünde içine ayrı, dışına ayrı,
penceresinden görünen Haliç’e ayrı hayran olunmaktadır.
Resim: Siyah beyaz fotoğraflar; http://www.archmuseum.org/Gallery/Photo_12_3_alexandre-vallaury.html?Page=5#
Büyük Ada Rum Yetimhanesi değişik cephelerden görülüyor. Renkli fotoğrafta, sol tarafta ağaçların içinde tek başına yükselen devasa yapı, sağda da bendeniz.
Vallaury’nin ilginç
çalışmalarından biri de Büyük Ada Rum Yetimhanesi’dir. Otel olarak yapılan bina
devasa ölçüleriyle dikkate değerdir. Tamamen ahşap malzemeyle gerçekleştirilen
yapı, mimarlık tarihçileri tarafından Vallaury’nin dehasının elle tutulur hale
gelmesi olarak yorumlanır. Zira yapı hem sanatsal açıdan bir şaheser, hem de
dünyadaki birkaç abidevi ahşap yapıdan biridir.
Cercle d’Orient,
Büyük Kulüp ya da Emek Pasajı…
Vallaury’nin
Beyoğlu’na kazandırdığı en önemli yapılardan biri Cercle d’Orient…Yani 7 Aralık
2012 tarihinde son birkaç mağazası da kapanan o devasa bina. Hani şu kapısının
üzerinde kocaman SESAM yazan, Rüya Sineması’na ev sahipliği yapıp, Emek
Sineması’na kol kanat geren, İnci Pastanesi’ni yıllarca bağrında taşıyan yapı.
Resim: http://www.mimdap.org/?p=33955
Cercle d'Orient / İstiklal Caddesi
Cercle d'Orient / İstiklal Caddesi
İstiklal Caddesi’nde bir asırdan fazladır ikamet
eden binayı bilmeyen yoktur. Olmamalıdır. Onu caddeden geçerken görmemezlikten
gelemezsiniz, çünkü caddenin en devasa boyutlu birkaç yapısından biridir.
Hayatı boyunca hiç Beyoğlu’na yolu düşmemiş insanlar bile ona muhakkak
rastlamışlardır. Kimi zaman eski İstanbul anıları anlatılan bir kitapta, kimi
zaman bir romanda, hatta siyah beyaz bir Yeşilçam filminde kaçınılmaz olarak
Cercle D’Orient’e yer bulunur. Yine de her zaman bu yazımla karşınıza çıkmaz,
muhtemelen Fransızcanın fazla işveli bir dil olma durumu sebebiyle
“Serkldoryan” olarak kullanımı yaygındır. Bunun yanı sıra sıklıkla “Büyük
Kulüp” ya da son dönemlerdeki gibi “Emek Pasajı” olarak nitelendirilmişliği de
vardır.
Bu
kocaman binayı dönemin Grande Rue de Pera silüetine ekleyen kişi diplomat ve
sarraf Abraham Paşa. Katolik Ermeni kökenli olan Abraham Paşa,
Sultan Abdülaziz’in yakın dostlarından biri olarak başkentin tanınan
simalarından. Abraham Paşa, zamanının en varlıklı ve debdebeye düşkün siyasi
kişiliği olarak tanınıyor.
Serveti
dudak uçuklatan ve hatta sarayı rahatsız eden Abraham Paşa, Cercle d’Orient
için hiçbir masraftan kaçınmıyor. Öncelikle dönemin en iyi mimarlarından biri
olan Alexandre Vallaury ile anlaşıyor. İnşaat harcamaları bir tarafa, İngiltere
ve Fransa’dan gelecek son moda mobilyalara binlerce altın saçıyor. Ve
1884 yılında yapı tamamlanıyor. Bina kullanıma hazır hale gelince daha çok
kalburüstü Gayrimüslim Osmanlı vatandaşları ve İstanbul’da yaşayan Avrupalı
üyeleri bulunan bir dernek ya da kulüp olan Cercle d’Orient faaliyetlerini
burada sürdürmeye başlıyor. Toplumsal yaşamda aktif rol üstlenen kulüp,
kendisinden sonraki benzer sosyal yapılara da örnek olmuştur. Cumhuriyetin
ilanından sonra “Büyük Kulüp” adını alan Cercle d’Orient Osmanlı paşalarından,
bilim adamlarına, ünlü siyasetçilere kadar birçok tanınmış ismi çatısı altında
toplamayı başarmıştır.
Cercle d'Orient ön cephe, "dönüşüme" hazırlık...Mart/2013
Cercle
d’ Orient, yapı olarak dört katlı olarak düzenlenmiştir. İlk iki kat pasaj
olarak tasarlanmış ve sade bir mimari uygulama tercih edilmiştir. Kulübe tahsis
edilen diğer iki katın ise daha görkemli bir anlayışla şekillendirilmesi söz
konusudur. Bugün Emek Sineması’nın olduğu alan binanın ilk dönemlerinde
kulübün bahçesi olarak kullanılmıştır.
Bir
“kentsel dönüşüm” hikayesi…
Bugünlerde
Cercle d’Orient başka bir sürece giriyor. Sürecin genel başlığı “kentsel
dönüşüm”…Aslında bu yeni bir durum değil, binanın başına gelecekler 2005
yılından beri üç aşağı beş yukarı tahmin ediliyordu. Birkaç ay önce binanın
zemin katındaki son birkaç dükkan da boşaltıldı. Bunlardan biri de 1944
yılından beri hizmet veren İnci Pastanesi’ydi. İnci Pastanesi, binayı boşaltma
emri ilk geldiğinde sessiz sedasız toparlanıp gitse çok daha az insanın haberi
olacak, akşam haberlerinde, sosyal medyada muhtemelen hiç yer bulamayacaktı.
