Boğaz ipekli bir kumaş
gibi titreşiyor. İki yaka arasında kanat çırpan martılar destanların kentinin
üzerinde pervasızca süzülüyor. Unutulmuş zamanların unutulmayan savaşı Troya ve
1. Dünya Savaşı’nın seyrini değiştiren zaferin mağrur şehri Çanakkale’yi
keşfetmeye Gelibolu’yla devam ediyorum…
O bildik Hollywood filminin baş aktörü olan Troya atının
dibinden gecenin sabaha uzanışını izliyorum. Çanakkale Kordon, henüz batmayan
ay ışığının altında bir şiirin en çarpıcı dizesi gibi fısıldıyor. Abartısız, sakin, dalgın bir güzellik var bu
şehirde. Denizin esansı güçlü bir rüzgarla saçlarıma dokunurken, az ötede
yolcularına seslenen feribotun gümbürtüsünü duyuyorum. Elimde valizim gün
doğmadan sahile açılan Büyük Truva Otel’ine yerleşiyorum. Yol yorgunu halim,
birkaç saat uykuyu hak ediyor. Boğaz’a karşı uyanıp, otelin manzarasında
kahvaltı ediyorum. Feribot iskelesine doğru hızla yürümek gibi niyetlerim olsa
da gün ışığında kordonun canlılığı fotoğraf çekmek için aklımı çeliyor.
Fotoğraf faslına
feribotta devam ederken neredeyse herkesin birbirini tanıdığını fark ediyorum.
Sıcak, samimi bir ortamda feribot yol alırken, “Karşıya geçme” fiilinin
İstanbul dışında bu denli gerçekçi olması hoşuma gidiyor. Tabiatın uyanışına
işaret eden renklerle donanmış Gelibolu yarımadası olanca zarafetiyle beni
kucaklıyor. Gelibolu, Çanakkale Savaşları ve Gelibolu Tarihi Alan Başkanlığı’nın
kurulmasıyla her geçen gün daha da büyüyen bir açık hava müzesi haline
gelmiş. Denize serili bu yeşil yarımadanın
her köşesi Çanakkale Muharebeleri’nin izlerini taşıyor. Mücadelenin zafere
dönüştüğü Gelibolu’yu layıkıyla tanımak için en azından iki günlük bir zamana
ihtiyaç var. Böylece tarihi alanı
keşfetmek üzere, adı Çanakkale Savaşları’yla özdeşleşen Seyit Onbaşı’yla birlikte anılan Rumeli
Mecidiye Tabyası ve Şehitliği’ne varıyorum.
Burada, 18 Mart 1915’te Boğaz’ı geçip İstanbul’a ulaşmayı hedefleyen
müttefik donanmasına cesaretle mücadele eden Seyit Onbaşı ve bütün
Mehmetçiklerimizin anısına yapılmış bir anıt yer alıyor. Askerliğe “Ağır Topçu Neferi” olarak başlayan
Seyit Onbaşı, topun mermi kaldıran vinci bozulunca,215 kiloluk top mermisini
sırtına alarak namluya sürmüş, ateşlediği top sayesinde İngiliz zırhlısını
batırmayı başarmasıyla da efsaneleşmiş bir savaş kahramanı. Böyle bir yiğitlik
timsali yaşanan Rumeli Mecidiye Tabyası Gelibolu’nun ziyaretçi akınına uğrayan bölgelerinden biri. Kahraman Rumeli Mecdiye Tabyası’nın ardından askerlere
sağlık hizmetlerinin verildiği Soğanlıdere Vadi’si, Alçıtepe Şehitliği, Çanakkale Cephesi’nin ilk şehitlerinin
yattığı Seddülbahir Kalesi, Eskihisarlık Burnu’nda yükselen Şehitler Abidesi
izlediğim rotayı oluşturuyor. Çanakkale Savaşları’nın sarsıcılığı her adımda
yüreğime dokunuyor. Gelibolu tarihi yaşayan ve yaşatan bir coğrafya. Bölgede yaşananları daha yakından izlemek
içinse Çanakkale Destanı Tanıtım Merkezi’ne uğramak gerek. Burada önce savaş sırasında kullanılan her
çeşit eşyanın sergilendiği bir müzeyi inceleyip, ardından muharebenin
etkileyici anlarının ileri simülasyon yöntemleriyle canlandırıldığı alana
geçmek mümkün.
