Marmara Denizi’nde şahsına münhasır bir ada. Billur gibi bir deniz, katışıksız bir huzur. Bir tarafta üzüm bağları, diğer tarafta dünyaya
nam salmış mermer yatakları. Kendi iklimini, kendi saatini, kendi tadında yaşayan masmavi bir liman: Marmara Adası.
Sımsıcak bir İstanbul gününde denizle gökyüzü arasında
sınırlanmış bir adaya doğru yola çıkıyorum. Yenikapı'dan başlayan yolculuk, iki buçuk saatin sonunda çınarlı bir limanın ucunda son buluyor. Büyük şehre olan yakınlığı göz önüne alındığında kurtarılmış bir bölge Marmara Adası. Adanın kendine özgü şahsiyeti
kısa sürede beni etkiliyor. Balıkçısından zabıtasına, memurundan, dondurmacısına adada
rastladığım herkes beni adanın ruhuna bir adım daha
yaklaştırıyor. “Dünyada masumiyetini sonsuza kadar yaşatabilecek bir yer varsa, o yer kesinlikle
burası olmalı” diye aklımın bir köşesine not düşüyorum.
Adayı keşfe çıkmadan önce iskeleden kısa bir
yürüyüşle adanın
keyifli konaklama durağı olan Şato Motel’e ulaşıyorum. Kısacık bir zaman içinde, Şato Motel’in hasır şemsiyeli romantik bir kumsala ve
ipek gibi bir denize açılan odalarından biri benim oluyor. Güneşli ve aydınlık manzarayı odamda bırakarak daracık
sokaklara, püfür püfür ada havasına bırakıyorum kendimi. Sahili adımlayarak başlıyorum Türkiye’nin en büyük ikinci
adasını gezmeye. Hava sıcak ama insanı
yormayacak bir yumuşaklıkta.
Yazın
ortasında bu harika iklimi sağlayan
en önemli etken adanın kuzey kesiminde yer alan saflık oranı yüksek mermer
rezervi ve tabi ki adayı saran kızılçam ormanı.
Bizans mimarisinin
vazgeçilmezi: Prokonnesos mermeri
Marmara
Adası göründüğünden çok
daha fazlasını barındırıyor içinde. Antik çağlara kadar uzanıyor adanın hikayesi. Tarih
sahnesinde Marmara Adası’nda ilk ikamet edenlerin Miletoslular olduğu düşünülüyor. Denizci ve sanatla iç içe bir
kültürün içinden gelen Miletoslular için ada kısa sürede değerli bir ticaret kolonisi haline
geliyor. Prokonnesos adıyla anılan adadan çıkarılan birinci sınıf mermer bütün
Ege, Anadolu ve Akdeniz’de popüler oluyor.
Prokonnesos mermerinin ihracatıyla zengin bir ticaret kolonisi haline
gelen ada defalarca yağmaya uğruyor. Roma çağında ada İsa’nın öğretisini benimseyen ilk
Hıristiyanlar’ın sürgüne gönderildiği bir yer haline geliyor. Bizans İmparatorluğu’nda Hıristiyanlığın zaferiyle birlikte bu sefer keşişlerin inzivaya çekildiği bir adaya dönüşüyor. Osmanlı İmparatorluğu’nun hakimiyetiyle birlikte bu naif adaya Türkler
de yerleştiriliyor.
Böylece 15. yüzyıldan itibaren ada Türklerle Rumlar’ın ahenkle yaşadığı çok kültürlü bir yapıya bürünüyor. Mübadeleyle birlikte Rumlar adadan
ayrılıncaya kadar iki halk iç içe yaşıyor.
Adanın
binlerce yıllık geçmişini düşünerek yavaş yavaş ilerliyorum. Sahil boyunca çınarların güneşe siper olduğu, serin çay bahçeleri dikkatimden
kaçmıyor. Merkezde yan yana dizili pastanelerden yükselen kokular içime
doluyor. Zira burada ponçikler, kurabiyeler, börekler dükkan dışına yerleştirilen tezgahlarda sunuluyor. Buram buram sıcak poğaça kokusu atmosferi kaplarken ada
geleneğine uygun
olarak bende Can Pastanesi’nin camekanından taptaze poğaçalarımı alıp, tarihi çınarların
gölgesinde serinleyen çay bahçelerinden birine kuruluyorum. Bir
bardak çay eşliğinde Marmara Denizi’ni ve telaşsız kanat çırpışlarıyla deniz kuşlarını seyrediyorum.
Adanın kendi halindeki kalabalığına karışmaya karar vermem çok uzun sürmüyor. Marmara Adası’nın yerli halkı mermer dışında, zeytincilik, bağcılık, şarapçılık ve balıkçılıkla uğraşıyor. Dolayısıyla çarşıdaki tezgahları buğulanmış üzümler, altın sarısı zeytinyağları, salamura yapraklar , zeytinyağlı ev yapımı sabunlar süslüyor.
Marmara Adası Akdeniz ikliminin ılımanlığı ve Karadeniz’de görülen yağış yapısının egemen olması nedeniyle çok
bereketli topraklara sahip. Adanın bitkileri, otları, çayları her derde deva
desem abartmamış olurum. Kuş mısırı,
kantaron, ebegümeci, adaçayı, kuşburnu ve karabaş otu gibi bitkiler adanın rengarenk tezgahlarında
bulacaklarınızdan sadece birkaçı. Üstelik bu bitkileri ve çayları alırken
tezgahın sahibi olan adalılardan lezzetli hazırlama tarifleri de alabilmek
mümkün. Adanın tezgahları da adanın
kendisi gibi sakin ve çarpıcı. Kurutulmuş boy boy deniz yıldızı, deniz kabukları ve hatta
deniz atları bile var bu tezgahlarda. Uğur getirdiğine inanılan aşk ve rüya çiçeği ise bir romandan fırlamışçasına ilgi uyandırıyor ada
gezginleri üzerinde. En azından, bende kesinlikle düşsel bir Nazlı Eray romanı çağrışım
yapıyor. Sanki bu çiçek sadece Nazlı Hanım’a yakışır ve yalnızca onun satırlarında hayat bulabilir gibi fikirlere kapılıyorum...
Mermer Ocağı, Saraylar Beldesi ve tozu dumana, beni de peşlerine takan keçiler...
Kuş mısırı ya da kudret narı adıyla satılan bitki.
Köylülere sorarsanız, ne dertlere deva, anlatamam...
Zeytinyağı sabunları, ev yapımı.
Mermer Ocağı, Saraylar Beldesi ve tozu dumana, beni de peşlerine takan keçiler...
Kuş mısırı ya da kudret narı adıyla satılan bitki.
Köylülere sorarsanız, ne dertlere deva, anlatamam...
Zeytinyağı sabunları, ev yapımı.
Deniz atlarını, aşk ve rüya çiçeklerini geride bırakıp ara
sokaklara, dik yokuşlara
yöneliyorum. Dar sokaklardan,
genelde sonuna kadar kapıları açık
evlerin önünden geçiyorum. Kapısı açık evler, sessiz sokaklar bana adanın
tasasız bir hayat sürmek için ideal bir yer olduğu izlenimini veriyor. Az sayıda da olsa klasik Rum evlerine
rastlıyorum. Adanın hatıra defterinden küçük bir bölümü okumak gibi bu Rum
evleri.
Çınarlı Köyü...
Mermerin
hayat verdiği ada
Agios Nikolas Kilisesi/ Saraylar
Kilise mütemadiyen açık.
Bekçisi falan yok. Dilediğiniz anda ziyaret edebilirsiniz.
Saraylar Beldesi'nin girişinde yol kenarında, alt kotta görülüyor hemen.
Fakat fotoğraflardan da anlaşılacağı gibi restorasyona ve korunmaya ihtiyacı var.
Abroz Plajı
Marmara mermeri %95 saflık oranıyla her dönem gözde bir ihraç ürünü oldu. Erken dönemlerden itibaren bütün Anadolu’ya ve Akdeniz’e gemi yoluyla taşındı. Günümüzde İtalya’dan Sicilya’ya Antalya’dan İstanbul’a sanat tarihinin anıtsal yapılarında ve heykellerde gördüğümüz mermerler Prokennesos’tan yani Marmara’dan getirilmiştir. Berlin’de bulunan Bergama Zeus Sunağı ve Ayasofya’nın mermer sütun başlıkları Marmara mermerinin kullanıldığı özel yapılardan yalnızca ikisi.
Türkiye'nin ilk mermer fabrikası bu manzaranın içinde yer alıyor. Tabi fotoğrafta
ağaçlar onu saklamış ama olsun.
