İstanbul’un sanatı zanaatla birleştiren ustaları atölyelerinde sese hayat vermek gayesiyle sazlar üretir. İstanbullu sazların hoş sedası yelkenleri doldurur, denizleri aşar, nihayetinde uzak kentlerin insanlarını da sarıp sarmalar. Ve illa ki herkes bu melodilerin izinde, İstanbul sahnesinde buluşur.
İstanbul
binlerce yıldır kapalı gişe oynayan bir müzikalin yaratıcısı. Her sabah kendi
müzikalini sahneye koyan, her yeni günde bitmek tükenmek bilmeyen ritmine yeni
sesler ekleyen, martılarından vapurlarına, ezanlarından çanlarına, Asya’dan
Avrupa’ya erişen müziğin binlerce yıllık sahibi İstanbul.
Yüzde Yüz Türk Markası Cümbüş
Şehrin
tınılarına hükmeden enstrümanların peşinde, ilk olarak cümbüş karşıma çıkıyor. Cümbüş Kaliforniya Üniversitesi’nde tez konusu olmuş,
Pink Floyd’un solisti ve gitaristi David Gilmour’un konser performansıyla dünya
müzik çevrelerinde adından söz ettirmeyi başarmış bir saz. Cümbüşün
alametifarikasını konuşmak üzere Cümbüş Müzik’in dördüncü nesil temsilcisi
Fethi Cümbüş’le Unkapanı’ndaki mağazalarında bir araya geliyoruz. Fethi Bey’den
cümbüşün serüvenini dinliyorum: “Büyük dedem Zeynel Abidin Bey
1920’li yıllarda cümbüşü tasarlıyor. 1930’da Atatürk’ün huzurunda cümbüş
çalıyor ve Atatürk çok neşeli bulduğu bu alete cümbüş yakıştırmasını yapıyor.
Böylece sazın adı cümbüş oluyor. ” Fethi Bey cümbüş yapımında her ne kadar
teknolojik destek alınsa da el emeğinden vazgeçilemeyeceğini bunun sazın
doğasına uygun olmadığını belirtiyor ve ekliyor: “Dünyada iletişimin
artmasıyla farklı seslerin birlikteliği artık daha olanaklı. Bu nedenle
İstanbul’da üretilen bir enstrüman dünyanın bambaşka köşesinde karşınıza
çıkabiliyor. Cümbüşün sağladığı avantaj Batı müziğine de uygun akort imkanı
sağlaması.”
Boydan boya cümbüşler ve akla gelebilecek envai çeşit sazların çepeçevre
salındığı mağaza duvarında Zeynel Abidin Bey’in kalabalık bir grupla göründüğü
siyah beyaz bir fotoğrafla cümbüşün icat edildiği yılları düşünüyorum.
Kanun Ustası
Yeni
adresim İMÇ’ndaki usta kanun yapımcısı Kenan Özten’in atölyesi. Vitrinde
olağanüstü işçilikle göz dolduran sedef kakmalı kanun doğru yere geldiğimin bir
habercisi gibi. Müzikle iç içe bir ömür süren Kenan Bey kanuna getirdiği devrim
niteliğindeki mandal sistemiyle tanınıyor. Türkiye’den ve dünyadan ünlü
sanatkarlar Kenan Özen imzalı bir kanuna sahip olmak için sıraya giriyor. “Kanun sabır ve özen ister. Bütün dünyaya kanun yapıyorum ama sanatımdan
ödün vermiyorum.” diyor İstanbul beyefendisi tavrıyla. Kendisine
başvuran herkese yol göstermeye çalıştığına değinen Kenan Usta zanaatın
İstanbul’la ilişkisini de şöyle değerlendiriyor: “İstanbul’da el
işçiliği şehrin kozmopolit yapısı üzerinde yükselir bu nedenle bütün şehre
yansıyan çok renklilik enstrümanlara da yansıyor.” Unkapanın’dan
ayrılıp zillerin parlak ve şıkırtılı alemine doğru ilerliyorum.
Oscar’lı Ziller
Ünü
kıtaları aşmış Türk zillerini konuşmak üzere Bosphorus Cymbals’ın üç ortağından
İbrahim Yakıcı’yla Sultangazi’deki üretim merkezinde buluşuyoruz. İbrahim Bey
ve iki ortağının zillerle tanışması çocuk yaşta çırak olarak girdikleri
atölyede gerçekleşiyor. İbrahim Bey Türk zilinin şöhretini “anavatanının bu topraklar olmasıdır.”
