Beyoğlu apayrı gezegenleri buluşturan, bir galaksi İstanbul'da. Doğduğum, büyüdüğüm, sokaklarında kaybolduğum, sesimin yankılandığı, sesleriyle uyandığım yer. Benim için tebeşiri ve tahtası olmadan, beni hizaya getiren, zapturapt altına alan, oluşumu biçimlendiren bir semt, bir şehir, bir ülke, bir kozmos. Amma abarttın makamındaysanız lütfen bu satırlara veda edin, zira bu açıdan kritik edilmek tarafımdan kabul edilmemekte.
Semtimi mütemadiyen allayıp, pullarım da bu defa İstiklal Sanat Galerisi'nde yaptığım sergiyi anlatmak için böyle bir giriş yaptım. Bir Beyoğlu sakini olarak, bir Beyoğlu sergisini, Beyoğlu'nda yapmaya ikinci kez muktedir oldum. Oğuz Atay, kült eseri Tutunamayanlar'ı Beyoğlu'nda Yeni Çarşı Caddesi'ndeki evinde, caddeye bakan bir pencere kenarında kaleme alır. Aynı dönemde babam 12 -13 yaşlarında ilk ergenliğini yaşamakta ve Cezayir Sokağı'nda olan evinden çıkıp, Oğuz Atay'ın penceresinin önünden mütemadiyen geçmektedir. Heyhat bu ikili hiç konuştu mu bilinmez. Lakin ben Oğuz Atay'ın bu kitabı yazdığı evin önünden geçerken sürekli bu konuyu düşünür dururum. Şunu da ekleyeyim burası benim hemen her gün bir vesileyle geçtiğim, iç geçirerek baktığım, evime giden yolun üzerinde durur.
İşte Gölgeler ki Güneşe Bağlı benim sürekli Oğuz Atay'ı bir pencere kenarında daktilosu, kalemi, defteri, uzaklara bakan halini hayal etmemle başladı. Bir sanat tarihçi olarak bu konuyu dimağında yeniden biçimlendirmeye hazır, Beyoğlu'na meftun, Oğuz Atay'ı da tekrar tekrar okumaya hevesli sanatçılarla bir yola çıktım. Her sanatçının kitabı yeniden okumasını rica ettim. Amacım kitabın her bir sanatçının özgün duyarlığının işlerine yansımasıydı. 15 sanatçı malzeme, teknik ve ölçüde serbest olarak, Tutunamayanlar'dan ilham aldılar ve Oğuz Atay'ın izini sürdüler. Resim, heykel, yerleştirme gibi farklı mefhumlarda tam 23 çalışma ortaya çıktı.
Serginin ismini Bülent Ortaçgil'in Mavi Kuş şarkı sözlerinden aldım. Hem sergi için, hem Tutunamayanlar için kafamda dönüp duran tek isimdi. Ayrıca Bülent Ortaçgil beni sıklıkla esinler. Vaktiyle bir sınav kağıdını onun sözleriyle bitirmiş biriyim. Nitekim ilk değil, son da olmaz. "Ortaçgil'i sever misiniz? Öyleyse devam..." şeklinde ilerleyen şarkısında olduğu gibi.
Gölgeler ki Güneşe Bağlı'da benimle yol alan , yanımda olan, kulağıma hep harikulade kelimeler fısıldayan, her adımı kolaylaştıran herkese bu vesileyle teşekkür ederim. Gölgeler ki Güneşe Bağlı'yı var eden değerli sanatçı dostlarıma da kalpten sevgiler: Elvan Akçan, Güliz Baydemir, Eren Bayezit, Pınar Bora, Maya Kırçiçek Boz, Funda Dükmeler, Çağdaş Erçelik, Fadik Erin, Naz Işıksoy, Fırat Koç, Esra Meral, Ilgın Özer, Metin Özgör, Melek Merve Tokuyan, Kahraman Turan .
Son olarak kamuya açık mektup tadında ilerleyen bu satırları, küratör metnimle tamamlayayım. Bu meyanda seergimiz için son tarihin 21 Aralık 2025 olduğunu, İstiklal Sanat Galerisi'nin İstiklal Caddesi'nin üzerinde Tünel'e doğru giderken solda olduğunu belirteyim.
Gölgeler ki Güneşe Bağlı (Küratör
Metni)
Mekânı, salt fiziksel varlığıyla
incelemek, ona içkin belleği dışarıda bırakmak anlamına gelir. Daha somut
biçimde ifade edersek, bir kentin sokakları, yalnızca kuşaklar boyu sürekli
yaşayanları değil, onu terk edenleri de taşır. Varlığın ve yokluğun sınırları,
burada iç içe geçer. Beyoğlu, tam da bu geçişliliğin mekânsal karşılığıdır: Beyoğlu
öyle bir yerdir ki hiçbir şey mutlak değildir; her şey hızlıca değişir, silinir
ve kusursuzca yeniden yazılır. Beyoğlu’nda yürümek, geride bıraktıklarınızla
birlikte ilerlemektir. Gidenler, burada kaldırım taşlarına saklanmış silüetlere
dönüşürler. Kimlikler burada devinim halindedir, silinir, başkalaşır. Varoluş,
bir duvar yazısında, bir paslı tabelada, bir vitrinde unutulmuş bir eşya gibi
iz bırakır ve hiç fark etmeden yok olur.
Simone de Beauvoir, varoluşu tamamlanmış bir
durumdan ziyade, kesintisiz bir oluş süreci olarak tanımlar. Beyoğlu’nda da
kimlikler sabit değildir; burada özne, kendi benliğiyle karşılaşırken aynı
zamanda onu yitirme riskiyle yüzleşir. Geçmiş, kendisini mimaride, tabela
kalıntılarında ya da yıpranmış yüzeylerde görünür kılar; fakat bu izler,
anımsamaya olduğu kadar unutmaya da meyillidir.
Bir kenti var eden şey, onun
maddi varlığının yanında ona dair üretilen anlatılar, imgeler ve kayıplardır.
Kimlik, mekânda tutunan bir fenomen değildir. Aksine, her yeni iz, bir
öncekinin silinmesine zemin hazırlayan bir oluşa sahiptir. Tıpkı Oğuz Atay’ın Tutunamayanlar’ındaki
Selim Işık’ın bireysel varoluşunun kayboluş üzerinden okunması gibi, Beyoğlu da
varlığını eksilme, terk ediliş ve sürekli yeniden inşa edilme biçiminde
sürdürür. Oğuz Atay’ın Tutunamayanlarında, Selim
Işık sadece bireysel bir hikâyenin değil, aynı zamanda bir kayboluş anlatısının
karakteridir. Yazar Yeni Çarşı Caddesi’ndeki evinde kaleme aldığı bu metinde
Beyoğlu’ndan hiç söz etmez. Fakat Selim Işık’ın entelektüel yabancılaşması için
Beyoğlu’ndan daha uygun bir arka plan düşünülemez. Beyoğlu bütün zamanlar
boyunca özneye kendine özgü bir kimlik ve aidiyet duygusunu empoze eder.
Bu sergi, Oğuz Atay’ın Beyoğlu’nda yazdığı
Tutunamayanlar’ın gölgesinde, sabitlenmiş bir mekân algısına sorgulama alanı
yaratıyor. Burada mesele, kayboluşun ve silinmenin izini sürmek. Beyoğlu’nda
yürüyen her beden, farkında olmadan bu anlatıya eklemlenir. Zira bir kent, yalnızca
içinde yaşayanları değil, ayrılanları ve kendisiyle bir şekilde bağ kuranları
da hafızasına nakşeder.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder