Fethiye etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Fethiye etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

14 Temmuz 2022 Perşembe

Likya'nın Güneşe Teslim Koyları

Adını Akdeniz güneşinin esinlediği Likya geçmişte “güneş ülkesi” olarak
 tanımlanıyordu.  Yılın neredeyse tamamını güneşe teslim olarak geçiren bu kıyılar, halen ismiyle müsemma, halen güneşin aynasında.

Fethiye’den başlayıp, Antalya’ya kadar uzanan tarihin, tabiatın ve turkuaz suların bileşimini sunan Likya Yolu, gizemli ve ilgi çekici olmaya devam ediyor. Saçlarınızdan kekik ve deniz kokusunun eksik olmadığı bu 540 kilometrelik yürüyüş rotası, zamanın tanığı antik kentleri, usul usul kıyıyı döven dalgalarıyla dudaklarda biraz tuz, kalpte her dem taze bir his bırakıyor. Fethiye’den başlayarak Antalya’nın batısına kadar uzanan Teke Yarımadası’nda kurulan Likya, efsanelerle gerçeği buluşturan geçmişi, denizle ve dağlarla kuşatılmış coğrafyasıyla binlerce yıl sonra bile gizemli ve büyüleyici. Likya’nın ışığının rehberliğinde, tarihin ve denizin izini sürüyoruz. 





Vazgeçilmez Akdenizli: Ölüdeniz

Dünyanın en iyi plajı listelerinde her zaman kendine yer bulan Ölüdeniz, hiç şüphesiz ışık ülkesi Likya’nın en şöhretli lokasyonlarından biri. Fethiye, eski bir Likya kenti olan Telmesos’un günümüzdeki mirasçısı konumunda. Likya ile Karya kentlerinin sınır bölgesinde kurulan Telmesos, çağlar önce Apollon’a adanmış kehanet merkezi ve önemli bir kültür kentiydi. Antik Telmesos’un bu zenginliği bugün hala Fethiye’nin içinde adım adım keşfedilebiliyor. Yakın zamanda restore edilen antik tiyatro, güneşli sokaklarda aniden karşımızda beliren lahitler, kaya mezarları ve bu zenginliği yansıtan müzesiyle bölge Likya’nın soluğu hep hissediliyor. Arkeolojik verilere göre burası kurulduğu zamandan bu yana yerleşimin kesintisiz sürdüğü bir kent.

Ölüdeniz, denizden tekneyle ulaştığınızda tarifsiz bir turkuaz renk ve sükunetiyle huzur veren lagünüyle göz kamaştırıcı bir koyda yer alıyor. Karadan Ölüdeniz’in yoluna düşünce zeytin ağaçlarının çamlara dönüştüğünü ve kıvrılarak inilen yolun sonunda efsunlu bir mavilikle karşılaşılıyor. Ölüdeniz’in efsunu denizin hareketsizliğinden, çamlarla çevrili turkuaz denizinden kaynaklanıyor. Bölge Belcekız Koyu olarak da anılıyor.

Lagünüyle tılsımlı bir kıpırtısızlık sunan Ölüdeniz’i adrenalin tutkunları için cezbedici kılansa hemen yanı başındaki Babadağ’dan yapılan yamaç paraşütü. Toroslar’ın batıdaki uzantısı olan Babadağ, gerçekten adı gibi heybetli ve endemik türleri de içinde barındıran zengin bir bitki örtüsüne sahip. 1965 rakımıyla Babadağ’dan yamaç paraşütü yapmaya cesaret ederseniz ,yalnızca Ölüdeniz’i değil, neredeyse Fethiye’nin tamamını kuşbakışı görme şansına sahip olmak mümkün. Yıl boyu hakim rüzgarıyla bölge uçuş eğitimi ve uçuş için elverişli.




