24 Kasım 2014 Pazartesi

Huzurlarınızda Zeki Müren!

"Yaz-kış duş almadan kat'iyen yatağa girmez.
 Daima sakal traşını evde kendisi olur. 
Takside olsun, hususide olsun, arabanın daima önünde oturur. 
Sevdikleri ile konuşurken "Hayatım, şekerim, tatlım" tabirlerini çok kullanır. Sevmedikleri ile zaten konuşmaz.
Bedia Muvahhit, Mualla Gökçay, Cahide Sonku, Melahat İçli, Malatyalı Fahri, Nevzat Akay gibi sanatkarların taklitlerini çok güzel yapar. 
Ayak numarası 38'dir, gözlük camı astigmat 1.50'dir. 
Sabah kahvaltısı yapmaz, sabahları sadece bir bardak meyve suyu içer. 
Soğuk yiyemez, yedi senedir dondurma yememiştir. 
Hayatında maydanoz tatmamıştır. 
Gök gürlemesi ile çakan şimşekten vahşi bir zevk alır."  (1956)*  



Zarfı açıyorum, içinden Zeki Müren çıkıyor! Çığlık çığlığa merdivenleri tırmanıyorum. Evde çok fanatik bir Zeki Müren hayranı mevcut:) Daha birkaç ay önce termometre yaz sıcağıyla ağlarken, Bodrum'da Zeki Müren'in evine gitmek üzere yollara düşmüşlüğümüz var:) Neyse iki kardeş davetiyeyi görüp havalara uçuyoruz:) Çok sergi davetiyesi görüp bizi böyle görmeyen annemiz bile halimize şaşıyor:) 




Konumuz Yapı Kredi Kültür Merkezi'nin ev sahipliğinde gerçekleşen İşte Benim Zeki Müren başlıklı sergi. Proje Zeki Müren'in bütün mal varlığını bıraktığı Türk Eğitim Vakfı ve Türk Silahlı Kuvvetleri Mehmetçik Vakfı'nın iş birliğiyle, titiz bir arşiv çalışması sonucu hayata geçirilmiş. Bugüne kadar hiç gün yüzüne çıkmamış fotoğraflar, kostümler, şiirler, desenler, plaklar, mektuplar, filmler ve sonsuz anılarla "İşte Benim Zeki Müren" sanatçıyla ilgili en kapsamlı projelerden biri. Mutluluk ve hüznün renkleriyle geçmişte kalmış bir hayata dokunup, içinden geçiyorsunuz. Söz konusu Zeki Müren olunca bütün o ışıltısına karşın hüzün hep galip geliyor aslında. 


"Bahçevanın Aşkı" isimli kostümüyle Zeki Müren / 1973

Türkiye için bütün zamanların ikonu olarak anılabilecek tek isim hiç kuşkusuz Zeki Müren. İletişim araçlarının radyo ve boyalı basınla kısıtlı olduğu bir dönemde, üstelik alışılmışın dışındaki tarzına rağmen toplumun her kesimi tarafından sevilmiş ve saygı görmüş bir isim. 

  
Hayriye ve Kaya Müren oğulları Zeki ile beraber.


Böyle upuzun biyografi yazmak huyumdur ve de hiç üşenmem. Ancak bu yazı pek o yazı değil. Madem Zeki Müren'in bilinmeyen dünyasına bir sergiyle giriş yaptım buradan küçük küçük fragmanlarla donatacağım bu yazıyı:) Zeki Müren'in harika üslubuyla kendini anlattığı satırlara doyamayacaksınız desem pek iddialı olacak ama doyamayacaksınız:)   

Zeki Müren'in Güzel Sanatlar Akademisi (şimdiki Mimar Sinan Güzel Sanatlar Üniversitesi) Süsleme Sanatları Bölümü Diploması ve desenleri.
 Normalde diplomaları Bodrum'daki evde sergileniyor.

Zeki Müren eğitim hayatı boyunca hep çok başarılı olmuş."Bütün diplomalarım birincilikle..." diye başlayan bir cümlesini okumuştum vakti zamanında. Güzel Sanatlar Akademisi Süsleme Sanatları bölümünü de birincilikle bitirmiş. Azmine ve yeteneğine hayran olmamak elde değil. Zira öğrenciliği sırasında radyodaki görevini de sürdürdüğünü biliyoruz. Akademi eğitimi sonraki yıllarda hep hayatının bir parçası olmuş. O ışıl ışıl, daha önce görülmemiş tarzdaki kostümleri çoğu zaman kendi tasarımı. Hatta akla hayale gelmeyecek sahne dekorları da kendisine ait. Gazinolarda seyirciyle teması daha samimi kılan T biçimli sahne tasarımını da ilk ortaya atan ve uygulayan kişi de yine Zeki Müren.   

Tasarımını kendisinin yaptığı sahne kostümleri ve pabuçlar...Bir devrin alametleri...

Zeki Müren daha Türkiye'de starların, divaların, fenomenlerin ne olduğu bilinmezken star sistemini çözmüş bir kişilik. Nitekim halkla olan ilişkisi, çalışmalarındaki profesyonel tavrı, yaşam tarzı ve bunu sunuş biçimi, her iki cinsiyeti de yansıtan duruşu incelendiğinde ancak çağımızdaki birkaç dünya starıyla mukayese edilebilecek bir yaklaşım sergilediği görülür. 



Semiramis Pekkan, Zeki Müren, Neriman Köksal,Ajda Pekkan
6 Aralık 1967 /  Zeki Müren 36 yaşında!


Yaşadığı çağın çizgi dışı çocuğudur Zeki Müren. Ve bunu kendi tasarladığı kostümlerde, evinin dekorasyonunda, saçında, makyajında bilinçli bir biçimde vurgular. İlginç olan bu naif hatta fazlasıyla zarif gencin hiç yadırganmadan toplumun her kesimi tarafından canı gönülden alkışlanmasıdır. Bu da ancak Zeki Müren tarafından yaratılmış Zeki Müren mucizesiyle açıklanabilir aslında...



Zeki Müren'in kitaplığından küçük bir seçki. 
Yeri değil ama sol tarafta, siyah ciltli kitap ne zamandır aradığım Marlon Brando'nun bizzat kendisi tarafından yazılmış biyografisi:) 
"Hakikaten yeri değilmiş" diyenleri duyuyorum şu an:) 
Ama elimde değil ne yapayım:))




Uzaydan Gelen Prens, Bahçevanın Aşkı,...

"Dinleyicilerin dikkatini sahnede toplayabilmek için yalnız ses kafi gelmiyordu. Bir şeyler yapmak gerekiyordu, bu ne olabilirdi. Zihnimde beliren bu istifhama zamanla çare bulabilir miydim? Ve şu karara vardım: Kısmet olur, okulumdan mezun olup da sahne konserlerime başlarsam, dinleyicilerime öyle yenilikler getireceğim ki, tatlı bakışlarını benden ayıramayacaklar".**

Zeki Müren hayallerini geçekleştirdi. Gerçekten de kendisi sahneye çıktığı zaman salonda çıt çıkmıyordu. Elinden çıkma kostümler ve dekorların bu atmosfere, mükemmel sesi kadar katkısı olduğu muhakkaktı. Işıltısı gözleri kamaştırıyor. İzleyici soluksuz bir seyre dalıyordu. Bu güzel kostümlere , dekorlara, hatta bazen gündelik hayatta giydiği giysilere isimler veriyor ve bu isimleri herkesle paylaşıyordu. 
Kostümlerin ismi de görünümleri kadar dikkat çekiciydi: Beyaz Rüya, Hıçkıran Gitarlar, Uğur Duvağı, İzmir Gecelerindeki Sır, Van Gogh Girdi Rüyama, Uzaydan Gelen Prens bu gösterişli kostümlerden yalnızca bir kaçıydı. 

Mini etekli Uğur Duvağı isimli kostümüyle Zeki Müren /1970

Paris Geceleri isimli kostümüyle Zeki Müren/1979


Zeki Müren Uzaydan Gelen Prens kostümüyle / 1974


Aktör Zeki Müren...



Zeki Müren 1953 yılında "Beklenen Şarkı" isimli filmle Yeşilçam'a adım attı. Bundan sonra 1971'e kadar 18 film çekti. İnzivaya çekildiği yıllarda yaptığı bir söyleşide bütün filmlerinin bir kopyasının kendisinde olduğunu, bazı geceler bu filmleri tekrar tekrar izlemekten çok hoşlandığını ifade edecekti.  
               
                                      Zeki Müren'in ilk filmi Beklenen Şarkı'nın afişi.


Zeki Müren'in rol arkadaşları da Yeşilçam'ın en güzel kadınlarıydı. Cahide Sonku, Belgin Doruk, Filiz Akın, Türkan Şoray, Mine Mutlu, Ajda Pekkan, Sema Özcan,...kimler kimler eşlik etmemişti Zeki Müren'e. Siyah-beyaz filmlerin rengarenk yıldızlarıydı onlar. 
Zeki Müren ilk filminden itibaren Yeşilçam'da pek görülmeyen bir uygulamayı gerçekleştirdi. Kendi dublajını kendi yapmak istiyordu. İlk filmde filmin yapımcısı ve rol arkadaşı Cahide Sonku buna şiddetle karşı çıktı. Zeki Müren kararından dönmedi ve dublajı hakkıyla yapabileceğini gösterdi. Bu ısrarı sayesinde  Türk Sinema Tarihi'nde bütün filmlerinin seslendirmesini yapan tek şarkıcı oldu


Zeki Müren ve Belgin Doruk / Son Beste, 1955

Zeki Müren perdede Belgin Doruk'la eşsiz bir uyum yakaladı. İzleyici bu çifte bayılıyordu. İkili 6 filmde başrolü paylaştı. Yıllarca sonra Belgin Doruk "Altın Çağ" olarak niteleyeceği bu dönemde tanıdığı Zeki Müren için şu sözleri söyleyecekti: 

"Ona hemen ısındım. Sıcak, esprili, saygılı, hoş bir gençti. Ben 19'dum, o 23 yaşındaydı. İkimiz beraber büyüdük. O masum ifade yıllar geçtikçe daha manalı bir çehreye dönüştü. 60'lı yaşlara geldiğimizde ikimizde 120'şer kiloluk çok manalı bir güzelliğe bürünüp evlere kapandık." ***


"Durdurun uçağı, iniyoruz" repliği ve ardından uçaktan paraşütle atlayan çiftiyle sosyal medyanın diline düşen "Düğün Gecesi" Zeki Müren ve Türkan Şoray'ı izleyiciyle buluşturan bir Osman F. Seden filmi. Ama aynı zamanda ikilinin oynadığı ilk ve tek film. 
Aslında çekimler çok güzel başlar. Konu afişe gelince iş değişir. Kimin adı üste yazılacaktır? Türkan Şoray'ın aktardığına göre Osman F. Seden bu konuda her ikisiyle de uzlaşmaya çalışır ancak ikisi de kararından caymaz. Bu star olmak meselesi pek zor mesele...
Kimse kararından dönmeyince Osman F. Seden çareyi her iki yıldızın da isminde bulunan K harfi üzerinden kesiştirerek yazmakta bulur. Afişte kimin üste yazılacağı önemli de jenerik de değil mi? Osman Seden bu! Jeneriğe de aynı uygulama yapılıverir. Fakat Zeki Müren bu olaya çok içerler ve Türkan Şoray'a kırgınlığı uzun yıllar sürer. 

Zeki Müren'le Devr-i Alem

Seyahat etme, yeni yerler tanıma, farklı kültürlere daha yakından bakma fikri hemen herkes için çok cezbedicidir. Peki söz konusu Zeki Müren'se olaylar nasıl gelişir? Zeki Müren 50'li yıllardan itibaren her fırsatta Avrupa yollarına düşer. Gittiği her yeri layığınca dolaşmaya çalışır. Sokakta rahat yürümenin tadına vardığı anlara dönüşür bu seyahatler. Hatta maça bile gider:)
 Gece hayatını, modayı, güzellik trendlerini gözlemler.
 Ve tabi bol bol alışveriş yapar. 
Sonraki yıllarda çocukluk hayali olan Amerika seyahatini gerçekleştirir. 

Las Vegas, 1963

Solda Zeki Müren efsane sarışın Marilyn Monroe'nun balmumu heykeliyle.
California Movieland Wax Museum, 1963
Sağ fotoğrafta Mariyn Monroe'nun mezarını ziyaret ederken görülüyor.


Amerika'da California Movileand Wax Museum çok ilgisini çeker. Çeşitli filmlerden sahnelerin canlandırmaları arasında kameraya keyifli pozlar verir. Müzede en çok hayranı olduğu, efsane sarışın Marilyn Monroe'yu inceler.  Daha sonra  Marilyn'in mezarını ziyaret de eder. Bu ziyaretin ardından günlüğüne şu cümleyi yazacaktır:

"Amerika'da her şey zannettiğimden büyük. Kabir hariç."****


Zeki Müren ve dönemin Ses Dergisi güzeli Nil Kutval
 "Sezar ve Kleopatra" konseptiyle Side Antik Kenti'nde. 


Sezar ve Kloepatra / Side Antik Kenti

Dünyayı dolaşmış Zeki Müren dünyada sevdiği üç yer sıralamasını şu şekilde yapıyor: Rio, Kanarya Adaları ve Honolulu. 
Bu üç yeri sayan Zeki Müren "ama" diyerek şunu eklemeyi de ihmal etmiyor: 

"Bizim ülkemizin üstüne ülke tanımıyorum. Tanrı tüm güzelliği bizim ülkemize vermiş."


Gerçekten de Türkiye'de Zeki Müren'le özdeşleşmiş kentler vardır. Bodrum'un Paşası'dır ama Bodrum'dan önce ilk göz ağrısı Antalya'nın Paşa'sıdır. Çoğu yazlar Ege tarafında verdiği her konser sonrası kendini attığı Antalya'yı bir ferahlama mekanı olarak görür. Bazen bütün yazı Antalya'da evinin yakınındaki Derya Motel'in havuz başında dostlar eşliğinde geçirir. Ne var ki uzun yıllar süren Antalya alışkanlığı Derya Motel'in yıkılmasıyla son bulur. O da bir sürü tesadüfün bir araya gelmesiyle rotasını Bodrum'a çevirir. 

Zeki Müren / Antalya, 1966


Cüneyt Arkın-Zeki Müren / Şile

Zeki Müren'den bir güzel tarif: Müren Kokteyl...

Zeki Müren'den leziz bir tarif: Müren Kokteyl

Şimdi sıra Zeki Müren'in dilinden bir kokteyl tarifinde. Kendisinin de belirttiği gibi yeni yıl gibi tatlı günlere ne kaldı? Biz denedik doğrusu çok beğendik:) Belki bu yazıyı okuyup bu sade ve hafif tarifi hayata geçirmek istersiniz. Kim bilir bir kadeh de Zeki Müren'e içersiniz... 

"Efendim, önümüzde bayram ve yılbaşı gibi tatlı günler var. Ve de kış yavaş yavaş yaklaşmakta. Mutlu yuvalarımızda rahat rahat ılık ılık oturduğumuz geceleri bendenizin buluşu olan tatlı bir içki ile süslemek istersiniz diye düşündüm ve sizlere Müren Kokteyl'in tarifini yapmak istedim. Bakınız, deneyiniz, hem çok kolay, hem de çok nefis oluyor.
On tane kalın kabuklu limonun kabuklarını tertemiz, hatta hiç kullanılmamış bir rendenin orta delikli kısmından güzelce rendeleyip bir komposto tabağına koyacağız. Sonra limonları  iyice sıkıp  suyunu bu rendelenmiş kabukların üstüne dökeceğiz. Buna bir su bardağı toz şeker ilave edip karıştıracağız. Şimdi sıra önemli kısmında. İçkiyi içebilme dozuna göre bir şişe konyak ve bir şişe votkayı beraberce bu kaba dolduracağız. Buz parçalarını da kaba ilave edip bir saat bekleteceğiz. Rendelenen limon kabukları biraz şişip üste çıkacaklar. 
Esasen bütün mesele bu içkinin mezesiz içilişinde efendim. Her bardağa içkiden doldururken bir kaşıkta limonu, şekeri, votkayı, konyağı emip şişen o özel esanslı kabuklar ağzın içine o kadar güzel bir rayiha ve ferahlık verecek ki, yanında başka bir mezeye lüzum kalmayacak. Bu değişik içkiyi içenler bana hak verecekler.Apayrı bir,sarhoşluk değil de, "bir hoşluk" hissedecekler.
Yalnız, pek fazla kaçırmamak lazım. Bir limonata bardağı, haydi bilemediniz iki bardak, o gece size bütün dertlerinizi unutturup tatlı hülyalar ve renkli rüyalar getirecek. Tekrar arzetmeyi faydalı bulacağım. Rendenin soğan kokmamasına çok dikkat etmek gerek" (1974) *****  

Son Söz...

Aslında anlatacağım çok şey, göstermek istediğim onlarca fotoğraf var. Ama şimdilik benden bu kadar. Devamı Yapı Kredi Kültür Merkezi'nde...

Kaç gündür elimden düşürmediğim bir de sergi kataloğu hazırlamışlar.
Pek tavsiye edilesi, pek harikulade:)

 Burada Zeki Müren'e küçük bir kapı açmaya çalıştım.
Dolu dolu bir hayatın zamanı aşıp bana ulaşan izlerini takip ettim. İşte Benim Zeki Müren başlıklı sergi herkese bir Zeki Müren yolculuğu vadediyor. 
Sergide filmler, şarkılar, besteler, dostlar ve belki biraz kırgınlık bulacaksınız. 
  19 Kasım'da açılan İşte Benim Zeki Müren 20 Aralık'a kadar Yapı Kredi Kültür Merkezi'nde ziyaretçileriyle buluşacak. Kaçırmayın! 


Zeki Müren'li bir başka yazım için Bir efsane, bir liman, bir film: Side başlığına tıklamanız yeterli.


(*)işaretli alıntılar:  İşte Benim Zeki Müren sergi kataloğu / YKY/ İstanbul / Kasım 2014  
*s 17, ** 92, ***132,****224,*****s 21

3 Ekim 2014 Cuma

Başın öne eğilmesin: Sinop Cezaevi

Eski zamanlara ait hüzünlü duvarlar. Kesif bir rutubet kokusuna karışan Shakespeare alıntıları. Bir damla güneşten yoksun hücreler. Misafir martıların özgür kanatları. Dalga seslerinin şiire dönüştüğü rengi solmuş bir fotoğraf. Acılarla örülmüş binlerce yıllık bir tarih. Hayatın akmadığı ama ömürleri tüketen bir dünya. Yüzlere, seslere, fikirlere, aşklara ve elbette suçlara geçit vermeyen burçlar. Buruk anıların sonsuz resmigeçidi. Sürgün, esaret, darağacı...Sinop Tarihi Cezaevi. Benim için her Sinop yolculuğunun duygulu ve vazgeçilmez rotası. Biraz tarih, biraz Sabahattin Ali, biraz da firari bir yazıya başlıyorum...


Binlerce yıl önce yerel halk Gaskalılar bu güzel şehri korumak amacıyla Sinop Kalesi'ni inşa eder. Çağlar süren yolculuğunda şehrin yeni sahipleri olur. Her gelen kendi çağının beğenisiyle yeni bir bölüm ekler ya da ciddi restorasyonlar gerçekleştirir. 16. yüzyıldan itibaren de yavaş yavaş suçluların kapatıldığı bir zindana dönüşür. Zaman içinde Sinop Anadolu'da Bodrum'un ardından en önemli sürgün yeri (kalebent) haline gelir.





"Allah'ın yardımı ile Galip Sultan, İzzeddünya veddin (Din ve dünyanın izzeti) Keyhüsrev oğlu Keykavus'un saltanat günlerinde; Yüce Allah'ın rahmetine muhtaç olan zayıf kul, Aksaray şehrinin sahibi Zahireddin Seyfeddin İldeniz bu sur bedenini H.612 Rebiyulahir (M.1215 senesi Ağustos) ayında imar ettirdi." 



19. yüzyılın ikinci yarısından itibaren Sinop ağırlıklı olarak siyasi nedenlerle sürgün edilenlerin zorunlu ikametgahı bir şehir görüntüsündedir. Hapishane de özellikle kaçmak mümkün olmadığı için azılı mahkumlarla dolar. Elbette bir de siyasi suçlularla. Bir dönem birçok şair, yazar ve düşün insanının da özgürlüğüne set çeker bu duvarlar. Sabahattin Ali, Kerim Korcan, Refik Halit Karay, Mustafa Suphi, Ruhi Su, Burhan Felek,Ahmet Bedevi Kuran, Zekeriya Sertel bu dört duvara hapsolmuş isimlerdendir. Diğer yandan şair Nazım Hikmet'in de bir dönem burada yattığı rivayet olunur. Rivayet diyorum zira 1960 öncesine ait cezaevi arşivi günümüze ulaşmamış. Kim bilir belki böyle bir arşiv hiç olmamış...Bu nedenle de buraya kalebent ya da mahkum olarak gelen yazarların eserleri cezaevinin geçmişine ışık tutması açısından da önem taşıyor.  


"Aldırma gönül aldırma"


Sabahattin Ali günümüzde Sinop Cezaevi dendiğinde ilk akla gelen isim. Yazdığı bir şiirde cumhurbaşkanına hakaret ettiği gerekçesiyle 1932'de tutuklanan Sabahattin Ali ilk olarak Konya Cezaevin'de hapsedilir. Cezası kesinleşince de Sinop Cezaevi'ne sürgün edilir. Burada 8 ay kalan şair cumhuriyetin ilanının 10.yılı nedeniyle siyasi suçlulara çıkan afla özgürlüğüne kavuşur. 

Sabahattin Ali hapishanede yattığı dönemde yazdığı şiirleri Hapishane Şarkısı başlığıyla sunar. Şiirlere isim vermek yerine numara vermeyi tercih etmiştir. Geniş kitlelerce "Aldırma Gönül" olarak bilinen şiir "Hapishane Şarkısı 5" numaralı eserdir. 

Cezaevine adım atar atmaz kulaklarınızı Sabahattin Ali'nin "Başın öne eğilmesin..." dizeleriyle başlayan hazin şiiri dolduruyor. Ses bir süre sonra kafanızın içinden çıkarak dört bir tarafınızı kuşatıyor. Sabahattin Ali'nin koğuşuna ulaştığınızda şiirdeki her kelime yüreğinize saplanıyor. Duygularını bu denli ifade eden bir gönül adamının karşısında yeniden hüzünlere gark oluyoruz. 


Sabahattin Ali koğuşu /2014
Birkaç yıl önce içi bomboş ve içine girilebilen bir koğuştu.
Şimdi aynalı bir konsol, saz, sehpa, yatak, döşek, bir fotoğraf ve "Aldırma Gönül" sözleri ile yeni bir düzenleme yapılmış. Ziyaretçilerin içeri girişi de parmaklıkla engellenmiş durumda. 

 2010 yılı Ağustos'u Sabahattin Ali koğuşunun kapısı...

Sabahattin Ali koğuşu / 2010
Koğuşta yalnızca fotoğrafta görülen "Aldırma Gönül" şiiriyle sergileme söz konusuydu.
İçeriye girmek de serbestti.
Her iki uygulamanın da yeterli olmadığını belirteyim. 
Çağdaş sergilemeden uzak, üzücü bir görüntü. 


Sinop zindanından firar etmeyi başaranlar...

Vakti zamanında denizle çevrili aşılamaz duvarları, korkunç gardiyanları, kapkaranlık hücreleriyle Sinop Cezaevi bir hükümlünün asla kaçamayacağı hatta kaçmaya teşebbüs bile edemeyeceği bir yer olarak görülmüş. Öyle ki buraya "Anadolu'nun Alcatraz'ı" yakıştırması bile yapılmış. Gerçekten de cezaevi tarihinde üç firar bulunuyor Bunlardan ilki 1927'de Rizeli Sandıkçı Şükrü Küçük, ikincisi "Niğde Canavarı" namıyla maruf Mehmet Coşkun, sonuncusu da 1969'da idam mahkumu Kastamonulu Emin Aladağ.

Hapishanenin zamanında geniş bir kitaplığı da varmış.
Bir müze olarak da kütüphanesi olabilir pekala...Ama şimdilik yok!


Doksanların sonlarından beri Sinop Tarihi Cezaevi kullanım amacı açısından cezaevi değil. Ancak fiziki açıdan Araf'ta kalmış durumda. Görevliler yetersiz, ziyaretçi fazla. Duvarlarda çile dolduran mahkumların izleri yerine vandallık yapan ziyaretçilerin hoyrat çizgilerini görüyorsunuz. Hiç bir şey yapılamıyorsa bile insan eliyle gerçekleşen tahribatın önüne geçmek gerekir.