Fakat İnci, son ana kadar bekledi. Ve zorla boşaltılması, raflarının özensizce
sökülmesi, camekanlarına gazeteler yapıştırılması, önünde bekleyen polis
otobüsüyle dramatik bir etki yarattı…Yine de az sayıda belleksiz kalabalıkta bu
da kaynadı gitti…
Son
birkaç gündür Cercle d’Orient’ın önünde bir inşaat iskelesi yükselmeye başladı.
Umutlar binanın en azından dış cephesinin korunması yönünde olsa da hızla
belirsiz bir akıbete yol alındığının çevredeki esnaf bile farkında.
Neticede Cercle d’Orinet’ın hemen yanında yükselen bir Demirören Alış
Veriş Merkezi örneği ne yazık ki hem biçim hem de içerik yönünden iyi bir
referans değil. Beyoğlu’nu Beyoğlu yapan eğlence ve alış veriş merkezi
olmasından çok daha fazlası. Bütün karakteristiği ve yaşanmışlığıyla İstiklal
Caddesi bir tarih sahnesinin gerçek bir uzantısı. Günümüzde İçinden geçenlerin
çoğu bunu fark edemiyor olsa da….
Kaynakça,
notlar, tavsiyeler: Alexandre
Vallaury ve eserleri hakkındaki en önemli ve kapsamlı çalışma Prof. Dr. Mustafa
Servet Akpolat’ın “Fransız Kökenli Levanten Mimar Alexandre Vallaury” başlıklı
doktora çalışmasıdır. Bu çalışma benim yazımın da temel kaynağını
oluşturmuştur. Mustafa Cezar’ın “Sanatta Batıya Açılış ve Osman Hamdi” isimli
eserini dönemi merak edenlere kaynak olarak önerebilirim; çok kapsamlı olmasa
da Vallaury’i de kitapta bulmak söz konusudur. Doğan Kuban’ın “İstanbul Bir
Kent Tarihi: Bizantion, Konstantinopolis, İstanbul” isimli kitabı da
tavsiyemdir; yalnız adından anlaşılacağı gibi oldukça geniş kapsamlıdır. 20.
yüzyıl mimarlığına yön veren mimar ve şehir planlamacısı Le Corbusier’nin
“Atina Anlaşması” adlı kitabı modern şehirciliğin olmazsa olmaz bir kaynağıdır.
Cercle d’Orient için çeşitli mimarlık sitelerini ve yapı haberlerini
inceledim. Bunlardan birkaçına ulaşmak için buraya, buraya ve buraya bakabilirsiniz. Vallaury
ve eserlerine internet üzerinden ulaşmak isteyenlere de bu adresi verebilirim:
www. mimarlıkmuzesi.org . Son olarak altında kaynak belirtilmeyen
fotoğraflar şahsıma aittir.
* Le Corbusier / Atina Anlaşması
/ YKY/ 2009 / İstanbul
**Alexandre
Vallaury’nin mimarlığını üstlendiği yapının, kuzey kanadında mimar ve
ressam Philippe Bello, güney kanadında da Halil Edhem Bey imar çalışmalarını
yürütmüştür
***İtalyan
mimar Raimondo D’Aronco ile birlikte.
Off! Her önünden geçişimde içim sıkılıyor. Ne olacak? Nasıl olacak? Çok güzel anlatmışsın. Anılarımızı, geçmişimizi değiştirmektir bu. adı üstünde "Dönüşüm"...
YanıtlaSilBu konu çok üzücü gerçekten:(
SilD'Aranco vakfı güzel bir kitap bastırmış geçen gördüm Citysdeki D&R'da. Ne kıymetli varlıklarımız var ama kıymet bilmiyoruz.
YanıtlaSilRaimondo D'Aronco bu açıdan çok şanslı bir mimar. Hakkında çok araştırma ve çok kaliteli kitaplar, hatta birçok sergi yapıldı. Dönem mimarları arasında en çok çalışılan isim sanıyorum. Bu açıdan bakınca biz de şanslıyız; onu yakından tanıyabildiğimiz için. Tabi haklısınız buradaki "biz" belirli bir çoğunluğa tekabül etmiyor ne yazık ki...
SilAslı Hanım
YanıtlaSilProf Dr. Cengiz Can'ın 19. YY İstanbul Levanten Mimarları ve Yapıları'yla ilgili basılmamış bir doktora tezi var. Yoğunlukla Fossatileri, genel olarak 19. yyda İstanbul'da yapı tasarlamış yabancı kökenli ve levanten mimar ve mühendisleri inceler. Vallaury hakkında orada da geniş bilgi vardır. Bilginize...
Teşekkür ederim, teze ulaşabilirsem (tezlere ulaşmak her zaman mümkün olmuyor basılı değilse) muhakkak incelemek isterim doğrusu.
SilAslı hn. katkılarınız ve bilgiler için teşekkür ediyorum ne yazık ki İstanbul'un İstanbul olmasını sağlayan değerler artık 3 boyutludan ziyade, 2 boyuta indirgeniyor gün geçtikçe.. ben İstanbul Güzel Sanatlar Akademisi Grafik Tasarım mezunu olarak bu içler acısı durumu dehşetle izliyorum! ne yazık ki yüce Atamızın çizdiği vizyon Arap etkisinde ki zihniyete eninde sonunda yenilecekti ve de öyle oldu.. İstanbulluğumuzu hatırlatacak bir kaç yapı ve mekan dışında sığınacak İstanbul kalmaması da ileriki endişelerimizden bir tanesi!.. teşekkür ederim
YanıtlaSil