Kayaköy’ün Yanı Başında :Gemile Koyu

Ölüdeniz Kayaköy parkuru, Likya Yolu’nun alternatif yürüyüş güzergahları arasında. Kayaköy yakın geçmişten izler taşıyan, mübadele zamanı terk edilmiş bir Rum köyü. Solmuş yaşamların anılarını saklayan terk edilmiş evler, okullar, kiliselerle, zaman çizgisinde unutulmuş izlenimi veren Kayaköy’ün birkaç km ötesinde Gemile Koyu bulunuyor. Kayaköy’ün sessizliği içinden doğal yaşamın sesine ve zeytin ağaçlarının hışırtısına ayak uydurup ilerleyerek denizle doğanın birleşiminde Gemile’nin mavi sularına ulaşılabilir. Yeşil tepelerle çevrilmiş bu küçük kumsalın tam karşısında koyla aynı adı taşıyan Gemile adası bulunur. Ortaçağ’da Symbola adıyla tanınan ada, M.S. 5. Yüzyıldan itibaren Hristiyan keşişlerin yerleşmesiyle kilise ve manastır gibi yapılarla dolar. Zaman içinde gemicilerin uğrak yeri olan ada, kutsal niteliğiyle bir haç rotası haline gelir. Gemile Adası günümüzde, mavi sularda yolculuk yapmaktan keyif alan tekne tutkunlarının uğrak noktası.

Erişilmez Güzellik: Kabak Koyu

Likya Yolu’nun denizi ve doğayı buluşturan bir diğer yeryüzü cenneti Faralya. Likya ve Roma kalıntıları, kızılçamların yeşil bir deniz oluşturduğu bitki örtüsüyle el değmemiş bir vaha görünümünde. Adaçayı ve balının lezzetiyle doğal dokusunun hakkını damaklara taşıyan bir yer aynı zamanda. Faralya’yı denizle buluşturan Kabak Koyu, karadan ulaşımın oldukça güç olması sebebiyle el değmemiş bir güzellik.  Kabak’a varmak güç, ama Likya patikalarını takip ederseniz, koyun neden Kabak olarak anıldığını keşfetmiş olacaksınız. Yukarıdan bakınca koy gerçek bir su kabağ ı formunda. Alışılagelmiş tatil anlayışının oldukça dışında kalan Kabak’ta, küçük kumsaldaki ayak izleriniz ve ağaçların hışırtısı tek eşlikçiniz olabilir. Turkuazın tarif edilemez tonlarını içinde barındıran koy, hep yeniden gitmek istenen yerlerden.

Gelidonya Feneri Yolunda : Papaz Koyu ve Korsan Koyu

Likya Yolu dünyanın en uzun soluklu yürüyüş parkurlarından biri. Yol uzun, yer yer zorlu ama şaşırtıcı ve sofistike bir deneyim sunuyor. Antalya’nın önemli bir bölümü de bu tarihi yolun bir parçası. Güney Likya’nın zarafetiyle tanışmak için Kumluca tam biçilmiş kaftan. Likya Yolu’nun bir parçası olan Papaz Koyu, sık ağaçlarla çepeçevre kuşatılmış durumda. Tabiat bu kumsalı adeta özenle kem gözlerden sakınmış gibidir. Billur gibi bir denize açılan Papaz Koyu özellikle özgürlüğüne düşkün kampçıların gözdesi.

Papaz Koyu’nun denizden, neredeyse tam karşısında Korsan Koyu yer alıyor. Safir gibi ışıldayan suların kayalar ve orman örtüsüyle sarmalandığı koy oldukça küçük. Korsan Koyu, içinden nadide bir ince çıkması beklenen bir istiridye kabuğu gibi bir his uyandırıyor. Balıklarla yüzmek, kayalarda dolaşan keçilerle göz göze gelmek koyun rutini haline gelmiş durumda.  Likya Yolu için koyu ayrıcalıklı hale getiren bir başka özellikse Gelidonya Feneri. 1936’dan bu yana gemilere kılavuzluk eden fener, Korsan Koyu’na birkaç kilometrelik mesafede. Denizden yaklaşık 227 metre yükseklikte ve şiirsel manzarasıyla, haklı bir şöhrete sahip olan Gelidonya, Korsan Koyu ve Akdeniz’le tarifsiz bir uyum içinde.

Gökyüzü gibi deniz: Adrasan

Bir zamanlar deniz ticaret yolu üzerindeki konumuyla Likya’nın doğal limanlarından biri olan Adrasan, berrak deniziyle Kumluca’nın en geniş koylarından biri. Koy görüntüsüyle usta bir ressamın elinden çıkmış bir resim izlenimi yaratıyor. Upuzun kumsalı, Adrasan Çayı’yla birleşen tabiatı ve dalgasız deniziyle binlerce yıllık geçmişi saklayan bir resim. Bölge efsanevi batıkları, su altı canlılığı ile de dalmak ve sualtı fotoğrafçılığı için de oldukça elverişli. 2 kilometre uzunluğunda bir koy olan Adrasan, mutedil iklimi ve çevreyi tanıma isteğiyle tembelliğe asla izin vermeyecek. Bölge gözlerden uzak koylar ve adacıklarla dolu. Bu mavilikte el değmemiş doğa harikalarına ulaşmanın yolu Adrasan’da olmak ve erken uyanmak. Böylece sabah güneşi yükselirken Sazak Koyu veya Suluada’da kaplumbağalarla yüzmenin tadını çıkarabilirsiniz. Öte yandan Likya Yolu’nun üzerindeyiz, Olympos Koyu ve efsanelerle yoğurulmuş antik kenti yalnızca 9 kilometre mesafede bulunuyor.

Sönmeyen Ateşin Yurdu: Olympos

Eski dünyada Olympos, Doğu Likya’nın temsilcisi ve üç oy hakkına sahip altı şehirden biriydi. Olympos ismini 2375 metre yükseklikteki Tahtalı Dağı’ndan alır. Kelime Tahtalı Dağı’nın görkemine yakışır biçimde “yüksek dağ” manasına gelir. Sahile uzanan nehir vadisinde kurulmuş olan Olympos, zamanın elinin değmediği bir yeryüzü parçası gibidir. Doğanın ortasına kondurulmuş ağaç evleri, antik dünyada kaybolmuş hissi veren kalıntıları, kristal sularda yüzen Caretta Caretta’larıyla insanı bir anda başka bir evrene çeker. Lahitler, Roma döneminden kalan tiyatro, bazilika ve tapınak kalıntılarının arasından yürüyüp denize varmak bir rüyayı yaşamak gibidir. Deniz yerine yamaçları keşfetmek isterseniz, Chimera’ya tırmanmak iyi bir alternatif olabilir. Efsaneler çağında tanrı Hephaistos’un kült merkezlerinden biri olan Chimera, binlerce yıldır doğalgaz sebebiyle yanan ateşleriyle Olympos’un neden “Sönmeyen ateşlerin yurdu” olarak nitelendiğini haber verir. İyonyalı ozan Homeros’un aktardığına göre Chimera, ağzından ateşler saçan korkunç bir yaratıktır ve Bellorophontes tarafından yenilerek yerin yedi kat dibine kapatılmıştır. Gel gelelim ateşi halen yer altından Olympos’un tepelerinde yanmaktadır. Olimpiyat oyunlarını önceleyen ilk yarışlar bu bölgede gerçekleştiği için, olimpiyat meşalesinin ilham kaynağı da Chimera’nın sönmeyen ateşi olmuştur.


Tekirova’nın Yalnız Koyları: Boncuk ve Maden

Likya Yolu’nun Çıralı’da ikiye ayrılır. Bunlardan doğu rotası Antalya’nın Akdeniz’le birleştiği, sırtını Tahtalı Dağı’na dayamış Tekirova’yı da içine alır. İşte bu bölge çoğu gezgin için adı bilinmeyen sayısız koya ev sahipliği yapar. Bütün güzel şeylere ulaşmak gibi bu koylara ulaşmak da kolay değildir. En azından karadan yol durumu biraz meşakkatlidir. Tekne bu aşamada keyifli bir alternatif olacaktır. Boncuk Koyu, antik yolun Tekirova ayağındaki bir cennet köşesi. Bölgeye özgü kızılçam ormanlarının gölgelediği, Akdenizle kucaklaşan Boncuk Koyu, kaostan uzak ve kendi halinde bir nefes rotası olarak dikkat çekiyor.

