8 Aralık 2015 Salı

Sophia Loren, Sophia Loren'i anlatıyor...

Ben öyle kalkık bir burun istemiyordum. Güzelliğimin yüzümdeki pek çok düzensizlik sonucunda oluştuğunun farkındaydım. Kazanacak ya da kaybedecektim ama hangisi olacaksa yüzüm özgün haliyle kalacaktı. 

Bu cümleler Akdenizli kadın güzelliğinin prototipi Sophia Loren'e ait. Güzel yıldıza bu cümleleri kurduran kişi ise kaderin cilvesiyle Carlo Ponti.  Artist olmak için çırpınan bir genç kıza verilmiş "basit" bir estetik tavsiyesi...Nereden bilsin Carlo Ponti bu kocaman gözleri olan, uzun burunlu kıza çaresiz bir aşkla tutulacağını, aşklarının Vatikan'ı bile kızdıracağını, ölene kadar bu esmer tene esir olacağını...


Mevsim sonbahara dönmeye yüz tutmuşken yine yollara düşüyorum. Kitaplığımdan "özene bezene alınmış ama bir türlü okunmaya fırsat bulunamamışlar" bölümünden Sophia Loren imzasını taşıyan Dün, Bugün,Yarın: Bütün Hayatım isimli biyografiyi çantama atıveriyorum. Kitabın kalın, dokulu cildi hoşuma gidiyor. Aylardan Eylül ve ben Karadeniz'e gidiyorum.  Yazın bile yağmura kendini teslim etmekten çekinmeyen oyun bozan bir sahil kasabasına doğru yol alırken plaja serilme hayalleri ister istemez zihnimde filizleniyor.
Cide'ye indiğim anda atmosfer bana "al sana güneş, biraz da rüzgar" diyor. Bu kadarı denizle buluşmam için bana fazlasıyla yetiyor. Ve bu güzel güneşli günlerde Sophia Loren bana hayatını anlatıyor. Sahildeki taşlara, iri kum tanelerine, hatta arada bir üzerine damlattığım deniz suyuna da aldırmıyor. Sayfalar ilerledikçe bronzlaşmaktan çok hoşlandığını öğreniyorum. Kısacık set aralarında bile hemen güneşlenmeye çalıştığından söz ediyor. Bu sayede kendisini güneşin altında bıraktığım için duyduğum vicdan azabı hafifliyor. Karadeniz'de sonbahar güneşi altındayız pek etkilenmeyiz diye düşünüyorum. Zira bağırsam duyulacak mesafeden şemsiye taşımaya üşeniyorum.    



 Sophia Loren'in anlatım dili masmavi gökyüzüne serpiştilmiş bulutlar gibi: Renkli, aydınlık ve yumuşak. Sözcükler dünyasından yaptığı tatlı seçimler sayfalar arasında gezinirken "ne kadar dürüst davranmış" hissini yaratıyor. Ebeveynleriyle ilgili olan bölümde gerçekten samimi olduğunu anlamak zor değil. Babasının istemediği bir bebek olarak doğmasıyla başlayan güçlüklerle dolu bir çocukluk... Pek de peri masalına benzemeyen şöhret olma süreci... 
Gönül işlerini yazıya dökerken biraz daha eli sıkı ilerliyor. Cary Grant'la olan ilişkisinden hep Grant'ın tek taraflı duyguları üzerinde duruyor ki böyle olmadığını cümle alem biliyor. Sophia Loren'in Cary Grant'ı romantik, duygulu, yakışıklı ve haddini bilen bir erkek. Cary Grant'ın kendisine yaptığı evlenme teklifinin hala ayaklarını yerden kestiğini fark etmemek imkansız! Diğer yandan Cary Grant'la olan bu duygusal çekimin Carlo Ponti cephesinde yoğun ve mutlak bir kıskançlığa sebep olduğu da apaçık ortada. Açıkçası Cary Grant'ın varlığı, Carlo'yla olan ilişkisini kolaylaştırmış gibi görünüyor. Bilindiği gibi bu iki erkeğin çarpışmasında zafer kilise önünde utanç içinde kalmayı göze alan Carlo Ponti'nin oluyor. 

Cary Grant ve Sophia 1956

Sophia Loren sinemanın dişilerinden bahsederken de biraz tutumlu davranıyor. Kendinden önceki kuşağın kadınlarından genelde hayranlık dolu ifadelerle söz ederken çağdaşları için daha mesafeli bir tavır sergiliyor. Yalnız açık biçimde Elizabeth Taylor'dan pek hoşlanmadığını söylemek mümkün. Laf aramızda Elizabeth'in de Sophia'ya ya pek bayıldığı söylenemez. İkilinin arasındaki konu tabii ki o enfes sesli adam Richard Burton. Sophia kitabında Burton konusunda hep arkadaşlıktan dem vursa da Elizabeth'in yaşamını anlatan her yerde bizzat Elizabeth tarafından tam aksi ima edilir. Sophia'nın kitabı üzerinden biraz dedikodu yapmış olabilirim ama o kadar olsun!
Sinema dünyasından söz etmişken Sophia Loren'in anılarında yer tutan diğer bir güzel kadın Audrey Hepburn. İki kadın İsviçre'de bir dönem komşu olmuş. Sophia Loren'in anlatımıyla bir yemek maceraları var ki formda kalmanın farklı yollarını göstermesi açısından son derece ilginç:

1957'nin Noel tatilini yeniden karlı Bürgenstock'un huzurlu ortamında, annecik ve Maria ile birlikte geçirdik. Bizim gibi sakin ve gözlerden uzak olmayı seçen komşularımız Audrey Hepburn ve Mel Ferrer ile ormanların içinde yaptığımız yürüyüşlerde karşılaşıyorduk. Ölçülü ve saygılı bir dostluk, tatlı bir arkadaşlık yaptık. 
Bir gün Audrey bizi öğle yemeğine davet etti, Mel iş için bir yere gitmişti. Evleri yürüme mesafesindeydi; karların içinde sessiz ve sakin bir yürüyüş yaptık. Göle bakan minik bir tepenin üstünde, ışıl ışıl, beyazlara bürünmüş harika bir villaydı. Audrey de bembeyaz giyinmişti,bir-iki çiçek ve pek çok mumla süslediği sofrası da bembeyazdı. Saflığın zirvesinde bir davetti. 
"Burası büyüleyici bir yer," dedim. O da tatlı tatlı, "Yalnızlığa ve güzelliğe ihtiyacım var," diye yanıtladı beni.
Bol bol sohbet ettik,sinemadan,ortak arkadaşlarımızdan konuştuk.Evini gezdik. Sonra telaş etmeden sofraya geçtik.Yemekten önce bir aperatif ya da benim ilk görüşte öyle zannettiğim bir tabak geldi. Bir marul yaprağı, bir top taze peynir ve üzerine kondurulmuş ahududular. Yandaki tabakta da çıtır çıtır ve minik bir ekmek dilimi vardı. Söyleşimiz pek hoştu, ahududular da öyle ama tabaklarımızı almaya geldiklerinde Audrey ayağa kalktı ve o uçucu, hassas, kusursuz gülümsemesiyle şöyle dedi: "Çok fazla yedim" Demek ki yemek sona ermişti. Ben diplomatik sözlerle devam ettim:"Çok yedik evet, çok da lezizdi!" Açlıktan ölmek üzereydim ve eve dönünce kendime bir sandviç yaptım.  
    
Sophia Loren'in anılar sandığından okuyucuları için seçtiği fotoğraflar...

Anılarla, arkadaşlarla, aileyle, sinemayla ve bol bol Napoli'yle örülmüş bir kitap içinde satırdan satıra geziniyorum. Karşıma Marcello Mastroianni, Paul Newman, Charlie Chaplin, Clark Gable gibi sinema tarihinin gelmiş geçmiş en unutulmaz jönleri çıkıyor. Hayatına giren her aktöre övgüler dizerken Marlon Brando'ya takmış olmasına şaşırmıyorum. Bu kadar mükemmelliyetçi bir karakterin Marlon kadar küstah bir adamla uzlaşamamasını normal buluyorum.
Napoli'ye gelince, Sophia Loren Napolili ve  Napoliler'de görülen yoğun hemşehricilik kitabın iliklerine kadar işlemiş bulunuyor. 


Carlo Ponti'li anlar...

  Carlo Ponti'siz bir Sophia Loren biyografisi düşünülemeyeceğinden bu kitabın star erkeği kaçınılmaz olarak Carlo Ponti. Sophia Loren efsanesini yaratan adam Carlo. En azından kendisi bu şekilde anılıyor. Ancak geriye dönüp bakıldığında,  Sophia Loren kendisine yapılan yatırımdan fazlasını Carlo Ponti'nin yaşamına katmış gibi görünüyor. Yani şu anda Carlo Ponti'den bu denli heyecanla söz ediyorsam ve bunun nedeni bile Sophia Loren'se daha ne diyebilirim ki? İki hayatın birleşmesi efsaneler yaratabilir bazen...

Veda Busesi

Dolu dizgin bir hayatın eşsiz kahramanı Sophia Loren.
 Kendi mükemmelini yaratmaya çalışmış bir kadın. Güneşin altında yazdıklarını okurken kahkahalarla güldüğüm de oldu; hüzünlenip uzaklara daldığım da... İlk defa bir sinema yıldızının hayatı algılamasını ve kendini var etme biçimini kendime yakın hissettim. Sophia Loren'in kalemiyle farklı kapıları araladım...
80 yaşını devirmiş bir ikonla sinemanın, aşkın, yaşamın, güzelliğin sihrine kapıldım...
Kırmızı Kedi Yayınevi'nden çıkan Dün, Bugün, Yarın: Bütün Hayatım isimli Sophia Loren kitabını takdimimdir... 


* Bütün alıntılar Sophia Loren'in yazdığı "Dün, Bugün, Yarın: Bütün Hayatım" isimli kitaptan yapılmıştır.






6 yorum:

  1. Merhaba takipteyim bloguma da beklerim basarilar

    YanıtlaSil
  2. Sevgili Aslı,
    Hemen kitabı edinmek ve bir an önce okumaya başlamak geldi içimden.Emeğine, kalemine sağlık.
    Tebrikler...

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Derya Hanım, çok teşekkür ederim:) Sevgilerimle ...

      Sil
  3. Gerçek hayat hikayelerini severim. Paylaşım için teşekkürler :)

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Rabia Hanım, ben de seviyorum, teşekkür ediyorum.

      Sil
  4. Bloğumda ödüllü blog keşif etkinliği ayrıca bir de çekiliş var beklerim sevgiler :)

    YanıtlaSil