12 Eylül 2013 Perşembe

"Tüm Zamanların Venüs'ü Beyrut" / İlk Tanışma

Sonbahar’a göç ettiğimiz bu günlerde İlkbahar’dan kalma, geç kalmış bir gezi yazısı bu…Kadim uygarlıkların doğduğu, büyüdüğü, yıkıldığı, üzerinde kanlı oyunlar oynanan Orta Doğu’dan acıların yerle yeksan edemediği Lübnan… Ancak Lübnan seyahati öyle birkaç sayfada anlatılamazmış, yazarken sayfalar birbirini kovalayınca fark ettim bu nedenle bu şimdilik ilk bölüm… 


"Beyrut! Seni terk eden delidir... " 

Birkaç yıl aradan sonra yolum tekrar Orta Doğu’ya düşüyor. Seyahat, tatil ve Orta Doğu kavramları çoğu zihinde örtüşmese de daha önceki tecrübemden dolayı hiç tereddüt etmeden bir Beyrut gezisi için “tamam” deyiveriyorum. Nisan’ın başında alınan bu karardan sonra yolculuk anına kadar gezi programları ve bulabildiğim her türlü yazılı materyalle ülkeyi tanımaya çabalıyorum. Ne yazık ki Lübnan’la ilgili basılı bir gezi rehberi bulamıyorum.
Genel olarak bildik klişe cümlelere rastlıyorum. “Orta Doğu’nun Paris’i Beyrut”, “Orta Doğu’nun İsviçre’si Lübnan” gibi…Özellikle dünyadaki bütün güzel şehirlerin Paris’le mukayese edilmesine karşı olduğumdan bu laflara pek aldırmıyorum:) Yine de nüfusu 4 milyona ancak yaklaşan bir ülkede 80’den fazla banka kuruluşu olması İsviçre benzetmesinin haklılığını görünür kılıyor.
Günümüz Lübnan’ı Sami ırkından Akdenizli bir uygarlık olan Fenike’nin kurulduğu yer. Ülke insanı da Fenikeli köklerine sıkı sıkıya sarılmış durumda. Konuştuğunuz birçok kişi kendisine Arap demektense Fenikeli demeyi tercih ediyor. Dünya ticaretinin kilit isimlerinin Lübnan kökenli olduğu düşünülürse, çağının en önemli ticaret kolonisi olan Fenike’nin genlere nüfuz ettiği bir gerçek! Yine hediyelik eşya mağazalarında da Fenike uygarlığına gönderme yapan bir sürü obje bulmak mümkün.  
Nisan’ın sonlarına doğru Middle East Airlines ile güneşli bir İstanbul sabahından Beyrut’a doğru uçuyoruz. Hostesler çok modern, zarif ve güzel. Giysileri, aksesuarları, makyajları çok hoş ve uçakta içki servisi olduğu gibi duty free fiyatlarıyla satış da mevcut. Her şey normal yani :)
1 saat 45 dakikalık bir yolculuktan sonra Refik Hariri Havaalanı'na iniyoruz. Bizden önce biraz yağmur yağmış, trafik felaket. Ancak trafiğin yağmurla pek ilgisi olmadığını sonraki günlerde anlıyoruz; Beyrut’ta trafik gerçekten ciddi bir problem. Biz alışkın olduğumuzdan hiç mızmızlanmıyoruz. İlk gün hızlı bir Beyrut turu yapıyoruz. Dünyadaki birçok yer gibi güneşin batışının en güzel izlendiği nokta olma iddiasındaki Güvercin Kayalıkları ilk durağımız. Işıl ışıl ve uçsuz bucaksız bir Akdeniz manzarası göz kamaştırıyor.    

Güvercin Kayalıkları,
Beyrut'un en popüler fotoğraf çekme mekanı. Dünya üzerinde güneşin en güzel battığı yer olarak da nam salmış durumda. Yaz mevsiminde bu kayaların etrafını ve içini botla tavaf etmek mümkünmüş.
 

Ardından Downtown ya da Solidere adıyla bilinen bölgeye gidiyoruz. Burası iç savaş sırasında en çok tahrip edilen bölge. Dolayısıyla buradaki yapıların neredeyse hepsi yeni. Gezinirken yeni yapılmasına karşın belirli bir kimlik yaratılmaya çalışıldığı anlaşılıyor. Doğrusunu söylemek gerekirse uygulamada gayet başarılı oldukları aşikar. Tanınmış markaların mağazaları ve restoranlar İstanbul’daki birkaç kalburüstü semtle kıyaslansa da ben İstanbul’daki hiçbir semti burayla mukayese edemiyorum zenginlik bakımından :)

Downtown
Bu arada yer yer tarihi geçmiş de bize yüzünü gösteriyor. Roma ve Emevi dönemi yapılarının izleri korumaya alınmış ve şehrin tam merkezinde ilgililere açık hava müzesi olarak “merhaba” diyor. Yine bu bölgede bir Memluk dönemi yapısı olan Al-Ömer Camii’ni de ziyaret edebilirsiniz. Bütün Beyrut tanıtımlarında masmavi kubbeleriyle bir mücevher kutusu gibi parlayan Muhammed El-Emin Camii de bu bölgede. İçi de dışı kadar etkileyici ve çarpıcı. Muhammed El Emin Camii yeni bir yapı ancak kısa sürede Beyrut’un sembolü olmuş. Yapımına suikast sonucu öldürülen Başbakan Refik Hariri zamanında başlanmış, ancak Hariri caminin ibadete açıldığını ne yazık ki görememiş. Hariri’nin türbesi de caminin hemen yanında yer alıyor.  Bu bölgede kiliselerle camiler iç içe geçmiş durumda. Muhammed El Emin Camii'nden çıkıp St. Elias Kilisesi ya da  St. George Manorit Kilisesi'ne geçip farklı ibadet biçimleriyle tanışabilirsiniz. 

Downtown
Merdivenlerin üst tarafında senato binası yer alıyor. Merdivenlerin sağında ve solunda yer alan açıklıktan da Roma Hamamı kalıntılarını inceleyebiliyorsunuz. 

 Lübnan çok kültürlü yapısıyla bir uyumu yakalamaya çalışan bir ülke. Müslüman ve Hıristiyanlar en büyük dini grupları oluşturuyor. Daha az olmakla beraber Dürziler de Lübnan’ın renklerinden biri. Özellikle Filistin ve Suriyeli mülteciler nedeniyle Müslüman nüfusun artması söz konusu. Ancak Lübnan çok katı bir mülteci politikası izliyor. Sığınmacılara kesinlikle vatandaşlık vermiyor. Yıllarca hiziplere ayrılmaya çalışılmış, bu uğurda şarkıdaki gibi “ateşin ve toprağın tadını almış” bir ülke için herhangi bir dini topluluğun hızla ve suni olarak artmasına karşı çıkması elbette anlaşılabilir bir durum. Yine bu sebeplerden 1932’den bu yana Lübnan’da nüfus sayımı yapılmadığını da belirtmek isterim. 


Downtown'dan Roma Hamamı kalıntıları...
Downtown
İç savaşta en çok hasar gören bölge. Savaş sırasındaki fotoğraflarını gördükten sonra Bu haline inanmak zor geliyor.
Hamra Cafe,
Hamra Caddesi'nin kalabalık mekanlarından. Kahveleri gerçekten çok güzel.
Bir de her yerde nargile içebiliyorsunuz.
Nargile hayatın olmazsa olmaz bir parçası. Kadın, erkek, yaşlı, genç herkes nargile içiyor :)

Beyrut, iç savaş yorgunu bir şehir gibi değil de “yaşamın değerini en iyi ben bilirim” der gibi. Hayat inatla devam ediyor sanki. Hamra Caddesi’nin çok yakınında bir otele yerleşiyoruz. Kaldığımız yer bakımlı, temiz ve çok merkezi bir noktada. Hamra Caddesi mağazaların ve restoranların bulunduğu trafiğe açık aktif bir mekan.  İstiklal Caddesi yoğunluğunda ve gece geç saatlere kadar rahatça dolşabilecek bir yer. Kaldığımız yere birkaç dakika olmasını fırsat bilerek bazı akşamlar geç saat bile olsa bu cadde üzerindeki restoran ve kahve dükkanlarını yakından tanıma şansına eriştik :)

St. Elias Kilisesi
Lübnan İç Savaşı sırasında bütün bu binalar yakılıp, yıkılmış, kilise elbette büyük ölçüde yeniden yapılmış ancak içinde halen savaşın izlerinin muhafaza edildiği duvarlar bulunmakta. Kilise ziyarete açık. Yapının batı cephesi meşhur saat kulesinin bulunduğu meydana açılıyor.
St. Elias Kilisesi iç mekan,
Ayin zamanına denk gelirseniz fotoğraf çekmenize izin verilmiyor.  Fakat kiliseler sürekli dolu ve hep bir törene rastlıyorsunuz. Tabii bunların hiçbiri izinsiz çekilen bir fotoğrafı meşrulaştırmaz; ben yaptım siz yapmayın :) Kutsal kitap sahneleriyle süslenmiş beşik tonozlardaki Arapça açıklamalara dikkat. Genel olarak bu tip uygulamalarda ülke gözetmeksizin Latince ya da Grekçe kullanımı yaygındır. 

Lübnan’da para hesabı çok kolay :) 1 Dolar 1500 Lübnan Lirası; kur sabit. Ayrıca dolar küçücük bakkallarda bile sorgusuz sualsiz kabul ediliyor. Hesap pusulası her iki para biriminden hesaplanmış haliyle geliyor. Bazı yerlerde para üstü Dolar ve Lübnan Lirası karışımı olarak verilebiliyor. Yalnız Euro problemli:) Esnaf Euro’yu kesinlikle kabul etmiyor. Türk Lirası ile alış-veriş yapılabilecek tek yer Bakaa Vadisi’ndeki seyyar satıcılar; başka varsa da bana denk gelmedi… 

Muhammed El-Emin Camii iç mekan. 
Muhammed El- Emin Camii ve ben:)
Kılık kıyafeti herkes Arap ülkelerine giderken iki defa düşünür ama Lübnan bu açıdan sorunsuz)
Biz ilk günler hava muhalefeti nedeniyle yağmurluğa mahkum olduk:)

Gece hayatına kısa bir dokunuş…

Bilindiği gibi Beyrut’un gece hayatı Beyrut’tan popüler. Bu da bizi daha ilk akşamdan Gemmayzeh’ye yönlendiriyor. Burası Beyoğlu kısmen Cihangir’deki gibi cafe-bar, restoran ve pub gibi yerlerin bulunduğu bir cadde. Her zevke hitap edecek bir mekan bulmak ve güzel bir gece geçirmek mümkün. Ayrıca cadde tarihi binalarıyla gece bile olsa göz kamaştırıyor. Gece yarısından sonra taksiyle otelimize dönüyoruz; yolda taksiciyle Aşk-ı Memnu muhabbeti yapıyoruz. Kendileri Muhammed’in (Kıvanç Tatlıtuğ) oyunculuğunu pek bir methediyor. Taksici amcamızın ses tonu bir dublaj sanatçısı kadar güzel; kendisiyle beraber her nedense Petruschka (Casatchok) yani bir Rus şarkısı söyleyerek yolculuğumuzu tamamlıyoruz.  

Minareleri görülen yapı Al Omari Camii.
Al Omari Camii, Beyrut'un en eski ibaderhanelerinden biri. İlk olarak 1150 yılında  St. John Kilisesi olarak ibadete açılmış. 1291 tarihinde ise Memlukler tarafından şehrin Ulu Cami'si  haline getirilmiş. İç savaş sırasında bu bölgedeki birçok yer gibi harap olmuş. Yeniden restorasyonu sırasında da her nedense fotoğrafta önde görülen Emevi tipi minareyi yapıya ekleyivermişler. Bu büyük ihtimalle Şam Emeviye Camii'ne bir öykünmeden kaynaklanıyor. Biraz daha arkada görülen minare Memluk döneminde yapılan minare. Fotoğrafın en önünde Beyrut'un en ünlü caddelerinden birinin adını görüyorsunuz. Caddenin hikayesini başka bir fotoğraf altına bırakıyorum:) Çünkü bu çok uzadı :)


Yeri gelmişken taksilerden söz etmeliyim. Beyrut’ta taksiler oldukça ilginç. İki ayrı kategoride taksi var. İlk grup son derece lüks arabalardan oluşuyor ve hani bunlar öyle tek tük de değil.  Aralarında Türkiye’de hiç görülmeyen arabalar bile var.  Birçok yerde bu “first class”  taksi duraklarını görmek mümkün. İkinci grupta da yine çok güzel arabalar bulunuyor ancak bunlar daha az yeni ya da artık klasik diyebileceğimiz türden arabalar. Mercedes’di, BMW’di, Porche’du artık ne ararsanız… 

Birçok araba fotoğrafı çektik ama ben en çok bunu seviyorum:)) Diğer fotoğrafları da devam yazılarına İnşallah :) Arkadaki taksileri de görünüz lütfen!

