İki kıyıyı birleştiren, kahramanlık destanlarının gerçeğe dönüştüğü, her adımda duygu durumunu değiştiren, dünyanın nadir güzelliklerine sahip şehirlerinden biri Çanakkale. Bütün zamanların en şöhretli anlatısı Troya’nın ve I. Dünya Savaşı’nın seyrini değiştiren şanlı zaferin geçtiği Çanakkale binlerce yıllık birikimiyle konuklarını gerçek bir zaman yolculuğuna davet ediyor.
Boğaz’ın mavi suları, sert bir rüzgarla titreşirken, martılar sabahın ilk rızkını kapmak üzere feribotun etrafında kanat çırpıyor. İstanbul dışında “ karşıya geçmek” fiilinin gerçek olduğu ,Ege’nin Karadeniz’e açılan kilidi Çanakkale’de olmanın heyecanı bambaşka. Kalbinden deniz geçen şehirde herkesin sımsıcak selamlaştığı bir feribot yolculuğuyla Kilitbahir İskelesi’ne ulaşıyorum. Kıyıya yaklaşırken, zümrüt yeşili ağaçların arasına yazılan iki mısra dikkatimi çekiyor: “Dur yolcu! Bilmeden gelip bastığın / Bu toprak, bir devrin battığı yerdir.”
Gelibolu
Yarımadası, güneşin ilk ışıkları ve toprağın uyanışını yansıtan bahar
renkleriyle içten bir karşılama sunuyor. Antik Çağ’da “güzel şehir “ anlamına
gelen Gallipolis adıyla anılan Gelibolu, denizle iç içe zümrüt yeşili bir
yarımada. Doğal ve sakin güzelliğiyle bu yarımada Çanakkale Muharebeleri’nin
izlerini taşıyor. Gelibolu, Çanakkale Tarihi Alan Başkanlığı’nın çalışmalarıyla
sürekli gelişen bir açık hava müzesi görünümünde. Zafere giden süreci her
solukta yaşayan Gelibolu’yu hissetmek, mücadelenin nabzını tutmak için en az
iki günlük bir vakit gerekiyor. Tarihi alanı tanımak için başlangıç noktam
Rumeli ve Mecidiye Tabyası oluyor. Burada, 18 Mart 1915’te Boğaz’ı geçip
İstanbul’a ulaşmayı hedefleyen müttefik donanmasına karşı kahramanca mücadele
eden Seyit Onbaşı ve bütün Mehmetçiklerimizin anısına yapılmış bir anıt yer
alıyor. Askerliğe “Ağır Topçu Neferi” olarak başlayan Seyit Onbaşı,
topun mermi kaldıran vinci bozulunca,215 kiloluk top mermisini sırtına alarak
namluya sürmüş, ateşlediği top sayesinde İngiliz zırhlısını batırmış. Mücadelenin
en ateşli anlarından birinde bu kadar insanüstü bir çaba gösteren Seyit
Onbaşı efsaneleşmiş bir savaş kahramanı. Böyle bir yiğitlik timsali yaşanan
Rumeli Mecidiye Tabyası Gelibolu’nun ziyaretçi akınına uğrayan
bölgelerinden biri. Yarımadada, gerçek bir kahramanlık destanın içinde yol
aldığımı bilerek önce Havuzlar Şehitliği ve Anıtı’na ardından Soğanlıdere
Vadisi’ne yöneliyorum. Vadi düşman saldırılarına karşı korunaklı bir konumda
olması sebebiyle Seddülbahir Cephesi’nin önemli lojistik merkezlerinden biri
olarak kullanılmış. Askerlere sağlık hizmetlerinin de verildiği bu bölgenin
ardından Alçıtepe Şehitliği ve Alçıtepe Bakı Terası’na hareket ediyorum. Güney
Cephesi’ni bütünüyle gören bir alanda konumlandırılan Bakı Terası,
ziyaretçilerine 25 Nisan 1915 tarihli çıkarma noktalarını izlemeyi olanaklı
kılıyor. Alçıtepe köyünden sahile inen yol üzerinde bulunan Redoubt ve Skew
Bridge Mezarlıkları yer alır. Her iki mezar alanı da Birleşik Krallık,
Avustralya, Yeni Zelanda, Hint ordusundan askerlerle, kimliği belli
olmayan askerlerin gömüldüğü yerlerdir. Morto Koyu üst mevkisinde bulunan
Seddülbahir Fransız Askeri Mezarlığı, Cezayir, Fas ve Senegal’den gelen
askerlerin gömüldüğü olduğu alandır. Morto Koyu’na bakan yamaç üzerinde yer
alan anıt, Gelibolu Yarımadası’ndaki tek Fransız mezar anıtı olma özelliğini
taşıyor. Savaşın acı yüzünün ardındaki dostluk ve vefa Gelibolu’da insanın
gözlerini yaşartıyor.
Çanakkale
stratejik konumuyla bütün zamanlar boyunca gözde bir şehir olduğundan her iki
yakası da kalelerle tahkim edilmiş durumda. Anadolu yakasının girişinde 1659
yılında inşa edilen Seddülbahir Kalesi bunlardan biri. Hatice Turhan Sultan
tarafından yaptırılan kale yüzlerce yıl denizden gelecek saldırılara göğüs
germiş, Çanakkale Muharebeleri’nde de 12 topla savunmaya katkı sağlarmış bir
yapı. Çanakkale Cephesi’nin ilk şehitlerinin yattığı Seddülbahir
Kalesi’ne ardından Eskihisarlık Burnu’nda yükselen Şehitler Abidesi’ne
uğruyorum. Çanakkale Muharebeleri’nin geçtiği Gelibolu etkileyici bir atmosferiyle
yüreğime dokunuyor. Yarımada’da tabiat, geçmişi, savaşın izlerini saygıyla bir
dantel örtü gibi kuşatıyor. Arıburnu Sahili’nde Anzak Koyu’nu seyrederken,
Gelibolu’nun yeşil örtüsünün derinliklerindeki gizlerini benimle paylaştığını
hissediyorum.
Eceabat’ın
kuzeyinde bulunan Bigalı Köyü’nün çınarlı kahvesinde kısa bir mola veriyorum.
Bigalı, Nisan 1915’te 19. Tümen’e ve Tümen Komutanı Yarbay Mustafa Kemal’e
karargah olmuş bir köy. Günümüzde Mustafa Kemal Atatürk’ü konuk eden ev müze
olarak ziyaret edilebiliyor. Conkbayırı’na doğru ilerlerken 57. Piyade Alayı
Şehitliği karşıma çıkıyor. Yarbay Mustafa Kemal’in uhdesinde çarpışan 57.
Piyade Alayı, çıkarmanın ilk gününde Arıburnu’na doğru harekete
geçen Anzak askerlerini geri püskürten Türk kuvvetlerinden biri. Cesaret
ve kahramanlıkla örülü bu topraklarda yoluma devam edip Conkbayırı’na
ulaşıyorum. Yarımadanın zirvesi olan Conkbayırı’ndan bütün Gelibolu önüme
seriliyor. Anafartalar Grup Komutanı Yarbay Mustafa Kemal’in heykeliyle
ufka dalıyorum. İçimi sonsuz bir minnet ve şükran duygusu yayılıyor.
Kendi
halinde köyleri, çalışkan köylüleri, keçi sürüleriyle kaplı otlakları ve
denizin bir görünüp bir yok olduğu maviliğiyle Gelibolu kendini hafızama
kazıyor. Küçük Anafartalar Köyü tabelasını geçip, Büyük Kemikli Burnu’na
geliyorum. Rüzgarın ve dalgaların tasarımını üstlendiği bu doğal oluşum
fantastik görüntüsüyle şaşırtıyor. Denizin kokusu içime işlemişken rotamı yine
deniz belirliyor. Eceabat’ın şirin köyü Kilitbahir’de soluklanıp, Boğaz’ın en
dar yerinde inşa edilen yonca planlı kaleyi ziyaret ediyorum. Yapılışı 15.
Yüzyıla kadar uzanan Kilitbahir Kalesi, Çanakkale Savaşları ve Gelibolu
Tarihi Alan Başkanlığı’nın çalışmalarıyla yaşayan bir tarih müzesi olarak
ziyaretçilerini ağırlıyor.
Eski
adı Maydos olan Eceabat, Osmanlı döneminin en önemli tuğla üretim
merkezlerinden biri olarak anılıyor. Maydos’un tuğla ocakları özellikle
İstanbul’un tuğla ihtiyacına yönelik ciddi üretimler yapmış. Eceabat bağları,
zeytinlikleri, ayçiçeği tarlaları ve tarihiyle benzersiz bir coğrafya.
Çanakkale
Kordon’a geri dönüp, Ayvalık’ın sarımsak taşından 1897 tarihinde yapılan saat
kulesinden başlayarak şehri adımlamaya başlıyorum. Kulenin bir
tarafı Kordon’a açılırken , diğer tarafı şehrin tarihi sokaklarından
Fetvane’ye açılıyor. Fetvane Sokağı taş binaları ve kahve kokusuyla cezp
edici bir alan. Sokağın köşesinde yer alan Kent Müzesi 19. yüzyılın başında
inşa edilmiş bir yapıda kurulmuş. Giriş katında güncel sergiler
gerçekleştirilen müzenin diğer bölümlerinde şehrin sosyal hayatından,tarihinden,
anılarından kurulu sürekli bir sergi alanı bulunuyor. Fetvane Sokağı’ndan
uzaklaşıp Yalı Camii ve çevresini inceliyorum. Birkaç sokak sonra o yürek
burkan türküdeki Aynalı Çarşı’nın önünde buluyorum kendimi. İki caddeyi
birbirine bağlayan çarşı bugün hediyelik eşya dükkanlarıyla dolu. Kulaklarımda
o duygulu türküyle Çanakkale Boğazı’nın en dar bölümünde gemileri
selamlayan Çimenlik Kalesi’ne yürüyorum. Çimenlik ya da Kale-i Sultaniye
bugün savaş kahramanı Nusret Mayın Gemisi’ni de içine alan bir Deniz
Müzesi’nin bünyesinde. Kale-i
Sultaniye adıyla 1462 tarihinde Fatih Sultan Mehmet Han tarafından yaptırılan
Çimenlik Kalesi, dış kale ve iç kaleden oluşmuş geniş bir kompleks. 18 Mart
1915’te İngiliz zırhlısı Queen Elizabeht’in attığı top mermisi, bugün hala
isabet ettiği kuzey sur duvarında duruyor. Müze bahçesiyse farklı büyüklükte
toplar, tanksavarlar, mayınlar ve "UB 46” isimli Alman denizaltının
kalıntılarına ev sahipliği yapıyor. Çimenlik Kalesi ve içinde bulunduğu müze
Çanakkale ‘nin mücadeleci ruhunu hissettiren, özgün bir yapı.
Çanakkale’de geçmişi Fatih Sultan Mehmet devrine kadar giden bir seramik üretimi söz konusu. Öyle ki seramikçilik şehrin ayrılmaz bir parçası haline gelince şehre adını bile vermiş. Şehrin alameti farikası seramik olunca, Seramik Müzesi’ne uğramak şart oluyor. Tarihi Er Hamamı’nın restore edilmesiyle kurulan müze, Çanakkale seramiğinin tarihsel serüvenini sunan özel bir mekan.
Çanakkale
1. Dünya Savaşı’nın akışını değiştiren gerçek kahramanların şehri olmasının
yanında Antik Çağ’ın kör ozanı Homeros’un epik anlatısında geçen Troya
Savaşı’nın da geçtiği yer. Efsaneler çağından zamanımıza kadar şöhretini asla
yitirmeyen Troya Savaşı’nın izinde ve Homeros’un rehberliğinde Troya
(Troia) Antik Kenti’ne uzanıyorum. Troya Antik Kenti 1998 yılından bu
yana UNESCO Kültür Mirası Listesi’nde.
En erken yerleşimin Tunç Çağı'na dek indiği Troya'da insanlık tarihinden
3000 yılı kesintisiz olarak izlemek mümkün. 2018 yılının Kültür ve Turizm
Bakanlığı tarafından Troya Yılı ilan edilmesinin ardından hizmete giren Troya
Müzesi, Troya’nın farklı katmanlarına ait mezar taşları, heykeller ve çeşitli
canlandırmalarla izleyiciyi karşılıyor. Müze cam bileziklerden sikkelere, lahitlerden
sunaklara, gözyaşı şişelerinden yazıtlara uzanan geniş koleksiyonuyla, binlerce
yıllık bir öyküyü sakince fısıldıyor.
Animasyonlar, ışık oyunları, üç boyutlu tasarımlar, müzenin farklı bir
deneyime dönüşmesini sağlıyor. Bütün
zamanları esinleyen efsanenin doğduğu, Odysseus’un kurnaz bir hileyle, bir
tahta atla tarih sahnesinden sildiği, yahut ebediyen var ettiği Troya’nın
görkemli ve trajik öyküsünü yaşamak, zamanın dehlizlerinde dolaşmak için
Troya Müzesi kesinlikle doğru adres.
Çanakkale
bereketli toprakları ve konumuyla tarih boyunca göz kamaştıran şehirlerden biri
olmuş. Bu sebepten birçok antik yerleşime ev sahipliği yapıyor. Büyük
İskender’in komutanlarından Antigonos tarafından kurulan Alexandria Troas
bunlardan biri. Anadolu’nun en büyük antik kentlerinden biri
olan Alexandria Troas Ezine İlçesinde ve yaklaşık 400 hektar üzerinde yer
alıyor.
Çanakkale’den
ayrılmadan bağımsızlık mücadelesini mısralarıyla canlandıran Mehmet Akif
Ersoy’un çocukluğunun geçtiği evi ziyaret ediyorum. “Vatan Şairi” olarak
gönüllerde yer eden Mehmet Akif Ersoy’un bir dönem yaşadığı ev Bayramiç
ilçesinde müzeye dönüştürülmüş durumda. Dilimde Mehmet Akif Ersoy’un
dizeleriyle şairin anılarına dalıp gidiyorum.

Çanakkale
azmin ve cesaretin şehri. Ozanlara ilham veren, adına türküler yakılan, Kuzey
Ege’nin olanca güzelliğiyle insanın içini tarifsiz duygularla donatan bir
şehir. Hayranlık uyandırıcı geçmişi bugünüyle harmanlayan, vedaları yürek
burkan bir şehir…