"Orospuluk etmek şimdilerde İtalya'da pek revaçta. Herkes orospuluk ediyor, Papa da, Kral da, Mussolini de, sevgili prenslerimiz de, kardinaller de, generaller de, hepsinin yaptığı orospuluk işte. İtalya'da hep öyle olmuştu, hep öyle olacak. Ben de orospuluk ettim, hem de yıllar yılı, bütün diğerleri gibi. Derken o hayattan iğrendim, isyan bayrağı açtım, soluğu hapiste aldım. Ama soluğu hapiste almak da orospuluk etmenin bir biçimi. Kahramanlık taslamak da, özgürlük için savaşım vermek de orospuluk etmenin bir biçimi İtalya'da. Kurtuluş yok..."
Hayatımız bugünlerde siyah beyaz haberler arasına sıkışmış durumda. Şubat ayında kendini gösterip kaybolan yalancı baharın avuntusu yerini buz gibi Mart'a bıraktı. Çiçekleri tomurcuklanan bitkiler soğuktan kavruluyor şimdi. Bu bahar bir daha açamayacaklar. Memleketin dört köşesi de o bitkiler gibi kavruluyor. Güzel şeylerden bahsetmek bile lüks bir duruma artık. İnsan arada bir tebessüm ettiğine bile utanıyor. Bir süredir Curzio Malaparte'nin Kaputt'unu elimden düşürmüyorum. İkinci Dünya Savaşı sonrası Avrupa'nın perişan halinin tanığı olarak anlatıyor Malaparte. Kitabı, 1941 yazında, Ukraynalı bir köylünün evinde yazılmaya başlamış. Yani Almanların Rusya'ya savaş ilan ettiği sırada. Malaparte savaşa aktif olarak katılmış bir adam, bir asker, bir gazeteci, bir diplomat. Aynı zamanda bir faşist. Hem de parti üyesi bir faşist. Ama faşizmin gerçek yüzünü keşfedip Mussolini ve Hitler'i hedef alan yazılar yazmaya başlayınca başına türlü işler açmış bir adam. Önce sansüre uğramış yetmemiş sürgün edilmiş; "aklı başına gelmediğinden" olacak ölse de kurtulsak fikriyle teğmen yapılmış ve bir de savaş muhabirliği görevi tevdi edilerek 1941'de Rus cephesine gönderilivermiş. Savaşta ölmemiş, ölmediği gibi Mussolini'yi kendini öldürmediğine pişman ederek, faşist parti birlikleriyle mücadele amacıyla kurulan İtalyan Kurtuluş Ordusu'nda aktif olarak görev almış.
Böyle bir adamın eseri Kaputt. Almanca Kaputt paramparça, mahvolmuş anlamına geliyor. Okurken, okuyucuyu da paramparça eden satırlara sahip bir kitap. Ben insanların soğuktan göz kapaklarının kopabileceğini düşünemezdim. Köpek derisinden eldiven yapabileceğini, buz tutan nehirde atların donabileceğini, selüloz hamurundan ekmek yapılabileceğini ve savaşın getirdiği bir sürü tarif edilemez acımasızlığı düşünemezdim. Bunca gaddarlık, bunca nefret... Gel gelelim amacım kitabı anlatmak değil. Ben size camdan gözün öyküsünü anlatacağım, Malaparte'nin sözcükleriyle:
Subay atının yelesi üstüne eğilmiş, elleri eğerinin tutamağında, son top arabasının elli metre kadar gerisinden konvoyu izlemekte, atların nal sesleri ovanın çamurunda sönerek uzaklaşıyor ki, ani bir tüfek atışı kulağının dibinde ıslık çalıyor. "Halt" diye haykırıyor subay. Konvoy duruyor, artçı batarya yeniden köye ateş açıyor. Konvoyun bütün mitralyözleri alev alev yanan evlere ateş ediyor. Ama tüfek atışları ağır ve düzenli, kapkara duman bulutunu yarıyor. "Dört, beş, altı,..." diye sayıyor subay yüksek sesle. Ateş eden yalnız bir tek tüfek, bir tek adam. Birden duman bulutunun içinden bir gölge koşarak sıyrılıyor, kolları havada.