"Eşkıya dünyaya hükümdar olmaz"

Rizeli Sandıkçı Şükrü Küçük hepimizin dolaylı olarak da olsa tanıdığı biri. Sabahattin Ali'nin şiirinden dillere düşen "Eşkıya dünyaya hükümdar olmaz" türküsünün eşkıyası Sandıkçı Şükrü'den başkası değil. Hikayesi de aynı türküye yansıdığı gibidir aslında. Herhangi biridir Sandıkçı Şükrü. Rize'nin Portakallık köyünde bir düğünde değişir hayatı. Köyün ağasının en sadık adamının düğün sırasında kardeşini bıçakladığını öğrenir. Belki bir anlık öfke belki yılların birikimi bilinmez ağayı (ya da ağanın adamını) çekip vurur. Sinop'un geçit vermez kalesine hapsedilir. Fakat bir yolunu bulur hapisten kaçar. Bir kaçak olarak köyüne de dönemez dağa çıkar. Bu sıralar karısına göz koyduğu gerekçesiyle birini daha öldürür. Bundan öteye namı yürür. Ağalarla, beylerle mücadele eder. Yoksula el uzatır. Böylece aleni biçimde halkın kahramanı olur. Gel zaman git zaman yakalanamaz. Dönemin Trabzon Valisi Kadir Paşa bu isyankar eşkıyanın peşine bir dolu süvari gönderir. Süvarilerin yanına Sandıkçı Şükrü'yü tanıyan kolcu kayıklarının başı Varilcioğlu Sadık'ı da katar. Artık iş birinin eşkıyayı ele vermesine bakar. Haber Of'un İkizdere Köyü'nden gelir. Sandıkçı Şükrü'nün etrafı kuşatılır. Varilcioğlu Sadık eski tanışıklığın oluşturduğu güvenle Sandıkçı Şükrü'yü teslim olmaya ikna eder. Ne var ki devletin otoritesini iki paralık eden eşkıyanın ölüsü de dirisi de birdir artık. Süvariler önlerinde yürüyen teslim olmuş eşkıyayı sırtından vurur. İbreti alem için de cesedi meydanlarda teşhir edilir. Bir diğer anlatıya göre eşkıya öldürüleceğini bildiğinden son ana kadar teslim olmamıştır. 

"Sene 1341 mevsime uydum
Sebep oldu şeytan bir cana kıydım
Katil defterine adımı koydum
Eşkıya dünyaya hükümdar olmaz

Sen üzülme anam dertlerim çoktur
Çektiğim çilenin hesabı yoktur
Yiğitlik yolunda üstüme yoktur
Eşkıya dünyaya hükümdar olmaz

Çok zamanlar çektim kahrı zindanı
Bize de mesken oldu Sinop’un hanı 
Firar etmeyilen buldum amanı
Eşkıya dünyaya hükümdar olmaz

Sinop kalesinden uçtum denize
Tam üç gün üç gece göründü Rize 
Karşıki dağlardan gel oldu bize
Eşkıya dünyaya hükümdar olmaz

Bir yanımı sardı müfreze kolu 
Bir yanımı sardı Varilcioğlu
Beşyüz atlıyılan kestiler yolu
Eşkıya dünyaya hükümdar olmaz" 
(Sabahattin Ali)



Film gibi bir kaçış hikayesi...

Adı Emin Aladağ dönemin gazeteleri "azılı bir katil" diyor kendisi için. Kastamonu Tosya nüfusuna kayıtlı bir idam mahkumu. Zamanın karanlık işler çeviren karanlık insanlarıyla derin mevzuları bulunmakta. Yani en azından gazete arşivleri böyle diyor.* Daha önce Sultanahmet Cezaevi'nden kaçmışlığı var. Gözü kara ve son derece zeki bir adam yani. Sinop zindanına sürgün geliyor. Geldiği andan itibaren sakin ve efendi tavırlarıyla hiç dikkat çekmiyor. İlk zamanlar vaktinin çoğunu gazete okuyarak geçiriyor. Mapus damında oyalanacak şey az olduğundan boncuk işiyle uğraşmaya başlıyor.Tığ, boncuk, bobin ne isterse veriliyor. Bobini çürük çıktığından tamir için balmumuna ihtiyacı olduğunda da kimse karşı çıkmıyor. Mahkumsa oyalanmasın mı? Bir meşgalesi olmasın mı? 
Bu arada hücre penceresinin önünde tayınından artanı kediciklerle paylaşıyor. Gazeteydi, bobindi, kediydi derken bir yıl geçip gidiyor. Bir sabah gardiyanlar Emin Aladağ'ın yerinde yeller estiğini fark ediyor. 
Ardından yapılan araştırmada Aladağ'ın taa en baştan Sinop yollarına düştüğünde ayakkabısının içine kıl testere sakladığı anlaşılıyor. Bir yıl boyunca kıl testereyle büyük bir azimle hücre demirlerini kesiyor. Kesik kısımlar anlaşılmasın diye ekmek içi ve gazete kağıdıyla her gün demirleri bir güzel kaplıyor. Testerenin yaratacağı gıcırtıyı da balmumu sayesinde engelliyor. Ve pencere dibinde beslediği, her ayak sesinden irkilen kediler sayesinde de bir kere bile iş üstünde  yakalanmıyor. Pencereden inerken yatak, yorgan, çarşaf artık Allah ne verdiyse beline bağlayıp 15 metrelik bir "ip" oluşturmayı başarıyor. Koca kale duvarını sağlam bir çift şimşir kaşıkla aşıyor. Duvardaki oyuklara kaşıkları yerleştirerek en üste kadar çıkıyor. Sonrası deniz...
Filmlere taş çıkaracak bu kaçış hikayesi yine ancak  filmlerde görülecek bir şekilde nihayetleniyor. Kaçışının 4. gününde Erfelek'e ulaşan Aladağ, gayet insani bir biçimde acıkıyor. Erfelek'te köprü inşaatında çalışan işçilerden ekmek istiyor. İşte artık orada nasıl oluyorsa ister kaderin cilvesi mi dersiniz, Türk adaletinden kaçılmaz mı dersiniz...Adana'dan izine gelmiş bir polis memuru Aladağ'ı görüp teşhis ediyor. Aladağ'ın önceki kaçışında da bir berber yamağı tarafından tanınıp polise haber verilmesiyle yakalandığını da belirteyim. 
Bu mükemmel kaçış planıyla Emin Aladağ "efsane mahkum" oluyor. İlerleyen yıllarda çıkan bir afla da özgürlüğüne kavuşuyor. 