Gelibolu’da doğa
geçmişi örten bir dantel gibi. Toprağın bereketi savaşın izlerini huşu içinde
kamufle ediyor. Arıburnu
Sahili’nde bulunan Anzak Koyu’nda verdiğim kısa molada aklımdan bunlar geçiyor.
Yönümü Eceabat’ın kuzeyinde bulunan
Bigalı Köyü’ne çeviriyorum. Bigalı Köyü,
Nisan 1915’te Atatürk’ü misafir etmiş ve
19. Tümen’e karargah olmuş. Günümüzde Atatürk’ü konuk eden ev müze olarak
ziyarete açık. Kendine özgü dokusunda
Bigalı meydanından başlayarak içinizi ısıtıyor. Çınar gölgesine kurulu kahvesi,
bayraklarla ve Atatürk’ün sözleriyle donatılmış taş evleriyle Bigalı çabucak
kalbe dokunuveriyor.
Gelibolu’da yeni günün ilk durağı
mücadelesiyle destan yazan Conkbayırı. Conkbayırı’na ilerleyen yolda 57. Piyade
Alayı Şehitliği karşıma çıkıyor. Yarbay Mutafa Kemal’in komutasında çarpışan
57. Piyade Alayı, çıkarmanın ilk gününde Arıburnu’na doğru harekete geçen Anzak askerlerini geri püskürten Türk
kuvvetlerinden biri. Gelibolu’da her adım insanı cesaretin, kahramanlığın anlatısına
götürüyor. Yoluma devam edip savaşa yeni bir yön veren Conkbayırı’na
varıyorum. Gelibolu yarımadası bu
noktada, tümüyle görünüyor. Anafartalar
Grup Komutanı Yarbay Mustafa Kemal’in heykeliyle ufka dalıyorum. İçimi bir
minnet ve şükran duygusu kaplıyor.
Conkabayırı’nın yarattığı tarifsiz
duygu durumunun ardından aracın camından muazzam manzaralar, taş evlerin salındığı köyler, çobanlar, sürüler gelip geçiyor. Küçük Anafartalar Köyü’nün
ardından Büyük Kemikli Burnu’nda soluklanıyorum. Kayaların denizle buluşması
sürrealist bir etki yaratıyor. Kayalar öyle fantastik formlarda ki doğanın
heykeltıraşlığına hayran olmamak imkansız.
Denize bu kadar yaklaşmışken, yeni
rotamı yine deniz belirliyor. Eceabat’ın şirin sahil köyü Kilitbahir’e
eriştiğimde Boğaz’ın en dar yerine kurulan yonca planlı kaleyi ziyaret
ediyorum. Yapılışı 15. Yüzyıla kadar uzanan Kilitbahir Kalesi, Çanakkale
Savaşları ve Gelibolu Tarihi Alan Başkanlığı’nın çalışmalarıyla yaşayan bir tarih
müzesine dönüştürülmüş.
Kalenin yanı başında ancak
filmlerde görülebilen bir kır kahvesinde oturup “Denizin Kilidi” anlamına gelen
Kilitbahir’e, 1. Dünya Savaşı’na kafa tutan Çanakkale’ye, Boğaz’a, martılara
tekrar tekrar bakıyorum. Masmavi deniz arada bir geçen gemilerle
yırtılıyor. Gururlu ve yalın, Çanakkale sen ne güzelsin…
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder