19 Mart 2013 Salı

Abraham Paşa'nın altınları, Vallaury'nin dehası,İstiklal Caddesi'nin Cercle d'Orient'i


“Bir şehrin yaşamı, ona kendine özgü bir karakter kazandıran ve ‘şehrin ruhu’ dediğimiz şeyi meydana getiren yapıtlar veya yapılar gibi maddi eserler aracılığıyla yüzyıllar boyunca görünür kılınan sürekli bir olgudur.
Bu eserler geçmişin değerli tanıklarıdır. Öncelikle tarihsel ve duygusal değerlerinden, ikinci olarak da bazılarının en yüksek insan dehasının eseri olan plastik değerler taşımasından dolayı saygıyı hak etmektedirler.
Bu eserler, insanlık mirasının bir parçasıdır. Onlara sahip olanlar veya onları korumakla görevli bulunanlar, bu yüce mirası, bozulmadan, gelecek yüzyıllara iletmek için her türlü meşru yola başvurma sorumluluk ve yükümlülüğünü taşımaktadırlar.”  
                      
                                                                                                        Le Corbusier*          

Sultan Abdülmecid’in hükümdarlığı döneminde ilan edilen Tanzimat Fermanı’yla (3 Kasım 1839) Osmanlı İmparatorluğu’nda hemen her alanda gözle görülür bir değişim yaşanmıştır. Sosyal ve ekonomik düzenin yenileştirilmesi sanatta da yüzünü göstermiş ve Osmanlı sanatına farklı yaklaşımlar getirmiştir.  Özellikle 19. yüzyılın ikinci yarısında Galata ve Pera çevresinde yapılan mimarî uygulamalar bu farklılaşmanın en açık örnekleri olarak kabul görürler.


Gösterişli sefirlik yapıları, Batı’ya öykünen tiyatrolar, kiliseler, apartmanlar, müstakil konutlar sarar Galata ve Pera’yı. Küçük bir Avrupa modeli gibidir artık bölge.


Yine bu dönemde Osmanlı’nın eski şaşalı günlerine vurgu yapmak gereği hissedilmektedir. Siyasi ve askeri alanda hızlı bir çöküş yaşansa da görüntüyü kurtarmak adına imar faaliyetlerine hız verilir. Mimari ihtişam gücün, zenginliğin bir yansıması olarak kabul gördüğünden, özellikle anıtsal yapıların arttırılması konusunda yüreklendirilir. 


Beyoğlu’nun kozmopolit yapısına uygun olarak dönemin neredeyse bütün mimarları da azınlıklara mensup isimler ile yurt dışından gelen mimarlardan oluşmaktadır. Üstelik bu mimarlar yalnızca Beyoğlu’nun imarı ile ilgilenmezler bütün İstanbul’u baştan başa saran eserlerle donatırlar. 


                                    Resim: http://www.martidergisi.com/istiklal-muhafizlari/

                               Cercle d'Orient ön cepheden kabartma detay.


Alexandre Vallaury...

Bu mimarlardan biri olan Alexandre Vallaury bu yazının esas adamı… Mimarımız , 2 Nisan 1850 tarihinde İstanbul’da hayata merhaba dedi. Dedesi yüzyıl başında Fransız elçiliğinde görevli olarak İstanbul’a gelmiş, görev süresi bitince de Beyoğlu’na yerleşmişti.  Alexandre Vallaury’nin babası ise dönemin en ünlü pastacılarından biriydi. “Cafe Vallaury” günümüzün Çiçek Pasajı’nın bitişiğindeydi. Zaman zaman saraya bile pastalar, tatlılar Cafe Vallaury’den sipariş edilirdi.


Fransız kökenli Levanten ailenin oğlu olarak Alexandre, mimar olmak istiyordu. Bu amaçla çağının en iyi mimarlık okulu olarak gösterilen Ecole Nationale Superiure des Beaux Arts’a başvurdu. Çizimlerini yolladı, mektuplar yazdı ve sonunda kabul edildi. Eğitiminin ardından da ölene dek yaşayacağı İstanbul’a geri döndü.


İstanbul’da sanatçıları bir araya getiren derneklerin kurulmasına öncülük etti. Çeşitli sergilerde çizimlerini dönemin tanınmış sanatçılarıyla beraber sergileme imkânı buldu. Bu arada Osman Hamdi Bey ile tanıştı. Osman Hamdi Bey’in vasıtasıyla ilk güzel sanatlar okulu olan Sanayi-i Nefise Mekteb-i Âlisi binasının  projesi kendisine verildi. Daha sonrasında ise aynı kurumda mimarlık bölümünün başına getirildi ve böylece ilk Fenn-i Mimari Muallimi oldu. Vallaury, 2 Mart 1883’de başladığı görevini 25 yıl sürdürdü. Bu sürede mimarlık eğitimini akademik bir disiplin haline getirmeyi başardı. 10 Ağustos 1908 tarihinde istifa ettiğinde ardılı Mongeri, onun kurduğu eğitim sistemini aynı şekilde sürdürmüştür.   

