16 Aralık 2025 Salı

Gölgeler ki Güneşe Bağlı

 Beyoğlu apayrı gezegenleri buluşturan, bir galaksi İstanbul'da. Doğduğum, büyüdüğüm, sokaklarında kaybolduğum, sesimin yankılandığı, sesleriyle uyandığım yer. Benim için tebeşiri ve tahtası olmadan, beni hizaya getiren, zapturapt altına alan, oluşumu biçimlendiren bir semt, bir şehir, bir ülke, bir kozmos. Amma abarttın makamındaysanız lütfen bu satırlara veda edin, zira bu açıdan kritik edilmek tarafımdan kabul edilmemekte. 

Semtimi mütemadiyen allayıp, pullarım da bu defa İstiklal Sanat Galerisi'nde yaptığım sergiyi anlatmak için böyle bir giriş yaptım. Bir Beyoğlu sakini olarak, bir Beyoğlu sergisini, Beyoğlu'nda yapmaya ikinci kez muktedir oldum. Oğuz Atay, kült eseri Tutunamayanlar'ı Beyoğlu'nda Yeni Çarşı Caddesi'ndeki evinde, caddeye bakan bir pencere kenarında kaleme alır. Aynı dönemde babam 12 -13 yaşlarında ilk ergenliğini yaşamakta ve Cezayir Sokağı'nda olan evinden çıkıp, Oğuz Atay'ın penceresinin önünden mütemadiyen geçmektedir. Heyhat bu ikili hiç konuştu mu bilinmez. Lakin ben Oğuz Atay'ın bu kitabı yazdığı evin önünden geçerken sürekli bu konuyu düşünür dururum. Şunu da ekleyeyim burası benim hemen her gün bir vesileyle geçtiğim, iç geçirerek baktığım, evime giden yolun üzerinde durur. 

İşte Gölgeler ki Güneşe Bağlı benim sürekli Oğuz Atay'ı bir pencere kenarında daktilosu, kalemi, defteri, uzaklara bakan halini hayal etmemle başladı. Bir sanat tarihçi olarak bu konuyu dimağında yeniden biçimlendirmeye hazır, Beyoğlu'na meftun, Oğuz Atay'ı da tekrar tekrar okumaya hevesli sanatçılarla bir yola çıktım.  Her sanatçının kitabı yeniden okumasını rica ettim. Amacım kitabın her bir sanatçının özgün duyarlığının işlerine yansımasıydı. 15 sanatçı malzeme, teknik ve ölçüde serbest olarak, Tutunamayanlar'dan ilham aldılar ve Oğuz Atay'ın izini sürdüler. Resim, heykel, yerleştirme gibi farklı mefhumlarda tam 23 çalışma ortaya çıktı. 

Serginin ismini Bülent Ortaçgil'in Mavi Kuş şarkı sözlerinden aldım. Hem sergi için, hem Tutunamayanlar için kafamda dönüp duran tek isimdi. Ayrıca Bülent Ortaçgil beni sıklıkla esinler. Vaktiyle bir sınav kağıdını onun sözleriyle bitirmiş biriyim. Nitekim ilk değil, son da olmaz. "Ortaçgil'i sever misiniz? Öyleyse devam..." şeklinde ilerleyen şarkısında olduğu gibi. 




Gölgeler ki Güneşe Bağlı'da benimle yol alan , yanımda olan, kulağıma hep harikulade kelimeler fısıldayan, her adımı kolaylaştıran herkese bu vesileyle teşekkür ederim.  Gölgeler ki Güneşe Bağlı'yı var eden değerli sanatçı dostlarıma da kalpten sevgiler:  Elvan Akçan, Güliz Baydemir, Eren Bayezit, Pınar Bora, Maya Kırçiçek Boz, Funda Dükmeler, Çağdaş Erçelik, Fadik Erin, Naz Işıksoy, Fırat Koç, Esra Meral, Ilgın Özer, Metin Özgör, Melek Merve Tokuyan, Kahraman Turan . 

Son olarak kamuya açık mektup tadında ilerleyen bu satırları, küratör metnimle tamamlayayım. Bu meyanda seergimiz için son tarihin  21 Aralık 2025 olduğunu, İstiklal Sanat Galerisi'nin İstiklal Caddesi'nin üzerinde Tünel'e doğru giderken solda olduğunu belirteyim. 

 









Gölgeler ki Güneşe Bağlı (Küratör Metni)

Mekânı, salt fiziksel varlığıyla incelemek, ona içkin belleği dışarıda bırakmak anlamına gelir. Daha somut biçimde ifade edersek, bir kentin sokakları, yalnızca kuşaklar boyu sürekli yaşayanları değil, onu terk edenleri de taşır. Varlığın ve yokluğun sınırları, burada iç içe geçer. Beyoğlu, tam da bu geçişliliğin mekânsal karşılığıdır: Beyoğlu öyle bir yerdir ki hiçbir şey mutlak değildir; her şey hızlıca değişir, silinir ve kusursuzca yeniden yazılır. Beyoğlu’nda yürümek, geride bıraktıklarınızla birlikte ilerlemektir. Gidenler, burada kaldırım taşlarına saklanmış silüetlere dönüşürler. Kimlikler burada devinim halindedir, silinir, başkalaşır. Varoluş, bir duvar yazısında, bir paslı tabelada, bir vitrinde unutulmuş bir eşya gibi iz bırakır ve hiç fark etmeden yok olur.

Simone de Beauvoir, varoluşu tamamlanmış bir durumdan ziyade, kesintisiz bir oluş süreci olarak tanımlar. Beyoğlu’nda da kimlikler sabit değildir; burada özne, kendi benliğiyle karşılaşırken aynı zamanda onu yitirme riskiyle yüzleşir. Geçmiş, kendisini mimaride, tabela kalıntılarında ya da yıpranmış yüzeylerde görünür kılar; fakat bu izler, anımsamaya olduğu kadar unutmaya da meyillidir.

Bir kenti var eden şey, onun maddi varlığının yanında ona dair üretilen anlatılar, imgeler ve kayıplardır. Kimlik, mekânda tutunan bir fenomen değildir. Aksine, her yeni iz, bir öncekinin silinmesine zemin hazırlayan bir oluşa sahiptir. Tıpkı Oğuz Atay’ın Tutunamayanlar’ındaki Selim Işık’ın bireysel varoluşunun kayboluş üzerinden okunması gibi, Beyoğlu da varlığını eksilme, terk ediliş ve sürekli yeniden inşa edilme biçiminde sürdürür. Oğuz Atay’ın Tutunamayanlarında, Selim Işık sadece bireysel bir hikâyenin değil, aynı zamanda bir kayboluş anlatısının karakteridir. Yazar Yeni Çarşı Caddesi’ndeki evinde kaleme aldığı bu metinde Beyoğlu’ndan hiç söz etmez. Fakat Selim Işık’ın entelektüel yabancılaşması için Beyoğlu’ndan daha uygun bir arka plan düşünülemez. Beyoğlu bütün zamanlar boyunca özneye kendine özgü bir kimlik ve aidiyet duygusunu empoze eder.

Bu sergi, Oğuz Atay’ın Beyoğlu’nda yazdığı Tutunamayanlar’ın gölgesinde, sabitlenmiş bir mekân algısına sorgulama alanı yaratıyor. Burada mesele, kayboluşun ve silinmenin izini sürmek. Beyoğlu’nda yürüyen her beden, farkında olmadan bu anlatıya eklemlenir. Zira bir kent, yalnızca içinde yaşayanları değil, ayrılanları ve kendisiyle bir şekilde bağ kuranları da hafızasına nakşeder.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder