Bilgi tarih boyunca, insanın elde etmek
üzere peşinde koştuğu bir olgu olarak karşımıza çıkar. Bilginin doğası üzerine
ilk sistemli çalışmalar Antik Çağ filozofları tarafından yapılmıştır. Bilgi ve
insan ölçeğindeki tartışmanın merkezinde çoğu zaman sofistler işaret edilir.
Esasen bu tartışmanın kökeninin doğa filozoflarının Arkhe problemine ve değişim
konusunda öne sürdüğü farklı fikirlere kadar uzanması söz konusudur.
Böylece sofistler, evrensel çerçevede, doğru ve kesin bilginin imkansız olduğu düşüncesini geliştirdiler. Platon’un Theaitetos, Menon, Phaidon, Şölen, Devlet, Sofist ve Devlet Adamı gibi diyaloglarında doğru bilginin mümkün olmadığına ilişkin bir takım tartışmalar sunulur. “Platon’un diyaloglarında sofistlerin savunduğu bu şüpheci bilgi yaklaşımına karşılık, herkes için geçerliliği bulunan, doğru bilginin olanağı sorgulanmaktadır.”*
Platon’un
bilgi anlayışı idealar kuramıyla ilişkilidir. Platon’un sistemi duyulur alem ve
idealar alemi olmak üzere ikili bir ayrım içerir. Bu doğrultuda doğru bilgi
kaynağını idealar aleminden alır. Platon idealar dünyasının varlığı üzerinden
doğru bilginin akıl aracılığıyla kavranabileceği üzerinde durur. Filozof
idealar alemiyle kurduğu ilişki açısından doğru bilgiye ait nesnelerin
epistemik yönünü sergilemeye çalışır. Bu aşamada Platon episteme yani idealara
ilişkin bilgi ve doksa yani sanı ayrımına gider. Platon’a göre doksa duyulur
dünyanın bilgisidir; duyularla edindiğimiz, yanıltıcı, sanılar, var
sandıklarımızdır. Bu sayede Platon bilgi alanında duyulur dünya ve idealar
alemini birbirinden ayırmış olur. Doksa duyulur alemin bilgisi olduğundan
karşısına idealar evreninin bilgisini temsil eden episteme’yi koyar.
Genel
olarak incelediğimizde episteme bilgi manasınadır. Episteme doğası gereği sabit
ve değişmez bir formdadır. Çünkü görülür alemde olduğu gibi sürekli bir
değişime tabi olsa, doksadan bir farklı kalmaz. Doksanın konusunu varlık alanı
teşkil eder bu da onun tek tek olanların bilgisine erişebileceğini gösterir.
Oysa episteme tikellerle ilgilenmez, episteme tümüyle idealar alanına bağlıdır.
Bu durumda episteme tümellerle ilgilenir. Tümeller değişime tabi olmayan ve
akıl aracılığıyla elde edilen evrensel bilgilerdir. Platon böylece akıl ve
duyum ayrımını bilgi teorisi üzerinden yenilemiş olur. Görünen alemin ötesinde,
değişmeyenin bilgisine ulaşmak için akıl duyulardan üstün tutulur.
Platon için
sürekli değişim içinde olanlar üzerinden, değişmeyen kesin bilgiye ulaşmak
mümkün değildir. Bu doğrultuda doksa duyularla bilinebilirken, episteme’nin
duyular vasıtasıyla edinilmesi mümkün değildir. “Başlangıç olarak duyulara
ihtiyaç duyduğu görülen episteme, insan tarafından nihai anlamda
kavranılabilmesi için ruhun eylemlerine ihtiyaç duymaktadır." **
* Macit Gökberk: Felsefe Tarihi, Remzi Kitabevi, İstanbul 2003, s. 43.**Mustafa İlboğa: Platon Epistemolojisinde Episteme-Doxa Ayrımı, Turkish Studies - International Periodical For The Languages, Literature and History of Turkish or Turkic Volume 9/11 Fall 2014, s. 290. Erişim:17 Haziran 2020 Turkish Studies - International Periodical For The Languages, Literature and History of Turkish or Turkic Volume 9/11 Fall 2
Sanırım 3. okuyuşumda az bir kavrama sezdim kendimde. :) Bilgi her anlamda bilinen sınırı içinde saklı kalıyor. Bu da bize kesinlik veriyor gibi bir algı yaratıyor. Bu dediğim bile kesin değil. Her ne kadar nihilist, varoluşçu olsam da septik olmak bir yandan çekiyor işte.
YanıtlaSilYorumunuz için teşekkür ederim. Galiba daha anlaşılır yazmaya çalışmalıyım. Felsefe jargonuyla bunu nasıl yapacağımı düşünmeliyim:)
Sil