Maden ya da Atbükü olarak adlanrılan koy, Boncuk Koyu’ndan doğal bir sınırla ayrılır. Maden Koyu, ince çakıllı ve balık açısından bereketli bir denize sahip. Koyun ismi 1938-1990 arası bölgede çıkarılan krom madeninden hatıra kalmış. Maden rezervi tükenince, madenciler bölgeyi ebediyen terk etmiş. Bugün koyun arka tarafındaki kızılçam ormanın içinde kalan bölümde madenden kalma boş binalar görülebiliyor. Pastoral dokuyu takip edip, Akdeniz’in görüntüden bir an bile kaybolmadığı bir araba yolu Maden Koyu’na ulaşımı sağlıyor. Maden Koyu, mavi ve yeşilin kesişme noktasında, gerçek bir arınma mekanı.

Phaselis: Denize Açılan Tarih

Likya Yolu’nun hayranlık uyandırıcı alanlarından biri hiç şüphesiz antik Phaselis. Olimpos Beydağları Milli Parkı sınırlarına dahil olan Phaselis Antik Kenti, Akdeniz’e serili bir yarımada üzerinde. Kentin adı Luvice “deniz kentçiği” anlamındaki “passala” köküne dayanır. Çağının tanınmış ticaret kenti olan Phaselis, üç doğal limanla çevrelenmiştir. Bir vakitler liman olarak şehre hizmet veren bu doğal koylar, günümüzde deniz tutkunlarını cezbetmeye devam ediyor. Bölgenin alameti farikası olan kızılçam ormanı sahile kadar ulaşır. Eski dünyanın gül yağı ve kereste taşınan bu koylarında, şimdi cırcır böcekleri korosu hiç ara vermeden şarkısını söyler. Zengin antik kalıntıların gölgesi, plajda Akdeniz güneşine siper olur. Bir zamanlar Büyük İskender’i misafir etmiş olan Phaselis, agoraları, hamamı, su kemerleri ve tapınaklarıyla insanı takvim dışı bir atmosfere sürükler. Dünyada tertemiz denizin tadını çıkarıp, binlerce yıllık bir tiyatroda, Tahtalı Dağı’nın karlı doruklarını izleyebileceğiniz kaç yer vardır ki?



 *Vogue Travel'ın 2021 edisyonu için kaleme aldığım Likya koyları temalı yazı. 

22 Mayıs 2021 Cumartesi

Fethiye Mevsimi Geldi!

 

Ege’nin Akdeniz’le sarmaş dolaş olduğu, rüya gibi bir coğrafyanın kucağındayız. Masmavi bir gök kubbe altında turkuazlara bürünmüş koyları, sonsuza uzanan narenciye bahçeleri, efsaneler çağından kalmış antik kentleriyle baş döndürücü bir güzellik Fethiye. Bir zamanlar bu topraklara “Makri” denilirmiş, “uzak diyar” anlamında. Çiçek ve mandalina kokularına hapsolmuş bu eşsiz coğrafya artık dünyanın her yerinden gezginler için bir uçuş mesafesinde. Yumuşak iklimin de etkisiyle yılın her mevsimi seyahat tutkunlarının gözde rotalarından biri. Dalaman’dan Fethiye’ye bir düş gibi kıvrılan yollarda yalın bir zarafetin adım adım alımlı bir çekiciliğe dönüşmesine şahit olmak kaçınılmaz. Işıltılı mavilikler, zümrüt yeşili bir tabiat ve geçmiş zaman krallarının gözcülüğü eşliğinde nefes kesici bir seyrüsefer. Ege’nin ve Batı Anadolu’nun katışıksız uyumunun yarattığı Dalaman-Fethiye bölgesi sizi seyrine doyulmaz bir görsel şölene davet ediyor.



Dalaman-Fethiye güzergahı begonvillerin sarktığı evleri, bisikletli gençleri, upuzun kıyı şeridi boyunca sıralanan tekneleri, fotoğraf makinesini bir an olsun elinden bırakmayan turistleri ve dört mevsim solmayan güneşiyle sizi sarmalar. Fethiye Kordon’da yürürken martıların size eşlik etmesine hayret edersiniz. Dünyanın en iyi uzun mesafe yürüyüş parkurlarından olan Likya Yolu’nda benzersiz bir deneyimi yaşayabilirsiniz.  Dalyan’da bindiğiniz tekneyle binlerce yıllık bir antik kente geçebilir ya da doğanın yarattığı mucizevi tabloyu seyredebilirsiniz. Göcek’te denizin berraklığı bütün yorgunluğunuzu alıp götürür. Belki marinadan bir tekneye atlayıp koy koy gezersiniz. Saklıkent Kanyonu’nda maceradan maceraya atılırken, Kelebekler Vadisi’nde huzura kavuşursunuz.  Aşıklar Tepesi’ne çıkarsanız romantik bir gün batımıyla geceyi karşılayabilirsiniz.  Fethiye’de vizörünüz özgürlüğünü ilan edebilir.  Denizin üzerinde öbek öbek koylar, bembeyaz yelkenliler, yemyeşil adalar, ahşap cumbalar, yeşilin turuncuyla kaynaştığı narenciye bahçeleri objektifinize sığmaz olur. Bu kentte portakal çiçeği kokusunun deniz kokusuyla yakaladığı ahengi her adımda hissedersiniz.  Günümüzde Fethiye’nin sembolü haline gelmiş olan M.Ö. 4 yüzyılda yapılmış olan kaya mezarları oldukça ilgi çekicidir. Dimdik bir kayaya oyulmuş mezarlar antik tapınak formunda inşa edilmiştir ve en ünlüsü Kral Amyntas’a aittir. Eğer Amyntas’ın mezarına kadar tırmanmayı göze alırsanız Fethiye tarifsiz güzelliğiyle ayaklarınızın altına serilecektir. 





Fethiye’de ilk yerleşimler Telmessos adıyla kurulan bölgede olur.  Akdeniz kıyı şeridinde kurulduğu zamandan bugüne tarih boyunca yerleşimin süregeldiği yegane yer de burası. Dolayısıyla tarih bu toprakların ayrılmaz bir parçası olarak Fethiye’nin her köşesinde karşınıza çıkar. Bir parkta, hatta caddenin ortasında Likya lahitlerine rastlamak olağandır.  Şehir merkezinde bulunan kral mezarları ve antik tiyatro kalıntıları Likya’nın görkemli günlerinin izlerini geleceğe taşırlar. Kentin tarihsel serüvenini yakından tanımak isteyenler zengin koleksiyonuyla göz dolduran Fethiye Müzesi’ni ziyaret edebilirler.  Fethiye Müzesi Likçe’nin çözülmesine katkı sağlayan Letoon’un üç dilli yazıtı, bölgenin altın çağının göstergesi olan imparator ve tanrı heykelleri, lahitleri, amforaları ve sayısız eseriyle şehrin altın çağına ışık tutan bir mekan.  Fethiye ve çevresi onlarca antik kente ev sahipliği yapıyor. Tlos, Pınara, Letoon bu antik kentlerden sadece birkaçı.  Kültür tarihine ilgi duyuyorsanız antik şehirleri de ziyaret listenize almayı ihmal etmeyin. Fethiye-Dalaman bölgesindeki en şaşırtıcı yerlerden biri hiç şüphesiz Kayaköy. Mübadil bir köyden geriye kalanların büyük bir depremle yıkılmasının ardından ortaya çıkan hayalet bir köydür burası.  Sadece çatısız duvarların gölgesinde, kendi soluğunuz dışında yaşam kalıntısı duyulamayacak bu köyün ıssız ve vakur görüntüsü ziyaretçilerine unutulmaz bir deneyim sunar.






Fethiye’de alışverişin kalbi Paspatur çarşısında atıyor. “Eski şehir” anlamına gelen Paspatur ışıl ışıl dükkanları, kafeleri ve restoranlarıyla Fethiye’nin cıvıl cıvıl alanlarından biri. El yapımı çiniler, yöresel halılar, ipekli dokumalar, deve kemiğinden yapılmış kutucuklar, takılar ve etnik giysilerin salındığı vitrinleriyle her yıl binlerce turisti kendine çeken bir cazibe merkezi Paspatur Çarşısı.  Kayaköy’ün girişinde köylülerin açtığı sergilerde el emeği göz nuru dantel örtüler, şallar, magnetler bulabilirsiniz. Kayaköy’de bulunan küçük atölyelere de mutlaka uğramalısınız. Bu atölyelerde Kayaköy’ün ve Fethiye’nin mimari kimliğini yansıtan küçük modelleri el yapımı olarak üretiliyor. Kayaköy’ün kiliselerinin ya da Fethiye’nin kral mezarlarının bir eşi daha olmayan bibloları harika birer seyahat anısı olacaktır.

 



Ege’nin ve Akdeniz’in mükemmel birlikteliğini yansıtan bu güzel kasabada sofralar oldukça zengin. Ege otları, balıklar, mezeler, kusursuz manzaraya karşı edilen uzun kahvaltılarla Dalaman-Fethiye bölgesi lezzet peşinde koşanları da mutlu edecek bir rota. Fethiye Kordon’da hayranlık uyandırıcı manzaraya nazır yürürken sıra sıra dizili birçok restorana rastlamak olası. Barista Kitchen, Matisse Kafe ve Restoran Fethiye Kordonboyu’ndaki lezzet duraklarından. Kordonboyu’nda keyifli kahve molaları için rengarenk ve eğlenceli dekorasyonuyla konuklarını ağırlayan Osmanlı Kahvecisi harika bir seçim olacaktır. Fethiye’nin kısa sürede klasik buluşma noktalarından biri haline gelen Baba Fırın-Cafe & Daddy’s Bakehouse nefis börekler, kurabiyeler, keklerle damaklarınızda yer edecek bir mekan. Ayrıca bu fırında dünyanın değişik noktalarında üretilen ekmek çeşitlerine de taptaze olarak ulaşmak mümkün.  Fethiye-Dalaman bölgesinde halis köy ekmeği eşliğinde organik bir kahvaltıyla güne başlamak isteyenler için Kayaköy’de bulunan Kaya Misafir Evi doğru adres. Kaya Misafir Evi’nin restoranı yıl boyunca açık ve harika tatlara ev sahipliği yapıyor. 





Dalaman-Fethiye bölgesi dünyaca ünlü plajlara ev sahipliği yapıyor. Mavinin her tonunu içinde barındıran Ölüdeniz Türkiye’nin en popüler sahili. Ölüdeniz ve çevresi gerek doğal güzellikleri gerek sunduğu farklı deneyimlerle gezgin ruhların listesinde hep üst sıralarda yer alıyor. Ölüdeniz’deki en önemli aktivite yamaç paraşütü (paragliding). 1975 metre yükseklikteki Babadağ’dan uzman bir pilot eşliğinde göklere süzülebilirsiniz.  1975 metredeki maceranız yaklaşık 45 dakika sürecek ve sonunda kuşlar gibi Ölüdeniz sahiline ineceksiniz.  Ölüdeniz aynı zamanda dalış sporu için de elverişli bir merkez. Dalış teknelerinin düzenlediği turlara katılıp Ölüdeniz’in su altı evrenini yakından tanımak mümkün. Ölüdeniz, Akdeniz’den Ege’ye tur teknelerinin güzergahı üzerinde olan bir plaj. Günün her saati sahile yanaşan lüks teknelere rastlayabilirsiniz. Ayrıca Ölüdeniz’den günübirlik tekne turlarına katılmak ve gözden uzak koylara ulaşmak gibi bir seçeneğiniz de bulunuyor.


Fethiye- Dalaman bölgesinde toplu taşıma özellikle sonbahar-kış mevsiminde pek işlevsel değil. Taksi kullanmak pratik gibi görünse de bu bölge için oldukça maliyetli bir seçenek olduğunu belirtmekte fayda var. Bu doğrultuda en ekonomik seçim araba kiralamak. Kara yoluyla ulaşım olsa da birçok koya ve plaja günübirlik ya da haftalık kiralayacağınız teknelerle ulaşmak daha konforlu bir alternatif.



