Büyük yazar Tolstoy bütün muhteşem hikayelerin iki şekilde başladığından dem vurur. Üstadımızın dediğine göre ya bir yola çıkılır yahut şehre bir yabancı gelir. Troya'nın trajik düşüşünde bu iki unsur da en afili biçimiyle yer alır. Şüphesiz Tolstoy, Troya'nın epik anlatısını hepimizden daha iyi biliyordu ve belki de ona nispetle bu mükemmel cümleyi kurmuştu. İşte şimdi ben de Troya'dan yeni bir hikaye anlatmaya geldim. Bu defa Homeros'un İlyada'sı değil rehberim. Zira malumunuz, kör ozan savaşa dair son sözü söylemez. Homeros'un kudretli dizelerinde Hektor'un dramatik ölümüyle perde kapanır. Oysa yazgı devam etmekte Akhilleus'un sonu da başka bir güzel sebebiyle yaklaşmaktadır.
Heyhat. tarih ve tekerrür...
Gelelim vakanın müteakibine, savaş bitip Akhalar Troya’ya sahip olduklarında, Akhilleus’un hayaleti Troya'da gezinmeye başlar. Akhalar bir kahine başvurur ve ölmüş kahramanın neden hala faniler arasında gezindiği konusunda malumat isterler. Kehanet korkunçtur, hayalet öç almak istemektedir. Hayaletinin isteği üzerine Polyksena yakalanır ve Akhilleus'un mezarı başında kurban edilir. Bazı anlatılarda bu infazı Akhilleus ile Deidamia'nın oğlu Neoptolemos'un genç kızın boğazını keserek gerçekleştirdiği söylenir . Bu sahne, antik tragedyalarda ve Rönesans’tan 19. yüzyıla uzanan sanat eserlerinde sıkça konu edilmiştir. Polyksena, hem savaşın masum kurbanı hem de trajik kaderin simgesidir. Efsanelerde Polyksena'nın rolü oldukça muhlaktır. Yem olarak mı kullanılmıştır yoksa gerçekten sevdiği adama tuzak mı kurmuştur bu ikilik arasında sürer gider söylencesi. Oysa bilinen bu genç kızın Troya halkı tarafından çok sevildiği ve kalbinin de bedeni kadar güzel olduğudur. Velhasıl hikâyesi, kadın bedeninin erkek kahramanlık anlatılarında nasıl “kurban” ya da “barışın bedeli” olarak yer almasının somut vir örneği olarak okunur. Sözün özü Polyksena, Troya Savaşı’nın sonunda “kurban edilerek” yok edilen, ama bu sayede hafızalarda ölümsüzleşen, Priamos’un en küçük kızıdır. Ben bu öyküyü geçtiğimiz günlerde bir arkadaşımın Floransa yolculuğunda bana bağlanmasıyla canlı olarak anlattım. Troya'yı dilime dolamışlığım çoktur ancak Polyksena'dan söz etmişliğim pek yoktur. Hal böyle olunca Pio Fedi'nin Polyksena'nın Kaçırılışı heykelini bu mecraya taşımak farz oldu.
Pio Fedi’nin 'Polyksena’nın kaçırılışı " heykeli, mermerin nasıl güçlü bir ifadeye dönüşebileceğinin en net görüntüsüdür. Efsaneler diyarından sıyrılıp gelen bu an, heykeltıraşın elinde yalnızca bir mitolojik hikâye değil, insanlığın en eski trajedilerinden birinin sahnesine dönüşür. Güç ve çaresizlik, baba ve kız, yaşam ve kurban, savaşlar aslında masumların hikayesidir ancak tarih onlardan asla bahsetmez.
Neoptolemos’un kollarında kıvranan Polyksena’nın bedeni, taşın soğukluğuna rağmen insani bir korku taşır. Saçlarından kavrayan el, yalnızca bir fiziksel zorbalığın değil, kaderin geri dönülmez ağırlığının işaretidir. Aşağıda yere öfkeden çılgına dönen Neoptolemıs'un dizlerinde yakaran Troya kraliçesi Hekabe'yi görürüz. Polyksena'nın annesi çaresizce yalvarmaktadır. Heykel grubunda en altta bir de genç erkek yer alır. Bu da yine Hekabe'nin oğlu olan Polites'tir. Ne yazık ki Neoptolemos onu da öldürmüştür fakat bu başka bir yazının konusu olacak kadar uzun bir mevzudur.
Konumuzu dağıtmadan bahsimize devam edersek, heykel spiral bir hareketle göğe yükselirken izleyiciyi de içine çeker. sanki mitolojik sahneyle birlikte biz de o dönme hareketine kapılır, insanlık tarihinin sonsuz trajedisini yeniden yaşarız.