Ben 2010:) Ve devşirme duvar:)
 Hala güncel bir fotoğraf:) 
Sinop Cezaevi'nin duvarları Roma ve Bizans dönemi yapılarının sökülüp burada kullanılmasıyla oluşturulmuş.
 Fotoğrafta sütunlar, sütun kaidesi ve bir arşitrav parçası görülüyor:) 


Aslibo/ Ağustos 2014 
Bu bir nevi "selfie":) 
Hem gezerim hem kendimi bile çekerim:)





Sabahattin Ali Sokak / Sinop


Sabahattin Ali Sokak...

Cezaevi'nden ayrılırken kafamda hiç susmayan Edip Akbayram sesiyle yandaki Sabahattin Ali sokağa sapıveriyorum.Tabelayı görünce şaşırıyorum. Cezaevi'nin bitişik duvarından başlayan sokağa Sabahattin Ali'nin adının verilmesi iyi bir fikir mi pek bilemiyorum.
Bir süre sonra tamamen Sinop sokaklarına teslim oluyorum ve teselli buluyorum:) Yine de Edip Akbayram'ın sesi bir yerlerden bana yetişiyor:)


Not: Sinop'lu yazılara devam edeceğim:) Böyle bitemez:)


*13.08.1969 /14.08.1969 /17.08.1969 Milliyet Gazetesi ve Cumhuriyet Gazetesi Emin Aladağ ile ilgili haberler. 






 



15 Eylül 2014 Pazartesi

Zeytin dalının ucunda : Ayvalık-Cunda

Sonbahar takvimleri alenen işgal etmiş durumda. Lakin gövdemiz halen güneşe teslim. Güzelim yaz uzatmaları oynarken gözümüz kulağımız meteoroloji raporlarında. "Keşke hep yaz olsa" iç çekişleri daha bir sesli telaffuz edilse de sonbahar düşkünleri tarifsiz bir mutluluk içinde. Bunca yaz güzellemesinden sonra itiraf edeyim bu yazı taa ilkbahardan kalma. Şimdi esas konuya girebilirim...Sanki paslı bir anahtarla açtığım bir kapıdan geçiyorum. Sonrası iyot kokan sokaklar, sarımsak taşından evler. Bir sinema perdesinde kaybolmuş gibiyim. Her çağın ruhu bu sokaklarda saklı. Zaman göz alabildiğine uzanan zeytin ağaçlarında soluklanıyor. Vizörüm irili ufaklı adacıklarla dolup taşıyor. Ayvalık'tan Cunda'ya bilmediğim bir keşfe çıkıyorum.   

                                                       Ayvalık'ta gün batımı...


Ayvalık Balıkesir'in en batı ucunda yer alır. Ege Denizi'yle çepeçevre kuşatılmış olması ve büyük kentlere olan yakınlığıyla gezginleri dört mevsim kendine çeker. Zeytinle hayat bulan bu şehirde kışın mevsiminin sertliği ya da yaz mevsiminin kavuran sıcaklığı görülmez. Ege kıyılarının ılıman seyreden iklimi Ayvalık'ta bir uyuma dönüşür. İklimin sağladığı ahenge kapılan tabiat, burada sonsuz bir cömertlikle gün yüzüne çıkar. 

Ayvalık sokakları...

Buralarda sokaklarda kaybolmak bir gelenek değilse de kaçınılmazdır. Eski Rum evlerinin yıllara meydan okuyan zarafeti ve melankolisi ister istemez içinize işler. Bazen bir pencerenin, bazen bir kapının güzelliğine rengarenk çiçekler eşlik eder. Bölgeden çıkartılan sarımsak taşı neo klasik çizgilerle birleşir ve şirin bir yerel mimari oluşturur. Bu duvarlarda zaman askıya alınmış gibidir. Ayvalık'tan Cunda'ya evler, pencereler, kapı tokmakları sizi sarmalar ve bambaşka alemlere sürükler. 

Ayvalık sokakları...


Vino Şarap Evi /Cunda

Ayvalık'ta sokakların dili vardır. Gündelik telaşlar, evhamlar, kahkahalar, sesler ve yüzler hepsi bu sokaklarda birleşir. Yine de sonsuz bir sükunet atmosfere karışır. Onlarca yıllık bir öyküyü kelimelere dökmeden anlatmak da Ayvalık'ın marifetidir işte. 

Cunda

                                                                 Ayvalık


                                                                   Cunda



Cunda

                                                                  Cunda

              Cunda                 
Sarımsak taşı bölge mimarlığının karakteristik özelliği. 
Kolay işlenebilir olması ve civarda çokça bulunması yüzyıllarca tercih edilen yapı malzemesi olmasını sağlamış. 
Günümüzde çok azaldığı için artık kullanımı son derece kısıtlı. 
Hemen her sokakta sarımsak taşlarının salındığı bir ya da birçok yapı görmek olası. 

Cunda


Ayvalık

                                                                               Cunda


Bütün Anadolu gibi Ayvalık da tarih boyu farklı kültürleri koynunda taşımış. Günümüzde bu günlerin izlerini mimari eserler aracılığıyla takip etmek mümkün. Vakti zamanında kilise ve manastır olan birçok yapı zamana yenilmiş. Bazı kiliseler camiye dönüştürüldüğünden halen oldukça iyi durumda. Yakın zamanda gerçekleştirilen girişimlerle müze olarak kullanıma açılan kiliseler de ziyaretçilerini zevkle ağırlıyor.  


Çınarlı Camii / Agios Yorgis Kilisesi
18.yüzyılın son çeyreğinde inşa edilen kilise ,
1923'ten bu yana cami olarak hizmet veriyor.
Çınarlı Camii / Agios Yorgis Kilisesi

Saatli Camii / Hagios Yannnis Kilisesi
19. yüzyıl yapısı olan kilise 1928 yılında camiye çevrilmiş.

                Ayvalık Taksiyarhis Kilisesi / iç mekan
                         Ayvalık Taksiyarhis Kilisesi uzun yıllar metruk bir halde kalmış.                              Definecilerin saldırılarına hedef olmuş. Yakın zamanda restore edilen yapı müze olarak hizmete açılmış. 
Şimdilerde kente gelen gezginlerin uğrak noktalarından biri.

                                      Ayvalık Taksiyarhis Kilisesi / Dış cephe

Cunda birçoğu 19. yüzyılda yapılmış kilise ve manastıra sahip olsa da ne yazık ki bu yapıların büyük bir kısmı tahrip olmuş.  Yine de bu sarımsak taşıyla örülmüş sokakları adımlarken Panaya Kilisesi'nin kalıntılarıyla ya da adanın içine doğru ilerledikçe Çamlı Manastır (Taksiyarhis Ta Çamya) 'ın izleriyle karşı karşıya gelmeniz olası. 

Cunda

Ayvalık sayısı 20'yi geçen adalarıyla gerçek bir adalar diyarı. Bu adalardan en büyüğü olan Cunda karayolu ile Ayvalık'a bağlı bulunuyor. Ayvalık'ın el değmemiş diğer adalarına ulaşmanın yoluysa günü birlik tekne turları. Yunan adalarının popüler tatil noktalarından Midilli'ye de Ayvalık üzerinden ulaşmak mümkün. Ayvalık-Midilli feribot seferleri bütün yıl boyunca devam ediyor.

Cunda

Ayvalık, gün ağarmaya yüz tutmuş...

Dört bir taraf deniz bir coğrafyada güneşin batışı da başka türlü güzelliklere gebe. Güneş derin maviliklere altın hareler saçarak ufukta kayboluyor. Gökyüzünün ve denizin renkten renge boyandığına, adaların bu pırıltıların arasında dalgalandığına şahit olmak oldukça keyifli. Cennet Tepesi , Şeytan Sofrası ya da sahilin herhangi bir köşesi manzaranın tadını çıkarmak için birebir:)

Ayvalık


Ayvalık denizi, doğası ve mimarisinin yanı sıra kendine özgü mutfak kültürü ile de öne çıkar.  Zeytin ve zeytinyağı bu lezeetli mutfağın can damarı. Deniz börülcesi, deniz fasülyesi, ısırgan otu, arapsaçı, hardal otu...Kazdağları'nın serin havası ve Ayvalık'ın güneşi ile yetişmiş bu türlü türlü otları köylü pazarından edinmek mümkün. Pazar içinde şöyle bir dolaştığınızda bir otların nasıl leziz biçimde pişirileceğini de öğrenebilirsiniz.   

Ayvalık pazarından Sevgi teyze
 Tezgahındaki her ürün kendi üretimi.
      Bronşite iyi gelen ağaç kabukları bile bu tezgahta.
  Güler yüze, hoş sohbete gel vatandaş:)

                                          Köylü pazarında herkesin eli bol, gönlü bol.
                                 Merakla soruşturduğum her şeyi yoğun ısrar sonucu 
                                                   denedim teyzeler sayesinde:)

Ayvalık'a kadar gitmişken yenmeden dönülmemesi gereken yegane şey Ayvalık tostu. Nohut mayasıyla hazırlanan özel ekmeği Ayvalık tostunun lezzet sırrı. Eğer Ayvalık'ta yolunuz tostçular çarşısına düşerse doğru yerdesiniz demektir. Çarşı içinde Mesut Büfe'de mis gibi bir çayla tostunuzu yiyebilirsiniz. 


İşte bu da Mesut Büfe'nin ve bu yazının Ayvalık Tostu:)

Balıksız bir Ege sofrası elbette düşünülemez. Hele Ayvalık ve Cunda gibi balıklara maniler düzülen bir rotaya yolunuz düşmüşse.... Buralarda mevsim uygunsa papalinadan sinarite tazecik balıklar enfes mezeler eşliğinde sofraları süsler. Deniz mücveri, sıcak ot, kabak çiçeği dolması bu Ege lezzetlerinden yalnızca birkaçıdır. Cunda merkezde yer alan Yakamoz Restaurant'ta beğendili ahtapotun tadına varıp; Cunda'da sahile kurulmuş olan Teo's da karides mantıyla kendinizi şımartabilirsiniz. Ayvalık Şehir Kulübü de manzarası balıkları, mezeleri ve şahane manzarasıyla keyifli bir mekan. Ayvalık'ta tatlı deyince akla lor tatlısı  ve sakızlı kurabiye gelir. 1942'den bu yana varlığını sürdüren Güler Tatlıhanesi, lor tatlısı ve sakızlı kurabiye için doğru adres. 


Teo's Restoran'dan muhteşem tatlar.
Karides mantı, sıcak ot ve kremalı-şaraplı mantar.
Favorim karides mantı:) 


Yakamoz Restoran ve Cunda'nın klasikleri:) 
Deniz börülcesi, bakla, enginar, patlıcan, kabak çiçeği dolması.
Beğendili ahtapot faklı tatlara ilgi duyanlara:)

                                                          Güler Tatlıhanesi
                          Lor tatlısı, tahinli kurabiye, sakızlı kurabiye, sakızlı dondurma.
                                    Sakızlı kurabiyeler ciddi bir hayran kitlesine sahip:) 

Ayvalık-Cunda rotasının tadına varmak için Taş Kahve'ye de uğramak icap eder. İçinde uçuşan kırlangıçları, meşhur dibek kahvesi, muhabbeti keyifli amcaları ile Taş Kahve vaktin nasıl geçip gittiğine şaşılacak bir mekan. Romantik ve nostaljik Cunda atmosferini sonuna kadar hissettirecek bir diğer durak Aşıklar Tepesi. Yüzyıllar önce burada bulunan manastırdan geriye bir şapel ve taş değirmen kalmış. Uzun yıllar kaderine terk edilen bu tarihi yapı 2007 yılında Cunda'nın müdavimlerinden Rahmi Koç tarafından restore edilmiş. Günümüde "Sevim ve Necdet Kent Kitaplığı" olarak araştırmacıları, kafesi ve nefes kesen manzarasıyla da gezginleri ağırlamakta.  

 Cunda sahilinin tarihi Taş Kahve'si...

Taş Kahve Cunda'yla özdeşleşmiş bir yer. 
Herkesin bildiği, sevdiği ama sözlere dökülmeyen...


Aşıklar Tepesi'nin Taş Değirmen'i bir masal mekanı...


Taş Değirmen'in kitaplık bölümü (şapel). 


Koca Aşıklar Tepesi'ne tırmanmanın ödülü...
Taş Değirmen'in Cunda'ya hakim cafe'si. 


Şeytanın Kahvesi / Palabahçe


Sarmaşık güllerine dolanmış tarihi evleriyle Ayvalık sokaklarında yorgunluğunuzu atabileceğiniz bir diğer mekan Şeytan'ın Kahvesi. Palabahçe olarak da bilenen kahvede mevsim uygunsa koruk suyunu deneyebilir ya da sıcak bir çay yudumlayabilirsiniz. 

Antikacılar Çarşısı / Ayvalık

Antikacılar Çarşısı girişi ve Cafe Caramel

 Antikacılar Çarşısı ve Antikacılar Pasajı son dönemde Ayvalık'a yolu düşen koleksiyonerlerin gözdesi. Burada gaz yağı lambalardan, iğne oyalarına, porselen takımlarından, Çanakkale sermiklerine kadar birçok şeyi bulmak mümkün. Antikacılar Çarşısı'nda Cumartesi günleri bir de bit pazarı kuruluyor. Çarşının girişinde bulunan Cafe Caramel hem antikacı hem de pastane olarak düzenlenmiş. Sevimli bir mola ve alışveriş mekanı. 

Antikacılar Pasajı'ndan Antik Anatolia'nın nadide parçalarından.
Kumaşlar, oyalar, elbiseler burası tam bana göreydi:)
"Vintage" tutkunlarına sesleniyorum,
 burada her bütçeye uygun harika elbiseler bulabilirsiniz. 

Antikacılar Çarşısı / Çingene
Çingene'de güncel ama ikinci el dekoratif eşyalar bulmak mümkün.

Ayvalık ve Cunda'nın hediyelik eşya pazarlarını bölgenin simgesi olan değirmenler, deniz kabukları, çeşit çeşit biblolar süslüyor. Yine de alışverişin en önemli bölümünü zeytin ve zeytinyağı ürünleri oluşturuyor. Tarihten ilhamını alan şişeleriyle zeytinyağları raflarda sonsuza uzanıyor. Yeşil ve siyah zeytinler, zeytinyağlı sabunlar ve kremler Ayvalık-Cunda hattının değerli ürünleri. Zeytin ve zeytinyağı ürünleri için Özgün Zeytin ve Zeytinyağı, Cömert Zeytinyağı gibi adreslere uğrayabilirsiniz. 

Ben bu deniz yıldızlarını pek beğendim:)



Ayvalık'ta yaz mevsiminin hükmünü yitirmesiyle beraber ayrı bir coşku başlıyor. Bu coşkunun nedeni, Hipokrat'ın şifalı olarak nitelediği, Nuh Tufanı'ndan bu yana var olduğu kabul edilen zeytinin hasat zamanının kapıya dayanması. Ayvalık'ın bereketli topraklarının yarısından fazlası bu kadim ağaca hayat veriyor. Hasat zamanı el emeği göz nuru bakılan zeytinlikler hummalı bir çalışmaya sahne oluyor. Gün doğumu zeytin ağaçlarıyla başlıyor ve akşamın alacası da yine bu ağaçlarla karşılanıyor. Çalışmak neredeyse bir ritüele dönüşüyor. Ege'nin iç gıcıklayan iyotlu havasına zeytin kokusu karışıyor. Tonlarca zeytin seleleri, sepetleri dolduruyor; önce sofralıklar ayrılıyor, ardından zeytinin karası altın sarısına, zeytinyağına dönüşüyor. Hasat zamanı Ayvalık, emeğin yarattığı şenliğin tadına varılabilecek vakur bir vaha gibi ziyaretçilerini kucaklıyor.  



Bölgede dört mevsim hizmet veren birçok otel ve pansiyon bulunmakta. Bunların hatırı ayılır bir kısmı tarihi dokunun bir parçası olan eski yapıların restore edilmesi sonucu yeniden işlevlendirilmiş. Sızma Han Butik Otel de 1908 yılında zeytinyağı fabrikası olarak açılmış. Bugün Ayvalık panaromasına hakim konumuyla konuklarını ağırlamakta.  Taksiyarhis Pansiyon, adını aldığı tarihi kilisenin hemen bitişiğinde yer alıyor. Yerel mimarinin ilginç örneklerinden olmasının yanında Ayvalık mimarisi ve denizini de içine alan manzarasıyla dikkat çekiyor. 

Sızma Han Butik Otel

Ayvalık manzaralı Taksiyarhis Pansiyon


Cunda Butik Otel Ezer, Cunda merkeze birkaç dakika uzaklıkta. Denize sıfır konumda bulunan otelde odalar adalar ve deniz manzaralı. Ege'nin farklı tatlarını bulabileceğiniz Teo's Restoran da Ezer Otel bünyesinde hizmet veriyor. 

                                                                 Teo's ve Ezer Otel
                     Mevsim uygunsa akşam yemeğinizi bu iskelede bile yiyebilirsiniz...

Ayvalık sakin koyları ve uzun kumsallarıyla deniz severleri de kendine çekiyor. Upuzun ve cıvıl cıvıl kumsalıyla Sarımsaklı Ayvalık'ın en popüler plajı. Sarımsaklı'ya oldukça yakın bir konumda bulunan Badavut Plajı da son yıllarda tatilcilerle dolup taşıyor. Denizin karayla sarmaş dolaş olduğu böylesi bir coğrafyada "Mavi Bayraklı" plajlar da bulunuyor. Ayvalık'la Cunda'yı birbirine bağlayan Lale Adası yakınlarındaki Belediye Plajı bunlardan biri. Yemyeşil bir doğayla çevrili Cunda Ortunç Otel'in plajı da "Mavi Bayraklı" ve denizin ve güneşin tadını çıkarabileceğiniz bir yer.  Eğer Cunda'ya kadar gelmişseniz ve huzurlu bir ortamda güneşin ve doğanın bütün güzelliklerini yaşamak istiyorsanız en doğru noktalardan bir diğeri Ada Camping.  Bakımlı ve sade atmosferiyle Ada Camping gerçek bir dinginlik durağı.

                                                    Ada Camping /Cunda

 Ayvalık'ta birkaç günü böyle geçirdim. Zamana direnen bir mekanda ben de zamana pek aldırmadım. Benim gibi ilk defa yolu Ayvalık'a düşenlere minik bir yol haritası olsun bu yazı. Son olarak Ayvalık'ta en sevdiklerim: Zeytin ve zeytin yağının mucizesi, sokaklar, sokaklar, sokaklar... 
Sırt çantası, fotoğraf makinesi ve küçük bir not defterinden çıkanlar:)


Not: Bu yazının biraz daha kısa versiyonu Borajet Magazine'nin Haziran sayısında yayınlandı. Eğer bazı fotoğraflar ve cümleler tanıdık geldiyse sebebi budur:)