                                                Resim: http://www.archmuseum.org/Gallery/Photo_12_3_alexandre-vallaury.html#

  Sanayi Nefise Mektebi'nin akademik kadrosu.En önde ortada Alexandre Vallaury görülüyor.


Alexandre Vallaury, kısa sürede döneminin başarılı ve saygın mimarlarından biri olarak tanındı. Erken dönem eserlerinde Paris’te aldığı eğitime paralel biçimde plan ve işlev bütünlüğüne önem verdi ve eklektik üslubu eserlerine yansıttı. İlerleyen süreçte benimsediği mimarlık ilkelerini, Osmanlı anıtsal yapılarından ve geleneksel Türk konut mimarisinden aldığı öğelerle kaynaştırıp daha kullanışlı ve özgün eserler yaratma gayesinde oldu. Pera Palas Oteli, Osmanlı Bankası Genel Müdürlüğü, Müze-i Hümayun (İstanbul Arkeoloji Müzesi)**, Décugis Evi, Union Francaise, Cafe Lebon (Markiz Pastanesi), Cercle d’Orient, Duyun-u Umumiye (Günümüzde İstanbul Erkek Lisesi), Mekteb-i Tıbbiye-i Şahane (Günümüzde Marmara Üniversitesi Tıp Fakültesi)***,Hidayet Camisi (Eminönü), Abdülmecit Efendi Köşkü, Büyük Ada Rum Yetimhanesi,... gibi İstanbul’un tarihine ve güzelliğine derin izler bırakan yapılar da kendisinin imzasını taşımaktadır. 


                                 Resim: http://v2.arkiv.com.tr/p988-osmanli-bankasi-muzesi.html#ph
                                  Osmanlı Bankası Genel Müdürlük Binası / Karaköy

Esasen yapıları böyle sayınca bir mimarın ne denli önemli olabileceği gözden kaçabilir. Ancak Vallaury bazı eserlerinde ciddi bir çözümleme ve arayışa gitmiş; ortaya koyduğu eserler çoğu zaman bir ilki oluşturmuştur.  Bunun en güzel ifadelerinden biri Karaköy’deki Osmanlı Bankası Genel Müdürlük binasıdır.  Bina işlevi açısından Osmanlı’nın ilk yapılarından biridir. Ve kendisinden sonra yapılan iş yerleri için model olmuştur. Ayrıca günümüzde müzedir. Gidip görüldüğünde içine ayrı, dışına ayrı, penceresinden görünen Haliç’e ayrı hayran olunmaktadır.
Resim: Siyah beyaz fotoğraflar;  http://www.archmuseum.org/Gallery/Photo_12_3_alexandre-vallaury.html?Page=5# 

 Büyük Ada Rum Yetimhanesi  değişik cephelerden  görülüyor. Renkli fotoğrafta, sol tarafta ağaçların içinde tek başına yükselen devasa yapı, sağda da bendeniz.

Vallaury’nin ilginç çalışmalarından biri de Büyük Ada Rum Yetimhanesi’dir. Otel olarak yapılan bina devasa ölçüleriyle dikkate değerdir. Tamamen ahşap malzemeyle gerçekleştirilen yapı, mimarlık tarihçileri tarafından Vallaury’nin dehasının elle tutulur hale gelmesi olarak yorumlanır. Zira yapı hem sanatsal açıdan bir şaheser, hem de dünyadaki birkaç abidevi ahşap yapıdan biridir.

Cercle d’Orient,  Büyük Kulüp ya da Emek Pasajı…


Vallaury’nin Beyoğlu’na kazandırdığı en önemli yapılardan biri Cercle d’Orient…Yani 7 Aralık 2012 tarihinde son birkaç mağazası da kapanan o devasa bina. Hani şu kapısının üzerinde kocaman SESAM yazan, Rüya Sineması’na ev sahipliği yapıp, Emek Sineması’na kol kanat geren, İnci Pastanesi’ni yıllarca bağrında taşıyan yapı.

                                            Resim: http://www.mimdap.org/?p=33955
                                         Cercle d'Orient / İstiklal Caddesi


İstiklal Caddesi’nde bir asırdan fazladır ikamet eden binayı bilmeyen yoktur. Olmamalıdır. Onu caddeden geçerken görmemezlikten gelemezsiniz, çünkü caddenin en devasa boyutlu birkaç yapısından biridir. Hayatı boyunca hiç Beyoğlu’na yolu düşmemiş insanlar bile ona muhakkak rastlamışlardır. Kimi zaman eski İstanbul anıları anlatılan bir kitapta, kimi zaman bir romanda, hatta siyah beyaz bir Yeşilçam filminde kaçınılmaz olarak Cercle D’Orient’e yer bulunur. Yine de her zaman bu yazımla karşınıza çıkmaz, muhtemelen Fransızcanın fazla işveli bir dil olma durumu sebebiyle “Serkldoryan” olarak kullanımı yaygındır. Bunun yanı sıra sıklıkla  “Büyük Kulüp” ya da son dönemlerdeki gibi “Emek Pasajı” olarak nitelendirilmişliği de vardır.  


                            Cercle d'Orient giriş cephesi detayı. Mart/2013

 Bu kocaman binayı dönemin Grande Rue de Pera silüetine ekleyen kişi diplomat ve sarraf Abraham Paşa.  Katolik Ermeni kökenli olan Abraham Paşa,  Sultan Abdülaziz’in yakın dostlarından biri olarak başkentin tanınan simalarından. Abraham Paşa, zamanının en varlıklı ve debdebeye düşkün siyasi kişiliği olarak tanınıyor. 


Serveti dudak uçuklatan ve hatta sarayı rahatsız eden Abraham Paşa, Cercle d’Orient için hiçbir masraftan kaçınmıyor. Öncelikle dönemin en iyi mimarlarından biri olan Alexandre Vallaury ile anlaşıyor. İnşaat harcamaları bir tarafa, İngiltere ve Fransa’dan gelecek son moda mobilyalara binlerce altın saçıyor.  Ve 1884 yılında yapı tamamlanıyor. Bina kullanıma hazır hale gelince daha çok kalburüstü Gayrimüslim Osmanlı vatandaşları ve İstanbul’da yaşayan Avrupalı üyeleri bulunan bir dernek ya da kulüp olan Cercle d’Orient faaliyetlerini burada sürdürmeye başlıyor. Toplumsal yaşamda aktif rol üstlenen kulüp, kendisinden sonraki benzer sosyal yapılara da örnek olmuştur. Cumhuriyetin ilanından sonra “Büyük Kulüp” adını alan Cercle d’Orient Osmanlı paşalarından, bilim adamlarına, ünlü siyasetçilere kadar birçok tanınmış ismi çatısı altında toplamayı başarmıştır.    


           
                                   Cercle d'Orient ön cephe, "dönüşüme" hazırlık...Mart/2013

Cercle d’ Orient, yapı olarak dört katlı olarak düzenlenmiştir. İlk iki kat pasaj olarak tasarlanmış ve sade bir mimari uygulama tercih edilmiştir. Kulübe tahsis edilen diğer iki katın ise daha görkemli bir anlayışla şekillendirilmesi söz konusudur.  Bugün Emek Sineması’nın olduğu alan binanın ilk dönemlerinde kulübün bahçesi olarak kullanılmıştır. 


Bir “kentsel dönüşüm” hikayesi…


Bugünlerde Cercle d’Orient başka bir sürece giriyor. Sürecin genel başlığı “kentsel dönüşüm”…Aslında bu yeni bir durum değil, binanın başına gelecekler 2005 yılından beri üç aşağı beş yukarı tahmin ediliyordu. Birkaç ay önce binanın zemin katındaki son birkaç dükkan da boşaltıldı. Bunlardan biri de 1944 yılından beri hizmet veren İnci Pastanesi’ydi. İnci Pastanesi, binayı boşaltma emri ilk geldiğinde sessiz sedasız toparlanıp gitse çok daha az insanın haberi olacak, akşam haberlerinde, sosyal medyada muhtemelen hiç yer bulamayacaktı. Fakat İnci, son ana kadar bekledi. Ve zorla boşaltılması, raflarının özensizce sökülmesi, camekanlarına gazeteler yapıştırılması, önünde bekleyen polis otobüsüyle dramatik bir etki yarattı…Yine de az sayıda belleksiz kalabalıkta bu da kaynadı gitti…


Son birkaç gündür Cercle d’Orient’ın önünde bir inşaat iskelesi yükselmeye başladı. Umutlar binanın en azından dış cephesinin korunması yönünde olsa da hızla belirsiz bir akıbete yol alındığının çevredeki esnaf bile farkında.  Neticede Cercle d’Orinet’ın hemen yanında yükselen bir Demirören Alış Veriş Merkezi örneği ne yazık ki hem biçim hem de içerik yönünden iyi bir referans değil. Beyoğlu’nu Beyoğlu yapan eğlence ve alış veriş merkezi olmasından çok daha fazlası. Bütün karakteristiği ve yaşanmışlığıyla İstiklal Caddesi bir tarih sahnesinin gerçek bir uzantısı. Günümüzde İçinden geçenlerin çoğu bunu fark edemiyor olsa da…. 