diyerek özetliyor. Türk
zillerinin yüzlerce yıllık bir mazisi var ama tarihte onu ilk formüle eden kişi
Avedis Zilciyan. Zilciyan ailesi
yüzlerce yıl Avedis Zilciyan’ın hoş tınılar yaratan formülünün tek sahibi
olarak İstanbul’da zil üretti. Çağımızda
bu sırrı bilen çok az insan var. İbrahim Bey’e gizli formülü ve zil yapımında
el işçiliğinin önemini vurguluyor: “Bosphorus’un en önemli özelliği
üretimin tamamen el işçiliğiyle yapılması. Zilin hammaddesi olan bronz
alaşımını fabrikamızda bakır ve kalay eriterek kendimiz imal ediyoruz. Bu
karışımın oranı 850 yıllık geçmişi ile muhtemelen dünyanın en eski sanayi
sırrı. Bizim firmamızda bu sadece firmanın 3 ortağı olan bizde saklanan bir
bilgi.” Türk zilleri müzik camiasında oldukça popüler ama
Bosphorus’un ürünlerinin üç Oscar’lı Whiplash’te kullanılmasının ardından daha
da cazip hale gelmiş. Filmin sektöre katkılarını sorduğumda İbrahim Bey: “Sinema
tarihine geçen bateri ve bateristin başrolde olduğu bir filmde Türk zillerinin
kullanılmış olması dünyada farkındalığı arttırdı. Profesyonelce bu işi yapan
davulculara ve yeni başlayanlara Türk zilinin piyasadaki önemini gösterdi.”diye yanıtlıyor.
Neye adanmış ömür
Kor ateşin
kucağında biçim verilen zillerin ardından İstanbul’un manevi evreninde
yankılanan seslere kulak verme zamanı geliyor. Beşiktaş’ta İstanbul’un en büyük
ney atölyelerinden olan Mehmet Yücel Usta’nın Ney Yapım Merkezi’ne ulaşıyorum.
Hayatı boyunca farklı müzik aletleri üreten, Ege Üniversitesi Devlet Türk
Musikisi Konservatuarı’nda dersler veren Mehmet Yücel, ney konusunda gerçek bir
üstat olarak kabul ediliyor. Yücel Usta kamışı geleneksel yöntemlerle
işlediğini ve en ince detayına kadar her bölümünü tek başına yaptığını ifade
ediyor ve :“Ney sıradan bir çalgı değil, ilâhî güçle irtibât sağlayan bir katalizördür. Bu yüzden îtinâ ve hürmet ister” diyor.2005’ten bu yana atölye çalışmalarını
İstanbul’da sürdüren üstat şöyle bir ayrıntıya değiniyor: “ Şu anda dünyanın 53
ülkesinde neylerim üfleniyor ve yaklaşık 30 ayrı ülkenin insanları ney
almayaatölyeme geliyor.”KendisiniTürk Müziği neferi olarak tanımlayan Yücel
Usta neyle ilgili her türlü bilgiyi paylaşmayı görev edinmiş. Bu doğrultuda
atölyesi her zaman dolup taşıyor. Ayrıca sürekli güncel tuttuğu web sayfasıyla
da neyin merak edilenlerine ışık tutuyor.
Gönül sesinden ud
Ortasından
deniz geçen şehrin Anadolu kıyısına iniyorum. Kadıköy’ün işlek sokaklarından
birine açılan atölyesinde, ud üstadı Ramazan Calay’ı ziyaret ediyorum.
Zanaatında yirmi yılı geride bırakan Ramazan Usta halihazırda piyasada ud yapan
dört usta yetiştirmiş. Bu işi gönülden yapmak isteyenlere hala elvermeye devam
ediyor: “Kapım herkese açıktır. Enstrüman yapımı zamana dair bir
olgudur.Ağaca dokundukça hisseder,hissettikçe kendinizden bir şeyler katarsınız.”Balkanlar’dan
Ortadoğu’ya kadar uzanan coğrafyada Ramazan Usta’nın elinden çıkan udlarla
karşılaşmak mümkün. Ramazan Usta bu ilgiyi Türk Müziği’nin zenginliğine
bağlıyor: “ İstanbul kültürlerin buluştuğu sentez bir şehir.
Müziğimiz ve ustalığımız da bu sentezin bir ürünü. Bu nedenle bizim sazlarımız
insanı virtüöz yapar. Bugün Ortadoğu’ya da gitseniz en iyi icracılar Türk
altyapısına sahip olan enstrüman isterler.”
Ud
atölyesinin odun kokan ortamından Kadıköy İskelesi’ne doğru yürüyorum. Az sonra
Boğaz’ın serin sularına açılan vapurun sesine vapur müzisyenlerinin şenliği
katılıyor. Gitara küçük bir mızıka eşlik ederken, bütün yolcular fevkalade bir
koroya dönüşüyor. Gerçek virtüözün İstanbul’un ta kendisi olduğunu
hissediyorum.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder