28 Nisan 2016 Perşembe

Yeşilçam Efsaneleri Heykel Olursa: "Türk Filmi"

Siyahın beyazı bir film, Türk filmi. Filmin içinde uyurken bile sigara içen bir adam, sokak fotoğrafçısı, Haşmet, Haşmet İbriktaroğlu. Paşa dedesinden kalan bütün serveti tüketmiş elinde kala kala Beylerbeyi'ndeki Külbe-i Ahzan kalmış bir adam. Bir de kız var. Esas kız, Ayşe. İzmir'den gelmiş, artist olmak istiyor, Haşmet'le yolları kesişiyor. Ayşe, Haşmet'in gönül yarası oluyor. 1966'nın İstanbul'undayız işte, siyah-beyaz perdede Beylerbeyi, Boğaziçi, İstiklal Caddesi,
Sultanahmet var şimdi...Her karesini, her cümlesini bildiğim, yüzlerce defa izlediğim, geçtiğimiz yıllarda festival kapsamında gösterildiğinde koşa koşa sinemaya koştuğum başyapıtım: Ah Güzel İstanbul...
Derken günlerden bir gün televizyonda genç sanatçı Çağdaş Erçelik röportaj veriyor. Çok içten, keyifle yaptığı çalışmalardan söz ediyor. Yaptığı çalışmalardan biri hayal meyal arkasında seçiliyor "Haşmet" diyorum. Genç sanatçı sinemadan, Külbe-i Ahzan'dan, Haşmet'ten bahsetmeye başlıyor. Ben de hemen serginin yolunu tutuyorum...

Külbe-i Ahzan yani hüzünler kulübesi ya da kimileri için bildiğiniz gecekondu...

Serginin başlığı "Türk Filmi", Nişantaşı'ndaki Galeri Eksen'den içeriye girdiğim zaman aklımdan ister istemez "Çağdaş Erçelik Gururla Sunar" cümlesi geçiyor. Türk Sineması'nda derin izler bırakan herkes burada. Sert bakışlı kötü adam Erol Taş yine kötü kötü bakıyor mesela, ya da birçok kişinin gerçek adını bilmediği oyuncu, senarist ve yönetmen olarak Yeşilçam'a koca bir ömür vakfeden İhsan Yüce yine düşünceler içinde. Bugünlerde kavuğu devredecek olmasıyla gündemde olan tiyatronun ve sinemanın usta ismi Ferhan Şensoy Varsayalım İsmail olarak galerinin bir köşesinde muzipçe gülüyor. Sokağın ve yaşamın sesleri, sinemanın sesleri yüzüyor galeride. Sol koldan Canım Kardeşim'den Kahraman'ın ağabeyleri geliyor; halleri insanın içini burkuyor. Muhsin Bey onları teselli etmek ister gibi yaklaşsa da kendi derdi başından aşmış...Bir köşede sinemanın sultanına rastlıyorum olanca güzelliğiyle, Afife Jale bütün zarafetiyle yine bütün bakışları üzerine topluyor. İçimizden biri Yaşar Usta'nın sözlerini duymamla ona yönelmem bir oluyor...Sinema perdesi aralanmış da film rulolarının içinde yürüyor gibiyim...


Varsayalım İsmail / Ferhan Şensoy


Benim için hep 40 Haramiler'den biri olarak kalacak olan: Erol Taş

Buradaki herkesin bir hikayesi var. Çağdaş Erçelik Yeşilçam'ın duygu dünyasını kendi hisleriyle tam kıvamında birleştirmiş, insan bu seçkiyi izlerken kapılıp gidiyor gerçekten. Önünden geçtiğim herkesi çılgınlar gibi alkışlamak istiyorum. Ekrem Bora, Ayhan Işık, kötü adam Önder Somer hiç yabancılık çekmiyor insan, tanıdık yüzlerin arasında...Diğer taraftan eserler arasında dolaşırken Ah Güzel İstanbul'un biraz ağırlıklı olmasına da içten içe seviniyorum. 


Ah Güzel İstanbul /1966
Ayşe ve Haşmet Beylerbeyi açıklarında Boğaz'ın ortasındalar. Haşmet birazdan herkesin ezbere bildiği şu sözleri söyleyecek:

 "Sus konuşma artık! Büsbütün öldürme insanı. Seni sevdim ulan. Sevdim be! Esir-i aşkın oldum. Ne istediysen yaptım, hatalar işledim, muradın olsun yüzün gülsün diye olmayacak işlere karıştım. Kendime bile ihanet ettim Haşmeti harcadım Haşmet'i..."


Ah Güzel İstanbul/ 1966
Üst fotoğrafta yer alan sahne...

"Sen büyük patron, milyarder, para babası, fabrikalar sahibi Saim Bey.Sen mi büyüksün?Hayır, ben büyüğüm, ben, Yaşar Usta.Sen benim yanımda bir hiçsin, anlıyor musun? Bir hiç.Gözümde pul kadar bile değerin yok!"

Veda Busesi

 Adım adım gezip, tadı çıkarılacak, sonra güzel düşlerle ayrılacağınız bir sergi. Hayatımızda yer etmiş onlarca karakter, sözcük...Her birini uzun uzun anlatmak sayfalar sürer ama sergi devam ediyor. En iyisi bunu yerinde yaşamak. Nişantaşı Galeri Eksen'de halihazırda görülebilcek "Türk Filmi" 3 Mayıs 2016'ya kadar sürecek. Evet çok az kaldı fakat Nişantaşı'nın ardından sergi Balat'a taşınıyor. Eğer 3 Mayıs'a yetişemezseniz Galeri Eksen Balat Art & Artist House Türk Filmi'nin yeni gösterim yeri olacak. Hala vakit varken kaçırmayın...

**Son olarak adresleri de vermek boynumun borcudur.
Galeri Eksen: Maçka Cad. No:29 Nişantaşı.
Galeri Eksen Balat Art & Artist House : Ayan Cad. No:32 Balat.

26 Nisan 2016 Salı

30. yılında Çernobil'i hatırlamak ve unutmamak...

26 Nisan 1986, günlerden tatlı cumartesi, upuzun kışlarıyla ünlü Ukrayna'ya yaz erken gelmiş herkes sokaklarda. Orak çekiçli Sovyet bayrakları her yeri süslüyor. 1 Mayıs hazırlıkları son sürat devam ediyor. Kiev'e iki saatlik mesafedeki Pripyat'ta herkesin keyfi yerinde. Bayrama hazırlanan bu kendi halindeki şehrin meydanına kocaman bir dönme dolap kuruluyor, Sovyetlerle özdeşleşmiş, efsane marş Polyuşko Polye bu sakin atmosfere heyecan katmak istercesine kulakları dolduruyor. Bu sahneyi bozan tek şey ileride bütün heybetiyle yükselen Çernobil'den gece boyu yükselen duman...


