19 Kasım 2017 Pazar

Dört kapılı, ilahi kent: İznik

Kuşların kanat çırpışını, sonbaharda dökülen yaprakların sakin hışırtısını duyarak, sazlıkların sonsuz ve yumuşak bir müzikle titreştiği bir göl kenarında yürümek...Surlarla kuşatılacak kadar değerli, kutsal kararlar alınacak kadar uhrevi, imparatorluklara başkent olacak kadar önemli bir kent. Güneşin kızıllığına hapsolan sokaklardaki ebedi hüzünle, ilahi ve dünyevi takvimde unutulmuş İznik... 


Derler ki "Zeytin bütün ağaçların ilkidir", zafer, akıl ve barışla özdeşleşen muazzam bir ağaç. Efsaneler çağında bütün zeytin ağaçlarını Athena'nın yarattığına inanılır. Gerçekten de bir antik şehirde Athena'ya ait bir tapınak varsa orada mutlaka bir zeytin ağacı görürsünüz. Kutsal tesadüfler de olmasa hayat çok renksiz olurdu...İşte İznik'e girerken yolun iki yanında, olanca zarafetiyle bütün ufku kaplayan zeytinlikler eşliğinde aklımdan bunlar geçiyor. Aracı müsait bir yere park edip zeytinlerin arasında dolaşmaya başlıyorum. Köylüler erken hasat için çalışıyor. Yerlere örtüler serilmiş, sepetlere, kasalara zeytinler yüklenmiş. Havada tarif edilemez bir sessizlik asılı duruyor. Deklanşör dışında çıt çıkmıyor zeytinlikte. Herkes ağaçları rahatsız etmekten çekiniyor adeta.



Zeytinlikten ayrılıp tarihi surların içinden kadim şehre giriyoruz. Kalacağımız göl kıyısı oteli bulduktan sonra İznik'i adımlamaya başlıyoruz. Dünya üzerinde yürüyerek gezilecek şehirler vardır ya İznik kesinlikle bunlardan biri. Elinize bir harita alıp, görmek istediğiniz yerleri işaretleyin ve ilerleyin. Birbirini kesen Kılıçarslan ve Atatürk Caddesi bu küçük kentin ana yolunu oluşturuyor. Diğer tüm sokaklar bu iki caddenin çevresinde konumlanıyor. 


Bizans İmparatoru Büyük Konstantin, Hıristiyanlığı resmi din yapacağı sıralarda (M.S.325) bazı konularda uzlaşma sağlamak üzere dönemin önde gelen teologlarını ve din adamlarını İznik'te topladı. Böylece kutsal metinler dört İncil olarak kabul edildi ve Paskalya gibi önemli bayramlar belirlendi. Bu sayede çağın Nikaia'sı Hıristiyanlık için kutsal bir mana kazandı. Büyük konsil 787'de yedinci kez yeniden Nikaia'da buluşunca kentin ilahi karakteri perçinlenmiş oldu. Hıristiyan Bizans da, gücüne ve imana yakışır şekilde, çağın ruhuna uygun olarak, Ayasofya'yı Nikaia'ya armağan etti. 
  


Mukaddes bir yazgıyla mühürlenmiş İznik'in asırlar boyu en ünlü yapısı Ayasofya'sı. Uzun yıllar müze olarak korunmasının ardından restore edilip camiye dönüştürülen yapı hala Hıristiyanlar için özel bir değer atfedilen mekanlardan biri. Üç nefli  bazilika yıllara meydan okurcasına İznik'in tam kalbinde yer alıyor. Görmemek, görüp de içine girmemek imkansız. Ayasofya'nın çarpıcı geçmişine karıştıktan sonra İznik'le özdeşleşen çinilerin izini sürüyoruz. Çinicilik bu küçük kenti dünya sanat literatürüne sokmuş bir alan. Yaşam normlarının farklılaşmasıyla gündelik hayatımızın asli unsurlarından biri olmasa da çini hala canlılığını korumaya devam ediyor. Anadolu Selçuklular'dan aldığı mirası geliştiren ve 15.ve 16. yüzyılda zirveye ulaşan Osmanlı çini sanatında İznik özgün bir biçim ve yönteme ulaşmayı başarmış. Bugün Batı'da "Blue Mosque" olarak anılan Sultan Ahmet Camii gibi birçok anıtsal yapının simgesi olan çini panolar, müzelerde ve özel koleksiyonlarda yer alan tabak, kandil, vazo gibi parçalar İznikli zanaatkarların inceliğiyle üretilen eserlerden. Bugün bile sırrı çözülemeyen renklere, kilin zarafet ve sağlamlıkla ulaştığı forma hayran olmamak mümkün değil. İznik'te bugünün çiniciliğini keşfetmek üzere Süleyman Şah tarafından kurulan ve Anadolu'nun ilk medreselerinden biri olan Süleyman Paşa Medresesi'ne sokuluyoruz. Burada çini atölyelerine girip ustalarla sohbet edip, dükkanlarda sergilenen hakiki İznik çinilerinden bir seyahat anısına sahip olmak mümkün. Diğer taraftan kubbelerle ve eyvanlarla çevrili avluda, rayihası havayı zapt eden bir kahveyle mola vermekse paha biçilemez. 






