4 Ekim 2021 Pazartesi

Vapurdaki Kitaplar: Ya Sanat Ya Hayat -Tzvetan Todorov

Ortasından deniz geçen şehirde, esini martılar olan vapurlar bana hep çok şey anlattılar. Ufuk çizgisinin ne olduğunu vapurda öğrenmiştim çocukken. Kırmızı parkama gömülmüş, İstanbul Boğazı'nın biraz puslu manzarasında dinlemiştim ufku. Sonra sıcak yaz gecelerinde, yahut gün aydınlanırken gökyüzünde çınlayan vapur düdükleri bitmeyen bir seremoni olarak yankılandı evimizde. Öyle bir zaman geldi ki vapurda ders çalıştığım, Hegel okuduğum günleri verdi bana hayat. Kadıköy yolunda manzaradan gözümü alabildiğim anlar kitaplara hibe edildi tarafımdan. 
İkinci lisans diplomamı aldım. Artık sınav heyecanıyla vapura binmek, dumanını savura savura kaçmakta olan vapura bakakalmak yok. Avrupa yakasında şimdilik durum bu...
Vapurdaki Kitaplar, vapurda okuduğum ve sayfalarında kaybolduğum kitapları anlatmak için seçtiğim üst başlık. Böyle bir yazı dizisi hevesiyle ilk vapurlu kitabımı kaleme almış bulunmaktayım



Ya Sanat Ya Hayat

Bulgar kökenli, edebiyat eleştirmeni ve kuramcı Tzvetan Todorov imzası taşıyor. Müzede bir esere bakarken, eserin yaratıcısının gündelik hayatı çoğu zaman aklımıza gelmez. Oysa sanatçı içimizden biridir. Mona Lisa'ya bakmak için saatlerce kuyruk beklemeye hazırız, ona yaklaştığımız o birkaç saniyede Leonardo'nun borç defteri olabileceğini düşünmek izleyiciye ne katabilir? Todorov, sanat eserinin taşıdığı mesaj ile onu meydana getiren sanatçının gündelik yaşamı arasındaki bağlantıyı tartışıyor. Kitabın ilk bölümünde yazar argümanlarını Hollandalı dahi Rembrandt üzerinden temellendiriyor. Kitabın kapağı bu bağlamda okuyucuya ipucu veriyor. Zira Sel Kitabevi tarafından basılan kitabın kapağında usta ressamın 1640 tarihli Kutsal Aile tablosunu görüyoruz.  Todorov'un gözünden sanatçının hayatı, dönemin Hollanda'sı ve Flaman ressamların içinde Rembrandt'ı ayrıcalıklı kılan tavrı akıcı bir üslup eşliğinde inceleniyor. 

Rembrandt, çağdaşı Hollandalı ressamların pek çoğundan kendini ayıran bir görünürlük anlayışına sahiptir: Nesneleri ayıran sınırları vurgulayarak bunların yüzeyini ön plana çıkarmak , yani görüşü yüceltmek yerine, içsel görünün gözlerin gördüğüne üstünlüğünü, yani yorumlamanın algılamaya üstünlüğünü göstermeye çalışır. Nesneler sanki tamamlanmamış gibidir, hatları birbirine karışır: Doğru biçimden ziyade doğru duyguya ulaşmaya çabalarlar. Hoogstraten'e göre, Rembrandt, öğrencilerine, ayrıntılara takılmamak ve kimliği derinlemesine kavramak için modellerine gözlerini kısarak bakmalarını tavsiye ederdi. Bu dünya anlayışı, Simon Schama'nın belirttiği gibi, Rembrandt'ta sık rastlanılan kör adam temasında anlamlı bir ifade bulur: Gözlerden yoksun olan kör, varlıkları bazen görenlerden daha iyi kavrar, çünkü onda "ışık karanlığın içinde yaşar." *

Rembrandt sanat tarihinin en çalışkan isimlerinden biridir. Çağımıza ulaşan 600'den fazla yağlıboya tablosu ve sayısız eskiziyle kendi dünyasını, yaşadığı çevreyi, gerek teknik, gerekse estetik değişimlerini izlememize olanak tanımıştır. Bu açıdan bakarsak bize renkler ve çizgilerle oluşturduğu enfes bir biyografi bırakmıştır. Eserleri incelendiğinde dünyada kendini en fazla resmetmiş sanatçılardan biri olduğunu görürüz. Portrelerde yer alan pekala Rembrandt'ın kendisidir. Ancak ressam her portresinde yeni bir kimliğe bürünür. Karşımıza üstü başı bedbaht bir köylü yahut kadifenin şıklığına bürünmüş bir saraylı olarak çıkabilir. Ressam otoportrelerinde kendi benliğine demir atmaz, artık daha kuşatıcı bir tavra sahiptir. İzleyiciyle oyun oynar ve onun doğrudan Rembrandt'ın şahsına odaklanmasına müsaade etmez. Yine de yılların izlerini, yorgunluğunu, sanatçının zamanla hüzün çöken yüzünde gözlemleriz. Oyunbazlık ve muziplik bu bağlamda evrimleşir. Todorov kitapta otoportrelere ayırdığı bölümde bu durumu uzun uzun tartışıyor. 
Bütün bu anlatının içinde Todorov konunun doğal bir uzantısı olarak sanatçının hayatından bazı anekdotlara yer veriyor. 

Raffaello / Baldassare Castiglione / 1514-15/ T.Ü.Y/ Louvre Müzesi

Rembrandt / Yaslanmış Rembrandt/ 1639 / Gravür/ Petit Palas


Tutkulu bir koleksiyoner olduğunu bildiğimiz Rembrandt'ın, günümüzde Louvre Müzesi'nde olan Raffaello imzalı Baldassare Castiglione portresinin açık arttırmasına katılması bu anekdotlardan biri. 1639 baharında gerçekleşen bu satışta sanatçı yalnızca eserin eskizini yapabilmiştir. Zira iyi bir ressam ve kötü bir muhasebeci olan Rembrandt bu tarihte servetinin büyük bölümünü yitirmiştir. Öte yandan halen Mona Lisa ile kıyaslanan Raffaello'nun portresinin Rembrandt'ı işçilik ve sunduğu ihtişamla çok etkilendiği açıktır. Bu tarihlerde yaptığı otoportrelerde ressam olarak kendini Raffaello ile bir tutmaya başladığını sezeriz. Rembrandt artık kendi özgünlüğünün ve kıymetinin ayırdına varmıştır. 

Rembrandt/ Flora Olarak Saskia/ 1635/ T.Ü.Y. /Ulusal Galeri Londra


Yine de Rembrandt'ın eserleri kendi hayatının sırlarını değil, dünyayı resmeder. Bunu "Saskia" başlığında Todorov yine sanatçının eserlerini referans göstererek anlatır. Rembrandt'ın hayatına giren kadınları eserlerine yansıtması bir sevgi gösterisi olarak yorumlanabilir mi, ya da bunun altında ücretsiz modellik gibi daha pratik bir sebep mi yatar? Karısı Saskia ya da onun ölümünden sonra birlikte olduğu kadınlar hakkında yaptığı çalışmalar doğrudan bu kadınların doğasına yönelik değildir. Tıpkı kendisi gibi bir başkasını canlandırırlar. Kutsal anlatılardan bir azize, genelevde çalışan bir fahişe, saç tuvaletine özen gösteren bir soylu doğrudan aşık olduğu kadınlar değildir.  Bedenler Rembrandt tarafından sevdiği kadınlardan ödünç alınmış ve tamamen ekonomik sebeplerle tuvale aktarılmıştır. Bu sebeple de portre olarak kabul görmezler. 