 Pripyat düzenli ve modern bir şehir. Çevresinde gelişen köylerde herkesin işi gücü var. Çünkü bu bölgede 1970 yılında faaliyete geçen bir nükleer santral bulunuyor: Çernobil. Pripyat'ın her köşesi Çernobil'de çalışan yurttaşlar ve aileleriyle dolu. Ve Sovyetler Birliği, diğer nükleer santrallerde olduğu gibi burada da bir takım deneyler yapıyor. Amaç dışarıdan gelecek saldırılara karşı alınabilecek önlemleri düzenlemek. Aynı reaktörde birkaç kez denenip başarılı olamamış bir deneyden söz ediyoruz. 25 Nisan gecesi üç tane mühendis bahsi geçen testi yeniden uygulamak için 4. reaktörün üzerinde çalışmaya başlıyor. Ekibin başında Sovyetler'in yetiştirdiği en iyi nükleer mühendislerden Anatoly Dyatlov bulunuyor. Hırslı ve daha önce birçok projede yer almış bir adam. Dyatlov'un diretmesiyle testin başarılı sonuç vermesi için soğutma sistemini ve olası bir güç kaybında devreye girecek emniyet sistemini devre dışı bırakılıyor. 4. reaktörün baş kontrol mühendisi Leonid Toptunov ve vardiya ustabaşısı Alexander Akimov, Dyatlov'a karşı çıkıyor. Dyatlov, ulusal nükleer yönergelere ve karşısındaki iki uzmanın direnişine rağmen riskin çok az olduğu fikrini savunuyor. Açıkçası Dyatlov diğer iki mühendisi hiç umursamıyor. Onlar da fazla üsteleyemiyor zaten; zira işin ucunda görevden alınıp Sibirya'nın ücralarında sürünmek var. Neticede güç ünitesi yavaşladıkça ısı giderek yükseliyor. Isıdaki anormal artışı fark etmelerine rağmen Dyatlov'un ısrarıyla çalışmaya devam ediliyor. Çok kısa bir zaman aralığında ısınmanın kontrolden tamamen çıkmasıyla deneyi sonlandırmaya nihayet karar veriliyor. Reaktörün güvenlik sistemi yeniden aktif ediliyor. Soğutucu suyun bir an önce ısınan reaktörü soğutması için uğraşılıyor.  Acil durumda yapılması gerekenler yapılsa da aşırı ısı nedeniyle reaktörün verdiği tepkiler ölümcül oluyor. Aşırı buhar basıncıyla reaktörün binlerce tonluk kapağı kağıt gibi havalanıyor. Çernobil'in 4 numaralı reaktörü saat 1:23'te patlıyor...Reaktör 50 ton nükleer yakıtı saniyeler içinde gökyüzüne ulaştırıyor. Tahminlere göre bu Hiroşima'nın yarattığı etkinin on katından bile fazla.
Patlamalar sırasında ilk anda reaktör çekirdeğine yakın durumda olan teknisyen ve işçiler yaşamını yitiriyor. Dyatlov ve grubunun bulunduğu kontrol odası çekirdekten uzak fakat bu reaktör çekirdeğinden açığa çıkan radyasyonun onları öldürmeyeceği anlamına gelmiyor. Biraz zaman gerekiyor o kadar...
Çıkan yangını söndürmek için hemen nöbetçi itfaiyeciler göreve çağrıldı. Bu itfaiyecilerin hiçbiri bir daha evlerine dönemedi...Yine de hükumet olanı biteni herkesten saklıyordu. Sadece üst düzey Sovyet yetkilileri ve reaktörün sorumlu personeli dışında kimseye bir şey anlatılmıyordu. 26 Nisan sabahı durumun vahametinin farkında olan bazı Çernobil mühendisleri ailelerine ve çevrelerindeki insanlara Pripyat'tan ayrılmaları gerektiğini haber verdi. Ama geri kalanı gündelik rutin içinde koşturmacaya devam ediyordu. 27 Nisan saat 14:00'te Pripyatlılar'a nükleer tehlike anonsu yapıldı ve "geçici" tahliye başladı. Kimsenin eşyalarını almasına müsaade edilmiyordu. Herkese yeniden Pripyat'a dönecekleri söylenmişti. Oysa Pripyat'taki her eşya ve her insan radyoaktifti, bir daha geri dönüş düşünülemezdi...30 kilometrelik bir alan bir haftada boşaltıldı. Bu süre boyunca yüz binlerce gönüllü Sovyet vatandaşı, nükleer atıkların temizlenmesi için çalıştı. Birçoğunun koruyucu giysisi yoktu ve hepsi radyoaktif hale geldi. Dünyanın geri kalanının bu insanlardan haberi bile olmadı...
Birkaç gün içinde Kuzey Yarım Küre'nin neredeyse tamamı radyasyon yüklü havayı solumaya başlamıştı. Yağan yağmurlarda ıslanan her şey radyoaktif hale geldi. Ekili alanlar, toprak, ağaçlar, su kaynakları, insanlar... 
Sovyet Sosyalist Cumhuriyetler Birliği henüz Soğuk Savaş tehdidi altında olduğunu düşünerek faciayı bütün dünyadan saklamaya çalışıyordu. Fakat Norveç ve Hollanda gibi ülkelerde ortaya çıkan ölçümlerde bir tuhaflık olduğu fark edildi. Bir yerlerde nükleer bir kaza olduğunu anlamak için radyasyon seviyesine bakmak yeterliydi. 30 Nisan 1986 günü Sovyetler açıklama yapıp, kazayı bütün dünyaya duyurmak zorunda kaldı. 


4. Reaktörün kontrol odası. /2011 *
Bugün nükleer severlerin Çernobil'i insan hatası olarak gördüğü bir gerçek ve temelde öyle. Ancak gözden kaçırılmaması gereken şeyler de yok değil. Sırf insan hatası gibi görünse de Çernobil'de hasır altı edilen ve Dyatlov'un bile aklına gelmeyen bir ihmaller zinciri vardı. Bir kere 4 numaralı reaktör yetkililerin ve partinin gözüne girmek için tasarım hatalarına rağmen alelacele tamamlanmıştı. Üstelik 70'lerin sonundan bahsi geçen güne kadar Çernobil hep sorunlu bir santral olarak raporlanmıştı. 


Çernobil'in kahraman itfaiyecilerinin anısına yapılan anıt.