Başlı başına bir açık hava müzesi olan kentte Roma döneminden kalma Antik Tiyatro'ya tepeden bakıyoruz. Zira 15 bin kişilik tiyatro ziyarete açık değil. Gezgin ruhları kucaklayacağı anı bekleyen tiyatrodan ayrılıp 14. yüzyıl Osmanlı mimarlığının seçkin örneği Nilüfer Hatun İmareti'nde soluğu alıyoruz.  Sultan 1. Murat tarafından annesi Nilüfer Hatun adına inşa ettirilen imaret uzun yıllardır müze olarak hizmet veriyor. İznik'te tarih tarih içinde saklanan bir hazine. Kentin biyografisini oluşturan Yunan, Roma, Bizans, Osmanlı medeniyetleri Nilüfer Hatun İmareti'nde bir bir önümüzde beliriyor. Küçücük bir ilçe fotoğraflara, anılara sığmaz oluyor. Derken müzenin bahçesinden doğanın bütün yeşillerini bedeninde taşıyan o ünlü minareyi fark ediyoruz. Müzenin komşusu İznik Yeşil Camii, Erken Osmanlı Mimarisi'nin baş tacı bir yapı. Merkezi bir kubbenin örttüğü kare kubbesi ve firuze-lacivert çinileriyle Yeşil Camii gerçek bir başyapıt.  
Güzel bir günün olmazsa olmazı lezzetli yemeklerle donatılmış bir sofradır. Bizde günün kritiğini yapmak ve şöhreti bütün yurda yayılmış köftelerin tadına bakmak üzere Köfteci Yusuf'a yöneliyoruz. Özellikle Marmara'dan Ege'ye kara yolunu tercih edenlerin aşina olduğu Köfteci Yusuf'un ilk şubesi 21 yıl önce İznik'te açılıyor. Sonrası Köfteci Yusuf'un marka olmasıyla devam ediyor. Bizim favorimiz, köfte ve turşu olsa da burada kırmızı et ve kahvaltı namına ne ararsanız var. İçerisi İznik'in en kalabalık yeri. Uzun saatler açık olmasının, tadın ve güler yüzün bu ilgiyi hak ettiğini söylemek gerek. 
Akşam iyiden iyiye inerken yorgunluğumuzu dindirmek otelimize dönüyoruz. 




Yeni gün İznik Gölü'nün yanı başında, Askania Otel'in keyifli kahvaltısıyla başlıyor. Kahvaltının ardından biraz gölün keyfini çıkarıp yine surlarla kuşatılmış, dört kapılı Nikaia'ya gidiyoruz. Surlar bir devrin en önemli savunma yapılarıysa, kapılar da bahsi geçen devrin mimarlık abideleri. İznik'i çevreleyen surların kapıları da mimari ve sanatsal nitelikleriyle son derece dikkat çekici. Bu kapılardan en ilginci süsleme kuruluşunda gülen ve ağlayan tiyatro maskları bulunan İstanbul Kapı. İznik'in diğer anıtsal kapıları Yenişehir Kapısı, Göl Kapısı ve Lefke Kapısı olarak sıralanıyor. Neredeyse  iki bin yılı devirmiş kapılardan geçip, zamanın usulca aktığı sokaklarda yeni rotamız Orhan Gazi Hamamı. 











Restore edilip bir kültür merkezi haline çevrilmiş hamam yine tarihi mekanda çini dükkanlarıyla buluşmamızı sağlıyor. Hatailer, çintemaniler, güller, kıvrık dallarla bezenmiş mavi beyaz çinilerin dekorunda, Orhan Gazi Hamamı'nın avlusunda bir çay içmek kaçınılmaz oluyor. Kısacık çay arasının ardından Yenişehir Kapısı'nı geçip kentin merak uyandıran yapısı Kırgızlar Türbesi'ne uğruyoruz. Buranın İznik'in fethi sırasında şehit olan Kırgızlar'ın anısına Orhan Gazi tarafından yaptırıldığı sanılıyor. Türbe mimari ve kalem işi süslemeleriyle tarihimizin şaşırtıcı yapılarından olmasının yanında önünde yer alan Kırgız heykeliyle de İznik'in özgün tarihinin tanıklarından. Ayrıca Kırgızlar'ın da bu türbeye hürmet gösterdiği ve İznik'te Kırgız şenlikleri düzenledikleri biliniyor.  





 Veda Busesi

İznik'e İstanbul'dan çıkışta bir kahverengi tabela uzaklığında. Kışın üzerine çöken kömür kokusu bile içindeki  cevheri gölgeleyemiyor. Ama uzak ve unutulmuş gibi; tam tastamam olacakken bir yerlerden dönülmüş gibi. Fazlaca bakıma, biraz süse, lakin en çok geçmişine top yekun sahip çıkmaya ihtiyacı var. Kocaman bir kültür kenti olacağına, üzerinde kimsenin sahiplenmediği bir keder asılı. Üçüncü gelişimde coşkun ve layığınca ol İznik...Bu boynu bükük halin içime dokunuyor çünkü...