18 Eylül 2022 Pazar

Zeytin Çiçeğinin Gölgesinde: IASOS

Sürekli Bodrum'un bir uzantısı olduğu düşünülen ve sanal alemde şiddetle Bodrum kütüğüne kayıtlı olduğu iddia edilen Milas'tayız. İlk bakışta fazla şehirleşmiş, hatta komşuları kadar da maviden ve yeşilden nasiplenmemiş mi? O halde kemerlerinizi bağlayın. Kalbinizi Ege'ye mühürlemeye, anasonu yıldızlı gecelerden süzmeye, Akdenizli tanrılara adanmış şenliklerin hikayelerini dinlemeye, Argoslu kolonistlerin yüzdüğü sularda yüzmeye IASOS'a gidiyoruz. 


Milas yazısı yazmadan, Milas'ın Venüs'ünü yazmak istedim. Aceleciliğim için affınıza sığınıyorum. Lakin henüz hava güzelken, sahiller tatilcilerin telaşlı nüfusundan arınmışken yola düşme ihtimalinizi güçlendirmek gayesindeyim. Şimdi Milas merkez normal olarak, apartmanlar ve trafik ışıksız kavşaklarıyla ön izlemede pek ümit vermiyor farkındayım. Öte yandan burada kahverengi tabela bolluğu içinize bir ferahlık verecek. İşte şimdi o tabelalardan Iasos ya da Kıyıkışlacık yazanı takip ediyorsunuz. Merkezden 30 kilometre kadar araba kullanıyorsunuz. Yol biraz viraj, oldukça orman. Akşam dönecekseniz ışıksız ve ıssız olduğunu unutmayın, önünüze tam seçemediğiniz güzel kürklü hayvanlar çıkabilir.  Bu küçük hatırlatmadan sonra Iasos Antik Kenti'nin önüne kadar kontağı kapatmayın. Dar bir koyun ucuna gelip nazar boncuklu IASOS yazısını görünce rotanızı şaşırmadığınıza emin olacaksınız. 




Bugün haritalarda gördüğümüz Kıyıkışlacık yerleşimi antik Iasos kentinin üzerinde yükseliyor. Yol boyu şehrin 5000 yılı aşan engin tarihinden izler görmeniz şaşırtıcı değil.  Az önce arabanızı park ettiğiniz Iasos tabelasının solunda uzanan küçük yarımadada 1960'tan bu yana arkeolojik çalışmalara devam ediyor. Şimdilik girişinde MüzeKart sormuyorlar. Zeytin ağaçlarının cılız gölgesinde güneş tenimi yakarken giriyorum Iasos'un kalbine. Siz de beni takip edin olur mu? Uzun zamandır kurulan bir yolculuk hayali, Iasos'un boule'sinde soluklanıyor nihayet. Küçük bir parantez açayım boule/ bouleuterion gezginler tarafından genellikle odeon ya da tiyatro zannedilen meclis yapılarına verilen isim. Iasos'un boule'si Roma dönemine tarihleniyor. Şehrin yöneticilerinin toplandığı bu alanda kim bilir kaç temsilci Argos soylu olmakla övündü diye düşünmeden edemiyorum! 
Iasos coğrafya kitaplarında Mora Yarımadası olarak tescillenen, biraz tarihe ilgi duyanların Peloponez olarak hafızalarında yer eden bölgedeki Argoslu denizcilerden bize kalan bir hediye. Şehrin ilk çivisini çakan Argoslular olsa da Karyalılar, Helenler, Romalılar, Bizanslılar derken yolu Ege kıyısına düşen her uygarlığın izi var burada. 
Kendi parasını basan şehirde, boule'ye geçip oturdum diye sadece boule var sanmayın. Bir devrin mamur ve muasır Iasos'u iki sıra surla çevrelenmiş, halkının güvenliğini garanti altına almak istemişti. Başta söylemem gerekeni şimdi söyleyeyim Iasos surların inşa edildiği MÖ 479-334 yılları arasında bir adaydı. Bu nedenle surlar bir adaya göre inşa edilmiştir. İç surlardaki kapılar bir ölçüye kadar muhafaza edilmişken, dış surların pek bir izini göremeyiz. Bunu biraz 19. yüzyılda İstanbul'u, özellikle Bebek rıhtımını inşa edenlere borçluyuz. Nereden esti bilinmez, üşenmeyip sur kalıntılarından kullanılabilir durumdaki taşları Boğaziçi'ne taşımak kimin fikriydi acaba?
Üzerinden asır geçmesine rağmen hayıflanıyor insan kaybolanlara ama elimizdekiler de harikulade. Tiyatro yapısının oldukça yakınında Roma çağı konutlarının izleri var mesela, tapınaklar, stoa, agora, çeşme, nekropol şehir gibi şehir işte.  Ayrıca denizin ortasındaki mendirek ve gözetleme kulesi kalıntılarının bugünkü Iasos'a ayrı bir fiyaka kattığına hiç şüphe yok. 

Bölgede tarihsel yolculuk bu kadarla sınırlı değil. Şöyle ki halihazırdaki Kıyıkışlacık 1930'larda kurulmuş bir köy. Daha öncesinde Rumlar'ın tarım ve hayvancılık yaptığı bir yerleşim alanı. Mübadeleden sonra içimizi burkan anılarla yazgısı değişen bölgelerden biri burası da. Şu anki yerleşim binlerce yıllık tarihin üzerinde duruyor kısaca. O nedenle bölgenin farklı noktalarında dikkatinizi çeken birçok kalıntı bulacak ve hepsini görmek üzere sağa çekmek arzusuyla dolacaksınız diye düşünüyorum. Çünkü bu semptomlar bizde de kendini gösterdi. 




Köyün derinliklerine dalmadan rotayı tarihi balık pazarına çevirmek lazım. Binlerce yıl önce Iasos, balıkçılıkla geçinen, balıkçılığın ciddi bir iş olduğu bir yermiş. Kentin o güzelim tiyatrosunda geçen bir Strabon anlatısıyla konuyu biraz daha açayım. Kendi kendine yeten bir balıkçı kıyısı olduğu zamanlarda Iasos'a, ünlü bir müzisyen gelir. Duyuru yapılır, bütün kent sakinleri müzisyeni dinlemek üzere tiyatroya toplanır. Oturacak yer kalmaz, herkes heyecanla müziğe kendini bırakır. Tam bu esnada balık pazarının açıldığını haber veren çan sesi duyulur. Tiyatronun sıraları bir anda boşalır. Geride kalan tek bir yaşlı adama müzisyen kibarca teşekkür edip, herkesin çan sesiyle gitmesine bayağı  bozulduğunu söyler. O ana kadar ağır işiten kulaklarıyla konuyu anlayamayan ihtiyar, çanın çaldığını idrak eder ve balık pazarına doğru gider. Balık Iasos'ta hassas bir konu anlayacağınız. Bugün Balık Pazarı olarak tanımlanan alan buraya ilk keşif gezisi yapan arkeologların yanılgısından kaynaklanıyor. 1960'larda yapılan kazı çalışmalarında günümüzde hala Balık Pazarı olarak adlandırılan mekanın, dört yönü portikoyla çevrili bir Roma Mauseleionu yani bir anıt mezar olduğu anlaşılmıştır. MÖ 2. yüzyılda yapılan mausoleion, bulunduğu yıllarda ayağa kaldırıldığı için oldukça iyi durumda. Üstelik bölgedeki kazılardan çıkan eserlerin bir kısmı burada sergileniyor. "Balık Pazarı" hem mimari yapısı, hem içindeki eserler, hem de ağaç gölgeli doğal klimalı haliyle tam bir açık hava müzesi. 