Pripyat'ta yaşam durdu. Geçen bunca zaman boyunca şehir yaşanabilecek radyasyon sınırına asla ulaşamadı. Bitkiler ve hayvanlarda genetik bozukluklar ortaya çıktı. Radyasyondan etkilenen çocuklarda özellikle troid kanserinde artış görüldü.
Çernobil'de geçen 30 yılda doğa radyasyona karşı direniyor. Radyoaktif bir vahşi yaşam bütün Pripyat'ı ele geçirmiş durumda. Pripyat'tan ayrılmakta direnen az sayıdaki köylüler dışında terk edilen evler artık hayvanlar tarafından işgal edilmiş bulunuyor. Yaşam radyasyona baş kaldırsa da burada radyoaktif olmayan hiçbir şey yok. Bir örümcek ağının radyoaktif olduğunu düşünebilir misiniz? İşte Pripyat'ta bunu unutmamanız gerekiyor. 


Terk edilmiş Pripyat...


Pripyat'tan bir okul. Fotoğraf 2005 yılından... *

 Adı Ukrayna dilinde "pelin otu" anlamına gelen Çernobil ve çevresi onlarca korku filmine konu oldu. Çift başlı bebekler, parmakları birbirine yapışmış kadınlar,  ucubeye dönmüş adamlar görmek için insanlar sinemalara akın ettiler. Belki de bu sebepten artık buraya turistik geziler bile yapılmaya başlandı. Koruyucu giysilerle, küçük gruplar halinde Pripyat'ı gezmek artık mümkün. Ayrıca daha önceleri kaçak geziler yapıldığı da oluyordu. İnsanoğlunu anlamak zor gerçekten...


*
30 yıl önce bugün dünya tarihinin en büyük nükleer faciası yaşandı. Çernobil'in etkileri daha yüzyıllarca sürecek. Pripyat 1986'dan bu yana dikenli tellerle çevrili, yasak bölge. Fakat dikenli teller radyasyonun çıkmasına engel değil. Ukrayna'da ve Beyaz Rusya'da yüz binlerce insan nükleer atıklarla kirlenmiş topraklarda yaşamaya çalışıyor. Yapılan araştırmalarda Çernobil'in yarattığı nükleer kirliliğin Japonya'ya ve Kanada'ya kadar ulaştığı kesinleşti. Buna rağmen hala Türkiye'nin etkilenmemiş olduğunu savunanlar olması da ülkemiz açısından bir trajedidir. 
Nükleersiz bir yaşam mümkün hala vakit varken ve dünya hala yeterince nükleer atıkla kirlenmemişken...Çernobil'in üstünden 30 yıl geçti, 30 yıl sonra hala etkileri devam edecek. 
Nükleere hayır!


(*) işaretli fotoğraflariçin kaynak:  proof.nationalgeographic.com/2014/03/26/qa-gerd-ludwigs-long-look-at-the-chernobyl-disaster/  






12 Nisan 2016 Salı

Yuri Gagarin Uzayda : 55 Yıl Önce Bugün

Tarih 12 Nisan 1961, yer Kazakistan Sovyet Sosyalist Cumhuriyetler Birliği Baykonur uzay üssü, olay dünya tarihinin ilk uzay yolculuğu...Günün anlam ve önemine ilişkin bir yazıya giriş yapmış bulunuyorum. Yuri Gagarin, Ukraynalı köylü bir ailenin çocuğunun uzaya gidip, sağ salim dönüşünün ve uzay çağını başlatan adam olarak dünyaya yeni ufuklar açışının 55. yıl dönümündeyiz. Hayatı boyunca uçmayı hayal etmiş ve sonra tarihe geçmiş genç bir adam Yuri Alekseyeviç Gagarin. Sovyetler için bir ulusal kahraman, gurur kaynağı, dünyanın uzayla ilgilenen geri kalanı için kıskançlık sebebi. Vostok 1'in kahraman kozmonotu, Nikita Kruşçev'in (Hruşçov) John F. Kennedy'ye "uzay da benim" mesajı vermesini sağlamış kişi. 


 Böyle anlatınca bir masal gibi görünse de hikayenin aslı pek öyle değil. 1934 baharında Ukrayna'nın sınır bölgesine yakın bir kasabasında doğdu Yuri Gagarin. Annesi ve babası bölgenin kolhozlarından* birinde çalışıyordu. Babası kolhozda marangozluk işleriyle ilgilenirken annesi süt sağma işini üstlenmişti. Çiftin dört çocuğu vardı ve Yuri üçüncü çocuklarıydı. Yuri'nin çocukluğunun önemli bir bölümü savaş ortamında geçti. Sınır boyundaki küçük kasabaları Alman işgali altındaydı. Açlık, sefalet ve baskı bölgeyi kemiriyordu. Yuri bu sıralarda savaş uçaklarını keşfetti; uçma fikri çocuk ruhunu iyiden iyiye ısıtıyordu. Biraz büyüyünce Saratov'da teknik eğitim veren bir okula girdi. Fakat babası bu duruma çok içerledi, oğlunun kendi gibi kolhozda marangoz olmasını istiyordu...
 Lise düzeyinde eğitim veren bu okulda bir "havacılık topluluğu" bulunuyordu. Genç Yuri bu fırsatı kaçırmadı ve temel uçuş ilkelerini öğrendi. Artık küçük uçakları kullanabilir düzeye ulaşmıştı. Teknik okuldan sonra askeri pilot olmak üzere eğitim almaya başladı. Pilotluk eğitiminin ardından da Murmansk Oblast'ta göreve başladı. Pilot okulundayken hayatının aşkı Valentina'yla tanışıp evlenmişti bile. 

Yuri Gagarin, karısı Valentina ve kızı Galya

Derken Sovyetler Birliği uzay çalışmalarına hız verdi. Ezeli düşmandan önce uzayı fethetmek gerekiyordu. Bir gayretle ülke çapında yetenekli pilotları mercek altına aldılar. Nihayetinde en gözde pilotların sayısı 19 olarak belirlendi. Seçilen pilotlar derhal uzay programına dahil edildi. 19 genç uzaya giden ilk insan olmak için hayaller kurmaya başlamıştı. Fakat elemeler ve testler devam ediyordu. Uzay yolculuğu için mükemmel insanı bulmak lazımdı. Bu doğrultuda onlarca dayanıklılık testini başarabilenler bir üst düzeye çıkabildi. Elenmek için midenizin çabuk bulanması, kısır olmanız, nabzınızın bir anlığına hızlanması gibi şeyler yeterliydi. Bu arada program son derece gizliydi ama eşleri durumdan haberdardı. Hiçbiri kocasını uzaya fırlatmayı istemiyordu. Hele karnı burnunda Valentina, asla...Uzay programı seçmeleri sonunda iki kozmonot ipi göğüslemeyi başardı: Gherman Titov ve Yuri Gagarin. 
İki aday arasından seçim yaparken Nikita Kruşçev'in bile fikri alındı. Hatta konuyla alakalı alakasız bütün üst düzey yetkililerin bu işe burnunu sokması sağlandı. Ne de olsa seçilen aday sağ salim dönebilirse Sovyetler'i temsil edecekti. Yuri, köylü ailesi, sempatik görünümü ve 1.57 'lik boyuyla çok ideal gözükse de onun uzaya gitmesine karşı çıkan yetkililer vardı. Köyü uzunca bir süre Alman işgalinde kalmıştı, Yuri'nin bir casus olmadığı ne malumdu? Kruşçev son sözü söyleyen adam olarak bu düşünceye karşı çıktı ve Titov'un yedek kozmonot olmasına karar verildi. 
Yuri uzaya gideceğini 12 Nisan sabahında öğrendi. Bütün ekip gergindi. Daha önce benzer bir uçuş hazırlığı yapılmış ancak araç fırlatılırken meydana gelen bir arızayla hem kozmonot, hem de çok değerli birçok bilim adamı kül olmuştu. 
Uygun koşullar sağlanınca Vostok 1 fırlatıldı. 25 dakika boyunca Yuri'yle temas kurulamadı bu nedenle en çok tıbbi personel paniğe kapıldı. İnsan bedeninin uzay boşluğundaki tepkisi bilinmediğinden panikleri pek de haksız sayılmazdı. Vostok 1'in kazasız belasız yörüngesine oturduğu haberi Yuri'nin sesiyle Baykonur uzay üssünde çınlayınca ilk iş olarak Kruşçev arandı. Kruşçev de ilgili mercilerle temasa geçip uzayda süzülen kozmonotun rütbesinin neden hala yüzbaşı olduğunu sordu. Bütün dünyaya uzaya gönderdiği ilk adamın yüzbaşı olduğunu söyleyemezdi herhalde...Ordunun bundan rahatsızlık duyacağı ifade edilse de Kruşçev ters bir adamdı ve istediğinin yapılmasını istiyordu. Yuri 108 dakikada dünyanın çevresini turlarken çoktan binbaşı olmuştu bile. Vostok 1'in başarıyla uzaya çıktığı haberi derhal radyolarla paylaşıldı. Yuri'nin annesi, babası ve karısı onun uzaya giden ilk insan olduğunu radyodan öğreniyordu. Hatta anne ve babasının uzay programına alındığından haberi dahi yoktu. "Binbaşı Gagarin uzaya çıkmış" diyen arkadaşlarına Yuri'nin marangoz babası "Benim oğlum yüzbaşı o uzaydaki Yuri değildir" diyordu.