Rembrandt/ Azize Anna ile Kutsal Aile/ 1640 / T.Ü.Y. / Louvre Müzesi


Kitabın ikinci bölümünde Todorov konuyu sanat ve ahlak üzerinden incelemeye başlıyor. Sanat ve ahlak düşünce tarihinin zorlu yollarından geçen ve tozu dumana katan bir konu. Todorov burada elini biraz sıkı tutuyor. Alışılagelen yöntemle meseleyi Platon'dan Kant'a değin tüm argümanlarıyla verip, aydınlanmadan itibaren de ortaya çıkan yeni okumayla doğrudan bir bağ kurmuyor. Bu aşamada kısa bir değerlendirme yapan Todorov, 20. yüzyılın etkin filozoflarından Jean Iris Murdoch'un fikirleriyle bir tartışma başlatıyor. İnsanı harekete geçiren güç salt benlik kaygısıyla açıklanabilir mi? Dünyaya duyulan ilginin insanı harekete geçirmede hiç mi payı yoktur? Sanatçının, sanatı kendi beninin bir tezahürü olarak görmesi fikrinin yerine sanatçının kavramaya çalıştığı dünyanın tezahürünü oturtan Murdoch'u Todorov'un da desteklediğini görürüz. 

Eğer sanat eseri dünya ve dünyadaki diğer varlıklar lehine yaratıcı benliğin silinmesine, sanat tüketicisinin de (okur, izleyici ya da dinleyici) aynı yönde teşvik edilmesine tanıklık ediyorsa sanatın ve güzelin ahlaktan ayrı olmadıkları daha şimdiden görülür. Sanatçı dünyayı tanımaya ve canlandırmaya kendini vakfetmekle zaten ahlaksal bir eylemde bulunur.**

Todorov, kitabının başlığındaki ayrıştırmaya karşılık sanatı ve hayatı birbirinden ayrı tutmaz. Sayfalar arasında ilerlerken, baştan bu yana verdiği mesaj sanat ile hayat üzerine kurduğu örüntüde kendini açığa vuran düşünce sanat ve hayatı aynı potada eritmek üzerinedir. Çağdaş sanatla, izleyici arasındaki mesafenin durmaksızın açıldığı şimdiki zamana karşılık Todorov'un bakış açısını biraz kafa karıştırıcı bulabilirsiniz. Kendi benliğinden çıkmak, kendini sanata vakfetmek, çıkarsız bir üretim eylemine soyunmak fikri çok cazip olsa da bunların ve çok daha fazlasının bütün zamanlar boyunca olduğu gibi bugün de tartışma konusu olduğunu hatırlatmak isterim. 


Veda Busesi

Todorov'un okuyucuyu yormayan, duru bir dili var. Bu meyanda çeviriyi yapan Aziz Ufuk Kılıç'a da teşekkür etmek gerekiyor. Ya Sanat Ya Hayat, metnin sonunda okuyucuyu sorularla baş başa bıraksa da metin boyunca bariz bir umut aşıladığı da bir gerçek. Todorov en dramatik anları bile abartıya kaçmadan, hayatın olağanlığı içinde anlatıyor. Adeta tarafsız bir biyografistin objektifliğini hissediyorsunuz. Öte yandan kitabın sanat ve ahlaka ayrılmış bölümü son derece katı bir felsefe diliyle yazılıp, okuyucuyu çıkmaz sokaklarda soluksuz bırakabilecekken tam tersi bir sadelik içeriyor. Bahsi geçen sadelik gerek bakış açısında, gerek içeriği sunuş biçiminde okuyucuyu kolayca içine çekmeyi başarıyor. Todorov'la tanışmak, 17. yüzyılın belirleyici isimlerinden birinin eserlerine Todorov'un rehberliğinde dokunmak, sanat ve ahlak çekişmesinin Todorov'un gözündeki uzlaşmasına şahit olmak için Ya Sanat Ya Hayat!




*Bütün alıntılar: Tzvetan Todorov, Ya Sanat Ya Hayat, Çev: Aziz Ufuk Kılıç, Sel Yayıncılık, İstanbul 2016. 







Hiç yorum yok:

Yorum Gönder