Rüzgarda uçuşan yapraklarla, güzün yeşile ağır ağır sırtını dönen paletinde , sanat mevsimi hızla uyanırken aşkın ve ışıkların şehri Paris’e gitmenin tam zamanı. Birbiri ardına çarpıcı sergilerin açıldığı, ünlü tasarımcıların vitrinleri süslemeye başladığı, sokak kahvelerinin halen güneşli günler gördüğü Paris için sonbahar her zaman beklentinin çok ötesinde…
Sonbaharın
romantik çağrışımlarına en içten duygularla karşılık verecek şehirlerden biri
hiç şüphesiz Paris. Arnavut kaldırımlı sokakları, mütemadiyen şık insanların
koşturduğu meydanları, Seine Nehri’nin iki yakasını birleştiren 37 köprüsüyle
gezginlerin düşü, sanatçıların ilham kaynağı.
Tarihin çarpıcı anlarına tanık olan bu
başkenti keşfetmenin onlarca yolu var.
Paris’e hayat veren Seine Nehri’nde tekneyle tura çıkmak iyi bir
başlangıç. Şehir kuleler, ışıklar ve aşıklarla anılsa da kesin olan köprülerle
de sıkı bir bağ içinde olduğu. Paris’te hayat geçmişte olduğu gibi bugün de
büyük ölçüde Seine Nehri’nin etrafında akıyor. Geçmişte limanların bir uzantısı olarak
tasarlanan köprüler, zaman içinde defalarca yıkılmış yeniden yapılmış.
Bunlardan en ünlüsü ve en eskisi Pont Neuf. Her ne kadar adı “yeni köprü”
anlamına gelse de 1604’teki açılışından bu yana ayakta kalmayı başarmış gerçek
bir Parisli. Pont Neuf aynı zamanda bazı ilklerin öncüsü olmuş bir yapı. Nehir
kenarında sıra sıra dizili seyyar kitap tezgahlarının ön örneği Pont Neuf’de
17. yüzyılın sonunda açılan küçük bir kitapçı dükkanına kadar uzanıyor.
Seine
Nehri’nin batı yakasında bulunan La Marais, şehrin parizyen havasını halen
koruyan bölgelerinden biri. Birbirini kesen dar sokakları, rengarenk kafeleri,
pastaların vitrinleri süslediği pastaneleri, sokak müzisyenleriyle filmlerde
zihinlere nüfuz etmiş Paris görüntülerinin halen gerçekliğini koruduğu fikrine
kapılmamak imkansız. Burada ikinci el butiklerle, genç sanatçıların
eserlerinin sergilendiği galerilerde gezinip, acıkınca küçük kafelerde kahve ve kruvasan eşliğinde bir mola verip, akşam caz kulüplerde müziğin ritmine uymak doğal bir durum adeta.
Paris’in
iddialı güncel sanat ortamına giriş yapmadan önce mutlaka şehrin klasik
sembollerinin izini sürmek gerek. Bu doğrultuda Seine Nehri’nin kıyısında
muhteşem bahçeleri, ikonik cam piramidi ve sayısız başyapıta ev sahipliği yapan
Louvre Müzesi’yle gerçek bir sanat
yolculuğuna girişmek en doğrusu. Sanat tarihinin çarpıcı anlarından sonra,
Louvre’un hemen yanı başındaki Tuileries Bahçesi’nin kollarında olmak huzur
verecek. Fransız Devrimi’nin ardından halka açılan bahçe 106 heykel ve özgün
peyzajıyla aynı zamanda bir açık hava müzesi. Tuileries’den çıkınca, dönme
dolabı ve obeliskiyle tarihin dönüm noktalarına tanıklık eden Concorde Meydanı’nın
yörüngesine girilir. Maria Antoinette’in düğününü ve idamını gören meydandan başkentin
dünyaca ünlü alışveriş caddesi Şanzelize’ye
(Champs-Elysees) varılmıştır bile. Bir uçtan diğerine uzanan kestane
ağaçları, tanınmış markaların arzı endam
ettiği vitrinleri ve şık restoranlarıyla Şanzelize Avrupa’nın en çok ziyaret
edilen caddesi konumunda. Bu büyüleyici
caddenin sonunda Paris’in bir başka ünlü imgesi Arc de Triomphe (Zafer Takı)
gezginlere harika bir Paris manzarası sunmak üzere hazır beklemektedir.
1937 Paris Dünya Fuarı için yapılan Palais de
Chaillot, Eyfel Kulesi’nin (Eiffel) tam
karşısındaki konumuyla, sinema perdesinde görmeye aşina olduğumuz sahnenin
gerçek halini önüme seriyor. Neo Klasik hatlarıyla ilgi çekici bir yapı olan
Palais de Chaillot, yalnızca Paris panoraması içeren harikulade terasıyla değil
aynı zamanda üç ayrı müzeyi bünyesinde barındırmasıyla da gezginlerin ilgi
odağı. Cite de l’Architecture (Mimari Müzesi) Musee de la Marine (Denizcilik Müzesi),Musee de
l’Homme (İnsan Müzesi) Chaillot Palais’de ziyaretini ayrıcalıklı kılacak
müzeler olarak sıralanabilir.
Fransız
Devrimi’nin 100. yılı kutlamaları için Gustave
Eiffel tarafından tasarlanan ve bugüne dek 300 milyondan fazla konuğu ağırlayan
Eyfel Kulesi, Paris seyahatinde olmazsa olmazlar arasında. Şehirde görülecekler
listesinde zirveyi asla bırakmayan kule birçok şehir efsanesinin de kaynağı
haline gelmiş durumda. Çağımızda Paris’i Eyfel Kulesi olmadan hayal edemesek
bile bir dönem Fransızlar ciddi biçimde bu yapının varlığını sorgulamışlar.
Yine de Paris deyince zihinde beliren ilk imajlardan biri olan kule, Paris’e
kaç kere yolunuz düşerse düşsün vazgeçilemeyen noktalardan.
Montmartre Tepesi, Paris ruhunu kavramak için ideal mekanlardan biri. Burada ilk anda Sacre-Coeur Bazilikası’nın ruhani tavrı gezginleri karşılarken, hemen arkasında yer alan sokak ressamlarının bohem rahatlığı hemen insanın içini ısıtıyor. Kilisenin arkasında kalan Tertre Meydanı (Place du Tertre) yalnızca portre ressamlarının değil, yazarların , şairleri de buluşturan bir alan. Renoir, Van Gogh, Modigliani, Picasso gibi isimlere esin vermiş bu
sokaklardan etkilenmemek imkansız.“Kutsal kalp” anlamına gelen Sacre
Coeur’ün merdivenlerinde Paris’in bir düş olduğuna ikna olduğuna inanmamak için
hiçbir sebep bulamıyorum.
Paris
19. yüzyılın ortalarından bu yana,
dünyaya yön veren sanat akımlarının filizlendiği ve farklı ülkelerden
sanatçıları kendisine çeken bir cazibe merkezi. Sanat, Seine Nehri kadar yaşam
katıyor Paris’e. Sonbahar , doğaya inat sanat mevsiminin yeniden hareketlendiği
bir zaman dilimi. Paris bu sonbahar da kendinden beklendiği üzere ses getiren
sergilerin, görkemli etkinliklerin başrolünde. 2002’den bu yana Paris’te ekim ayının ilk
cumartesi günü Nuit Blache ya da Beyaz Gece olarak tanımlanıyor. Sanata ve
kültüre adanmış bir gün olarak nitelenen Nuit Blache için takvimler bu yıl 5
Ekim’i gösteriyor. Paris’in büyük bir
sergi ve performans alanı haline dönecek. Gece boyunca birçok müze ve galeri
ziyarete açık ve ücretsiz olacak. Konserler, havai fişek gösterileri ve sokak
performanslarıyla desteklenecek olan Nuit Blache süresince toplu taşıma da
sabaha dek ücretsiz. Öte yandan Ekim
ayının bir diğer önemli etkinliği 17-20 Ekim’de düzenlenecek Uluslararası
Çağdaş Sanat Fuarı (FIAC). Şehrin sembol yapılarından , Art Nouveou kimliğiyle
dikkat çeken Grand Palais’nin ana mekan olarak seçildiği fuar kapsamında
onlarca ülkeden, binlerce sanatçının çalışmaları izleyiciyle buluşacak.
Etkinlikler Grand Palais’yle sınırlı kalmayıp şehrin farklı noktalarına da
yayılacak. Her adımda bir filmden, bir kitaptan, bir şiirden izler bulunan
Paris, Ekim’de de Ernest Hemingway’in
“Paris bir şenliktir” sözünü doğrulayacak.
Püf Noktası: Mona Lisa, Semadirek Nikesi, Milo Venüsü gibi sayısız başyapıtı bünyesinde barındıran Louvre’u gezerken süre hiçbir zaman tam olarak yetmez. Müze haritasında görmek istediğiniz eserleri işaretleyip, kendi müze turunuzu yapmak, ziyaretinizi daha verimli hale getirebilirsiniz.
Seyahat Önerisi: Seçkin lezzetleriyle Fransız mutfağının dünya genelinde haklı bir şöhreti var. Özgün Fransız lezzetlerinin tatmak için Paris kesinlikle en doğru adres kabul ediliyor. Soğan ve et suyu ile hazırlanan ve gravyer peynir ile servis edilen soğan çorbası, kendi yağıyla ağır ağır pişirilen confit de canard (ördek bacağı), kırmızı etin özel soslar ve et suyu ile taze sebzelerle yapıldığı boeuf bourguignon bu sofranın geleneksel tatları arasında ilk akla gelenler. Ayrıca salyangozla yapılan escargot, Paris’te en çok tüketilen lezzetler arasında. Paris’te rengarenk tatlılar ve pastalarla süslü vitrinler neredeyse her sokakta son derece davetkar. Elmalı bir tart olan tarte tatin, adını mimariye borçlu olan çikolatanın ve bisküvinin uyumunu yansıtan rokoko, her biri gerçek bir sanat eseri gibi görülen éclair (ekler) Paris günlerine ayrı bir lezzet katacak tatlılardan sadece birkaçı.
tebrikler başarılar kaleminize sağlık
YanıtlaSilGitmek olsa durana ne...
YanıtlaSilÇok çok gitmek istediğim yerlerden.
Tabii önceliğim İtalya. Sanatın başkenti...
İnşallah bir gün.. emeğinize sağlık :)
YanıtlaSil