Askerler partizanı yakalıyorlar, Subay'ın önüne getiriyorlar, adam eyerinin üstünden eğilip onu dikkatle inceliyor. "Ein Kind!" diyor alçak sesle. Bir çocuk bu, on yaşından fazla göstermiyor: zayıf, perişan, giysileri lime lime, yüzü kapkara olmuş, saçları alazlanmış, elleri yanıklar içinde. "Ein Kind!" Çocuk, Subay'a sakin sakin bakıyor, gözlerini kırpıyor, arada bir elini ağır ağır kaldırıp parmaklarıyla burnunu siliyor. Subay eyerinden iniyor, dizginleri bileğine dolayarak çocuğun karşısında dikiliyor. Yorgun, bezgin bir hali var. "Ein Kind" Onun da bir çocuğu var, Berlin'de, Witzlebenplatz'da, aynı yaşlarda bir oğlan, yok, Rudolf bir yaş daha büyük bile olabilir, bu düpedüz çocuk işte,"Ein Kind!" Subay kırbacını çizmelerine vuruyor, atı yanında toynağıyla sabırsızca toprağı dövüyor, burnunu Subay'ın omzuna sürtüyor. İki adım ötede tercüman, Balta Volkdeutschen 'den bir Onbaşı, sinirli bir halle hazır ol vaziyetinde beklemekte. " Bu düpedüz bir çocuk, ein Kind! Ben Rusya'ya çocuklarla savaşmaya gelmedim ki." Birden Subay çocuğun üstüne eğiliyor, köyde başka partizan kalmış mı, diye soruyor. Subay'ın sesi yorgun, bezgin, sorusunu Rusça, sert ve sinirli bir sesle yineleyen tercümanın sesinde dinleniyor sanki.
"Nyet" yanıtını veriyor çocuk.
"Niçin benim askerlerime ateş ettin bakalım?"
Çocuk, Subay'a şaşırmış gibi bakıyor, tercüman soruyu iki kez yineleriyor.
"E, biliyorsun ya, neden soruyorsun ki?" diye yanıtlıyor çocuk. Sesi sakin, berrak; hiç korkusuz yanıtlıyor ama umursamaz değil. Subay'ın yüzüne bakıyor, yanıt vermeden önce bir asker gibi hazır ola geçiyor.
"Almanlar kim, biliyor musun?" diye soruyor Subay alçak sesle.
"E, sen de Alman değil misin, tovarişç ofiser?* diye yanıtlıyor çocuk.
O zaman Subay bir el hareketi yapıyor, Feldwebel çocuğu kolundan yakalıyor, tabancasını kılıfından çıkarıyor.
"Burada değil, biraz öteye," diyor Subay sırtını dönerek.
Çocuk Feldbewel'in yanında ilerliyor, Feldbewel'in yürüyüşüne uymak için adımlarını sıklaştırıyor. Birden Subay dönüyor, kırbacını kaldırıyor, "Ein Moment!" diye bağırıyor, Feldwebel dönüyor, Subay'a kararsız bakıyor, sonra elini uzatıp çocuğu önünde itekleyerek geriye dönüyor.
"Saat kaç?" diye soruyor Subay. Sonra yanıtı beklemeksizin kırbacıyla çizmelerine vurarak çocuğun önünde aşağı yukarı yürümeye koyuluyor. Atı dizginlere yaslanıyor, başını eğip puflayarak onu izlemeye koyuluyor. Bir an geliyor, Subay çocuğun önünde duruyor, ona uzun uzun bakıyor, sonra ağır, bezgin, sıkıntıdan bunalmış bir sesle ona şöyle diyor: "Bana bak, sana kötülük etmek istemiyorum. Sen bir çocuksun, ben çocuklarla savaşmam. Askerlerime ateş ettin ama ben çocuklarla savaşmam. Lieber Gott, savaşı ben icat etmedim ya." Subay sözünü yarıda kesiyor, sonra çocuğa olağanüstü yumuşak bir sesle diyor ki: "Bak bana, benim bir gözüm camdandır. Sahicisinden ayırt etmek kolay değildir. Sen şimdi bana hemencecik, düşünmeksizin, gözlerimin hangisinin camdan olduğunu söylersen seni serbest bırakırım, gidersin."
"Sol gözün camdan," diye yanıtlıyor çocuk anında.
"Nereden anladın peki?"
"Çünkü iki gözünden yalnızca onda insanca bir bakış var."
Veda Busesi
İnsanca bir bakış, insanca bir cümle, insanca bir yaşam...İnsanların evine sağ salim döndüğü, karnının doyduğu, çocuklarının büyüdüğünü görebildiği bir Türkiye'yi ve dünyayı hak ediyoruz...
Güzel günler görmek ümidiyle...
*Yoldaş Subay
**Bütün alıntılar :
Curzio Malaparte / Kaputt/ Can Yayınları /Nisan 2014 İstanbul
İlginç bir kitap, sanırım listeme alacağım.
YanıtlaSilİlginize teşekkür ederim Mehmet Bey.
SilListeme ekledim ve listeme bir baktım ki kitap isimlerinden kitap yazılacak kadar çok olmuşlar:) teşekkürler sevgiler.
YanıtlaSilUpuzun bir listeye eklenen yeni kitap kadar güzel bir şey olamaz:) Çok teşekkür ederim...Benden de sevgiler:)
Sildikkat çekici.. listeme ekledimm :)
YanıtlaSilSevgili Zoka Gum, sizin gibi çok okuyan, çok izleyen birinin bu kitap hakkındaki görüşlerini merakla bekliyor olacağım:)
SilGüzel bir tanıtımdı. Çok ilgimi çekti.
YanıtlaSilSipariş listeme ekledim.
Güzel günler görmek ümidiyle Aslıcım...
İnşallah, çok teşekkür ederim.
Sil