Not: Borajet'in  uçak içi yayımı, Borajet Magazine için kaleme aldığım Fethiye temalı yazının güncellenmiş versiyonu. Maalesef sayıyı anımsayamadım... 





18 Mayıs 2019 Cumartesi

Davetkar Bayram Rotaları


Hanımeli kokusu saçlarımızda dalgalanırken, begonyanın renklerinin, ortancanın gösterişiyle yarıştığı yaz mevsimi içimizi ısıtmaya devam ediyor.  Yaklaşan bayram tatilinin yaza denk gelmesi ise mutluluk verici bir tesadüf olarak heyecanı ikiye katlıyor. Büyüklerin ellerinden, küçüklerin gözlerinden öpüp, bayramlaşmanın huzur verici güzelliğini yaşadıktan sonra, birkaç gün tatile kaçmak ilaç gibi gelecek.


Onur Air'in uçak içi yayını OnAir 'in Ağustos 2018  sayısı için kaleme aldığım seyahat yazısıdır. Yazıya eşlik eden fotoğraflar da bana aittir. 

Dinlenmek, mavi sularda kulaç atmak, çam ağaçlarının reçinesinin damladığı ormanları adımlamak, antik bir kalıntının eşliğinde hayallere dalmak,…her gezginin düşü başka. Haydi şimdi bayram tatilinin farklı rotalarına hep beraber uzanma zamanı...







Mevsimlerden yaz ise illa ki gönlümüze bir Akdeniz ateşi düşüyor. Bu sefer pusulamız tarih boyunca özgün şahsiyetiyle dikkat çeken Hatay’ı gösteriyor. “Medeniyetler Şehri” söyleminin hakkını veren şehir,  bir bilge misali tevazusu ve kültürüyle her nefeste farkını ortaya koyar. Antakya’nın birbirini dik olarak kesen daracık sokaklarında, bir dokunsanız açılmaya “hayır” demeyecek kapıların yoldaşlığında yürüyerek bu şehre karışmaya başlarsınız. Pencerelerden gülümseyen, hal hatır soran yüzlerin sevincine, terk edilmiş evlerden taşan hüzün karışır. Kiliseler, havralar derken, dinlerin buluştuğu şehirde hem Hıristiyanlar, hem Müslümanlar için kutsal olan Habib-i Neccar Camii’nin avlusundan içeri süzülürsünüz. İnanışa göre Hz. İsa’nın havarilerinden Yuhanna ve Pavlos, Habib-i Neccar Camii’nin türbesinde yatmaktadır. Anadolu’nun bu ilk camisi Hatay’ın bir ahenkler coğrafyası olduğunun en çarpıcı örneklerinden biri olduğunu fark edersiniz.  Mezopotamya’yı Akdeniz’e bağlayan limanların şehrinde Arkeoloji Müzesi mutlaka ziyaret listesine alınmalı. Binlerce yıla tanıklık etmiş şöhretli mozaikler başta olmak üzere, Hatay Arkeoloji Müzesi her bir eseriyle ayrı bir zaman yolculuğu vaat ediyor. Tarihi Uzun Çarşı’da baharatların, Antakya tulumunun izini sürüp, Asi Nehri’nin kıyısında şöyle bir yürüdükten sonra, muazzam sofralara kurulup seyahatinizi bir gastronomi şölenine çevirebilirsiniz. Ne de olsa tepsi kebabının, cevizli biberin, tadına doyulmaz süzme yoğurdun ve künefe gibi tadına doyulmaz lezzetlerin anavatanındasınız.