Veda Busesi
Marmara Adası, İDO'nun dergisi Sealife için yaptığım seyahatlerden biriydi. Marmara Adası'ndan Avşa Adası'na uzanan, keyifli bir yaz yolculuğunun sayfalarla buluşmasının şimdilik Marmara bölümününü aktardım. Sezon top yekun açılmadan Avşa'yı da blog'lamış olmayı ümit ediyorum.
Yeni yazılarda buluşmak üzere...
Çınarlı Köyü...
Güneş
hala karanlığa teslim olmamışken adanın en güzel köylerinden birine doğru yol alıyorum. Adanın dolmuş durağı iskeleye
oldukça yakın. Dolmuşta
adalılarla koyu bir sohbete koyularak yüzlerce yıllık çınarlarla beni karşılayan Çınarlı Köyü’ne varıyorum. Adını
tarihi çınarlarından alan köy eski bir Rum yerleşimi. Adanın dört köyünden
biri olan Çınarlı upuzun kumsalı, az tuzlu denizi, el değmemiş
tabiatıyla son yıllarda gezginlerin seyahat listelerinde üst sıralara yerleşmeyi başarmış bir yer. Çınarlı Köyü’nde yalnızca deniziyle değil aynı zamanda doğa
sporlarına olan elverişli
yapısıyla da seyahat severlerin gözdesi. Dağ bisikleti, doğa
yürüyüşü, dalış, yelken ve olta balıkçılığı gibi aktiviteler Çınarlı’nın misafirlerine
sunduğu alternatiflerden
bazıları. Çınarlı Köyü’nün mütevazı sokaklarında yaptığım yürüyüşün ardından, güneşin
bütün görkemiyle battığı sahile
yöneliyorum. Son kızıl hareler ufukta
kaybolduğunda adanın merkezine
geri dönüyorum.
Çınarlı Köyü
Adanın akşamı
Yıldızların
gök yüzünü kuşattığı bir ada gecesindeyim, ayaklarım
beni sorgusuz sualsiz adanın en keyifli restoranı Oflinin Yeri’ne götürüyor.
Yanı başımda deniz,
masamda adanın en güzel mezeleriyle tam manasıyla adanın tadına varıyorum.
Oflinin Yeri, adanın Aşıklar
Köprüsü adıyla anılan şirin
köprüsüne hakim bir konumda. Mekanın sahibi Mehmet Usta’nın kendi elleriyle
açtığı
midyelerin ünü çoktan adayı aşmış durumda. Ben de soframı Mehmet
Usta’nın maharetli ellerinden çıkan midye dolması ve tavasıyla, ayrıca fava, tarak,
karnıkara börülce ve Marmara Adası’na özgü bir yemek olan peynirli patlıcanla
süslüyorum. Mehmet Usta’nın midyeleri şöhretinin hakkını fazlasıyla
veriyor doğrusu.
Mezelerin ve Mihaliç peyniriyle yapılan patlıcan da ayrı ayrı enfes lezzetler
olarak damağımda yer ediyor.
Günün yorgunluğunu
unutturan böylesi bir yemeğin
ardından yeni güne hazırlanmak üzere Şato Motel’e uzanıyorum.
Mermerin
hayat verdiği ada
Yeni günde
her kıvrımında ayrı bir manzara saklı olan yollardan geçerek adayı daha
yakından tanımanın peşine düşüyorum. Doğanın güzellikleri içinde yol alırken adanın
keçileri, koyunları önüme çıkıyor. Onları fotoğraflamak için sık sık mola veriyorum. Küçücük yolculuğum uzayıp gidiyor bu sayede. Topağaç köyüne geldiğimde köy kahvesinde adanın bağlarından bardağıma dolan koruk suyu içiyorum.
Köylülerin şen
kahkahalarını geride bırakarak balıkçılara, tarihin bir parçası olan evlere,
denize iniyorum. Yol üzerinde Asmalı Köyü de uğramadan geçemediğim bir rota oluyor. Koyları, kumsalları,
balıkçılarıyla Asmalı gönlümde yer ediyor.
Adanın mermer yataklarının bulunduğu Saraylar Beldesi’ne yaklaşırken yol kenarında bütün
zarafetiyle yükselen Agios Nikolas Kilisesi’ni ziyaret ediyorum. Adanın geçmişinden izler taşıyan bir yer Saraylar;iki bin
yıldan fazla bir süredir Anadolu ve Akdeniz’in mermer ihtiyacı buradan karşılanıyor. Bu nedenle her köşesinden bir sütun başlığı, heykel, alınlık, lahit, kısaca bir müzede
görmeye alışık olduğumuz objelere rastlamak olası. Bu
doğrultuda Saraylar’da bir açık hava müzesi kurulmuş. Günümüzde gezginler adanın
mermerini hem işlenmemiş olarak, hem de çağlar öncesinden bugüne ustalıkla
biçimlendirilmiş heykeller
olarak görme şansına
sahipler. Saraylar’da dolaşmak
tarihin tozlu sayfalarında dolaşmak
gibi. Türkiye’nin ilk mermer fabrikası da Saraylar’da yer alıyor. Adaya adını
veren mermer Saraylar’da yaşamın
bir parçası. Marmara Adalar Belediyesi’nin çalışmalarıyla Saraylar’da düzenlenen heykel çalıştayları sayesinde beldenin kendisi
de başlı başına bir açık hava müzesi haline
gelmiş. Bir tarafta
klasik çağdan
heykeller arzı endam ederken, Saraylar sahilinde de çağdaş çizgileri yansıtan örneklerle buluşuyorsunuz.
Adayı baştan başa dolaştığınızda rüya gibi kumsallara kapılmamak olanaksız.
İşte Saraylar
Beldesi’de tarifsiz güzellikte koylara ve kumsalları saklıyor koynunda. Abroz
ve Palatia bölgenin tarih ve doğayla
kesiştiği noktada ziyaretçilerini ağırlamak üzere bekliyor.
Topçam Köyü
Topçam Köyü
Agios Nikolas Kilisesi/ Saraylar
Kilise mütemadiyen açık.
Bekçisi falan yok. Dilediğiniz anda ziyaret edebilirsiniz.
Saraylar Beldesi'nin girişinde yol kenarında, alt kotta görülüyor hemen.
Fakat fotoğraflardan da anlaşılacağı gibi restorasyona ve korunmaya ihtiyacı var.
Abroz Plajı
Marmara mermeri %95 saflık oranıyla her dönem gözde bir ihraç ürünü oldu. Erken dönemlerden itibaren bütün Anadolu’ya ve Akdeniz’e gemi yoluyla taşındı. Günümüzde İtalya’dan Sicilya’ya Antalya’dan İstanbul’a sanat tarihinin anıtsal yapılarında ve heykellerde gördüğümüz mermerler Prokennesos’tan yani Marmara’dan getirilmiştir. Berlin’de bulunan Bergama Zeus Sunağı ve Ayasofya’nın mermer sütun başlıkları Marmara mermerinin kullanıldığı özel yapılardan yalnızca ikisi.
Türkiye'nin ilk mermer fabrikası bu manzaranın içinde yer alıyor. Tabi fotoğrafta
ağaçlar onu saklamış ama olsun.
Veda Busesi
Marmara Adası, İDO'nun dergisi Sealife için yaptığım seyahatlerden biriydi. Marmara Adası'ndan Avşa Adası'na uzanan, keyifli bir yaz yolculuğunun sayfalarla buluşmasının şimdilik Marmara bölümününü aktardım. Sezon top yekun açılmadan Avşa'yı da blog'lamış olmayı ümit ediyorum.
Yeni yazılarda buluşmak üzere...
Şimdi orada olmak vardı dedim içimden. Yılın yorgunluğunun üzerine iyi gelir. Elinize sağlık.
YanıtlaSilah benim için ne faydalı oldu bu yazı. bizde temmuzda gitmeyi düşünüyoruz ve nerede kalacağız diye düşünüyordum. bookingte kapandı, motellere
YanıtlaSilbakamıyoruz. sizin kaldığınız otelden memnun kaldıysanız, şehir içine de yakınsa numarasını yazar mısınız. avşa adasını da merakla bekliyorum.
Üslubunuza bayıldım. İnanın sizinle birlikte aynı heyecanı hissettirerek gezdiriyorsunuz bizi. Tebrikler...
YanıtlaSilAvşa ya daha önce 2 kere gittim güzel bir ada
YanıtlaSilMarmara adası ni çok guzel anlatmışsınız fotoğraflar harika