Artemis'in, Zeus'un, Demeter'in yollarında yorulup, Bizans'ın ruhani evrenine kadar uzanabileceğiniz Iasos'ta tarihte gezinmek ne kadar zevkli olsa da turkuaz deniz hep arka planda açık bir şarkı gibi ritmine kapılmanızı istiyor. Direnmenin anlamı yok, mayolar giyilecek, zaten sürekli kullandığımız koruyucular sürülecek, direksiyon Zeytinlikuyu Plajı'na kırılacak. Eğer günün erken bir saatiyse bu güzelliğe koca bir ıslık çalınacak, belki laf bile atılacak. İlerleyen saatlerde kalabalık olduğundan bütün övgüyü sabahın erken saatine sakladım. Zeytinlikuyu Plajı, büyük bir koyun uç kısmında konumlanıyor. Öyle geniş bir denize girme alanına sahip değil. Belediye hasır şemsiyeler koymuş ama çadır atanlar 24 saat orada olduklarından şemsiyeleri ele geçirmiş durumda. Çadır ve karavan severlerin de tercihi ama öyle geniş bir alan yok. Buna uygun altyapı olduğunu da söylemek güç. Bir uçta küçük, 70'lerde çekilen yazlık filmlerde gördüğümüz plaj otelleri var. Şezlong-şemsiye kiralayıp buralardan da denize girilebilir. Biz bu otellerin birinde kalmayı seçtik. Hem denize girme, hem çevreyi keşfetme açısından. Aslında Kıyıkışlacık'ta biraz dolaşsanız Elizabeth Taylor'ın gözleri kadar güzel renkli koylar göreceksiniz. Maalesef birçoğu zamanında bir takım sitelerce parsellenmiş. İnsan kıytırık bir yazlık sitenin kendine ait koyu olmasına güceniyor. Su Villaları Koyu, Plaj Güzel bunlardan bazıları. Fakat sandalyenizi, şemsiyenizi alıp, Zeytinlikuyu'dan Milas'ın aksi istikametine doğru sürerseniz gerçekten geldiğinize değecek plajlara kavuşacaksınız. Bazı durumlarda toprak yola tahammül etmeniz, hatta yer yer off-road yapmanız gerekirse bana çok kızmayın. Köylülere sorun en güzel tarif ediyorlar. 



Antik yollarda yüründü, lacivert denizde yüzüldü sırada kadehinize ay ışığı düşen sofraların da sırası nihayet geldi. 
Kıyıkışlacık'ın merkezinde, bir tarafı antik Iasos diğer tarafı koy olan bölümde, koya doğru geçip, ilerleyerek gönlünüze göre bir mekan seçebilirsiniz. Biz Adnan abinin (orada abimiz oldu kendisi) mekanı İskele'yi tercih ettik. Her akşam da buraya gittik, böyle bir müdavimlik de görülmemiştir yani.
İskele gündüz kapalı gibi görünebilir fakat aslında açık. Belediye gölgelik yapmak üzere şemsiyeleri kaldırdığı için Adnan abi gündüz açmamaya karar vermiş. Gündüz gittiğimizde kapalı olduğuna bakmayıp, tabeladaki telefonu aramasaydık o güzel mezeleri, midyeleri, balıkları, köfteleri yiyemeyecektik. Her mekanın müdavimi olan bir yerdeyiz, denizden teknelerle de geliyorlar boş masa bulmak zor olabiliyor. Dolayısıyla İskele'ye yani Adnan abiye gidin, önerdiği her şeyin tadına bakın. Özellikle kendisiyle diyalog kurmanızı tavsiye ederim. Midyeyi bizim alıştığımız gibi una batırmadan pişiriyorlar, güveçte karides efsane. Mezelerin hepsi  o kadar iyi ki hangisini övsem bilemedim açıkçası. Bölgenin zeytinyağından olsa gerek içinde zeytinyağı olan her şey zaten genetik olarak lezzetliydi. 



 Buradaki bütün mekanlar gibi İskele'nin de tuvaleti ve lavabosu yok. Sit alanı olduğu için tuvalet yapılamıyormuş. Köyün en başında böyle portatif tuvalet gibi bir şey dikkatinizi çekecek. Hah işte orası el yıkamak için de kullanabileceğiniz yegane yer. Restoran ve tuvaletsizlik mevzusunu çok paradoksal buldum. Konuya sit alanına zarar vermeden bir çözüm yaratılmalı diye düşünüyorum.
Akşamüstleri Kıyıkışlacık'ın merkezindeki balıkçılarda İstanbul entelijansiyasının önemli bir kısmıyla karşılaşabileceğinizi de unutmayın. Bunu niye söylüyorum belki çantanızdaki kitabın sahibi yan masada kadeh kaldırıyordur. İzlenimlerime göre rakı masasında kitap imzalamaktan şikayetçi tek bir yazar/ şair de olmadı doğrusu. En azından Iasos semalarında. 




Veda Busesi 
Yazı final sahnesine geldiğine göre Iasos'la Kıyıkışlacık'ın aynı yer olduğunu tekrar belirteyim. Ben Iasos'a çok gitmek isteyip hep teğet geçenlerdenim. Bir gün Ege kıyısına konmak isteyen bir bünye olursam, galiba Iasoslu olmak isterim. Hoşça kal Iasos, viva Karya, bekle beni yine geleceğim!



Hiç yorum yok:

Yorum Gönder