Akdeniz’in gastronomi ve kültür şehrinin ardından turkuaz koyları, sonsuza uzanan narenciye bahçeleri, efsaneler çağının mirası antik kentleriyle Fethiye yaz coşkusunu yaşamak için harika bir alternatif olabilir. Dört mevsim solmayan bir güneş etrafında Kordon’da martılara simit atıp, dünyanın en iyi uzun yürüyüş parkurlarından biri olan Likya yolunu keşfedip, tekne turlarıyla binlerce yılı devirmiş bir antik kente uğrayabilirsiniz.  Saklıkent Kanyonu’unda rafting yapabilir, olmadı Kelebekler Vadisi’nde doğanın ferahlığını yaşayabilirsiniz. Burada tarih adım başı size eşlik eder. M.Ö. 4. Yüzyılda devasa bir kayaya oyulmuş kaya mezarlarına tırmanırsanız, bu topraklara hükmetmiş kralların hala Fethiye ‘nin mavi manzarasını gözlediklerini fark edersiniz. Eğer takvimin bilinmeyen zamanlarını daha yakından tanımak isterseniz Tlos, Pınara, Letoon gibi antik kentlere yolunuzu düşürmelisiniz.   Diğer taraftan yakın tarihten, mübadil bir köy kalıntısı olarak Kayaköy, bölgenin etkileyici geçmişinden önemli bir alan. Tabi ki Fethiye’deysek dünyanın en göz alıcı sahillerine çok yakınız demektir. Mavinin en güzel tonuna hükmeden Ölüdeniz Türkiye’nin en popüler plajlarından biri. Ölüdeniz’de 1975 metre yükseklikteki Babadağ’dan yamaç paraşütü yapıp bu muhteşem doğada kuş gibi süzülebilirsiniz. Yine burada dalış tekneleriyle açılıp, Ölüdeniz’in su altı evrenine de yakından bakabilirsiniz.  





Ege’nin kavuran güneşinden serin bir Karadeniz sahiline yol alıyoruz şimdi. Adını mitolojik dünyada Tanrılar tanrısı Zeus’un aşık olduğu güzel Sinope’den alan, Türkiye’nin en kuzey ucu Sinop’ta yaz bambaşka. Karadeniz ‘in bu harikulade yarımadası mutluluğu tescilli insanlarıyla kimseye yabancılık çektirmez. Eski film tadındaki tarihi Sinop sokaklarında başlayarak, Pervane Medresesi’ne, günümüzde müzeye dönüştürülen Tarihi Sinop Cezaevi’ne, oradan eşsiz Karadeniz panoramasıyla büyüleyen Sinop Kalesi’ne yürüyerek ulaşabilirsiniz. Şehrin simgesi haline gelen, ünlü Sinoplu Kinik felsefenin kurucusu, Sinoplu Diogenes’in heykeliyle fotoğraf çektirip Karakum ya da Sarıkum Plajı’nda serinleyebilirsiniz.  Yemyeşil bir ferahlık içinse 28 şelalenin olağanüstü dokusuyla işlenmiş Erfelek’e geçmek lazım. Zümrüt yeşili ağaçların billur gibi sularla kaynaştığı Erfelek Takım Şelaleleri’ni tırmanarak daha yakından tanıyabilirsiniz. 






Sırada Anadolu’nun misafirperverliğini sonuna kadar yaşatan, İpek Yolu’nun mirasçısı Aksaray var. Aksaray’ı tanımaya peribacaları ve vadilerle süslü ilçesi Güzelyurt’tan başlayabilirsiniz. Tarih boyunca Kapadokya’nın giriş kapısı olarak tanımlanan Güzelyurt peribacalarına oyulmuş kiliseleri, Ihlara Vadisi gibi bütün dünyayı mest etmiş doğa harikalarıyla dolu dolu bir seyahat rotası. Güzelyurt’ta başlayacağınız Aksaray seyahatine Selçuklu mimarlığının seçkin örnekleri Ulu Camii, Sultan Han Kervansaray’ı, yerel (tüf) taştan inşa edilen Zinciriye Medresesi gibi yapılarla devam edip. Şehrin el emeği göz nuru dokuma halılarının ve çinilerinin peşine düşebilirsiniz. Ticaret hayatının binlerce yıldır canlı olduğu bu şehirde özellikle semt pazarlarına uğramayı da ihmal etmeyin. Köylülerin tezgah açtığı yerel pazarlarda peynirin, çökeleğin, meyvenin kurusunun en lezzetlisini bulabilirsiniz.