Taksi ücretlerine gelince ilk gruptakileri bir kenara bırakırsak, Lübnan’da taksimetre hiç görmedim. Taksiye binince mesafeye göre pazarlık ediliyor. Yakın mesafelere 10 dolar istiyorlar genelde. Ama yine de pazarlık etmeyi ihmal etmemek lazım; bazı durumlarda birkaç sokak için bile bu parayı isteyebiliyorlar. Bir de ilginç biçimde, okul servisleri dışında toplu taşımaya da hiç rastlamadım. Birkaç otobüs durağı olmasına rağmen durakta bekleyen yolcu falan da yoktu. Buna ciddi olarak dikkat ettim :) Aslında trafik probleminin de temel nedeni bu. Araç alımında vergi falan olmadığından bir de bankalar çok uygun kredi verdiğinden hemen herkes kendi alım gücünün çok üzerinde bir arabaya sahip olabiliyormuş. Caddeler, sokaklar ve otoparklarda bunu rahatlıkla görebiliyorsunuz zaten. Bu araba meselesi hiçbir yerde olmadığı kadar Lübnan’da ilgimizi çekiyor ama çekmeyecek gibi değil :)


Devamı var…

Şimdilik Beyrut’a ara veriyorum. Ama eylemlerim sürecek. Daha Harisa’yı, Byblos’u, Baalbek’i, Jeita Grotto’yu ve yeniden Beyrut’u anlatacağım. Görüldüğü gibi ayrıntısever insanın yazma ızdırabı uzun sürüyor :) Bir de bugünlerde Orta Doğu ve savaş kavramları bizim için fazla dillenir oldu biraz da bu sebepten konuyu uzatmakta sakınca görmüyorum. Hatta Obama ve destekçileri çok tutturursa Esad’ın ülkesiyle ilgili izlenimlerimi de yazarak devam edebilirim…

Son olarak yazımın başlığının çok iddialı olduğunun farkındayım ama sözler bana ait değil! Beyrut sanıyorum ki dünyada kendisine en çok şarkı yazılan şehirlerden biri. Ben de başlığımı Enrico Macias’ın “Beyrouth” isimli şarkısından aldım.  Bunda hem Beyrut’a ve Lübnan’a karşı duyduğum hissiyatın hem de şarkıyı fazlasıyla beğeniyor olmamın payı var :) :) İtiraf etmeliyim ki Beyrut'un bu başlığı hak ettiğini de düşünüyorum! İkinci başlığım, Lübnan’ın deyince akıllara ilk gelen dünyaca ünlü şarkıcı Fairouz’un sesinden insanı hüzünlere boğan şarkısı Li Beirut’tan bir mısra.  


4 yorum:

  1. Herkes "tam zamanında gitmişsin" diyordur eminim:) Suriye gezinde olduğu gibi:)
    Çok doyurucu ve hoş bir gezi yazısı olmuş. (Ben çok daha fazla fotoğrafını görüp dinlesem de:))
    Ama maalesef bugünlerde "Lübnan" deyince benim aklıma sadece kaçırılan 2 THY pilotumuz geliyor:( Muhteşem dış politikamızın sonuçları...

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Teşekkür ediyorum Sezercim:) Artık Katar Şeyhi gelir aklına:) Bunu cevaplamak için pilotların serbest kalmasını bekledim:) Dış politika deyince derin nefes alıp beklemek lazım insan ne diyeceğini bilemez oluyor.:)) Lübnan'da kaçırma olaylarıyla ilgili en güzel anlatım Amin Maalouf'un Doğu'dan Uzak'tasında vardı. Takas için yani. Sırf o kitap yüzünden kurtulacaklarını düşünüyordum:) Hissediyordum:)

      Sil
  2. I wish to better understand this article. But the photos are excellent, and it explains everything.

    YanıtlaSil