Vostok Roketi, Sergey Korolyov tarafından tasarlanmıştır.
Aynı dönemde Sovyetler'in yaptığı bütün uzay araçlarında baş tasarımcı olarak Korolyov'un adı görülmektedir. Günümüzde Vostok kapsülü Korolyov'un adı verilen bir kentteki müzede bulunmaktadır. 


 Gagarin Vostok 1'le dünyayı turladı ve Saratov yakınlarında bir araziye paraşütüyle indi. Araçla sert bir iniş olacağı için kozmonotun güvenliği gereği böyle bir tercih yapılmıştı. Üzerinde turuncu kozmonot giysisiyle uçan bir top gibi gök yüzünden düşünce onu gören köylüler kaçmaya başladı. Gagarin onları durdurmaya çabaladı ve şu sözleri söyledi: 

"Benden korkmayın, ben de bir Sovyet vatandaşıyım, uzaydan geldim ve Moskova'yla görüşmek için bir telefon bulmam gerekiyor." 

Bırakın 1961'i bugün böyle bir olay olsa "deli galiba" deyip dönüp gider insanoğlu işte ama bir şekilde Gagarin Moskova'ya ulaştı. Kahraman oldu. Uzaya giden ilk insan olarak bütün Sovyetler Birliği'ni ve dünyayı dolaştı.  Sovyetler Birliği'nin uzayı fethedişinin sembolü haline geldi.  




Kısa zamanda bütün Sovyetler'in hayranlık duyduğu bir isim haline gelen Yuri Gagarin iktidarı rahatsız etmeye başladı. Nikita Kruşçev, Yuri'nin aktif olarak politikaya katılması durumunda koltuğu kaptıracağından emindi. Artan popülariteyi bir müddet sağlıklı biçimde idare etse de bir süre sonra Yuri içkiyle tanıştı, hayatına başka bir kadın girdi. Fakat olaylar o kadar hızlı gelişti ki Sovyet yetkililer özene bezene yarattıkları ulusal kahramanı yola getirmek için ellerinden geleni yaptı. Bu doğrultuda 1962 yılında uzay programında kozmonot yetiştirmek üzere Yuri'ye görev verildi. 
Yaşam artık Yuri için ideal Sovyet vatandaşı olma rutininde ilerlerken 27 Mart 1968'de bir savaş uçağının test sürüşü sırasında meydana gelen bir kaza bütün Sovyetler'i yasa boğdu. Vostok 1'in kahraman kozmonotu, dünya tarihine adını yazdıran Yuri Gagarin 34 yaşında hayata veda etmişti. Uçak kazasıyla ilgili günümüze kadar onlarca teori ortaya atıldı ama hiç biri tam olarak ispatlanamadı. 



Veda Busesi 

Uzaya giden ilk insan olmak, aslında ne kadar zor bir karar. Bilinmezliğe yol almak, sadece bilime inanarak bir idealin peşine düşecek kadar cesur olmak. Hayatta yaptığımız ve yapamadığımız her şeyin altında yatan tek güç cesaret. Gagarin 19 kozmonotla birlikte uzay programına alındığında bazı kozmonotların eşleri Korolyov'a mektup yazmış, "lütfen kocamı göndermeyin" diye. Bugün heyecan verici gibi görünen bu hikaye o dönemde kalp çarpıntılarına, uykusuz gecelere sebep olmuş...Yine de dünya tarihinde böyle şeylerden bahsetmek güzel. Uzaya giden ilk insan Yuri Gagarin keşke yaşasaydı ve 55 yıl sonra ondan dinleseydik ayrıntıları. Şimdi uzayda bir yerlerde uçmaya devam ediyordur belki Yuri Gagarin, kim bilir... 



*Tarım üretim kooperatifi, devlete ait çiftlik de demek mümkün.