Kaynakça, notlar, tavsiyeler: Alexandre Vallaury ve eserleri hakkındaki en önemli ve kapsamlı çalışma Prof. Dr. Mustafa Servet Akpolat’ın “Fransız Kökenli Levanten Mimar Alexandre Vallaury” başlıklı doktora çalışmasıdır. Bu çalışma benim yazımın da temel kaynağını oluşturmuştur. Mustafa Cezar’ın “Sanatta Batıya Açılış ve Osman Hamdi” isimli eserini dönemi merak edenlere kaynak olarak önerebilirim; çok kapsamlı olmasa da Vallaury’i de kitapta bulmak söz konusudur. Doğan Kuban’ın “İstanbul Bir Kent Tarihi: Bizantion, Konstantinopolis, İstanbul” isimli kitabı da tavsiyemdir; yalnız adından anlaşılacağı gibi oldukça geniş kapsamlıdır. 20. yüzyıl mimarlığına yön veren mimar ve şehir planlamacısı Le Corbusier’nin “Atina Anlaşması” adlı kitabı modern şehirciliğin olmazsa olmaz bir kaynağıdır.  Cercle d’Orient için çeşitli mimarlık sitelerini ve yapı haberlerini inceledim. Bunlardan birkaçına ulaşmak için buraya, buraya ve buraya bakabilirsiniz. Vallaury ve eserlerine internet üzerinden ulaşmak isteyenlere de bu adresi verebilirim: www. mimarlıkmuzesi.org . Son olarak altında kaynak belirtilmeyen fotoğraflar şahsıma aittir.  




     * Le Corbusier / Atina Anlaşması / YKY/ 2009 / İstanbul

**Alexandre Vallaury’nin mimarlığını üstlendiği yapının, kuzey kanadında mimar  ve ressam Philippe Bello, güney kanadında da Halil Edhem Bey imar çalışmalarını yürütmüştür

***İtalyan mimar  Raimondo D’Aronco ile birlikte.  




7 yorum:

  1. Off! Her önünden geçişimde içim sıkılıyor. Ne olacak? Nasıl olacak? Çok güzel anlatmışsın. Anılarımızı, geçmişimizi değiştirmektir bu. adı üstünde "Dönüşüm"...

    YanıtlaSil
  2. D'Aranco vakfı güzel bir kitap bastırmış geçen gördüm Citysdeki D&R'da. Ne kıymetli varlıklarımız var ama kıymet bilmiyoruz.

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Raimondo D'Aronco bu açıdan çok şanslı bir mimar. Hakkında çok araştırma ve çok kaliteli kitaplar, hatta birçok sergi yapıldı. Dönem mimarları arasında en çok çalışılan isim sanıyorum. Bu açıdan bakınca biz de şanslıyız; onu yakından tanıyabildiğimiz için. Tabi haklısınız buradaki "biz" belirli bir çoğunluğa tekabül etmiyor ne yazık ki...

      Sil
  3. Aslı Hanım
    Prof Dr. Cengiz Can'ın 19. YY İstanbul Levanten Mimarları ve Yapıları'yla ilgili basılmamış bir doktora tezi var. Yoğunlukla Fossatileri, genel olarak 19. yyda İstanbul'da yapı tasarlamış yabancı kökenli ve levanten mimar ve mühendisleri inceler. Vallaury hakkında orada da geniş bilgi vardır. Bilginize...

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Teşekkür ederim, teze ulaşabilirsem (tezlere ulaşmak her zaman mümkün olmuyor basılı değilse) muhakkak incelemek isterim doğrusu.

      Sil
  4. Aslı hn. katkılarınız ve bilgiler için teşekkür ediyorum ne yazık ki İstanbul'un İstanbul olmasını sağlayan değerler artık 3 boyutludan ziyade, 2 boyuta indirgeniyor gün geçtikçe.. ben İstanbul Güzel Sanatlar Akademisi Grafik Tasarım mezunu olarak bu içler acısı durumu dehşetle izliyorum! ne yazık ki yüce Atamızın çizdiği vizyon Arap etkisinde ki zihniyete eninde sonunda yenilecekti ve de öyle oldu.. İstanbulluğumuzu hatırlatacak bir kaç yapı ve mekan dışında sığınacak İstanbul kalmaması da ileriki endişelerimizden bir tanesi!.. teşekkür ederim

    YanıtlaSil